Genelkurmay Başkanı komutan değildir...

(((__meftun__)))

Kurallara Uymadı
Üyemiz
Katılım
8 Ağustos 2011
Mesajlar
457
Tepkime puanı
5
Genelkurmay Başkanı komutan değildir


Dünkü yazımda sorunun protokol düzeninde değil, Anayasa’da olduğunu yazmıştım. Protokoller değişir.

Çok basit üstelik de. Ama meselenin ruhu, kalbi Anayasalardadır. O Anayasa’da silahlı kuvvetler komutanı olarak “genelkurmay başkanı” geçiyorsa, protokoldeki yerini istediğin kadar değiştir. O metin şu anlama gelir ki, “ülkede dört kuvvet vardır. Bu kuvvetlerden biri de ordudur”. Oysa öyle değildir. Ordu bazı meselelerde yasamanın, bazı meselelerde de yürütmenin içindedir. Örneğin “savaş kararı”nı TBMM alır. Ama savaşı (Bakanlar Kurulu adına) Başbakan yönetir. Savaş dışarıdan görüldüğü gibi hiç de askeri bir oyun değildir. Dibine kadar sivil siyasetin uluslar arası ilişkiler metotlarından biridir. Bir ülkeye bazen bir elçi gönderirsiniz bazen de bir bomba. Elçiyi gönderen siyasi irade ise bombayı niye başka bir güç göndersin ki?..

Gelelim Milli Savunma Bakanlığı meselesine. Hürriyet ve demokrasi savunucuları, askeri Savunma Bakanlığı’na bağlamanın doğru olduğuna inanıyor. Buna, epey bir süre ben de inandım. Ancak işin doğrusu bu değil. Mevcut askeri yapıyı, olduğu gibi alıp herhangi bir yere bağlayarak sorunları halledemezsiniz. Yapısal reformu gerçekleştirmeden, orduyu isterseniz alın bizim eve bağlayın. Ne değişecek ki? Önce askeriyenin tepe yönetiminde bir düzenlemeye gitmelisiniz.

İlk iş, Genelkurmay başkanlığı makamı üzerinde bir tanım yapmak. Anayasaya doğrudan, “Genelkurmay Başkanı, silahlı kuvvetler komutanıdır” diye yazılmış. Ve kimse buna itiraz etmemiş. Dolayısıyla da askerin bir numaralı koltuğunda genelkurmay başkanının oturduğuna inanılmış. Oysa öyle değil. Genelkurmay başkanı, bir komutan değil, bir tür personel daire müdürü gibi bir pozisyondadır. Komutan kim ise, onun karargahının, yani çalışma odasının sorumlusudur. (askerde vardır ya sorumluluk kartları... Lambanın sorumlusu, lambayı açma düğmesinin sorumlusu, o sorumluluk kartının sorumlusu..) Komutanlık ise, kuvvetlerin başındaki generaller için geçerli bir kadrodur. Kara, Hava ve Deniz güçlerinin komutanı vardır. Tüm bu komutanlıklarla ilgili başkomutanın karargah subayı da; “Genelkurmay Başkanı”dır. Kimse artık başkomutan, o kişidir ordunun bir numarası.

Mevcut Anayasa’ya göre, askeriye, cumhurbaşkanının başkomutanlığında bir yapıdır ve Başbakan’a karşı sorumludur. Ama silahlı kuvvetler komutanı “genelkurmay başkanı”dır. Böyle saçmalık olur mu? Bu nasıl bir hiyerarşik yapıdır. Kim ast, kim üst şimdi burada? Saçma-sapan bir tanım zinciri.. Bir kere, kim başkomutan ise o kişi silahlı kuvvetlerin komutanıdır. Nokta.. Hemen altındaki ilk yapı kuvvet komutanlıkları yapısıdır. Bizde cumhurbaşkanı olarak yazılmış. Bugünkü cumhurbaşkanı seçim sistemimize göre böyle kalmasında bir sakınca yok. Ama ideali elbette, TBMM’nin ve onun yetkilendirdiği Bakanlar Kurulu’nun emrinde olması ordunun. Dolayısıyla Bakanlar Kurulu adına başkomutan da başbakandır. Onun hemen altında ise Genelkurmay Başkanı yoktur. Ya ne vardır? Kuvvet komutanları. Kuvvet komutanları ile Başbakan arasında başka bir koltuk yoktur. İdari işler için ise Genelkurmay Başkanı Başbakan’ın direktifleri-emirleri doğrultusunda karargahı yönetir. Savunma Bakanı ise diğer teknik işlerle ilgilenir. Teknoloji transferleri, yeni savunma stratejileri için Ar-Ge çalışmaları, askere personel alımı, lojistik ihtiyaçların temini ve uluslar arası savunma, strateji işbirliklerinin geliştirilmesi gibi alanlarda savunma bakanlığına ihtiyaç vardır. Kısacası “Ordu Savunma Bakanlığı’na bağlansın” yönündeki teklif ilk başta “olabilirmiş” gibi gelse de, aslında o işin oluru hükümetin başında kim varsa ordunun başında da o ismin olmasıdır. Kalın sağlıcakla.

