[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Fakihler boşamayı hükmü yönünden ric'i ve bayin diye iki kısma, bayini de hafif ve galiz diye iki çeşide ayırmışlardır. Boşama şekli yönüyle de, mesnun ve bid'i olmak üzere iki nev'e, mesnunu ahsen ve hasen, bid'iyi de ehaff ve eşedd diye yine iki kısma ayırmışlardır. Mesnun: Boşayacak kimselere şer'an emir ve tavsiye edilip boşamada takip edilmesi gereken şekildir. Bu şeklin en güzeli de, söz konusu âyette emredildiği gibi temiz anında bir ric'i talakla boşamaktır. Talaklardan her birini kadının temiz zamanlarında vermek üzere ayrı ayrı üç talaka kadar varmak pek güzel olmamakla beraber hasen sayılır. Bid'î talak ise, bunların tersine hayız halinde veya cinsî münasebetin vuku bulduğu temiz zamanında boşamak, yahut her ne vakit olursa olsun üç talak birden boşama şeklidir ki bu hepsinden daha şiddetlidir. Bu sûrenin inişine kadar boşama şekillerinin güzeline ve çirkinine bakılmıyordu. Ancak sûrede bunların ayırd edilmelerinin esasları anlatılmıştır. Asıl talak, ne men ne de tavsiye edilmemekle beraber, verilmek istenildiği takdirde emredilen en güzel şeklin şu olduğu ifade edilmiştir: O kadınları, yani kendileriyle cinsî münasebette bulunup da boşamak ihtiyacını duyduğunuz kadınları, boşamak istediğiniz takdirde "bundan böyle onları iddetlerini gözeterek boşayın." Bunun, "Sayılı hayız günlerinin önünde yaklaşma imkanı olup da yaklaşılmamış olan temizlik halinde temiz olarak boşayınız." mânâsına olduğunda ittifak vardır. Ancak bu âyeti bazıları, hayızları önünde, bazıları da temizlik halinde yaklaşmayarak şeklinde tefsir etmişlerdir. Bu iki mânâ da birbirine yakındır. Çünkü hayzın önü, geleceği ve gayesi temizliktir. Abdullah b. Mes'ud (r.a)'dan "Yaklaşmadan temiz olarak," İbnü Abbas (r.a)'dan "İddetlerinin önünde" diye nakledilmiştir. Mücahid demiştir ki: "İbnü Abbas'ın yanındaydım, bir adam geldi, karısını üç talakla boşamış olduğunu söyledi. O sükut etti, hatta biz zannettik ki karısını ona geri verecektir. Sonra dedi ki: "Biriniz gider ahmakça iş yapar, sonrada gelir ey İbnü Abbas der. Halbuki Allah Teâlâ, "Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder." (Talâk, 65/2) buyurmuştur. Sen ise Allah'tan korkmamışsın. Şimdi ise ben sana çıkış yolu bulamam, Rabbine isyan etmişsin, karın senden bâyin talakla boş olmuştur. Çünkü Allah Teâlâ, "Ey peygamber! Kadınları boşadığınız zaman onları iddetleri içinde boşayın." buyurmuştur." Dahhak'tan : "İddet kar'; kar' hayızdır. Temiz, cima etmeden temiz olandır, sonra da üç hayız beklemektir. Katade'den "onları iddetleri içinde boşayın." âyeti, hayızdan temizlendiğinde "yaklaşmaksızın" keyfiyeti de, temiz olduğu vakit dokunmadan bir talak verir, bir talak daha boşamak icabederse, diğer bir hayız görünceye kadar bırakır, temizlendiği zaman ikinci talakı verir. Üçüncüsünü de vermek isterse, bir hayız görünceye kadar mühlet verir, temizlenince üçüncü talakı da verir. Sonra kadın bir hayız daha iddet bekler, ondan sonra isterse başka kocaya gider." İbnü Sirin'den: "Kadını, temiz haldeyken cima etmeyerek