[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]8. Diyorlar ki vallahi Medine'ye bir dönersek yani gazadan dönersek her halde izzeti, kuvvet ve haysiyyeti fazla olan oradan pek zayıf ve zebun olan alçağı mutlaka çıkaracaktır. Münafıklar böyle söylemekle kendilerini izzetli farzederek Peygamber'e ve müminlere karşı kin püskürüyorlardı. Halbuki izzet Allah'ın, Resulü'nün ve müminlerindir. Kuvvet, hakiki galibiyyet, haysiyyet Allah'ın ve O'nun aziz kıldığı kimselerindir ki, onlar da Allah'ın Resulü ve halis müminlerdir. Münafıkların izzetleri yoktur. İzzetleri olsaydı, nifaka yalancılığa tenezzül etmezler, dünya hayatı için sonunda Hakk'ın huzurunda yüzlerini kara çıkartacak olan o ahlâksızlıkları, alçaklıkları işlemezlerdi. Binaenaleyh ezell, yani zayıf ve düşkün kendileridir. Velakin münafıklar bilmezler. İzzet nedir? Zillet nedir? Eazz ve ezell kimdir? Bilmezler de öyle saçmalarlar. Kibri izzet, izzeti kibir sanırlar. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bundan dolayı âlimler demişlerdir ki, izzet kibirden başkadır. Ebu Hafs es-Sühreverdi bunu şöyle açıklamıştır: "İzzet, kibrin dışında bir şeydir. Çünkü izzet, insanın kendi nefsinin hakikatini tanıması ve onu acele kısmetler için hakarete düşürmeyip kerim ve kıymetli tutmasıdır. Nitekim kibir insanın kendini bilmemesi ve onu kendi mevkiinin üstünde tutmasıdır. İzzetin zıddı zillet, kibrin zıddı da alçakgönüllülüktür." [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Rağıb da izzeti şöyle tarif etmiştir: "İnsanın mağlub edilmesine mani olan durumdur ki, Araplar'ın şu sözlerinden alınmıştır: "katı yer" ve "et sertleşti." Şu halde izzet, sanki ulaşılması zor olan yer, "ızaz" da katı ve sert bir yerde olmak mânâsınadır. Bazen de kötü görülen inad ve cahiliyyet taassubu anlamına alınır ki, kâfirlerin iddia ettikleri izzet bu mânâyadır."(1) Bu âyette yer alan izzetin kuvvet ve galebe mânâsına tefsiri de yaygındır. Mamafih mağlubiyyete mani olan hal mânâsı da kasdedilebilir. Çünkü Allah'da Resulü'nde ve müminlerde bu tarz bir mânâ layıkiyle sabittir. Görülüyor ki bu âyette müminler, yani nifak izlerinden uzak olan halis müminler izzet şerefiyle üstün kılınmışlardır. Çünkü halis mümin, fani şeylere karşı zayıf olmaz. Allah'tan başkasına secde etmez.[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bundan dolayı; dinin emrettiği şeylere uygun harekette bulunan bir kadın pejmürde bir halde idi, ona denildi ki: "Sen İslâm üzere değil misin? İşte o, izzettir ki, beraberinde zillet yoktur ve o servettir ki, beraberinde fakirlik yoktur." Nakledilir ki Hasan b. Ali "Allah Resulü ve onlar üzerine salat ve selam olsun." Hazretlerine bir adam, "İnsanlar sende biraz tih, yani kibir olduğunu zannediyorlar" demişti. Hazreti Hasan da cevaben "O tih değil, izzettir." karşılığını vermiş ve bu âyeti okumuştu."[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Yukarıdaki âyetlerde bunlar anlatıldıktan sonra müminlere asıl izzet ruhu olan iki emir telkin edilmek üzere buyuruluyor ki:
[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]9-10. Ey iman edenler! Yani o izzet kendisinin olan Allah'a ve Resulü'ne samimiyyetle iman etmiş olup da Allah yanında müminlere tahsis edilen ilâhî izzete ermek isteyen müminler! sizleri iğfal edip alıkoymasın, eğlemesin, oyalamasın. Ne mallarınız ne de evlatlarınız, yani dünya meşguliyetlerinin en vazgeçilmezi olan mal ve evlat işleri, onların bakımı, derdi ve zevki bile alıkoymasın. Zira Hadid Sûresi'nde geçtiği üzere dünya hayatı eğlence, oyun, zinet, övünme, mal ve evlat çoğaltmaktan ibarettir. Bunların en kaçınılmazı, en ciddisi de mal ve çoluk çocuk kaygısı ve zevkidir. İşte eğlence ve oyun şöyle dursun, süs ve övünmenin kaynağı olan mal ve evlat bile sizi oyalayıp da alıkoymasın. Yani bunlarla hiç meşgul olmayın demek değil, fakat bunlar sizi, asıl izzetin ruhu olan Allah'ı zikretmekten alıkoymasın. Allah'ı ve Allah için iş yapmayı unutturmasın. Zikrullah, Allah düşüncesi ve Allah'ı anma ki, müfessirlerin beyanına göre burada kasdedilen Allah'ı zikr ve yüceltmek için yapılan namaz gibi ibadetlerle onun meyvesi olarak Allah sevgisiyle yapılan ibadetlerdir. Gerçek ibadete layık Allah Teâlâ'yı O'nun isim, sıfat, emir ve nehiylerini, sevab ve azabı ile izzetinin hükümlerini düşündürüp andıran, rızasına vesile olan farz ve nafile ibadetlerden, Cuma ve cemaattan, namaz, oruç, zekat, hac, cihad, Kur'ân okuma, va'z ve nasihat, tehlil (lâilâhe illallah), tesbih, (sübhânellah) ve tahmid (elhamdülillah) gibi sırf Allah'a yaklaşmak için yapılan ve daima Allah'ı andırıp Allah için Allah'a layık güzel işler düşündürmeye alıştıran itaatlardan gaflet ettirmesin. Ve her kim öyle yaparsa yani mal ve evlat ile uğraşacağım diye Allah düşüncesinden gaflet ederse işte onlar hüsrana düşenlerdir. Çok zarara uğramış, dünyayı ahirete tercih etmiş ve sonunda sonsuzluğun izzetinden mahrum kalmış kimselerdir. Mal ve evlat, dünya ve hayat gider, Allah yanında onlara zillet ve hüsrandan başka bir şey kalmaz. Çünkü "Mal ve oğullar dünya hayatınınn süsüdür. Baki kalacak güzel işler ise, Rabbinin katında sevabça daha hayırlıdır, umutça da daha hayırlıdır." (Kehf, 18/46) buyurulmuştur. Onun için Allah'ı unutmayın ve size verdiğimiz rızıktan infak edin! Burada müminleri izzete erdirmek hususunda iki özellik gösteriliyor: Birisi Allah'ı zikretmekten gaflet etmemek, diğeri de infaktır. Bunlardan birincisi Cuma Sûresi'nde ihtar edilen ruhu te'yid etmek, ikincisi de onun fiilî meyvesini temin etmek ve kıyamet günü olan yeniden dirilme gününü hazırlamaktır. Bu iki husus, "Sâd" sûresinde geçtiği üzere Tirmizî ve diğer kaynakların rivayet ettikleri "Mele-i A'la'nın ihtisamı" (melekler topluluğunun tartışmaları) hadisindeki keffâret ve derecelerin mânâlarını hatırlatır. Zira o hadis ile anlatılmıştır ki, en yüksek topluluk olan meleklerin bütün tartışmaları iki şey üzerinedir. Birisi keffâretler, diğeri ise derecelerdir. Bilinmektedir ki, keffâret, kusurları örten, günahların affına vesile olan güzel amellerdir. Dereceler de, Allah katında makamları yükselten büyük amellerdir. Keffâret şöyle özetlenmiştir. Ayakların güzel işlere, bir rivayete göre cemaata gitmesi, namazlardan sonra mescidlerde oturmak ve çirkin hallerden abdest alıp temizlenmektir. Dereceler de şunlardan ibarettir: Yemek yedirmek, selamı yaymak ve herkesin uyuduğu bir zamanda namaz kılmaktır. Bundan sonra Allah Teâlâ, Resulü'ne buyurmuştur ki: "Ya Muhammed benden dilekte bulun ve şöyle söyle: "Allah'ım! Ben senden hayırlar yapmayı, yasaklanan şeyleri işlememeyi, fakirleri sevmeyi, bana mağfiret ve rahmet buyurmanı dilerim. Bir kavmi fitneye düşürmek istediğin zaman beni düşürmeksizin ruhumu al. Senden sevgini, seni sevenleri sevmeyi ve senin muhabbetine yaklaştıran ameli sevmeyi dilerim." Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Bu gerçektir, bunu ders edinin ve belleyin." Buna göre bütün güzel ameller Allah sevgisiyle yapılan işlerdir. Bunların bir kısmı keffaret bir kısmı da derecelerdir. Keffaretlerin başında abdeste, namaza ve cemaata devam ile güzel amellere doğru yürümek, derecelerin başında da yemek yedirmek, yani infak ederek toplumdaki muhtaçları doyurmak, âlemde selamı yaymakla güven temin etmek, herkesin uyuduğu ve gaflette bulunduğu gecede kalkıp namaz kılmak gelir. Allah hem Evvel hem Âhir olduğu için Allah'ı zikretmenin en önemli unsuru olan namaz da, hem keffâretlerin başında hem de derecelerin sonunda yer almaktadır. Fakat insan ne kadar namaz kılarsa kılsın, zekat ve sadaka vermedikçe yani Allah için infak yapmadıkça izzet görünümünden efendilik derecesine yükselemez. Onun için "Zekat İslâm'ın köprüsüdür." denilmesinin mânâsı, derecelere yükselmek için infakın köprü ve geçit mesabesinde olduğunu anlatmaktır. Mamafih farzların sevabı çok olmakla beraber onlar bir borç olduğu için Allah'a yaklaşmak en fazla nafilelerle olur. Bundan dolayı infakta da asıl dereceleri kazandıran, borçlar ödendikten sonra Allah yolunda verilen nafile sadakalar ve yapılan yardımlardır. Onun için bu âyetten de anlaşılıyor ki, müminler yalnız mal ve evlatlarıyla uğraşmamalı, çalışıp kazanıp Allah'ın verdiğinden O'nun yolunda harcayıp, ölmeden evvel efendilik derecesine yükselmek üzere gayret etmeli ve Allah'a böyle bir yüzle gitmelidir.[/FONT]