zenginlik imtahanı

Turab

Teknik Ekip
Yönetici
Admin
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
7,015
Tepkime puanı
423
Her insan bulunduğu halde imtihandadır. Yoksul yoksulluk halinde imtihanda, varlıklı da varlıklı halinde imtihandadır. İnsanlar bulundukları halin imtihanını verebilmek için ekonomik imkanı mütevazi durumda olanlar, bulundukları hale şükretmeli, tahammül göstermeli, "Bu da geçer ya Hu" diyerek Rabbimizden iyi günlerin geleceğini ümitle beklemeliler.
Müsait durumda olanlar da şımarmamalı, isyana, günaha sapmamalı, onun mükellefiyetini yerine getirmeli ki, o da zenginlikte imtihanını kaybetmesin. Size ibretli bir olay:
Topkapı'da Takkeci İbrahim Ağa Camii adında bir cami vardır. Bu cami, geçmiş devrin çini sanatını da bugüne taşımıştır. Bu Caminin enteresan bir yapılış hatırası vardır. O zaman bu caminin olduğu yerde Takkeci İbrahim Ağa diye bir adamın gecekondusu vardı. Bu adamın mesleği de fes, kalpak ve takke yapmaktı. Bu adam yaptığı takkeleri fesçiler çarşısında satar, oradan kazandığı imkânlarla hayatını devam ettirirdi.
Birgün şöyle der: "Ya Rabbi, bu mütevazı imkânla ben ömrümü sürüp gidiyorum. Sen bana bir servet lütfetsen de bu civarda cami yok, şuraya bir güzel cami yaptırsam."
Takkeci İbrahim Ağa böyle dua ederken birgün bir rüya görür. Ak sakallı, nur yüzlü bir zat buna der ki: "İbrahim Ağa sen boşuna buralarda kısmet arama. Senim kısmetin aslında Bağdat'ta. Bağdat Meydanında köprünün yan tarafındaki avlunun içinde bir hurma ağacı var. Hurma ağacına sarılı vaziyette bir üzüm asması var. Senin kısmetin orada. Sen Bağdat'a gideceksin, o hurmadan ve üzümden yiyeceksin. Ondan sonra kısmetin açılacak."
Bu rüyayı İbrahim Ağa bir defa görür, önemsemez, ikinci defa görür, yine ehemmiyet vermez. Aynı rüyayı üçüncü defa görünce İbrahim Ağa bu işe takılır, der ki: "Bunda bir hikmet var, demek benim kısmetim Bağdat'ta. Gideyim, kısmetimi bulayım."
Ve İbrahim Ağa çarığı çeker, heybesini sırtına alır, azığını doldurur, yola düşer. Nihayet Bağdat'a varır. Tarif edildiği şekilde hurma ağacını ve ona sarılı asmayı bulur. Hemen hurma ağacından hurma, asmadan da üzüm yer. Derken yol yorgunluğunun da etkisiyle rehavet basar ve olduğu yerde uyuyakalır. İbrahim rüyasında karşısına yine aynı zat çıkar, tebessüm etmektedir:
"Hayrola, İbrahim Ağa, ne işin var burada?"
"Ne işim olacak," der, "mesele malum. Geldim bakalım, burada bize servet nereden gelecek?"
Ak sakallı zat başlar gülmeye. "Sen de amma saf adammışsın. Bir rüyaya takılır da, insan tâ Bağdat'a gelir mi?"
"Ama," der, "bir defa değil ki, üç defa gördüm aynı rüyayı."
"Olsun, üç defa gör," der, "ben de üç defa bir rüya gördüm. İstanbul'a gidiyormuşum"
"Hayrola İnşaallah, sen ne rüya gördün?"
"Bana rüyamda, 'İstanbul'a git, Topkapı surlarının dışında Takkeci İbrahim Ağa diye birisi vardır. Onun evinin bodrumundaki kömürlüğünda hazine var, bir yolunu bul, o evi satın al, oradaki hazineyi çıkar, zengin olursun' dediler. Üç defa ben bu rüyayı gördüm, ama kalkıp da İstanbul'a gidiyor muyum?" ve kaybolup gider ak sakallı zat.
Neden sonra İbrahim Ağa gözlerini açar bakar ki, ak sakallı zat yoktur, fakat rüyada da enteresan birşey söylemiştir, kendi evinin bodrumunda hazine olduğundan bahsetmiştir.