ve hamile olmadığı belirlenmiş durumda boşar." Hasan ve İbnü Sirin'den: "Allah'ın emrettiği gibi iddetinin önünde" boşar. Allah'ın zikrettiği iddetin dışında gerek bir, gerek iki, gerek üç talakla boşamak mekruh olur." Görülüyor ki, bütün bu rivayetler, hayzın geçmesi gözetilerek ondan sonra "Cima etmeden temiz olarak" boşamak mânâsında birleşmiş bulunuyorlar. Bununla beraber Mâliki ve Şâfiî bunlardan, iddet müddetinin temizlik olduğu sonucunu çıkarmışlar, Hanefi imamları ise onun hayz olduğunu beyan etmişlerdir. Bundan dolayı iddet, temizliktir diyenler sebebiyle "temizlik vaktinde" demeyi daha doğru bularak bu anlamı tercih etmişlerdir. İlk bakışta bu ifade uygun gibi görünürse de bundan "cimanın olmaması" kaydını çıkarmak müşkildir. Bu anlam, "De ki: O, bir ezadır. Ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın.." (Bakara, 2/222) emri gereğince temizliğe girinceye kadar hayzın hükmüdür. Temizliğe kadar sayıp beklemek temizliğin değil, tabii olarak ve şeriate göre hayzın gereğidir. O halde iddetin temizlik değil, hayız olması lazım gelir. Temizlik iddetin esası değil, gayesidir. de ittifakla kasdedilen temizlik, iddetin kendisi değil, önünde gayesi olması itibarıyladır. ile beraber tamamından Lazımi mânâ olarak sabittir. Hayız müddetinin başlıca iki unsuru vardır. Birisi cimada bulunmamak, diğeri de önünde temizliğe kavuşmaktır. İşte kasdedilen mânâ da kadını, bekleme müddeti olan hayzı bitirip, temizlik vaktine girmişken, cimada bulunulmadığı takdirde boşamak olduğundan "cima etmeden temiz olarak" denilmekle bu iki unsurun ikisinin de kasdedilmiş olduğuna tenbih edildiği gibi "iddetlerinin önünde" ifadesiyle de bu anlatılmıştır. Bu mânânın anlaşılması için "lâm"ın mânâlarındaki ihtimallere de dikkat etmek gerekmektedir. Bu lâm, ta'lil, akibet, tevkıt yahut da sıla için olabilir. Ta'lil için olursa, beklediklerinden dolayı yani sayılı hayız günlerini bitirip temizlenmişken zevciyyet muamelesinin istenilmemesinden dolayı boşayınız demek olur. Akıbet mânâsına alınırsa, hayızlarının sonunda boşayınız anlamına gelir. "Geçen on (gün) içinde" gibi vakitle ilgili olursa temizlik vaktinde demek doğru görünürse de, hayız vaktinde demek doğru değildir. Esasen "Hayızları bittiği zaman" demek gerekmektedir. İddet lafzı, hayız müddetinin tamamını içine alır. İhsâ (saymak) emrinde de buna işaret vardır. Bunun için müfessirlerin bir kısmı, "İddetlerinin beklemek" diye bir muzaf takdirini göstermişlerdir. de böyle demektir. Burada zikredilen "kubül" ve "istikbâl"in hayızdan önce de sonra da olması doğrudur. Zemahşerî gibi bazıları da müteallak takdiriyle hal yapmışlardır ki bu durumda "lâm"ın tevkit veya sıla mânâlarına gelme ihtimâli vardır. Buna göre iddetlerini veya iddet vakitlerini karşılarlarken mânâsını ifade edip, bekleyecekleri hayızdan önceki temizlikleri halinde verilen talakın da sünnete uygun olduğunu ve iddetin hayız ile başlayacağını gösterir. Cima etmemek kaydının gerekli olduğu bilhassa hadisle beyan buyurulmuştur. Buharî ve diğerleri şöyle rivayet etmişlerdir. "İbnü Ömer (r.a) karısını