- Katılım
- 12 Mart 2011
- Mesajlar
- 307
- Tepkime puanı
- 9
En zor şeydir tek başına kalmak. Seni anlamayanlar içinde kendi fikrinle kor kor yanıp tutuşmak. Sağında solunda ümidi fersiz, gönlü nefessiz insanlarla bir arada bulunmak... Doğru bildiğin yolda yalnız başına da olsan korkmadan yürümelisin, ama bu, zorların zoru bir hamle ve aksiyondur.... İnsanların birbirlerinden güç almaları en normal hâdisedir. Ama dehalar için bu lütuf azdır. Onlara kendi iç dünyalarında bir rahmet esintisi gönderildiği için, dıştan etkilenme ve potansiyel kazanma pek verilmemiştir. .
Belki hâdiseleri okuma ve onları yorumlama kabiliyeti bunu aşan bir özellik olarak onları dış dünyadaki çiçeklerin balından faydalanmaya yönlendirir..
Ama safdil bir şekilde onlar dış dünyada her söylenene kanmazlar... Fikir imbiğinden, düşünce süzgecinden geçirirler söylenenleri.. Bu ne güzide bir seviyedir. Ama sadece zirvelere verilir..
Kendi kendimizi kritiğe tâbi tutabildiğimiz ölçüde yalnızlık kulvarında yol alabiliriz. Yoksa daima dıştan gelen tesirlere ve insanların tenkitlerine ihtiyaç içinde kıvranırız.
İnsan elbette başkalarının tenkitlerine ihtiyaç içinde bir Ömür yaşar. Ama bu müspet tenkit olursa insana yarar sağlar. Yıkıcı ve yara açıcı tenkitler insanlann şevkini kırmaktan başka bir İşleve sahip değildir...
Başkalarının kinci ve zarar verici tenkitlerine karşı insanın içinde her zaman bir kalkan olmalıdır. Bu da sabırdan başka bir şey değildir. Zira hiç bilinmedik ve umulmadık bir anda bu tenkit okları gelip sineye saplanabilir.
Bunları çıkarmak vakti bile insan için zarara işleyen bir süredir. Hemen o zehirli oklardan kurtulmasını bilmeyen bir insanın sık sık menfi tenkitlere kulak asma hastalığı bir gün onu tamamen güçten ve takatten düşürür ve yorgun bir yolcu hâline getirir.
Bence insanın kalbinin böyle tenkitlere karşı nasır bağlamış bir yönü olmalı.. Bu bir zırh gibi, kabuk gibi bir şey olarak düşünülebilir... Böyle tenkitleri hissettiğinde insan o yuvanın içine gizlenmelidir. Hassasiyetine gelen darbeler ve bunların çoğalması bir zaman gelir dayanılmaz acılar vermeye başlar. İşte bu acılar bir müddet sonra insanı hiçbir tenkite kulak asmama duyarsızlığına doğru iter. Bu tehlikeli bir yanlışlıktır. Zira insan müspet tenkit için devamlı, bir yönünü hassas tutmalı ve o cihetten gelecek onarma hamlelerine ve acil müdahalelere karşı hüşyar bir şekilde beklemeli... Zira insanı toplumdan ve dostlarının müspet tenkitlerinden ayrı düşünmek yersiz bir düşüncedir.
Pek âlâ, çevrede hiçbir dostu kalmamış veya böyle bir bölgede yalnızlık kulvarına düşmüş bir insan ne yapmalı.. Ya hayat koşusuna devam edecek, gönül ve fikir adalelerini sağlam tutacak ya da bir özürlü gibi kenara çekilip tamamen ölüme gitmenin veya çökmenin zamanını bekleyecek...
Bence bu hayat yarışı insana böyle bir bekleyiş toleransı tanımayacaktır. Kenara çekilen İnsan, hacil bir duruma düşer. Ve yenilgilerin en fecisine duçar olur... Bu sebepten yalnız dahi olsa, hayat yolundaki vazifesine devam etmeli insan. Adımlarını daha sağlam atmalı ve hedefe varmak için kanatlanmalı. Daha bir şevkli, daha bir güçlü ve heyecanlı yürümeli bu çetin yolu..
Şevkini yitirmek bazen iç kuruluğunun bir işaretidir. Şevki kıran kişinin sözü buna bir bahanedir. Filizlenme cehdi ve potansiyeli olan bir tohumu hangi fırtına, hangi sel kurutup çürütebilir. Metafizik bir buse kondurulmuş hangi çekirdek hangi rüzgârın kahir pençesinde yokluğun bağrına sürüklenir. Asla böyle bir şey mümkün değildir.. İlâhî nefha insan ruhuna üflendiyse asla kişinin nefesi ve soluğu, dirilişe ait sözü, sazı kesilmez...
