Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Sahabe,Tabiin ve Evliyalar
İslam Büyükleri/Allah Dostları
Zenbilli Ali Efendi
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Turab" data-source="post: 45793" data-attributes="member: 2"><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"> <strong>ZENBİLLİ ALİ EFENDİ</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"></span></span> <span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Osmanlı âlim ve velîlerinin meşhûrlarından. Sekizinci Osmanlı şeyhülislâmıdır. İsmi Ali olup, babasınınki Ahmed’dir. Lakabı, Alâeddîn el-Hanefî er-Rûmî’dir. Aslen Aksaraylıdır. O zaman Aksaray, Karaman eyâletine bağlı olduğu için, kendisine Karamânî nisbeti de verilmişir. Ayrıca evliyânın ve âlimlerin meşhûrlarından olan Cemâleddîn Aksarâyî’nin torunudur. Dedesine nisbetle “Cemâlî” denilmiş ve Ali Cemâlî ismiyle tanınmıştır. Evinin penceresinden bir zenbil sarkıtır, suâl soranlar, suâllerini bir kağıda yazıp zenbile koyardı. O da çekip suâllerin cevâbını yazar, zenbili tekrar sarkıtırdı. Bu sebeble “Zenbilli Ali Efendi” ismiyle meşhûr oldu. Doğum târihi bilinmemekte olup, 1526 (H. 932) senesinde İstanbul’da vefât etti. Türbesi Zeyrek yokuşundadır.</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Zenbilli Ali Efendi, ilim tahsîline memleketinde başlayıp, Alâeddîn Ali bin Hamza Karamânî'den ders aldı. <strong>Kudûrî Muhtasarı</strong>'nıve <strong>Nesefî Manzûmesi</strong>'niezberledi. Bu ilk tahsîlinden sonra İstanbul’a gitti. Orada, zamânın meşhûr âlimlerinden olan Molla Hüsrev’in derslerine devâm edip, ilim öğrendi. Sonra Molla Hüsrev, onu Bursa’ya gönderip, Sultan Medresesi müderrisi Hüsâmzâde Mevlânâ Muslihuddîn’den ders almasını tavsiye etti. Bu zâtın derslerine devâm edip, ondan aklî ve naklî ilimleri öğrendi. İlimde yetiştikten sonra hocası Mevlânâ Muslihuddîn, onu kendisine mu’îd (yardımcı müderris) seçti. Mevlânâ Muslihuddîn’in kızı ile evlenip dâmâdı oldu. Çeşitli medreselerde müderrislik yaptı.</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Fâtih Sultan Mehmed Hân devrinde, Edirne’de Taşlık Ali Bey Medresesine müderris tâyin edildi. Fakir olduğu öğrenilince, pâdişâh tarafından kendisine, bir mikdâr kıymetli elbise ile beş bin akçe ihsân olundu. 1477 (H.882) de, Edirne’de Beylerbeyi Medresesine, sonra Sirâciyye Medresesine geçti. Bu sırada kendisini çekemeyenlerin tutumları karşısında, müderrislikten istifâ edip, bir rivâyete göre Şeyh Muslihuddîn Ebü’l-Vefâ’ya, diğer bir rivâyete göre de, Halvetiyye büyüklerinden Şeyh Mes’ûdî Edirnevî’ye talebe olup tasavvufta kemâle geldi.</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Fâtih Sultan Mehmed Hânın vefâtından sonra, İkinci Bâyezîd Hân tarafından, Bursa Kaplıca Medresesine müderris tâyin edildi. İznik’de Orhan Gâzi, Bursa’da Murâd Gâzi medreselerinde de müderrislik yaptı. Daha sonra, İkinci Bâyezîd Medresesi müderrisliği ile Amasya müftîliği vazifelerinde bulundu. Bir ara hacca gitmek üzere Amasya’dan ayrıldı.