hayızlı iken boşamıştı. Hz. Ömer bunu Resulullah'a söyledi, Resulullah da ona kızdı, sonra da dedi ki: "O kadına dönsün, sonra onu temizlenip peşinden bir hayız daha görüp temizlenene kadar tutsun. O zaman yine boşaması gerekirse, onu, temiz olduğu halde dokunmadan önce (İbnü Mâce'nin rivayetinde "cima'da bulunmadan önce" boşasın. İşte Allah'ın emrettiği iddet budur." İbnü Ömer'in bu boşamasını Talak Sûresi'nin inişine sebeb olarak gösterenler olmuşsa da rivayetin tarzından da anlaşıldığına göre bu hadise, sûrenin inişinden sonra meydana gelmiş göründüğünden doğrusu, sûrenin iniş sebebi değil, belki bu hadis ile tefsirine sebeb olmuştur. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
İşte kadınları boşadığınız zaman böyle iddetlerini gözeterek temiz olduklarında dokunmaksızın boşayın ve iddeti sayın yani yazıp eksiksiz olarak tamamiyle sayın. Bakara Sûresi'nde geçen "Boşanmış kadınlar, bizzat kendileri üç aybaşı hali veya üç temizlik müddeti beklerler..." (Bakara, 2/228) âyeti gereğince boşanmış kadınların iddet müddeti tam üç yani üç âdet beklemeleridir. Bu iddeti saymada geriye dönüşün mümkün olmasına, nafaka ve ikâmet esnasında talakı, temiz zamanlara dağıtmaya riâyet gibi bir takım faydaları vardır. Ve Rabbiniz Allah'tan korkun yani sizi erkek, onları kadın yaratmış ve sizleri yetiştirip nikah nimetine ve boşama selahiyyetine nail etmiş olan Rabbinizin azabından korkun da emirlerine dikkat edin, iddeti ne eksik sayın ne de uzatın. Gerek boşamada gerekse iddette kadınları zarara sokmaya kalkışmayın. Onları evlerinden çıkarmayın. O boşayıp da iddet bekletmekte olduğunuz kadınları evlerinden hiçbir sebeple çıkarmayın. Bu evler, boşanıncaya kadar onların kocalarıyla ikâmet ettikleri meskenleridir. Çıkarmanın nehyedilmesinden anlaşıldığı gibi evlerin, erkeklere ait olmakla beraber "o kadınların evleri" şeklinde kadınlara muzaf kılınması, iddetleri sona erinceye kadar boşanmış kadınların da kendi mülkleri gibi onlarda oturma haklarının bulunduğunu beyan ederek çıkarma yasağını tekid etmektedir. Şu halde evin ödünç veya kiralık olup da asıl sahibine teslimi gerekiyorsa bu durumda da kocaların onlara kiralama veya satın alma yahut da başka bir yolla mesken tedarik etmeleri lazımdır. Âyette yer alan "Onları çıkarmayın." nehyinin bağlantısız olarak bir taraftan Allah'tan korkmayı beyan etmesi, bir taraftan da başlangıç cümlesi halinde getirilmesi, bunun müstakil olarak istenilmiş olduğunu yeniden hissettirmek suretiyle önemini göstermektedir. Burada iddetten asıl maksadın nesebin ve kadınların korunması hususlarına diyaneten olduğu gibi hukuken ve kazaen dahi itina gösterme hikmeti vardır. Çıkarmayın demek, gadab, nefret veya darlığa binaen mesken ihtiyacı yahut sırf düşüncesizlik gibi bir sebeble çıkarıvermekten mantık yönüyle nehyedildiği gibi kendiliklerinden çıkıp gitmelerine izin vermeyin mânâsını da içine almaktadır. Çünkü onların, izin verilse bile çıkıp gitmelerinin caiz olmadığı şu hususla anlatılmaktadır. Onlar da çıkmasınlar, yahut çıkmazlar. Bu sıga, hem nehy-i gaib müennes, çoğul, hem de