Takkeci İbrahim Ağa, "Kısmetimiz açıldı demek ki" diyerek tekrar yola çıkar. Yaya, dağları aşar, çölleri geçer, sıkıntı, yorgunluk derken nihayet İstanbul'a gelir. Evine gece gelir. Ama uyuması mümkün değildir. İlla kömürlüğe girip öyle birşey olup olmadığını tespit edecektir. Kısa bir yorgunluk attıktan sora, gece yarısı kazmayı alır, kömürlüğe iner, daha ilk kazmayı vuruşta kazma birşeye takılır. Yavaş yavaş toprağı kaldırır, bakar ki bir küp. Ağzını açar, çil çil altınlar. Hemen üzerini kapar. Bundan sonra ibrahim Ağa'nın gözüne uyku girmez. Artık hazinenin üzerinde oturmaktadır. Şimdi ne yapacak, sözünde, durabilecek mi?
Sabaha kadar uyuyamaz. Ama uyuyamayışı bu serveti camiye kullanmayayım duygusundan değildir. Düşündüğü şey şudur: "Ben bu küpü buradan" çıkarırsam, bu hanım da bunu duyarsa, bu sırrı saklayabilir mi?" Hanımım kendisi herkesten iyi tanımaktadır. "Saklar, saklayamaz" derken, "Bu hanım bu sırrı saklayamaz, herkese duyurur, başıma işler açar, benim de bu servet elimden gider, bu camiyi yaptıramam" diye endişeyle düşünürken, "Şu hanımı bir deneyeyim bakayım," der, "acaba sır saklayabilecek mi?"
İbrahim Ağanın hanımını enteresan şekilde bir denemesi vardır. "Karnım ağrıyor, rahatsızım" diye yatakta kıvranmaya başlar. Hanımı merak eder:
"Ne var, ne oldu?"
"Yolda ne olduysa bilemiyorum hanım, karnım ağrıyor." diye biraz daha kıvrandıktan sonra, daha evvel yanında getirdiği yumurtayı çıkarır:.
"Oh be rahatladım, elhamdülillah, kurtuldum" der.
Hanım, "Ne oldu?" der.
Yumurtayı gösterir, "Kimseye söyleme, yumurta yumurtladım. Demek ki, o karnımdaki rahatsızlık bu yumurtadanmış. Ama sakın ha kimseye söyleme."
"Söyler miyim bey, söyler miyim hiç, aramızda sır kalacak" der.
İbrahim Ağa bir daha ısrarla kimseye söylememesini tenbihler.
Sabah olur, Ağa abdestini alır, Cuma namazına gidecektir. Yola çıkar. Yan taraftan birisi, " Hey İbrahim Ağa, geçmiş olsun, yumurta çok mu büyüktü?" Şaşınr.
"Ne yumurtası?"
"Hadi hadi saklama" diye üsteler adam.
Biraz daha ileri varır, bir başkası, "İbrahim Ağa iyi yumurta yumurtlamışsın, bir daha dünyaya geldik yahu. İnsanın yumurta yumurtladığını da ilk defa duyduk" diye arkasından bağırır.
Biraz daha ileriye varır. İki kadın konuşmaktadır: "Hey komşu duydun mu? İbrahim Ağa yumurta yumurtlamış."
"Nereden duydun?"
"Hanımı geldi söyledi, ama tenbih etti bana, sakın kimseye söyleme dedi, ben sadece sana söylüyorum."
İbrahim Ağa, herkesin diline düşmüştür, yumurta yumurtladığı dillere destan olmuştur. Der ki:
"Bu hanım bir yumurta sırrını saklayamadı. Şimdi nasıl olacak da, şu bizim mahzendeki içi altın dolu küpün varlığım saklayacak? İyisi mi bu hanımın ve çocuklarımdan hiç kimsenin bu altından haberi olmasın."
İbrahim Ağa, bu tecrübeden sonra hanımına bir daha sır verir mi? Doğruca mimarlar odasına gider. O grubun başım bulur. Onunla gizlice pazarlık yapar, planı programı herşeyi çizdirir. Ve bulunduğu yere, kendi arsasına güzel bir cami yaptırır. Ve yaptırdığı caminin parasını gizli gizli öder. Çalışanlara ücretlerini ve masrafları vererek hazineyi tümüyle o caminin yapımında kullanır.
Yani İbrahim Ağa, "Ya Rabbi, bana servet verirsen ben bununla cami yaptıracağım" deyip de servet eline geçince vaadinden dönmez. Eline geçen hazinenin tümünü camiye harcar ve caminin adını halk, Takkeci İbrahim Ağa Camii koyar. İbrahim Ağa bu camide iki sene namaz kılar ve 1594 yılında vefat eder.
Takkeci İbrahim Ağa imtihanını başarıyla vermiştir. Önce fakirliğiyle, sonra da zenginliğiyle... Evet, insanlar fakirlikte de imtihandalar, zenginlikte de...
 
Üst Alt