[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]19- Bunun üzerine onun sözünden gülerek tebessüm etti. Karıncanın kavmi hakkındaki tedbir ve siyaseti ve kendi askeri hakkındaki bakışının güzelliği hoşuna gitti. Ve herhalde bir karıncanın bunları övgü yerinde bile bile değil, istemeyerek yapabilirler diye bir özür olarak görmesi de tuhafına geldi. Ve onun bütün bu duygularını yüce Allah'ın kendisine bildirmesinden de sevinerek duygulandı da dedi: "Ey Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükretmemi ve iyi iş yapmamı gönlüme getir. Rahmetinle beni iyi kulların arasına kat." böyle dua etti: Rabbından iki şey istedi: Birincisi kendini nefsine bırakmayıp doğrudan doğruya idare ederek nefsine düzen ve disiplin koymasını istedi ve bunda iki gaye gözetti. Birisi diye gerek kendisine ve gerekse ana babasına olan geçmiş nimetlere şükür, diğeri de diye gelecek için hoşnutluğa uygun olacak şekilde iyi hizmetler yapmaya muvaffak olmak ki, bunun ikisi dünyada ahiret sevabının vesilesini istemek; ikincisi de İyi kullarının içinde ilâhî rahmetine beni kat diye ahiret sevabının kendisidir. Burada "salah"dan maksad tam bir iyiliktir ki, hiçbir günah lekesi olmaksızın Rahmân olan Allah'ın rahmetine kavuşmaktır. Hz. Süleyman'ın bu duası ile ortaya koyduğu kutsal ruh hali, fazilet duygularının önderi olması gereken devlet adamlarına çok yüksek ilhamlar verecek dersleri içinde bulundurmaktadır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]20-Öyle dedi ve ve tayrı (kuşları yahut uçar kuvvetleri) teftiş etti. Demek ki, en küçük unsurlarına varıncaya kadar devletin kuvvetlerini ve işlerini teftiş ve tetkik etmek devlet adamının görevidir. Araştırdı da niye, dedi, ben hüdhüd'ü görmüyorum? Kamus tercemesinde der ki, "Hüdhüd" harflerinin ötre okunması ile mutlaka gargara eden, yani nağme ve ezgilerle öten kuşa denir. Ve özellikle bilinen kuşun ismidir ki çavuş kuşu ve ibibik dedikleri kuştur. "Hedhede" den alınmadır, bunu daha sonra açıklayacağız. Ve ona "hüdehid" dahi denir, "ulebit" vezninde. Ve "hüdâhid" denir, "ulâbit" vezninde ve hüdhüd, ötmesi çok olan güvercin kuşuna dahi denir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Demek ki, Hüdhüd kelimesi, çavuş kuşunda isim, diğerlerinde vasıf yani bir özelliktir. Müfessirler, bilinen çavuş kuşu ile tefsir etmişlerdir. Alûsî şöyle der: Kokar kuş diye bilinir ki, kan yer, Demirî'nin zikrettiğine göre Ebu'l-ahbar (Haberler babası), Ebu'r-rebi' (Bahar babası) ve Ebu Sümame ve benzer künyelerle künyelenir. Bazıları "Okçuların kanadını kırdığı hüdhüdçük gibi..." mısrasında hüdahidin, hüdhüd'ü nism-i tasgiyri olduğunu kabul etmişlerdir. Düveybbe ve şüveybbede, düvabbe ve şüvabbe gibi.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kâdı Beydâvî'nin naklettiğine göre rivayet ediliyor ki, Süleyman (a.s) Beyt-i Madis'in inşasını tamamlayınca hac için hazırlanıp Harem-i Şerife gitti. Burada istediği kadar kaldıktan sonra Yemen'e yöneldi. Sabahleyin Mekke'den çıkıp öğleyin San'a'ya vardı. Arazisi hoşuna gitti, oraya kondu, fakat su bulamadı. Hüdhüd ise yol göstericisi idi, suyu iyi bulurdu. Bunun üzerine onu aradı, bulamadı, çünkü Süleyman (a.s) indiğinde havada bir devir yapmış, diğer bir hüdhüdün durduğunu görmüş, yanına inmişti. İkisi anlaşmışlar, bunun üzerine onun anlattığını görmek üzere beraber uçmuş, daha sonra ikindiyi müteakip gelip anlatmıştı. Beydâvî bunu anlattıktan sonra "Yüce Allah'ın hayret verici kudretinde ve özel kullarına bahşettiği hususiyetlerde belki bundan daha büyük şeyler vardır. Onları tanıyanlar kabul ve tasdik eder, iman etmeyen münkirler de inkâr ederler" diye bir hatırlatma ve ikaz yapmıştır. Burada uçan şeylerin bir posta veya keşif uçağı gibi düşünülmesi de mümkündür. Uçağı görüp bilen zamanımız inkârcılarının bunları inkâr etmesi ise büsbütün mânâsızdır. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]21-22- Bir sultan-ı mübin ile, yani mazeretini gösteren apaçık bir delil ile de dedi: Ben senin bilmediğin bir şeyi öğrendim, henüz varmadığın yere vardım, dolaştım, keşifte bulundum. Sence tam bilinmeyen bilgiyi etrafıyla kavradım. Yerine getirdiği hizmetin zevkiyle neşelenen Hüdhüd'ün bu şekilde söze başlamasında Süleyman (a.s)'a karşı Allah tarafından bir uyarı inceliği vardır. Sana Sebe'den çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim, bunda devlete arz olunacak haberlerin iyi araştırılarak şüpheden uzak olması gereğine işaret vardır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]23-SEBE': Aslında bir hanedan veya kabile ismi olup sonradan Yemen'de evleri olan Me'rib şehrine de isim olmuştur. (Sebe' Sûresi'ne bkz.) Ben bir kadın buldum. Beydâvî ve diğerleri de bu kadını meşhur olan ismiyle "Belkıs binti Şerahîl" diye kaydediyor. Ebü'l-Fidâ tarihinde "Belkıs binti Hedhad b. Şürahbil" denilmiş ve yirmi sene meliklik ettiği zikrolunmuştur. Onlara melike bulunuyor kendisine her şeyden verilmiş ve büyük bir tahtı vardır. Kadının servet ve saltanatını böyle büyüterek anlatması, Süleyman (a.s) ı heyecana getirmek için oluyor. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]24-27- Fakat dikkate değer husus şu ki, Süleyman (a.s) bunlara hiç önem vermiyor ancak "Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm." diye onun ve kavminin Allah'ı bırakıp güneşe taptıklarını anlatınca, o zaman bakalım, dedi doğru musun yoksa yalancılardan mısın? Demek ki, Hüdhüd'ün "Çok doğru ve önemli haber" diye teminat vermesini yeterli görmedi, haber-i vahid ile amel etmedi. Zira bir taraftan başkalarının hakları ortaya çıkıyordu, aynı zamanda Hüdhüd kaybolduğu için töhmet altında bulunuyordu. Bu sebepten "Eğer fâsıkın biri size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın, yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız." (Hucurât, 49/6) âyetine uygun olarak amel etmek gerekiyordu. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]28-Bunun için şu emri verdi: Şu mektubumu götür de, onlara bırak, sonra onlardan biraz çekil de ne sonuca varacaklarına bak. Burada Hüdhüd bir posta hizmetinde kullanılmış oluyor. Fakat bunda bir güvercinin mektup götürmesinden fazla bir şey var. Çünkü bıraktıktan sonra çekilip netice hakkında bir gözlem yapması da emrediliyor.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]29-Hüdhüd bu emri yerine getirdi. Onun için kadın Ey milletin beyleri, ulular, dedi bana bakın! Bir mektup bırakıldı bana, çok mühim: Süleyman'dan [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]3[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]0- ve şöyle "Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla (başlamaktadır.)" [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]31- Doğrusu bana karşı başkaldırmayın, teslimiyet göstererek bana gelin. Bu ifadenin zahirine göre mektup bu şekilde Arapça yazılmıştır. Sebe', Hımyeriler Arap oldukları için demek ki, Süleyman (a.s) onlara mektubunu kendi lisanları ile yazmıştır. Asıl mektubun İbrânîce yazılmış olup da bu ifadenin, onun tercemesi veya özeti olması da mümkündür. Netice olarak kadın mektubu alınca memleketin bütün işlerine karar veren ve uygulayan bir meclise sundu. Bunu burada memleketin beyleri, büyükleri diye tercüme ediyorum, çünkü:[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]32- Ey mele' ey milletin beyleri, uluları, ey heyet, dedi: bana bir fetva, fikir verin. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İFTÂ, bir zorluğun açıklanması ile güç vermektir. Ve şer'î işlerde bilindiğine göre burada bu tabir, bu meclisin hüküm verme yetkisini ifade etmekten uzak değildir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Emrimde, yani bir işimde, yahud vereceğim emir hakkında sizler bana şahit olmadıkça -yahud siz yanımda olmadıkça ben hiçbir işi kestirip atmam, yani şimdiye kadar devlet işlerinden hiçbirinde keyfi idare yapmadım, sizin oyunuzu almadan hiçbirini kendiliğimden yürürlüğe koymadım, her ne emir verdimse sizin huzurunuzda ve sizin görüşlerinizi alarak verdim. Onun için bu mektup işinde de sizin fikir ve fetvanızla kuvvet almak istiyorum. "Siz yanımda olmadıkça." denilmesinden, bunların önemli işleri danışma için huzurunda toplanması alışılmış olan bir topluluk olduğu anlaşılıyor. Bunların, herbiri onbin kişiyi temsil etmek üzere üç yüz on iki kişi olduğu da rivayet edilmiştir. (Katade) [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]33-Bu heyete söylenen bu noktada, şimdiye kadar hükümet işlerinde keyfi idare yapılmamış olması övülmüş ve görüşlerinin esas tutulmuş olduğu açıklanmak suretiyle hoş bir tavır gösterilerek danışmanın önemi belirlenmiştir ki, bunun açık bir meşrutiyet geleneği olduğu anlatılmaktadır. Fakat gelecek sözden de anlaşılacağı üzere bu meşrutiyet emir ve kumandaya karışma derecesine varmayan uygun bir danışma ve fikir verme özelliğinden ileri gitmediği için tefsirciler burada yalnız istişare ve danışmanın öneminden söz etmişlerdir. Bu heyet dediler: Biz kuvvet sahipleriyiz ve şiddetli bir şavaş ehliyiz. Bazıları bu sözü, biz kuvvet adamları, harb ve savaş ehli askerleriz, siyaset ve görüş serdetmekten anlamayız, ne emredersen onu yaparız mânâsında anlamışlardır. Bunun, asker mantığını göstermesi yönüyle kayda değer bir mânâ olduğunda şüphe yoksa da "bu işimde bana fikir verin" diye başlayan sözün geçiş şekli, yalnız bir askerî şuradan ibaret olmadığına açık bir delildir. "Biz" diyenler kendilerini değil, mektuba muhatap olan topluluğun, yani devletlerinin kuvvetlerini kasdetmişlerdir.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Teslim olmamak için savaşmak gerekeceğini düşünerek güç ve kuvvetimiz vardır, şiddetli harp edebiliriz, diyorlar, bununla birlikte harp etmeliyiz demiyorlar ve emre karışmayı uygun bulmuyorlar da savaş olmadan bir çare bulunabildiği takdirde sevinç duyacaklarını andırır bir şekilde yetkileri teslim ederek ve siyasal bir taktik göstererek sözü şöyle bitiriyorlar: Bununla birlikte buyruk senindir, sana ait bir görevdir. Bak şimdi ne emredeceğini düşün taşın. Harp mi yaparsın, yoksa barışa bir yol mu bulursun? [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]34-Bunun üzerine harp düşüncesini bir tarafa bırakmak üzere dedi muhakkak ki melikler bir memlekete girdiklerinde, yani harbederek girdikleri zaman onu bozar perişan ederler ve halkının ulularını perişan ve hakir hale getirirler, öldürme, esaret, başka yere sürme, hapis ve benzerleri gibi çeşitli aşağılama, hakaret ve kötülüklere düşürürler böyle de yaparlar mı yaparlar. Yani "bana karşı baş kaldırmayın" diyen Süleyman da böyle yapar mı yapar. Bundan dolayı harpten mümkün olduğu kadar sakınmak ve memleketi düşman baskınına uğratmaya sebebiyet vermemek gerekir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]35- Ve (şimdi) ben onlara bir hediye ile elçi göndereceğim de bakacağım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler? Bu şekilde huylarını yoklayacağım da ona göre hareket edeceğim. Bakalım mal ve ellerine gelecek nimetlerle savuşturulabilecek kimseler mi? Müfessirler bu hediyenin ne olduğu hakkında geniş rivayetler vermişlerdir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]36-37- (Elçiler, hediyelerle) gelince Süleyman'a, hediyeyi kabul etmeyip şu şekilde karşılık verdi: "Dedi ki: Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz?..." [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]38-39- Ey heyet, ey ulular, dedi. Bu heyetten maksat açıklanmamıştır. "Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları Süleyman'ın hizmetine toplandı" (Neml, 27/17) âyetindeki orduların komutanları (başkanları) olsa gerektir. O kadının tahtını bana kendileri müslim olarak gelmeden önce hanginiz getirir? Süleyman (a.s) onların hediyelerine güvendiklerini bilmişti. Bu sebepten, hediyelerini tehdit edercesine geri gönderince, geleceklerini de bildiğinden gelir gelmez iman etmelerine sebep olacak olağanüstü bir şey göstermek istediği rivayet olunur ki, elçiler kadına varıp Süleyman (a.s)'ın dediğini anlattıklarında "durumu bilmiş vallahi, bu yalnız bir melik değil, biz bunun karşısında güç gösteremeyiz" demiş ve tekrar bir elçi gönderip "kavmimin beyleriyle huzuruna geliyorum, buyruğunu ve davet ettiğin dinini görmek isteğindeyim" diyerek yanında büyük bir kalabalıkla hareket etmiş ve tahtını köşklerinin en sağlam ve korunmuş yerine koydurup kapıları kilitleterek önemli bir şekilde koruma altına aldırmıştı. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Cinlerden bir ifrit, dedi, Ragıb'ın Müfredatı'nda: İfrit, yani pis, çetin demektir. Şeytan gibi insan hakkında da kullanılır, ifrit nifrit, denilir. İbnü Kuteybe demiştir ki: "İfrit, 'müvesseku'l-halk' yani yaratılışı kuvvetli, demektir. Aslı, toprak demek olan 'afer' dendir. 'Afere' güreşti, yere yıktı, demektir." "Ahkâmu'l-mercan fi ahkâmi'l-cânn" isimli eserde Ebu Amr b. Abdülberr' den naklen der ki; Lisanı iyi bilen kelâm âlimleri cinleri dereceler halinde zikrederler. Yalın olarak cin dediklerinde "cinnî" derler. İnsanlarla birlikte oturanını kastettiklerinde "âmir", çoğulunda "ummâr" derler. Çocuklara musallat olana "ervah" derler. Kötü olup başedilmez bir hale gelirse 'şeytan' daha çoğalır ve kuvvetlenirse "ifrit", çoğulunda da "efârhit" derler. Demek ki ifrit, kötülük ve pislikte son dereceyi bulmuş ve şeytanlıkta ileri gitmiş, tuttuğunu devirir, kuvvetli, becerikli, ele avuca girmez bir kerata demektir. Öyle insana da isim olarak verildiği için âyette "cinden" diye açıklanmıştır. Ben onu (o tahtı) sen makamından kalkmadan önce sana getiririm. Her gün makamında sabahtan öğleye kadar oturduğu rivayet ediliyor. Ve gerçekten bu işe gücüm ve güvenim var, yani kolay getiririm, hem de hiçbir şekilde güveni kötüye kullanmam, bozup değiştirmeden hiçbir şey kaybetmeksizin getiririm diye üsteleyerek güvenlik hissi vermeye çalıştı. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]40-42- Yanında kitaptan ilmi olan kimse ben sana onu, gözünü açıp kapamadan getiririm, dedi. Bu kişinin kim olduğu hakkında değişik sözler vardır. İbnü Mes'ud'a göre: Hızır (a.s)dır. İbnü Abbas'ın meşhur görüşüne göre, Süleyman (a.s)ın veziri Asaf b. Berhıya'dır ki, sıddık (dosdoğru) idi. Dua edildiğinde Allah'ın mutlak kabul edeceği ism-i azamı bilirdi Hz. Süleyman'ın bir mucizesi olarak veziri böyle bir keramet göstermiştir. Fahreddin Razi, bu kişinin Süleyman (a.s)'ın kendisi olmasını birçok yönden daha uygun bulmuştur. Bu cümleden olarak, mevsûlün, sıla ile bilinene işaret olması kaidesine göre burada Kur'ân'ın âyetleri iyi düşünüldüğünde "Yanında kitaptan bir ilim" olmakla bilinen kimse ancak Süleyman (a.s)dır. Çünkü yukarda "Andolsun ki biz Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik." (27/15) "Süleyman, Davud'a varis oldu ve (Süleyman) Ey İnsanlar! Bize kuş dili öğretildi, dedi." (27/16) buyurulmuştu, ancak bu şekilde "Onu ben getiririm" sözü İfrit'edir. Süleyman, İfrit'e karşı söylemiştir diye zamir ile zikredilecek yerde işin büyüklüğünü anlatmak için mevsul getirilmiş ve bununla yukarda zikredilen ilimden bir örnek gösterilmiştir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bununla beraber çoğunluk bu kişinin Süleyman (a.s)ın kendisi değil, adamlarından birisi olmasını ifadenin gelişine daha uygun bulmuşlardır. Muhyiddin-i Arabî "Füssûs" isimli eserinde "Bu Süleyman (a.s)'ın ashabından birisi eliyle olmuştur ki,orada bulunanların nefislerinden Süleyman (a.s)'ın şanı için daha yükseltici olsun." demiştir. Gerçekten adamlarından böyle kerametin meydana gelmesi kendisinin daha yüksek oluşuna işaret demektir. Ve bu ilmin, ona verilen ilimden olduğunu anlatır. Bu taht ne kadar uzaklıktan getirildi? Yukarda Hüdhüd kıssasında San'â'ya kadar varıldığına dair bir rivayet geçmişti. San'â'dan ise Sebe' üç günlük uzaklıktadır, deniliyor. Bazıları da, bu sırada Süleyman (a.s) San'â'dan dönmüş, Şam toprağında bulunuyordu, demişlerdir. Bu takdirde iki aylık uzaklık demektir. Bu kadar uzaklıktan bir taht göz kırpıncaya kadar nasıl gelir? Şüphe yok ki bu, basit bir olay değil, bir keramet ve mucize olmak üzere söz konusudur. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Muhyiddin-i Arabî bunu şöyle anlatmıştır: Asaf, tahtın yapısında değişiklik yaptı da, onu bulunduğu yerde bırakıp her an meydana gelmekte olan yeniden yaratılmakta olunduğunu bilen kimselerden başkasının aklının eremeyeceği bir şekilde Süleyman (a.s)'ın yanında meydana getiriverdi. Mevcud olduğu an, yok olup kaybolduğu anın aynı idi. İkisi bir anda idi ve Asaf'ın sözü zamanda fiilin aynı idi. Zira olgun kimseden çıkan söz, yüce Allah'ın "ol" sözü yerindedir. Bu tahtın oluşumu konusu, en zor konulardandır. Ancak bahsettiğimiz meydana getirme ve yerinde bırakmayı idrak eden kimseler müstesna. Taht, ne bulunduğu yerden başka yere taşındı ve ne de yeryüzü onun için dürüldü veya yarıldı. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Şeyhin "Hayır, onlar yeni bir yaratılıştan şüphe etmektedirer." (Kâf, 50/15) âyetinden anladığı yeni bir yaratılış konusu son zamanlarda Descartes felsefesine kadar geçmiş bir görüş, bir nazariyedir. Fakat bunun buraya tatbiki, âyetin açık ifadesine uygun değildir. Çünkü âyette "yaparım" denmemiş. "getiririm" denmiştir. "Ben onu sana göz açıp kapayıncaya kadar getiririm" denilmesiyle de bir zaman ifade edilmiştir. Çabucak bir göz atıverme değil, hatta göz açıp kapayıncaya kadar da değil, bunlardan daha uzun olarak iki tarfe, iki bakış arasını ifade eder. Ve bu bir saniyeyi bile geçebilir Fakat Şeyh, bunu bir an kabul etmiş. Halbuki bir hareketin meydana gelmesi en azından iki an gerektirdiğinden, bir anda hareket olabileceğini düşünmek tenakuz olacağından, meseleyi zorlaştırarak, hareketsiz olarak bir şeyin meydana gelmesini göstermek için o yönde tevil etmiştir. Çünkü kendisinde imkansızlık olana "kün=ol" emri uygun düşmez. Fakat hatırlattığımız gibi, âyet bunu bir an değil, en kısa bir zaman ile ifade etmiştir. En azından diyecek kadar bir zaman var. Gerçekte "Asaf'ın sözü zaman yönünden yaptığı işin aynı idi." demekle Şeyh tamamen gerçeği söylemiştir. Bu sözde, yani sözünde iş, yapma değil, getirmedir. Bunu söylemesi ile getirmesi bir olmuştur. Yani söyleyinceye kadar getirmiştir. Zira ilmini biliyordu.[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bir saniyede binlerce kilometrelik sürat zamanımız teknolojisinin düşünmeye alışık olduğu konulardandır. Önemli olan nokta, ancak bu hareketi yapmak için tatbik olunacak kuvveti ve fenni bilmekten ibarettir.[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bir yıldırımda, bir elektrikte, bir telgrafta, görülen bu sürat bir cisimde de görüle bilir. Yakından tesir gösterdiğini gördüğümüz iradenin bir telsiz gibi uzakta da etkili olabildiğini gösteren misaller de yok değildir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bir çekim kanunu ile gökyüzü cisimlerinin fezada uçuştuğu, bir irade ile organların vucutta oynadığı gibi, bir irade ile uzaktaki bir cismin boşlukta uçup yer değiştirmesi de kitabda, Levh-i mahfuz'da belli ve mevcut olan bir ilimdendir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Derdemez onu yanıbaşına yerleşivermiş görünce bu, dedi, Rabbimin lütfundandır. Normal bir ilâhî hadise değil "Bizi mümin kullarının birçoğundan üstün kıldı." (Neml, 27/15) âyeti ile işaret edildiği üzere özel ihsanı olan bir keramet veya mucizedir. "Beni imtihan etmek için: Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü" . Ona dedi: Tahtını bilemeyeceği bir vaziyete sokun, o değilden gösterin, yabancılaştırın, bakalım doğruyu bulabilecek mi? Kendininki olduğunu bilecek, vaziyeti kavrayacak, gerçeği anlayacak mı? Yoksa tanımayıp yola gelmezlerden mi olacak? Tahtının getirilmiş olması şaşırtıcı bir işle mülk ve hükümranlığının elinden alınmış olduğuna işarettir. Böyle korkutucu bir anda, o tahtın o değilmiş gibi gösterilmesinde büyük bir incelik ortaya konulmuş ve bununla onun yeteneği üzerinde bir deney yapılmak istenmiştir. Bunun üzerine gelince; senin tahtın da böyle mi? denildi. Bu senin tahtın denilmedi, o değilmiş gibi gösterildi. Sanki tıpkı o, dedi zaten bize daha önce bilgi verilmişti. Bu mucizeden evvel Hüdhüd'ün mektup getirmesi gibi tesbit ve duyduğumuz şeylerle Allah Teâlâ'nın kudretine ve senin peygamberliğinin doğru olduğuna bilgi sahibi olmuştuk. Ve biz teslimiyet gösterip müslüman olmuştuk, dedi. Hiç şaşırmadan durumu olduğu gibi kavrayarak ustaca söz söyledi, peki öyle de önce niçin gelmedi? [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Önce, Allah'tan başka taptığı şeyler (dünya saltanatı) kendisini alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkârcı bir kavimdendi.[/FONT]