fiil-i muzari nefy-i istikbal müennes çoğul olabileceğinden nehye de, nefye de ihtimali vardır. Böyle nefiy (olumsuzluk) şekliyle yapılan nehiyin, açık nehiyden daha fasih olduğu da bilinmektedir. Yani kocaları izin verse bile bir zaruret olmadıkça çıkmaları, haramdır. Çıkmamalıdırlar ve çıkmazlar. Apaçık bir edebsizlik yapmaları hali bir yana, geçimsizlik ve dikbaşlılık yapıp da ihtiyaçları yok iken çıkıp gitmeleridir ki bu durumda başka bir kabahat yapmamış olsalar bile kendiliklerinden çıkmakla fahiş bir terbiyesizlik yapmış olurlar. Bu istisnanın "çıkmasınlar" ifadesine bağlanması daha doğrudur. Ancak yukarısına veya her ikisine bağlanma ihtimali de vardır. Çıkmaya bağlandığı takdirde dikbaşlılıkla çıkmanın sanki açık bir fuhuş gibi aşırı bir kötülük olacağını göstermekle yasaklamada mübalağa ifade eder ki İbnü Ömer. Süddi, İbnü Sâib ve Nehaî'den rivayet edilen de budur. Ebu Hanife de bu görüştedir. Çıkıp giderlerse iddet hakkından kurtulmuş olmazlarsa da, ev ve nafaka hakları düşer. Çıkarmaya bağlandığı takdirde ise, açık fahişelik, zina, hırsızlık su-i kast gibi bariz bir hıyanet, bir isyan ve hatta ağır sövüp soyma gibi fahiş eziyyetlerin olması düşünülmektedir. Böyle açık bir fenalığa giriştikleri görüldüğü vakit, çıkarılmaları, ihrac nehyinden istisna edilmiş olur. Bu takdirde fahişe tabirinde ilk akla gelen mânâ, zinadır. Katade, Hasen, Şa'bi, Zeyd b. Eslem, Dahhâk, İkrime, Hammad ve Leys'ten rivayet edilen ve İbnü Mes'ud ile İbnü Abbas'ın görüşü olduğu ileri sürülen de budur. Ebu Yusuf da bu görüşü tercih etmiştir. Denilmiştir ki: bu takdirde haddin (cezanın) yerine getirilmesi için çıkarılırlar. Bazıları da bunun, gerek koca ve gerek akrabasına karşı fahiş sözlerle ağzını bozmak mânâsına geldiğini İbnü Abbas'tan rivayet etmişlerdi. Said b. Müseyyeb'ten nakledildiğine göre fahişe, her günaha denilmektedir. Bundan dolayı bazıları, bunun cezayı gerektiren zina, hırsızlık ve bunların dışında her günahı kapsayarak istisnanın tamamına bağlı olduğunu kabul etmişlerdir. Taberi de bu görüşü benimseyerek demiştir ki: "Bence doğru olan, burada fahişenin günah olduğunu ileri sürenlerin görüşüdür. Çünkü fahişe, haddini aşmış olan her çirkin iş demektir. Binaenaleyh zina, hırsızlık, aile fertlerine eziyet ve iddet beklemesi gereken evden çıkıp gitmek gibi işlerden her hangi birisini kadın iddet içinde yaparsa, bu durumda kocası onu evden çıkarabilir." Bu istisnanın, yukarıdaki "Onları boşayın." emrine bağlanma ihtimali de yok değildir. "Onları çıkarmayın." Cümlesinin yukarıda geçen Allah'tan korkma hükmünü açıklaması itibariyle herhangi bir yere bağlanmamasından dolayı buna engel de olmaz. Bu durumda mânâ şöyle olur: Bu emirleri ve nehiyleri gözeterek boşayın, ancak boşadığınız takdirde o kadınlar açık bir fuhş ve ahlâksızlığa düşecek olurlarsa başka. O takdirde iddetlerini gözeterek dahi boşamak istemeyin. Müfessirler, âyetteki istisnanın bu şekilde bir bağlanma ihtimali olduğunu söylememişlerse de, yukarıda İbnü Hacer'den nakledildiği üzere boşandığı takdirde ahlâksızlık korkusu ortaya çıkan ve boşanmadığı