</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Mekke’ye gitmek üzere yolaçıkıp, o sene Hicaz’da bâzı karışıklıkların çıkması sebebiyle, bir sene Mısır’da kalıp ertesi sene hac yaptı. Mısır’da kaldığı sırada oranın âlimleriyle görüşüp, ilmî incelemeler ve müzâkereler yaptı. Ertesi yıl hacca gitti. Hacda iken, Şeyhülislâm Efdalzâde Hamîdüddîn Efendi vefât edince, İkinci Bâyezîd Hân tarafından 1497 (H. 903)'de Şeyhulislâmlığa tâyin edildi. İkinci Bâyezîd Hân, Zenbilli Ali Cemâlî Efendi gelinceye kadar fetvâ işlerinin Sahn-ı semân Medresesi müderrisleri tarafından yürütülmesini emretti. Ayrıca yeni yapılmış olan Bâyezîd Medresesi müderrisliğinde de vazife verildi. Bundan sonra şeyhulislâmların, Bâyezîd Medresesinde müderrislik yapması âdet hâline geldi.</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Yavuz Sultan Selîm Hânın tahta çıkmasından sonra da vazifesine devâm eden Zenbilli Ali Efendi, hak severliliği ve doğruluğu ile dikkati çekmiştir. Pâdişâhın her hareketinde İslâmiyete uymasında yardımcı olmuştur. 1516 (H. 922) de yapılan seferler için fetvâ vermiştir.</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Zühdü, takvâsı, istikâmeti ve doğruluğu ile meşhûr olan Zenbilli Ali Efendi, dîne uymayan her çeşit hükme ve karara şiddetle karşı çıkardı. Yavuz Sultan Selîm Hânın, şiddetli hareketlerini bile teskine muvaffak oldu. Bir defâsında Yavuz Sultan Selim Hân Topkapı Sarayı hazînesi görevlilerinden yüz elli kişinin sorumsuz davranışlarından dolayı îdâmını emretmişti. Zenbilli Ali Efendi, bu kararı duyunca derhal Dîvân-ı hümâyûn’a koştu. Vezîrler ayağa kalkıp saygı ile karşıladılar ve baş köşeye oturttular. Şeyhülislâmın dîvâna gelmesi âdet olmadığından, niçin geldiğini sordular. Pâdişâhla görüşmek istediğini söyledi. Durum pâdişâha arzedildi. Yavuz Sultan Selîm Han, huzûruna girmesine izin verdi. Arz odasına girip selâm verdi. Pâdişâhın hürmet göstermesinden sonra, gösterilen yere oturdu. Sonra pâdişâha; “Fetvâ vazîfesinde (şeyhulislâmlıkda) bulunanların bir işi de, pâdişâhın âhiretini korumak, onları dînen hatâ olan şeylerden sakındırmaktır. Yüz elli kişinin îdâm edilmesine pâdişâh fermanı çıktığını duyduk, öldürülmeleri için, dînen bir sebep tesbit edilmiş değildir. Bunların af buyrulması ricâ olunur.” sözü üzerine kızan pâdişâh; “Bu iş saltanatın gereğidir. Âlimler böyle işlere karışırsa devlet idâresi kargaşaya uğrar. Sorumsuzluklara göz yummak, beğenilecek tutum değildir. Bu işlere karışmak sizin vazifeniz değildir.” dedi. Zenbilli Ali Efendi, Pâdişâhın bu sözleri karşısında; “Bu karar âhiretiniz ile ilgilidir ve buna karışmak da bizim vazifemizdir. Eğer affederseniz ne iyi ne güzeldir. Yoksa âhirette cezâya müstehak olursunuz.” Bu sözler, Pâdişâhın kızgınlığını yatıştırdı. “Affettik” diyerek lütuf gösterip, neşe ile sohbete başladı. Konuşma bittikten sonra, gitmek üzere ayağa kalkan Zenbilli Ali Efendi, Yavuz Sultan Selîm Hâna; “Âhiretiniz ile ilgili hizmeti yerine getirdim. Mürüvvet ile ilgili bir sözüm daha var.” dedi. Pâdişâh; “Onu da söyle.” deyince; “O sözüm de şudur ki, Pâdişâhın affına uğrayan o kişilerin, işlerinden el çektirilip, el açarak sokaklarda dolaşmaları, Pâdişâhlığın şânına lâyık mıdır?” dedi. Bunun üzerine Padişâh bunu da kabûl etti. Sultan Selim Hân; “Fakat bunlar vazifelerinde kusur ettikleri için, bunları tâzir edeceğim.” dedi. Zenbilli Ali buna karşı da; “Tâzir (azarlama) pâdişâhın reyine kalmıştır. Orasını siz bilirsiniz. Bizim arzumuzu kabûl etmeniz bize yeter.” dedi. Sonra teşekkür ederek pâdişâhın huzûrundan ayrıldı. Yavuz Sultan Selim Hân da onu medhederek uğurladı.</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Yavuz Sultan Selim Hân bir defâsında Edirne’ye gidiyordu. Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi de pâdişâhı uğurlamak üzere gelmişti. Pâdişâhı uğurlayıp dönerken dört yüz kişinin elleri bağlı îdâm edilmek üzere götürüldüklerini gördü. Bunların niçin îdâm edileceklerini sordu. Pâdişâh, ülkesinde ipek alınıp satılmasını yasaklamıştı. Bunlar bu yasağa uymadıkları için yakalandılar ve îdâm edilecekler dediler. Zenbilli Ali Efendi derhal geri dönüp, Yavuz Sultan Selim Hâna yetişti. “Bu elleri bağlı dört yüz kişinin öldürülmesi helâl değildir. Bu hususta Allah indinde sorumlu olursun. Sakın bunları îdâm ettirme!” dedi. Pâdişâh bu sözler karşısında kızıp; “Halkın üçte birinin ahvâlini düzeltmek için üçte ikisinin bile öldürülmesi câiz iken, böyle bir avuç kimsenin kanının dökülmesini çok görmek yersiz değil midir?” dedi. Zenbilli Ali Efendi; “Bu iş büyük bir kargaşada mübahdır, yapılabilir.” deyince, Pâdişâh; “Hükümdârın emrine karşı gelmekten daha büyük kargaşa olur mu?” dedi. Zenbilli Ali Efendi şöyle cevap verdi: “Bunlar senin emrine karşı gelmemişlerdir. Zîrâ senin ipek emîni tâyin etmen, ipeğin alınıp satılmasını gösterir. Bu bir ruhsattır, açıkça izin vermen demektir. İpek alınıp satılmayacaksa niye ipek emîni tâyin ettiniz, onun vazifesi nedir?” dedi. Pâdişâh ona; “Senin saltanat işlerine âit bu gibi şeylerde söz söylemen vazifen değildir!” dedi.</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Zenbilli Ali Efendi; “Bu husus âhiret işlerindendir. Buna karışmak benim vazifemdir.” diyerek selâm vermeden pâdişâhın yanından ayrılıp gitti. Bu durum pâdişâhı son derece kızdırdı. Bir müddet atının üstünde sessiz ve hareketsiz kalıp, derin bir düşünceye daldı. Sonra yürüdü. Yanında bulunanlar, pâdişâhın bu hâline şaşdılar. Pâdişâhın yanına toplanıp onu tâkib ettiler. Neticenin nereye varacağını düşünüyorlardı. </span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Pâdişâh Yavuz Sultan Selim Hân yolda meâlen; <strong>“Eğer affedersen, bu, takvâya daha yakındır.” </strong>buyurulan âyet-i kerîmeyi düşünerek, elleri bağlı dört yüz îdâm mahkumunu affetti. Edirne'ye varınca da Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendiye bir ferman gönderdi. Bu fermanda şöyle diyordu: “Dînî ve tıynî (yaratılış), istikâmetin (doğruluğun) mâlûmum olup, kazâ-yı tarafeyni cem ettim (Anadolu ve Rumeli kadıaskerliğini birleştirdim.) ve kelâm-ı Hakkı işitip uydum ve dahî seni oraya (bu iki kadıaskerliğe) nasbettim (tâyin ettim).” Böylece o dört yüz kişiyi affedip îdâm etmekten vazgeçtiğini ve Zenbilli Ali Efendiyi takdir edip, ayrıca ilmiye sınıfı için, şeyhülislâmlıktan sonra en yüksek makâm olan kadıaskerlik vazifesine, hem de her iki kadıaskerliği birleştirerek onu tâyin ettiğini bildirdi. </span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Zenbilli Ali Efendi bu teklifi önce nezâketen kabûl etti. Sonra da şöyle bir cevap yazıp gönderdi: “Velâkin hazret-i Hak ile ahdim vardır ki: Söz veya kaleminden (Hükmettim!..) kelimesi çıkmaya... Ol ahdimizi korumak yüzünden, vukû bulan kusurumuzu af buyurmak, bu duâcınızın sonsuz recâlarıdır...” Yavuz Sultan Selim Hân, Zenbilli Ali Efendinin dünyâya, dünyâ malına ve mevkiine rağbet etmediğini, âhirette kurtuluşu istediğini görerek çok sevindi ve ona beş yüz altın hediye gönderdi.</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Zenbilli Ali Efendi, Kânûnî Sultan Süleymân Hân devrinde de vazifesinde kalıp Rodos Seferine katıldı. Rodos’un fethinden sonra orada imâmlık ve hatîplik yapıp, İslâm müesseseleri kurdu.</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Zenbilli Ali Efendi; İkinci Bâyezîd Hân, Yavuz Sultan Selim Hân ve Kânûnî Sultan Süleymân Hân devrinde olmak üzere 24 sene şeyhülislâmlık yaptı. Ömrünü, ilme, talebe yetiştirmeye ve İslâma hizmete harcamış, kıymetli hizmetler yapmıştır. Üstün hâlleri, ahlâkı, başarılı hizmetleriyle meşhûr olup, tasavvufta da kemâle ermiştir. Kendisine “Mevlânâ Sûfî Ali Cemâlî” de denilmiştir.</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><strong>Şakâyık </strong>müellifi şöyle kaydetmiştir: “Zenbilli Ali Efendi ölüm döşeğinde iken, babamla birlikte ziyâretine gittik. Babamla gizli bir şeyler konuştular ve babam ağlamaya başladı. Ziyâretinden ayrıldıktan sonra babama, ağlamasının sebebini sordum. Vefât edeceğini, Mûsâ aleyhisselâmın rûhâniyetinin sabahleyin gelip, kendisini âhirete dâvet ettiğini söyledi.” dedi. Babam böyle deyince, ben de dayanamayıp gayri ihtiyâri ağladım.”</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Zenbilli Ali Efendinin <strong>El-Muhtârât </strong>adlı eseri, bir fıkıh kitabı olup, çok kıymetlidir. Bundan başka; <strong>Muhtasar-ul-Hidâye, Âdâb-ül-Evsiyâ </strong>ve <strong>Risâle fî Hakk-ıd-Deverân </strong>adlı eserleri vardır.</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">KARINCA VE SÜLEYMÂN</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Kânûnî Sultan Süleymân Hân, meyva ağaçlarını karıncaların sarması üzerine, karıncaları kırmak için meseleyi Zenbilli Ali Efendiye güzel bir beyitle sorar ve şöyle der:</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">“Dırahtı (ağacı) sarmış olsa eğer karınca</span></span></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Zarar var mı karıncayı kırınca.”</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Zenbilli Ali Efendi zarîf bir ifâde ile sorulan bu suâlin altına şu beyti yazarak cevap vermiştir:</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">“Yarın divânına Hakk’ın varınca</span></span></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px">Süleymân’dan alır hakkın karınca.”</span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><em>1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1166</em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><em>2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.302</em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><em>3) Mu’cem-ül-Müellifîn; c.7, s.25</em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><em>4) Devhat-ül-Meşâyıh; s.15</em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><em>5) Kâmûs-ul-A’lâm; c.4, s.3178</em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><em>6) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.742</em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><em>7) Keşf-üz-Zünûn; s.1624</em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><em>8) Tâc-üt-Tevârih; c.2, s.549</em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><em>9) Rehber Ansiklopedisi; c.18, s.289</em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><em>10) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.320</em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Verdana'"><span style="font-size: 10px"><em>11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.15, s.106</em></span></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Turab, post: 45793, member: 2"] [FONT=Verdana][SIZE=2] [B]ZENBİLLİ ALİ EFENDİ[/B] [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Osmanlı âlim ve velîlerinin meşhûrlarından. Sekizinci Osmanlı şeyhülislâmıdır. İsmi Ali olup, babasınınki Ahmed’dir. Lakabı, Alâeddîn el-Hanefî er-Rûmî’dir. Aslen Aksaraylıdır. O zaman Aksaray, Karaman eyâletine bağlı olduğu için, kendisine Karamânî nisbeti de verilmişir. Ayrıca evliyânın ve âlimlerin meşhûrlarından olan Cemâleddîn Aksarâyî’nin torunudur. Dedesine nisbetle “Cemâlî” denilmiş ve Ali Cemâlî ismiyle tanınmıştır. Evinin penceresinden bir zenbil sarkıtır, suâl soranlar, suâllerini bir kağıda yazıp zenbile koyardı. O da çekip suâllerin cevâbını yazar, zenbili tekrar sarkıtırdı. Bu sebeble “Zenbilli Ali Efendi” ismiyle meşhûr oldu. Doğum târihi bilinmemekte olup, 1526 (H. 932) senesinde İstanbul’da vefât etti. Türbesi Zeyrek yokuşundadır.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Zenbilli Ali Efendi, ilim tahsîline memleketinde başlayıp, Alâeddîn Ali bin Hamza Karamânî'den ders aldı. [B]Kudûrî Muhtasarı[/B]'nıve [B]Nesefî Manzûmesi[/B]'niezberledi. Bu ilk tahsîlinden sonra İstanbul’a gitti. Orada, zamânın meşhûr âlimlerinden olan Molla Hüsrev’in derslerine devâm edip, ilim öğrendi. Sonra Molla Hüsrev, onu Bursa’ya gönderip, Sultan Medresesi müderrisi Hüsâmzâde Mevlânâ Muslihuddîn’den ders almasını tavsiye etti. Bu zâtın derslerine devâm edip, ondan aklî ve naklî ilimleri öğrendi. İlimde yetiştikten sonra hocası Mevlânâ Muslihuddîn, onu kendisine mu’îd (yardımcı müderris) seçti. Mevlânâ Muslihuddîn’in kızı ile evlenip dâmâdı oldu. Çeşitli medreselerde müderrislik yaptı.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Fâtih Sultan Mehmed Hân devrinde, Edirne’de Taşlık Ali Bey Medresesine müderris tâyin edildi. Fakir olduğu öğrenilince, pâdişâh tarafından kendisine, bir mikdâr kıymetli elbise ile beş bin akçe ihsân olundu. 1477 (H.882) de, Edirne’de Beylerbeyi Medresesine, sonra Sirâciyye Medresesine geçti. Bu sırada kendisini çekemeyenlerin tutumları karşısında, müderrislikten istifâ edip, bir rivâyete göre Şeyh Muslihuddîn Ebü’l-Vefâ’ya, diğer bir rivâyete göre de, Halvetiyye büyüklerinden Şeyh Mes’ûdî Edirnevî’ye talebe olup tasavvufta kemâle geldi.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Fâtih Sultan Mehmed Hânın vefâtından sonra, İkinci Bâyezîd Hân tarafından, Bursa Kaplıca Medresesine müderris tâyin edildi. İznik’de Orhan Gâzi, Bursa’da Murâd Gâzi medreselerinde de müderrislik yaptı. Daha sonra, İkinci Bâyezîd Medresesi müderrisliği ile Amasya müftîliği vazifelerinde bulundu. Bir ara hacca gitmek üzere Amasya’dan ayrıldı.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Mekke’ye gitmek üzere yolaçıkıp, o sene Hicaz’da bâzı karışıklıkların çıkması sebebiyle, bir sene Mısır’da kalıp ertesi sene hac yaptı. Mısır’da kaldığı sırada oranın âlimleriyle görüşüp, ilmî incelemeler ve müzâkereler yaptı. Ertesi yıl hacca gitti. Hacda iken, Şeyhülislâm Efdalzâde Hamîdüddîn Efendi vefât edince, İkinci Bâyezîd Hân tarafından 1497 (H. 903)'de Şeyhulislâmlığa tâyin edildi. İkinci Bâyezîd Hân, Zenbilli Ali Cemâlî Efendi gelinceye kadar fetvâ işlerinin Sahn-ı semân Medresesi müderrisleri tarafından yürütülmesini emretti. Ayrıca yeni yapılmış olan Bâyezîd Medresesi müderrisliğinde de vazife verildi. Bundan sonra şeyhulislâmların, Bâyezîd Medresesinde müderrislik yapması âdet hâline geldi.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Yavuz Sultan Selîm Hânın tahta çıkmasından sonra da vazifesine devâm eden Zenbilli Ali Efendi, hak severliliği ve doğruluğu ile dikkati çekmiştir. Pâdişâhın her hareketinde İslâmiyete uymasında yardımcı olmuştur. 1516 (H. 922) de yapılan seferler için fetvâ vermiştir.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Zühdü, takvâsı, istikâmeti ve doğruluğu ile meşhûr olan Zenbilli Ali Efendi, dîne uymayan her çeşit hükme ve karara şiddetle karşı çıkardı. Yavuz Sultan Selîm Hânın, şiddetli hareketlerini bile teskine muvaffak oldu. Bir defâsında Yavuz Sultan Selim Hân Topkapı Sarayı hazînesi görevlilerinden yüz elli kişinin sorumsuz davranışlarından dolayı îdâmını emretmişti. Zenbilli Ali Efendi, bu kararı duyunca derhal Dîvân-ı hümâyûn’a koştu. Vezîrler ayağa kalkıp saygı ile karşıladılar ve baş köşeye oturttular. Şeyhülislâmın dîvâna gelmesi âdet olmadığından, niçin geldiğini sordular. Pâdişâhla görüşmek istediğini söyledi. Durum pâdişâha arzedildi. Yavuz Sultan Selîm Han, huzûruna girmesine izin verdi. Arz odasına girip selâm verdi. Pâdişâhın hürmet göstermesinden sonra, gösterilen yere oturdu. Sonra pâdişâha; “Fetvâ vazîfesinde (şeyhulislâmlıkda) bulunanların bir işi de, pâdişâhın âhiretini korumak, onları dînen hatâ olan şeylerden sakındırmaktır. Yüz elli kişinin îdâm edilmesine pâdişâh fermanı çıktığını duyduk, öldürülmeleri için, dînen bir sebep tesbit edilmiş değildir. Bunların af buyrulması ricâ olunur.” sözü üzerine kızan pâdişâh; “Bu iş saltanatın gereğidir. Âlimler böyle işlere karışırsa devlet idâresi kargaşaya uğrar. Sorumsuzluklara göz yummak, beğenilecek tutum değildir. Bu işlere karışmak sizin vazifeniz değildir.” dedi. Zenbilli Ali Efendi, Pâdişâhın bu sözleri karşısında; “Bu karar âhiretiniz ile ilgilidir ve buna karışmak da bizim vazifemizdir. Eğer affederseniz ne iyi ne güzeldir. Yoksa âhirette cezâya müstehak olursunuz.” Bu sözler, Pâdişâhın kızgınlığını yatıştırdı. “Affettik” diyerek lütuf gösterip, neşe ile sohbete başladı. Konuşma bittikten sonra, gitmek üzere ayağa kalkan Zenbilli Ali Efendi, Yavuz Sultan Selîm Hâna; “Âhiretiniz ile ilgili hizmeti yerine getirdim. Mürüvvet ile ilgili bir sözüm daha var.” dedi. Pâdişâh; “Onu da söyle.” deyince; “O sözüm de şudur ki, Pâdişâhın affına uğrayan o kişilerin, işlerinden el çektirilip, el açarak sokaklarda dolaşmaları, Pâdişâhlığın şânına lâyık mıdır?” dedi. Bunun üzerine Padişâh bunu da kabûl etti. Sultan Selim Hân; “Fakat bunlar vazifelerinde kusur ettikleri için, bunları tâzir edeceğim.” dedi. Zenbilli Ali buna karşı da; “Tâzir (azarlama) pâdişâhın reyine kalmıştır. Orasını siz bilirsiniz. Bizim arzumuzu kabûl etmeniz bize yeter.” dedi. Sonra teşekkür ederek pâdişâhın huzûrundan ayrıldı. Yavuz Sultan Selim Hân da onu medhederek uğurladı.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Yavuz Sultan Selim Hân bir defâsında Edirne’ye gidiyordu. Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi de pâdişâhı uğurlamak üzere gelmişti. Pâdişâhı uğurlayıp dönerken dört yüz kişinin elleri bağlı îdâm edilmek üzere götürüldüklerini gördü. Bunların niçin îdâm edileceklerini sordu. Pâdişâh, ülkesinde ipek alınıp satılmasını yasaklamıştı. Bunlar bu yasağa uymadıkları için yakalandılar ve îdâm edilecekler dediler. Zenbilli Ali Efendi derhal geri dönüp, Yavuz Sultan Selim Hâna yetişti. “Bu elleri bağlı dört yüz kişinin öldürülmesi helâl değildir. Bu hususta Allah indinde sorumlu olursun. Sakın bunları îdâm ettirme!” dedi. Pâdişâh bu sözler karşısında kızıp; “Halkın üçte birinin ahvâlini düzeltmek için üçte ikisinin bile öldürülmesi câiz iken, böyle bir avuç kimsenin kanının dökülmesini çok görmek yersiz değil midir?” dedi. Zenbilli Ali Efendi; “Bu iş büyük bir kargaşada mübahdır, yapılabilir.” deyince, Pâdişâh; “Hükümdârın emrine karşı gelmekten daha büyük kargaşa olur mu?” dedi. Zenbilli Ali Efendi şöyle cevap verdi: “Bunlar senin emrine karşı gelmemişlerdir. Zîrâ senin ipek emîni tâyin etmen, ipeğin alınıp satılmasını gösterir. Bu bir ruhsattır, açıkça izin vermen demektir. İpek alınıp satılmayacaksa niye ipek emîni tâyin ettiniz, onun vazifesi nedir?” dedi. Pâdişâh ona; “Senin saltanat işlerine âit bu gibi şeylerde söz söylemen vazifen değildir!” dedi.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Zenbilli Ali Efendi; “Bu husus âhiret işlerindendir. Buna karışmak benim vazifemdir.” diyerek selâm vermeden pâdişâhın yanından ayrılıp gitti. Bu durum pâdişâhı son derece kızdırdı. Bir müddet atının üstünde sessiz ve hareketsiz kalıp, derin bir düşünceye daldı. Sonra yürüdü. Yanında bulunanlar, pâdişâhın bu hâline şaşdılar. Pâdişâhın yanına toplanıp onu tâkib ettiler. Neticenin nereye varacağını düşünüyorlardı. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Pâdişâh Yavuz Sultan Selim Hân yolda meâlen; [B]“Eğer affedersen, bu, takvâya daha yakındır.” [/B]buyurulan âyet-i kerîmeyi düşünerek, elleri bağlı dört yüz îdâm mahkumunu affetti. Edirne'ye varınca da Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendiye bir ferman gönderdi. Bu fermanda şöyle diyordu: “Dînî ve tıynî (yaratılış), istikâmetin (doğruluğun) mâlûmum olup, kazâ-yı tarafeyni cem ettim (Anadolu ve Rumeli kadıaskerliğini birleştirdim.) ve kelâm-ı Hakkı işitip uydum ve dahî seni oraya (bu iki kadıaskerliğe) nasbettim (tâyin ettim).” Böylece o dört yüz kişiyi affedip îdâm etmekten vazgeçtiğini ve Zenbilli Ali Efendiyi takdir edip, ayrıca ilmiye sınıfı için, şeyhülislâmlıktan sonra en yüksek makâm olan kadıaskerlik vazifesine, hem de her iki kadıaskerliği birleştirerek onu tâyin ettiğini bildirdi. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Zenbilli Ali Efendi bu teklifi önce nezâketen kabûl etti. Sonra da şöyle bir cevap yazıp gönderdi: “Velâkin hazret-i Hak ile ahdim vardır ki: Söz veya kaleminden (Hükmettim!..) kelimesi çıkmaya... Ol ahdimizi korumak yüzünden, vukû bulan kusurumuzu af buyurmak, bu duâcınızın sonsuz recâlarıdır...” Yavuz Sultan Selim Hân, Zenbilli Ali Efendinin dünyâya, dünyâ malına ve mevkiine rağbet etmediğini, âhirette kurtuluşu istediğini görerek çok sevindi ve ona beş yüz altın hediye gönderdi.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Zenbilli Ali Efendi, Kânûnî Sultan Süleymân Hân devrinde de vazifesinde kalıp Rodos Seferine katıldı. Rodos’un fethinden sonra orada imâmlık ve hatîplik yapıp, İslâm müesseseleri kurdu.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Zenbilli Ali Efendi; İkinci Bâyezîd Hân, Yavuz Sultan Selim Hân ve Kânûnî Sultan Süleymân Hân devrinde olmak üzere 24 sene şeyhülislâmlık yaptı. Ömrünü, ilme, talebe yetiştirmeye ve İslâma hizmete harcamış, kıymetli hizmetler yapmıştır. Üstün hâlleri, ahlâkı, başarılı hizmetleriyle meşhûr olup, tasavvufta da kemâle ermiştir. Kendisine “Mevlânâ Sûfî Ali Cemâlî” de denilmiştir.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2][B]Şakâyık [/B]müellifi şöyle kaydetmiştir: “Zenbilli Ali Efendi ölüm döşeğinde iken, babamla birlikte ziyâretine gittik. Babamla gizli bir şeyler konuştular ve babam ağlamaya başladı. Ziyâretinden ayrıldıktan sonra babama, ağlamasının sebebini sordum. Vefât edeceğini, Mûsâ aleyhisselâmın rûhâniyetinin sabahleyin gelip, kendisini âhirete dâvet ettiğini söyledi.” dedi. Babam böyle deyince, ben de dayanamayıp gayri ihtiyâri ağladım.”[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Zenbilli Ali Efendinin [B]El-Muhtârât [/B]adlı eseri, bir fıkıh kitabı olup, çok kıymetlidir. Bundan başka; [B]Muhtasar-ul-Hidâye, Âdâb-ül-Evsiyâ [/B]ve [B]Risâle fî Hakk-ıd-Deverân [/B]adlı eserleri vardır.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]KARINCA VE SÜLEYMÂN[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Kânûnî Sultan Süleymân Hân, meyva ağaçlarını karıncaların sarması üzerine, karıncaları kırmak için meseleyi Zenbilli Ali Efendiye güzel bir beyitle sorar ve şöyle der:[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]“Dırahtı (ağacı) sarmış olsa eğer karınca[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Zarar var mı karıncayı kırınca.”[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Zenbilli Ali Efendi zarîf bir ifâde ile sorulan bu suâlin altına şu beyti yazarak cevap vermiştir:[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]“Yarın divânına Hakk’ın varınca[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2]Süleymân’dan alır hakkın karınca.”[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2][I]1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1166[/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2][I]2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.302[/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2][I]3) Mu’cem-ül-Müellifîn; c.7, s.25[/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2][I]4) Devhat-ül-Meşâyıh; s.15[/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2][I]5) Kâmûs-ul-A’lâm; c.4, s.3178[/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2][I]6) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.742[/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2][I]7) Keşf-üz-Zünûn; s.1624[/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2][I]8) Tâc-üt-Tevârih; c.2, s.549[/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2][I]9) Rehber Ansiklopedisi; c.18, s.289[/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2][I]10) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.320[/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana][SIZE=2][I]11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.15, s.106[/I][/SIZE][/FONT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün ilk namazı hangi namazdır
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Sahabe,Tabiin ve Evliyalar
İslam Büyükleri/Allah Dostları
Zenbilli Ali Efendi
Üst
Alt