DEDE, Ersoy, Ceride-i Yeni Akit

NOT: Benim üzerinde durmak istedigim husus kimin üst ya da kimin alt mes'elesi degil, herkesin yerini bilmesi ve o yerine göre hareket etmesidir. Gecmise baktigimizda her tasin altindan genellikle bir kurumun zevat-i muhteremleri cikiyor. Bu olmamaliydi. Türkiye'miz güclü ve büyüktü bu sayede farkina varamadilar bel ki ama Tütkiyemiz'i gücsüz ve halkiyla da barisik yapmadilar. Elbette bir sistemin güvenlik gücleri olmaliydi ama halkina, teb'a'sina karsi degil, sinirlarinin ötesinde bulunanlar icin olmaliydi bu gücler. Ama maal esef dedigim gibi birileri yerini bilemedi ve hem Dindar halki ve ve hem de O'nun degerleriyle ugrasti, parasini, gücünü, kuvvetini, silahini, mermisini, harcamalarini, giderlerini, gelirlerini ve akliniza gelebilecek her seyini dindar halki ve onun degerleriyle ugrasmaya adadi. Böyle bir sistem, böyle bir ülke güclü olabilir mi, mümkün müdür. Ve böyle bir ülkenin devletiyle halki, insanlari, müslümanlari barisik olabilir mi? Kur'an ögrenilecek bir kurumun zevat-i muhteremleri bundan rahatsiz olacak. Camiler, Kur'an Kurslari, hafizlik müesseseleri kurulacak gene ayni sekilde rahatsiz olunacak. Okullarda din dersleri verilecek ve okutulacak gene hakeza öyle. Secimler yapilacak sivillere yönetim teslim edilecek gene ilgili yerin zevatlari rahatsiz olacak. Böyle bir sistem olur mu, olmali miydi? Kendisine birilerini alacak o zevat-i muhteremler, o alacagi kisiyi 7 ceddine varincaya kadar arastiracakalr . Arastirmak iyi de, namaz kiliyorlar mi, oruc tutuyorlar mi, iclerinden hanimlarin tesettürlü olanlari var mi, dinine baglilar mi, adetleri, gelenek ve görenekleri Islam'a uygun mu vs. gibi hususlarda arastirmalar da neyin nesi. Hem orasi Peygamber Ocagi olacak, orada nöbet tutan ibadet sevabi kazanacak ve hem de oraya alacagin elemanlarin da böyle sartlar arayacaksin. Siz beni mi kandirmaya calisiyorsunuz yoksa kendinizi mi? Önce bunu anlayalim. Imam Hatip mezunu gencler ilahiyatlarin harici fakültelerde gözüktüler ve basta Capa olmak üzere Cerrahpasa, Hacettepe gibi önemli Tip Fakültelerinde imam hatip mezunu kiz ve erkek ögrenciler ziyade gözüktüler gene bu ilgili yerin zevati bundan rahatsiz oldu ve 50 puan ayrimciligini da imam hatiplere getiren bunlar oldu, eksi olarak tabi ki. Gene bu zevat-i muhteremlar halktan rahatsiz oldu, 1960, 1970, 1980 ve arkasindan bir sürü örtülü bilmem neler, balyoz, ayisigi, yakamoz, 28 subat daha bilmem bir sürü ültimatomlar gene bu zevat-i muhteremlerden cikiverdi. Iste ülkenin geldigi yer. Cadde, sokaklar, mahalleler, semtler, köyler ne halde, ne haya kaldi, ne ahlak, ne edep ne de terbiye... Bu kadari olamaliydi. Yukaridaki yazi cidden ortada bir karmakarisikligin oldugunu ifade ediyor. Adam Basbakan'in memuru ama o memur, her 10 senede bir amirini al asagi ediyor ve bilmem kac sene cezalandiriyor olmadi amirini de idam ediyor. Bunlari yasadik ve gördük. Gecen bir gazetede söyle bir manset atilmisti ürktüm ama bunlari da icimden bilmiyor degilim. 2500'ün üzerinde askerin haybeden öldügü yaziliyordu. Yani icten. Yani kendi oligarsik, despot yapilarinin devami niteliginde ayni yapi icersinde bulunan arkadaslari dahi telef etmek sanki mesru gibi bir sey. Insan bu kadar azginlasmamaliydi. Bu cok korkunc bir sey.
Ben istiyorum ki, kardeshane yasayalim ama herhes görevini bilsin ve görevini yapsin.
Bir de kavmiyyetci üslubu da artik birakmamiz gerekiyor. Kavmiyyetcilik altinda halki birlestirmenin imkansiz oldugu anlasilmmistir. Islam biriligi, ya da ümmet suuru adi altinda insanlarin bir potada eritilmesinin kacinilmaz oldugu anlasilmistir.
Mevla Teala su güzel ülkemizin evlatlarina Dini güzellik ihsan eylesin. Cidden üzülüyorum. Kanlar cidden bosa akiyor ve hic yere ve de anlasiz. Bu carpisma iyi bir carpisma degil, mukaddes hic degil...
Selamlarimla...

(((__meftun__)))



 
Üst Alt