takdirde mazbut kalacak olan kadını boşamamak tavsiye edilmiş ve bu bir hadisle de delillendirilmiştir. Ebu Davud ve Nesai'nin İbnü Abbas'tan yaptıkları rivayete göre: "Bir adam Resulullah'a gelmiş, "Benim bir karım var "El uzatanın elini geri çevirmez." demiş. Resulullah da, "Onu boşa!" buyurmuş, adam da "Korkarım gönlüm ardında kalır, sabredemem." diye karşılık vermiş. Bunun üzerine Resulullah "Öyle ise onu sıkı tut." buyurmuş." Nesâi bu hadisin merfu olmayıp mürsel olduğunu söylemiştir. Yani İbnü Abbas bunu Resulullah'tan bizzat dinlememiş, vasıta ile işitmiştir. Ancak, kendi işitmiş kadar kuvvetli olduğuna itimadından dolayı vasıtayı açıklamayıp, merfu gibi nakletmiştir. Böyle sahabe mürselleriyle merfu hadis gibi amel etmek ittifakla caiz olduğundan buradan şu hükümler çıkarılmıştır: Birincisi, iffetli olmayan bir kadını boşama emri. İkincisi, zahiri duruma nazaran boşandığı takdirde ahlâksızlık korkusu bulunup, ancak boşanmadığı zaman böyle bir korkudan uzak tutma imkanı olursa boşamayıp sıkı tutma emridir. Bu iki hususdan delalet yoluyla bir hüküm daha anlaşılmış olur ki o da şudur: İffetli olan bir kadının, boşandığı takdirde ihtiyaç sebebiyle ahlâksızlığa düşeceği anlaşılırsa, onu boşamak günahtır. İşte bu istisnanın yukarıya da bağlanması ihtimalinde âyet, o hadisten çıkarılan hükümleri de ifade etmiş olacaktır. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ve işte bunlar, talak hakkındaki bu emirler ve bu nehiylerle meşru kılınan ve öğretilen hükümler Allah'ın hududlarıdır. Allah'ın kulları için koyduğu sınırlardır ve her kim Allah'ın koyduğu sınırlara tecavüz ederse yani bu hükümlerden bir şey ihlal ederse muhakkak nefsine zulmetmiş olur, kendisine dünyevî, uhrevî zarar vermiş olur bilmezsin belki Allah ondan sonra bir emir ihdas eder, o haddi aşmanın arkasından bir hadise, bir iş çıkarır, kalbini çevirir, bir takım meşakkatler, ızdıraplar verir, yaptığın zulme, haddini aşarak verdiğin talaka pişman olursun, dönmek istersin, iş işten geçmiş bulunduğu için geri dönemez, telâfi edemezsin, perişan olur, zararını ve vebalini kendin çekersin. Nitekim "Kimse yarın ne kazanacağını bilemez." (Lokman, 31/34) âyetinde de bu durum açıkça ifade edilmektedir. Onun için her hangi bir sebeble eşini boşayacak olan kimse öfkeyle her şeyi kesip atıvermemeli, ilerisini hesaba katmalı da Allah'ın bu emir ve nehiylerle tayin ettiği sınırını aşmamalı, önce iddetini gözeterek temiz bir halde talak vermeli ve iddeti saymalıdır. Şayet ayrılmak gerekirse bununla hem maksad hasıl olur, hem de bir tecrübeye imkan bırakılarak ruhi görüntüleri seyretmeye, düşünüp uyanmaya ve pişmanlık duyulursa geri dönmeye fırsat tanınmış olur. Çünkü üçe ulaşmadıkça öyle açık bir boşama ric'i olacağından hükmü ilerde geleceği gibi iddetin sonun kadar seçmeli olup istenildiğinde geri dönebilmek, olmazsa ayrılmaktır. Bu hikmetlerden dolayı haddi aşmaksızın iddetlerine karşı böyle bir talakla boşayın, iddeti zabtedip sayın ve Allah'tan korkup takva ile hareket edin. Onları evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT]