- Katılım
- 8 Ağustos 2011
- Mesajlar
- 457
- Tepkime puanı
- 5
Yusuf Sûresi'nden çıkarılacak önemli sonuçlar vardır:
a) Gerek Yûsuf'un, gerek zindandaki arkadaşlarının ve gerekse de kralın; gördükleri rüyaların yorumunu sorma gereği duymalarından o dönemde rüya tabiri konusundaki ilmin ileri seviyede olduğunu görüyoruz. Her peygamber toplumunun ileri seviyede olduğu alanlarda onlardan daha üstün bilgilerle donatılıp peygamberlikleri desteklenmesi gözönünde bulundurulursa Hz. Yûsuf'un rüya tabiri ilminde ileri olması daha kolay anlaşılır.
b) İnsan günaha meyillidir, Allah'ın koruması olmazsa kendi gücüyle ondan sakınması çok zordur. Nitekim kralın karısı onu odaya kapattığı ve "gelsene" dediği zaman Rabbinin (zinayı yasaklayan) burhanını görmeseydi o da onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o seçilmiş kullarımızdan biriydi" (24).
c) Allah peygamberleri günahtan korur, onlara fırsat vermez.d) Yûsuf'un kadınlardan kurtulmak için zindanı tercih etmesi müslüman için en güzel bir örnektir. Günaha girmektense acıya, işkenceye katlanmak gerekir.
e) Müslüman en zor şartlarda dahi tebliğ görevini yürütmeli, psikolojik ve ekonomik sorunlarını bahane ederek bu konudaki görevini ihmal etmemeli; Hz. Yûsuf'un zindandaki durumunu örnek almalıdır.
f) Peygamber de olsa, insanın nefsi masum değildir, sürekli kötülüğü emreder. Ancak onların kötülük yapmamaları kendi nefislerinin temiz olmasından değil, Allah'ın onları koruması nedeniyledir. Nitekim Yûsuf, "Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis Rabbimin esirgediği dışında var gücüyle kötülüğü emreder..." (53) demekle bu gerçeği dile getirmiştir.
g) Üzerinde en çok tartışılan diğer bir konu da, Hz. Yûsuf'un gayri islâmî bir devlette görev almasının nasıl mümkün olduğu, bunun caiz olup olmadığıdır. Bir kez Hz. Yûsuf peygamberdi; peygamberler ise sadece tebliğci değildir, onların asıl görevi yeryüzünde iktidarı ele alıp adaletle yönetmektir. Hz. Yûsuf'un da görevi buydu.Ancak Yûsuf, kâfir bir devletin kanunlarını yürütmekle görevli bir bakan veya memur muydu yoksa o bütün gücü elinde bulunduran istediği zaman kendi inancının gerektirdiği kanunları yürürlüğe koyabilecek bir hükümdar mıydı?
Tahta oturması (100), kendisine melik denmesi (72), kendisine melikliği bahşettiği için Allah'a şükretmesi (101), ülkede istediğini yapma hakkının olması (56), onun düşük seviyede bir danışman ya da bakan değil, tüm yetkileri elinde toplayan bir kral olduğunu göstermektedir. Ona bu yetkileri veren eski hükümdar ise kendisini bir bakıma emekli edip bir kenara çekilmiş, göstermelik bir "hükümdar" konumunda kalmıştır.
Yetki ise Hz. Yûsuf'un elindedir. O hükümdardan yetki istemekle küfür kanunlarını icra etmek değil, yeryüzünde Allah'ın adaletini gerçekleştirmek istiyordu; tahta geçmeyi, saltanat sürmeyi, dünyevî arzu ve heveslerini tatmin etmeyi düşünmemişti.Bazı müslümanlar Hz. Yûsuf'u örnek göstererek küfür kanunlarıyla yönetilen bir ülkede bu kanunların icrasında görev almanın helal olduğunu savunabiliyor, kendi görüşlerine destek olarak da Hz. Yûsuf'un olayını çarpıtıyorlar. Üstad Mevdudî'nin deyimiyle,
"Doğrusu bu âyeti böyle yorumlayan müslümanların Hz. Yûsuf'un manevî şahsını olmayacak derekelere düşürmeleri tam bir saçmalıktır. Bu durumlarıyla kendileri, bozulma dönemlerinde yahudilerin geliştirdikleri zihniyetin bir benzerine saplanmış olmaktadırlar. Ahlâk ve maneviyatları çökmeye başladığında yahudiler kendi düşük karakterlerini haklı göstermek için ve daha da alçalmaya mazeret katmak için nebi ve velileri düşük karakterli insanlar olarak resmetmeye başlamışlardı.
Aynı şekilde gayrimüslim hükümetlerin yönetimi altına giren kimi müslümanlar, bu yönetime hizmet etmek istemişler fakat İslâm'ın talimatı ve müslüman atalarının sergilediği örnekler önlerine dikilmiş ve utanmışlardı. Bu yüzden şuurlarını pasif hale getirmek suretiyle bu âyetin hakiki anlamından sarfı nazar ettiler ve peygamberin gayriislâmî kanunlarla yönetilen bir ülkenin gayrimüslim yöneticisine hizmet etmek azmiyle memuriyet peşine düştüğü şeklinde saptırdılar.
Oysa peygamberin kendi kıssası bize öyle bir hisse vermedi ki, tek bir müslümanın bile yalnız başına, islâmî safvetiyle, imanı, aklı ve hikmetiyle tüm bir ülkede islâmî bir inkılap oluşturabileceğini; gerçek bir mü'minin, ahlâkî seciyesini gerektiği gibi,kullanarak, bütün bir ülkeyi ordusuz, cephanesiz ve donanımsız fethedebileceğini öğretmektedir" (Tefhîmü'l-Kur'an, Mevdudî, 2, 443).h)
Yukarıda da izah edildiği gibi Hz. Yûsuf'un babasının annesinin ve kardeşlerinin ona secde etmeleri yanlış yorumlanıp Allah'tan başkalarına (büyüklere, hükümdarlara) önlerinde kapanarak secde edilebilir sonucu çıkarılamaz. Oradaki "sücceden" kelimesi saygıyla selâmlamak' demektir.
ı) Hz. Yakub'un oğlunun kokusunu çok uzaklardan duyması ya da gömleği yüzüne sürünce gözlerinin iyileşmesinde yadırganacak birşey yoktur. Bir kere Allah isterse en olmayacak gibi görünen şeyleri kendi gücüyle oldurur. Diğer yönden, bilimsel olarak da her iki olay mümkündür.
Fedakâr KIZMAZ
a) Gerek Yûsuf'un, gerek zindandaki arkadaşlarının ve gerekse de kralın; gördükleri rüyaların yorumunu sorma gereği duymalarından o dönemde rüya tabiri konusundaki ilmin ileri seviyede olduğunu görüyoruz. Her peygamber toplumunun ileri seviyede olduğu alanlarda onlardan daha üstün bilgilerle donatılıp peygamberlikleri desteklenmesi gözönünde bulundurulursa Hz. Yûsuf'un rüya tabiri ilminde ileri olması daha kolay anlaşılır.
b) İnsan günaha meyillidir, Allah'ın koruması olmazsa kendi gücüyle ondan sakınması çok zordur. Nitekim kralın karısı onu odaya kapattığı ve "gelsene" dediği zaman Rabbinin (zinayı yasaklayan) burhanını görmeseydi o da onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o seçilmiş kullarımızdan biriydi" (24).
c) Allah peygamberleri günahtan korur, onlara fırsat vermez.d) Yûsuf'un kadınlardan kurtulmak için zindanı tercih etmesi müslüman için en güzel bir örnektir. Günaha girmektense acıya, işkenceye katlanmak gerekir.
e) Müslüman en zor şartlarda dahi tebliğ görevini yürütmeli, psikolojik ve ekonomik sorunlarını bahane ederek bu konudaki görevini ihmal etmemeli; Hz. Yûsuf'un zindandaki durumunu örnek almalıdır.
f) Peygamber de olsa, insanın nefsi masum değildir, sürekli kötülüğü emreder. Ancak onların kötülük yapmamaları kendi nefislerinin temiz olmasından değil, Allah'ın onları koruması nedeniyledir. Nitekim Yûsuf, "Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis Rabbimin esirgediği dışında var gücüyle kötülüğü emreder..." (53) demekle bu gerçeği dile getirmiştir.
g) Üzerinde en çok tartışılan diğer bir konu da, Hz. Yûsuf'un gayri islâmî bir devlette görev almasının nasıl mümkün olduğu, bunun caiz olup olmadığıdır. Bir kez Hz. Yûsuf peygamberdi; peygamberler ise sadece tebliğci değildir, onların asıl görevi yeryüzünde iktidarı ele alıp adaletle yönetmektir. Hz. Yûsuf'un da görevi buydu.Ancak Yûsuf, kâfir bir devletin kanunlarını yürütmekle görevli bir bakan veya memur muydu yoksa o bütün gücü elinde bulunduran istediği zaman kendi inancının gerektirdiği kanunları yürürlüğe koyabilecek bir hükümdar mıydı?
Tahta oturması (100), kendisine melik denmesi (72), kendisine melikliği bahşettiği için Allah'a şükretmesi (101), ülkede istediğini yapma hakkının olması (56), onun düşük seviyede bir danışman ya da bakan değil, tüm yetkileri elinde toplayan bir kral olduğunu göstermektedir. Ona bu yetkileri veren eski hükümdar ise kendisini bir bakıma emekli edip bir kenara çekilmiş, göstermelik bir "hükümdar" konumunda kalmıştır.
Yetki ise Hz. Yûsuf'un elindedir. O hükümdardan yetki istemekle küfür kanunlarını icra etmek değil, yeryüzünde Allah'ın adaletini gerçekleştirmek istiyordu; tahta geçmeyi, saltanat sürmeyi, dünyevî arzu ve heveslerini tatmin etmeyi düşünmemişti.Bazı müslümanlar Hz. Yûsuf'u örnek göstererek küfür kanunlarıyla yönetilen bir ülkede bu kanunların icrasında görev almanın helal olduğunu savunabiliyor, kendi görüşlerine destek olarak da Hz. Yûsuf'un olayını çarpıtıyorlar. Üstad Mevdudî'nin deyimiyle,
"Doğrusu bu âyeti böyle yorumlayan müslümanların Hz. Yûsuf'un manevî şahsını olmayacak derekelere düşürmeleri tam bir saçmalıktır. Bu durumlarıyla kendileri, bozulma dönemlerinde yahudilerin geliştirdikleri zihniyetin bir benzerine saplanmış olmaktadırlar. Ahlâk ve maneviyatları çökmeye başladığında yahudiler kendi düşük karakterlerini haklı göstermek için ve daha da alçalmaya mazeret katmak için nebi ve velileri düşük karakterli insanlar olarak resmetmeye başlamışlardı.
Aynı şekilde gayrimüslim hükümetlerin yönetimi altına giren kimi müslümanlar, bu yönetime hizmet etmek istemişler fakat İslâm'ın talimatı ve müslüman atalarının sergilediği örnekler önlerine dikilmiş ve utanmışlardı. Bu yüzden şuurlarını pasif hale getirmek suretiyle bu âyetin hakiki anlamından sarfı nazar ettiler ve peygamberin gayriislâmî kanunlarla yönetilen bir ülkenin gayrimüslim yöneticisine hizmet etmek azmiyle memuriyet peşine düştüğü şeklinde saptırdılar.
Oysa peygamberin kendi kıssası bize öyle bir hisse vermedi ki, tek bir müslümanın bile yalnız başına, islâmî safvetiyle, imanı, aklı ve hikmetiyle tüm bir ülkede islâmî bir inkılap oluşturabileceğini; gerçek bir mü'minin, ahlâkî seciyesini gerektiği gibi,kullanarak, bütün bir ülkeyi ordusuz, cephanesiz ve donanımsız fethedebileceğini öğretmektedir" (Tefhîmü'l-Kur'an, Mevdudî, 2, 443).h)
Yukarıda da izah edildiği gibi Hz. Yûsuf'un babasının annesinin ve kardeşlerinin ona secde etmeleri yanlış yorumlanıp Allah'tan başkalarına (büyüklere, hükümdarlara) önlerinde kapanarak secde edilebilir sonucu çıkarılamaz. Oradaki "sücceden" kelimesi saygıyla selâmlamak' demektir.
ı) Hz. Yakub'un oğlunun kokusunu çok uzaklardan duyması ya da gömleği yüzüne sürünce gözlerinin iyileşmesinde yadırganacak birşey yoktur. Bir kere Allah isterse en olmayacak gibi görünen şeyleri kendi gücüyle oldurur. Diğer yönden, bilimsel olarak da her iki olay mümkündür.
Fedakâr KIZMAZ