- Katılım
- 7 Mart 2011
- Mesajlar
- 125
- Tepkime puanı
- 8
zinanın ahiretteki cezası,zinanın günahı,zinanın affı,zinanın tövbe duası,zinanın tövbesi olur mu,zinanın tövbesi olurmu,zinanın tövbesi nasıl olur,Zina yapanın tövbesi kabul olur mu
Kur'an-ı Kerim'de tövbe ile alakalı yaklaşık 70 ayet vardır...
Allah bir ayeti kerimesinde şöyle der: "Kim kötülük işler veya nefsini zulmedip sonra Allah’tan bağışlanma dilerse Allah’ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur." ( Nisa suresi; ayet 10)
Bir başka ayette ise şöyle der: "Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Maide suresi; ayet 39)
Görüldüğü üzre günahtan sonra pişmanlık duymak şarttır... Pişmanlık yetiyor mu yetmiyor, tabi ki ayette belirtildiği gibi; davranışlarını, hallerini düzeltmesi gerek, salih ve hayırlı ameller işlemesi gerekir.. Bulunduğu kötü ortamları ve kötü arkadaşları terk etmesi gerekir..
Günahın çok büyük olduğu böyle bir durumda yapılan tevbe ve istiğfarın da, o günahın büyüklüğüne paralel kişiyi içten içe eritecek ölçüde derin, engin ve kucaklayıcı olması gerekir. Eğer yapılan tevbe o derinlik ve enginlikte değilse o zaman denilebilir ki, böyle bir tevbenin bütünüyle o günahı silip, süpürüp götürmesi mümkün değildir.
Tövbe ettim deyip tekrar aynı şeyleri yapıyorsa bu tövbe geçerli olmaz.. Makbul olmaz..
Can boğaza gelmeden edilen tövbeler makbuldur..
Allah kendisine şirk koşulması ve kul hakkı dışında, her günahı bağışlayabilir. Bunda kulun samimiyeti, pişmanlığı, Allah'a yönelmesi çok önemlidir..
Zinanın cezası çok şiddetlidir, ayeti kerimelerle cezası sabittir; tövbe edilmeden bu hal özre ölenlerin, çok yakıcı bir azaba maruz kalacağı hadislerle bildirilmiştir... Zina edip tövbe etmeyenlerin, Mahşer yerine pis kokular saçarak geleceği, karınlarından irin ve pislik akacağı, ateş ile azap olunacağı bildirilmiştir..
Allah, Sevdiklerini Korur
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Allah bir kulunu severse artık ona günahı zarar vermez." buyuruyor. Bu peygamber beyanından anlıyoruz ki, Allah'ın bir kulunu sevmesi, o kulun günahlardan korunması adına çok önemlidir. Çünkü Allah (celle celâluhu) sevdiği kulun kalbine günahın çirkinliğini bütün dehşetiyle duyurur ve onun içinde günaha karşı tiksinti duygusu hâsıl eder. O kul bir şekilde günaha düşmüş ise, bu durumda da Cenâb-ı Hak, onun kalbine nedamet korları salar ve ona tevbeye giden yolları gösterir. Evet, Cenâb-ı Hakk'ın sevk, ilham, inayet ve riayetiyle öyle ekstradan hâller olur ki, siz tam içine düşecekken günahın eşiğinden geriye çekilip alınırsınız. Veya bir günaha girersiniz ama yirmi sene o günahı her gün işlemiş gibi ızdırapla içten içe inlersiniz. Âdeta bütün nöronlarınızda o günahı duyar ve her aklınıza gelişinde, onu sanki yeni işlemiş gibi beyniniz karıncalanmaya başlar. Ardından da, "Allah'ım! Senden afv-u mağfiret istiyorum!", "Allah'ım! Günahlarımdan vazgeçip Sana teveccüh ediyorum!" gibi istiğfarlarla Allah'a yalvarıp yakarmaya durursunuz. Cenâb-ı Hak da bunların her birini Kendisine bir dönüş olarak sizin sevap hanenize yazar.
Hani nasıl ki, evladına düşkün bir anne önlüğü kirli olan çocuğunu sokağa salmak suretiyle onu başkalarına karşı rezil etmez. Öyle ki çocuk elli defa önlüğünü kirletse, yine de her defasında onu temizler; elini, yüzünü, gözünü siler, pırıl pırıl hâle getirir ve çocuğunu sokağa öyle salar. İşte Allah'ın insanlara olan alakası, merhamet ve sevgisi anne-babayla mukayese bile edilemeyeceğinden, Cenâb-ı Hak sevdiği kullarına günaha giden yolları kapatır. Konumuna göre belki bazılarına hiç günah işletmez. Günaha düşmüş bulunan sevdiği kulunu da o hâliyle bırakmaz. Binbir ızdırap duyacak şekilde o günahı kulunun kalbine duyurur; duyurur da sevdiği o kulunu tevbeyle yeniden dirilişe erdirir.
Hadis-i şerifin sonunda Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Şüphesiz Allah, çokça tevbe edenleri ve tevbe edip tertemiz olanları sever." (Bakara Sûresi, 2/222) âyetini okuyor. Bu âyet-i kerimede maddî-mânevî kirlerden arınmanın Allah'ın sevgisine mazhar olabilmek için önemli bir vesile olduğu ifade buyurulmaktadır. "Çokça ve derince tevbe edenler" şeklinde dilimize aktarabileceğimiz "tevvâbîn" lafzı, kullanıldığı kip itibarıyla mübalağa ifade etmektedir. Yani onlar, tevbe mevzuunda çok ciddi bir azim ve cehd ortaya koyar, yaptıkları işi bütün benliklerinde duyar, onu kalb heyecanları ve gözyaşlarıyla soluklar ve bunu bir kez değil, her hataya düştüklerinde, işledikleri günahları her hatırlayışlarında yerine getirir; getirir ve tevbe kurnalarına koşarak tertemiz hâle gelirler, demektir.
Ümitsizliğe sebebiyet vermemek gerek
Günahların çirkin yüzünü gösterip insanları tevbeye özendirirken muhatapları ümitsizliğe sevk etmemek için inzarla tebşiri, atbaşı götürmelidir. Bir taraftan insanların ümitsizliğe düşmesine meydan verilmemeli, fakat diğer yandan da onların günahları hafife almalarına fırsat tanınmamalıdır. Özellikle haram-helal mevzuunda laubaliliğin yaşandığı, ciddi mânâda günahlardan sakınılmadığı, sadık bir mümin olarak yaşamanın zorlaştığı dönemlerde, günahlar bütün çirkinlik ve çirkefliğiyle ortaya konmalı; ortaya konup onların bir kısım latifeleri öldürdüğü üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Zira bu latifelerimiz içinde öyleleri vardır ki ahirette Cenâb-ı Hakk'ı çok engince ve azametine yakışır bir şekilde duyup hissetmemizi sağlayacaktır. Bu sebeple "kısa ve fâni bir ömürde, geçici ve basit bir kısım zevk ve lezzet için, ebedî hayat hesabına yaratılmış bu çok kıymetli donanımları günahlarla öldürmek akıl kârı mıdır?" deyip muhatapların bu hususta derinlemesine düşünmesini temin etmemiz gerekir. Çünkü farklı zamanlarda birçok kez dikkat çekmeye çalıştığımız üzere, her ne kadar temel bir kısım latifelerin tevbe, inabe ve evbe yoluyla ihyası mümkün olsa da, önemli bazı latifelerin günahlarla öldürüldüğünde bir daha diriltilmeyebileceği de göz ardı edilemeyecek bir husustur. Hele belli konumda belli mazhariyetlere ermiş insanlar, bile bile, bu tür hata ve günahlar içine giriyorlarsa bu mevzu daha endişe verici bir durum arz ediyor demektir.
Bu noktada insanlarda haram-helal hassasiyetinin oluşturulması çok önemlidir. Öyle ki bir insan vakıf malının halısına ayağını basarken bile, buna hakkı olup olmadığını, Allah'ın bu konuda kendisini muâheze edip etmeyeceğinin hesabını yapmalıdır. Bunun için de, hata ve günahlar ve bunların kaybettirdikleri çok ciddi anlatılmalı; eğer bu mevzuda gerekli hassasiyet gösterilmezse Cenâb-ı Hak'tan gelen hususi vâridât ve mevâhibin inkıtaya uğrayacağı da ayrıca dile getirilmelidir.
ÖZETLE:
1- Günahına tevbe eden kimsenin o günahı hiç işlememiş gibi olacağı ifade ediliyor. Ancak tevbe ettiği günahın birtakım kalıntılarının olabileceği her zaman ihtimal dahilindedir.
2- İşlenen günahın büyüklüğüyle doğru orantılı olarak yapılacak tevbe de o ölçüde derin ve içten olmalıdır ki o günahları silebilsin.
3- Günahların çirkin yüzünü gösterip insanları tevbeye özendirirken bir taraftan insanların ümitsizliğe düşmesine meydan vermemeli, fakat diğer yandan da onların günahları hafife almalarına fırsat tanımamalıyız.
Kur'an-ı Kerim'de tövbe ile alakalı yaklaşık 70 ayet vardır...
Allah bir ayeti kerimesinde şöyle der: "Kim kötülük işler veya nefsini zulmedip sonra Allah’tan bağışlanma dilerse Allah’ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur." ( Nisa suresi; ayet 10)
Bir başka ayette ise şöyle der: "Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Maide suresi; ayet 39)
Görüldüğü üzre günahtan sonra pişmanlık duymak şarttır... Pişmanlık yetiyor mu yetmiyor, tabi ki ayette belirtildiği gibi; davranışlarını, hallerini düzeltmesi gerek, salih ve hayırlı ameller işlemesi gerekir.. Bulunduğu kötü ortamları ve kötü arkadaşları terk etmesi gerekir..
Günahın çok büyük olduğu böyle bir durumda yapılan tevbe ve istiğfarın da, o günahın büyüklüğüne paralel kişiyi içten içe eritecek ölçüde derin, engin ve kucaklayıcı olması gerekir. Eğer yapılan tevbe o derinlik ve enginlikte değilse o zaman denilebilir ki, böyle bir tevbenin bütünüyle o günahı silip, süpürüp götürmesi mümkün değildir.
Tövbe ettim deyip tekrar aynı şeyleri yapıyorsa bu tövbe geçerli olmaz.. Makbul olmaz..
Can boğaza gelmeden edilen tövbeler makbuldur..
Allah kendisine şirk koşulması ve kul hakkı dışında, her günahı bağışlayabilir. Bunda kulun samimiyeti, pişmanlığı, Allah'a yönelmesi çok önemlidir..
Zinanın cezası çok şiddetlidir, ayeti kerimelerle cezası sabittir; tövbe edilmeden bu hal özre ölenlerin, çok yakıcı bir azaba maruz kalacağı hadislerle bildirilmiştir... Zina edip tövbe etmeyenlerin, Mahşer yerine pis kokular saçarak geleceği, karınlarından irin ve pislik akacağı, ateş ile azap olunacağı bildirilmiştir..
Allah, Sevdiklerini Korur
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Allah bir kulunu severse artık ona günahı zarar vermez." buyuruyor. Bu peygamber beyanından anlıyoruz ki, Allah'ın bir kulunu sevmesi, o kulun günahlardan korunması adına çok önemlidir. Çünkü Allah (celle celâluhu) sevdiği kulun kalbine günahın çirkinliğini bütün dehşetiyle duyurur ve onun içinde günaha karşı tiksinti duygusu hâsıl eder. O kul bir şekilde günaha düşmüş ise, bu durumda da Cenâb-ı Hak, onun kalbine nedamet korları salar ve ona tevbeye giden yolları gösterir. Evet, Cenâb-ı Hakk'ın sevk, ilham, inayet ve riayetiyle öyle ekstradan hâller olur ki, siz tam içine düşecekken günahın eşiğinden geriye çekilip alınırsınız. Veya bir günaha girersiniz ama yirmi sene o günahı her gün işlemiş gibi ızdırapla içten içe inlersiniz. Âdeta bütün nöronlarınızda o günahı duyar ve her aklınıza gelişinde, onu sanki yeni işlemiş gibi beyniniz karıncalanmaya başlar. Ardından da, "Allah'ım! Senden afv-u mağfiret istiyorum!", "Allah'ım! Günahlarımdan vazgeçip Sana teveccüh ediyorum!" gibi istiğfarlarla Allah'a yalvarıp yakarmaya durursunuz. Cenâb-ı Hak da bunların her birini Kendisine bir dönüş olarak sizin sevap hanenize yazar.
Hani nasıl ki, evladına düşkün bir anne önlüğü kirli olan çocuğunu sokağa salmak suretiyle onu başkalarına karşı rezil etmez. Öyle ki çocuk elli defa önlüğünü kirletse, yine de her defasında onu temizler; elini, yüzünü, gözünü siler, pırıl pırıl hâle getirir ve çocuğunu sokağa öyle salar. İşte Allah'ın insanlara olan alakası, merhamet ve sevgisi anne-babayla mukayese bile edilemeyeceğinden, Cenâb-ı Hak sevdiği kullarına günaha giden yolları kapatır. Konumuna göre belki bazılarına hiç günah işletmez. Günaha düşmüş bulunan sevdiği kulunu da o hâliyle bırakmaz. Binbir ızdırap duyacak şekilde o günahı kulunun kalbine duyurur; duyurur da sevdiği o kulunu tevbeyle yeniden dirilişe erdirir.
Hadis-i şerifin sonunda Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Şüphesiz Allah, çokça tevbe edenleri ve tevbe edip tertemiz olanları sever." (Bakara Sûresi, 2/222) âyetini okuyor. Bu âyet-i kerimede maddî-mânevî kirlerden arınmanın Allah'ın sevgisine mazhar olabilmek için önemli bir vesile olduğu ifade buyurulmaktadır. "Çokça ve derince tevbe edenler" şeklinde dilimize aktarabileceğimiz "tevvâbîn" lafzı, kullanıldığı kip itibarıyla mübalağa ifade etmektedir. Yani onlar, tevbe mevzuunda çok ciddi bir azim ve cehd ortaya koyar, yaptıkları işi bütün benliklerinde duyar, onu kalb heyecanları ve gözyaşlarıyla soluklar ve bunu bir kez değil, her hataya düştüklerinde, işledikleri günahları her hatırlayışlarında yerine getirir; getirir ve tevbe kurnalarına koşarak tertemiz hâle gelirler, demektir.
Ümitsizliğe sebebiyet vermemek gerek
Günahların çirkin yüzünü gösterip insanları tevbeye özendirirken muhatapları ümitsizliğe sevk etmemek için inzarla tebşiri, atbaşı götürmelidir. Bir taraftan insanların ümitsizliğe düşmesine meydan verilmemeli, fakat diğer yandan da onların günahları hafife almalarına fırsat tanınmamalıdır. Özellikle haram-helal mevzuunda laubaliliğin yaşandığı, ciddi mânâda günahlardan sakınılmadığı, sadık bir mümin olarak yaşamanın zorlaştığı dönemlerde, günahlar bütün çirkinlik ve çirkefliğiyle ortaya konmalı; ortaya konup onların bir kısım latifeleri öldürdüğü üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Zira bu latifelerimiz içinde öyleleri vardır ki ahirette Cenâb-ı Hakk'ı çok engince ve azametine yakışır bir şekilde duyup hissetmemizi sağlayacaktır. Bu sebeple "kısa ve fâni bir ömürde, geçici ve basit bir kısım zevk ve lezzet için, ebedî hayat hesabına yaratılmış bu çok kıymetli donanımları günahlarla öldürmek akıl kârı mıdır?" deyip muhatapların bu hususta derinlemesine düşünmesini temin etmemiz gerekir. Çünkü farklı zamanlarda birçok kez dikkat çekmeye çalıştığımız üzere, her ne kadar temel bir kısım latifelerin tevbe, inabe ve evbe yoluyla ihyası mümkün olsa da, önemli bazı latifelerin günahlarla öldürüldüğünde bir daha diriltilmeyebileceği de göz ardı edilemeyecek bir husustur. Hele belli konumda belli mazhariyetlere ermiş insanlar, bile bile, bu tür hata ve günahlar içine giriyorlarsa bu mevzu daha endişe verici bir durum arz ediyor demektir.
Bu noktada insanlarda haram-helal hassasiyetinin oluşturulması çok önemlidir. Öyle ki bir insan vakıf malının halısına ayağını basarken bile, buna hakkı olup olmadığını, Allah'ın bu konuda kendisini muâheze edip etmeyeceğinin hesabını yapmalıdır. Bunun için de, hata ve günahlar ve bunların kaybettirdikleri çok ciddi anlatılmalı; eğer bu mevzuda gerekli hassasiyet gösterilmezse Cenâb-ı Hak'tan gelen hususi vâridât ve mevâhibin inkıtaya uğrayacağı da ayrıca dile getirilmelidir.
ÖZETLE:
1- Günahına tevbe eden kimsenin o günahı hiç işlememiş gibi olacağı ifade ediliyor. Ancak tevbe ettiği günahın birtakım kalıntılarının olabileceği her zaman ihtimal dahilindedir.
2- İşlenen günahın büyüklüğüyle doğru orantılı olarak yapılacak tevbe de o ölçüde derin ve içten olmalıdır ki o günahları silebilsin.
3- Günahların çirkin yüzünü gösterip insanları tevbeye özendirirken bir taraftan insanların ümitsizliğe düşmesine meydan vermemeli, fakat diğer yandan da onların günahları hafife almalarına fırsat tanımamalıyız.