Bir de insan bu yolda fazla septik olmamalı.. Başkalarının kendine kötülük yapmaya çalıştığı vehmi, hayat yolunun en feci bir mikrobudur ki insanı çok kısa sürede hasta eder ve dermansız bırakır. Her insanın kendinin iyiliğini düşündüğünü zannetmek de belki bir safdilliktir ama, evvelki gibi zararlı bir mikrop değildir. Hiç olmazsa bütün kanatlar kırılsa ve dökülse sevgi kanatları onu menzile ulaştırır ve dehasının meyvelerini geçtiği yollara serpmeye vesile olur...
Yalnızlık kulvarından koşusuna devam eden insan bu kulvara lüzumsuz bir şekilde kendini ittiyse, bence makbul bir yol alma şekli değildir bu... Hani Lut (a.s)'un, İbrahim (a.s)'in yalnızlığı, Nuh (a.s)'un kimsesizliği gibi bir şey olursa belki mazur görülebilir... Bütün sebepleri yoklayıp, bütün gücünü sarfedip doğru düşüncesine inanacak ve fikirlerini paylaşacak bir dost bulmak için gayret gösterdikten sonra bence Ebu Zerlik hiçbir zaman zararlı bir şey değildir. Lâkin sık sık bu iklime girmek için hayat, insanı itekler durur. Bu, her insana, az çok, hayat yolunda olan bir şeydir.
Küçük hâdiseler, basit olaylar ve minik üzüntüler insanı yeis kuyusuna atmamalı ve yalnızlığın girdabına yuvarlamamalı...
En son, acıların dayanamayacağı bir anda, nefesinin kesilmeye yüz tuttuğu ve ancak kendine yetecek kadar bir soluğu kaldığını hissettiği bir demde insan kenara çekilip iç dünyasının tam kurumasına engel olmalı.. Bu kenara çekiliş ruhun dermansız kalmasıyla ve kan kaybının artmasıyla ortaya çıkan bir geri hamledir. Bir inziva gibi, bir kendini yenileme gibi bir zaman kazanma hamlesi olarak görmeli bunu.. Yoksa insan kendine ait zaman ve zemini bulduğu anda, havaya bakıp tohum ekmeye çıkan çiftçiler gibi hemen toplum içine girmeli ve kalplere, ruhlara İyilik ve güzellik tohumlarından ekmeye başlamalı... Fakat buna rağmen seni dinlemeyen ve fikrine itibar etmeyenlerin toplumun tamamını teşkil ettiği bir zeminde 'doğru bildiğin yolda yalnız yürümekten korkma' prensibini asla unutmamalı ve kor kor yanan düşünceleriyle başbaşa çileli bir ömür sürmesini bilmelidir...
Belki hâdiseleri okuma ve onları yorumlama kabiliyeti bunu aşan bir özellik olarak onları dış dünyadaki çiçeklerin balından faydalanmaya yönlendirir..
Ama safdil bir şekilde onlar dış dünyada her söylenene kanmazlar... Fikir imbiğinden, düşünce süzgecinden geçirirler söylenenleri.. Bu ne güzide bir seviyedir. Ama sadece zirvelere verilir..
Kendi kendimizi kritiğe tâbi tutabildiğimiz ölçüde yalnızlık kulvarında yol alabiliriz. Yoksa daima dıştan gelen tesirlere ve insanların tenkitlerine ihtiyaç içinde kıvranırız.
İnsan elbette başkalarının tenkitlerine ihtiyaç içinde bir Ömür yaşar. Ama bu müspet tenkit olursa insana yarar sağlar. Yıkıcı ve yara açıcı tenkitler insanlann şevkini kırmaktan başka bir İşleve sahip değildir...
Başkalarının kinci ve zarar verici tenkitlerine karşı insanın içinde her zaman bir kalkan olmalıdır. Bu da sabırdan başka bir şey değildir. Zira hiç bilinmedik ve umulmadık bir anda bu tenkit okları gelip sineye saplanabilir.
Bunları çıkarmak vakti bile insan için zarara işleyen bir süredir. Hemen o zehirli oklardan kurtulmasını bilmeyen bir insanın sık sık menfi tenkitlere kulak asma hastalığı bir gün onu tamamen güçten ve takatten düşürür ve yorgun bir yolcu hâline getirir.
Bence insanın kalbinin böyle tenkitlere karşı nasır bağlamış bir yönü olmalı.. Bu bir zırh gibi, kabuk gibi bir şey olarak düşünülebilir... Böyle tenkitleri hissettiğinde insan o yuvanın içine gizlenmelidir. Hassasiyetine gelen darbeler ve bunların çoğalması bir zaman gelir dayanılmaz acılar vermeye başlar. İşte bu acılar bir müddet sonra insanı hiçbir tenkite kulak asmama duyarsızlığına doğru iter. Bu tehlikeli bir yanlışlıktır. Zira insan müspet tenkit için devamlı, bir yönünü hassas tutmalı ve o cihetten gelecek onarma hamlelerine ve acil müdahalelere karşı hüşyar bir şekilde beklemeli... Zira insanı toplumdan ve dostlarının müspet tenkitlerinden ayrı düşünmek yersiz bir düşüncedir.
Pek âlâ, çevrede hiçbir dostu kalmamış veya böyle bir bölgede yalnızlık kulvarına düşmüş bir insan ne yapmalı.. Ya hayat koşusuna devam edecek, gönül ve fikir adalelerini sağlam tutacak ya da bir özürlü gibi kenara çekilip tamamen ölüme gitmenin veya çökmenin zamanını bekleyecek...
Bence bu hayat yarışı insana böyle bir bekleyiş toleransı tanımayacaktır. Kenara çekilen İnsan, hacil bir duruma düşer. Ve yenilgilerin en fecisine duçar olur... Bu sebepten yalnız dahi olsa, hayat yolundaki vazifesine devam etmeli insan. Adımlarını daha sağlam atmalı ve hedefe varmak için kanatlanmalı. Daha bir şevkli, daha bir güçlü ve heyecanlı yürümeli bu çetin yolu..
Şevkini yitirmek bazen iç kuruluğunun bir işaretidir. Şevki kıran kişinin sözü buna bir bahanedir. Filizlenme cehdi ve potansiyeli olan bir tohumu hangi fırtına, hangi sel kurutup çürütebilir. Metafizik bir buse kondurulmuş hangi çekirdek hangi rüzgârın kahir pençesinde yokluğun bağrına sürüklenir. Asla böyle bir şey mümkün değildir.. İlâhî nefha insan ruhuna üflendiyse asla kişinin nefesi ve soluğu, dirilişe ait sözü, sazı kesilmez...
Bir de insan bu yolda fazla septik olmamalı.. Başkalarının kendine kötülük yapmaya çalıştığı vehmi, hayat yolunun en feci bir mikrobudur ki insanı çok kısa sürede hasta eder ve dermansız bırakır. Her insanın kendinin iyiliğini düşündüğünü zannetmek de belki bir safdilliktir ama, evvelki gibi zararlı bir mikrop değildir. Hiç olmazsa bütün kanatlar kırılsa ve dökülse sevgi kanatları onu menzile ulaştırır ve dehasının meyvelerini geçtiği yollara serpmeye vesile olur...
Yalnızlık kulvarından koşusuna devam eden insan bu kulvara lüzumsuz bir şekilde kendini ittiyse, bence makbul bir yol alma şekli değildir bu... Hani Lut (a.s)'un, İbrahim (a.s)'in yalnızlığı, Nuh (a.s)'un kimsesizliği gibi bir şey olursa belki mazur görülebilir... Bütün sebepleri yoklayıp, bütün gücünü sarfedip doğru düşüncesine inanacak ve fikirlerini paylaşacak bir dost bulmak için gayret gösterdikten sonra bence Ebu Zerlik hiçbir zaman zararlı bir şey değildir. Lâkin sık sık bu iklime girmek için hayat, insanı itekler durur. Bu, her insana, az çok, hayat yolunda olan bir şeydir.
Küçük hâdiseler, basit olaylar ve minik üzüntüler insanı yeis kuyusuna atmamalı ve yalnızlığın girdabına yuvarlamamalı...
En son, acıların dayanamayacağı bir anda, nefesinin kesilmeye yüz tuttuğu ve ancak kendine yetecek kadar bir soluğu kaldığını hissettiği bir demde insan kenara çekilip iç dünyasının tam kurumasına engel olmalı.. Bu kenara çekiliş ruhun dermansız kalmasıyla ve kan kaybının artmasıyla ortaya çıkan bir geri hamledir. Bir inziva gibi, bir kendini yenileme gibi bir zaman kazanma hamlesi olarak görmeli bunu.. Yoksa insan kendine ait zaman ve zemini bulduğu anda, havaya bakıp tohum ekmeye çıkan çiftçiler gibi hemen toplum içine girmeli ve kalplere, ruhlara İyilik ve güzellik tohumlarından ekmeye başlamalı... Fakat buna rağmen seni dinlemeyen ve fikrine itibar etmeyenlerin toplumun tamamını teşkil ettiği bir zeminde 'doğru bildiğin yolda yalnız yürümekten korkma' prensibini asla unutmamalı ve kor kor yanan düşünceleriyle başbaşa çileli bir ömür sürmesini bilmelidir...