Üzüntüye tebessüm etmek

ferit

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
25 Şubat 2011
Mesajlar
365
Tepkime puanı
21
Üzüntüye tebessüm etmek onu küçültmektir. Dertlerinize güldükçe, ya da sıkıntılarınıza rağmen gülümsedikçe onlar biçim değiştirirler, dönüşürler. Üzüntüye karşı tebessüm, serçeye attığınız taş gibidir. Taş kuşu, tebessüm de üzüntüyü kaçırır. Tebessüm sevgi habercisidir ve dostluğa davetiyedir.

Hani meşhur meseldir, hatırlarsınız:
İki dükkân komşusu varmış yan yana… Biri turşucuymuş, diğeri de bal satarmış. Turşucunun işi çok iyiymiş, müşterisi çokmuş. Hatta bazen kuyruk bile olurmuş dükkânın önünde. Bal satan adam buna hayret edermiş. Çünkü o çoğu zaman sinek avlarmış. Ve kendi kendine homurdanır dururmuş zaman zaman.

- “Şu insanların işlerine akıl ermez yani… Biz burada tatlı bal satıyoruz çeşit çeşit… Kimse gelmiyor. Acı turşu satan adam ise müşteriye yetişemiyor.”

Ve bir gün bu derdini bilge adama açıvermiş. Adam gerçekten bilge imiş, demiş ki:

- “Evladım, sen bal satıyorsun, ama suratın sirke satıyor. Komşun turşu satıyor ama yüzü bal satıyor. Turşucunun güler yüzü, acının, ekşinin müşterisini artırıyor. Balcının abus ve asık çehresi ise insanları nefis bir tattan uzaklaştırıyor.”

Güler yüz iyi niyet elçisi ve habercisidir. Siz bunun başarabilirseniz, karşınızdaki asık suratları da gevşetebilirsiniz. Zira tebessüm bulaşıcıdır.

Gülümsemek yüzümüzün baharıdır.
Somurtmak da kışı… Neden dört mevsimimiz bahar olmasın yüzümüzde… Her şeyin size gülümsemesi için önce siz gülümseyiniz…

Niçin gülümsemeliyiz?

İçimizdeki iyiliği, güzelliği, sevinci göstermek için… Bunlar Rabbimizin bize çok önemli nimetleridir. Onlara karşı bir başka teşekkür tebessümdür. Şükürdür. Zaten içinizde güzellikler varsa, dışınıza da ister istemez yansıyacaktır.

Dışınızda gördükleriniz, içinizde gördüklerinizdir. İçimizde sevgiyi, sevinci, mutluluğu örmek varken neden somurtma sonucunu verecek olumsuzlukları biriktirelim.
Kaldı ki “tebessüm etmek somurtmaktan daha kolaydır. Ve daha az enerji gerektirir. Bir tebessüm için, 17 yüz kasının gerilmesi gerekirken, somurtuk kasta 43 kas gerilir.”

Gülümseyin her şey size gülümseyecektir. Kederli biri kâinatı matem tutar halde görür. Gönlünden yüzüne gülücükler gelmiş biri ise bütün varlığın kendisine sevgiyle gülümsediğini görür.
Kulağımız da gönlümüze ayarlıdır. Duyulan bir sesi, biri korku çığlığı diye alırken, diğeri sevin seslenişi olarak duyar.

Gülümsemek güller gibi açılmaktır. Hele de bu gülümseme, derinlerden, gönüllerden geliyorsa, yedi veren güller gibi, peş peşe açar. İklim şartlarını aşar, biri solmadan diğeri onun yerini tutar. Yüzünde böylesine yedi veren güller gibi tebessüm açanlarla sohbete doyum olmaz. Onlarla konuşmak hatta yalnız dinlemek ve yanlarında bulunmak bile insanı mutluluk dünyalarına götürür. Çünkü yüzünde gülücük gülleri olanların ağızlarından bal damlar. Güzel konuşurlar, tatlı konuşurlar. Güzellikleri güzelce söylerler, dostça sohbet ederler.

Güler yüz tevazuun habercisidir.

“Yaklaşabilirsiniz, yanaşabilirsiniz, içinizi açabilirsiniz” der size… Abus ve somurtuk bir çehre ise size uzunca bir fren mesafesi koyuyor demektir. Böyle birine karşı rahat olamazsınız. Aslında böyle biri, kendi iç dünyasında rahat değildir.

Mevlana Hazretlerinin dediği gibi, bir küp içindekini sızdırır dışına. Eğer içinde sirke varsa dışına o sızar ve üzerinde sinekler uçuşur. Küpün içindeki bal ise dışına elbette bal sızdırır ve üzerinde arılar uçuşur. Kalbimiz, küp dediğimiz toprak kaptan daha şeffaftır. Kalbimiz de içindeki dışına sızdırır, yansıtır. Yüzünüze içinizdeki ballar sızsın. Etrafınıza baldan anlayanlar toplansın. Böylece üzüntünün acılarını, mutluluğun lezzeti- ile gidermiş olursunuz.

Güler yüz hoşgörü ve af demektir.

Emekleyen, düşe kalka yürüyen bir bebeğe tebessüm ederek bakarız. Hatalarını kusurlarını gülerek izleriz. Kesinlikle kızmayız. Çünkü onların kusur yapabileceğini ve kusurlarının da bağışlanmaya layık olduğunu peşinen kabul etmişizdir. Olgun insanlar yalnız çocuklara değil herkese affedici, kusurlara aldırmayıcı bir yüzle, bakarlar. Bu dünya öyle çatık kaşla dolaşmaya, başkalarının kalbini kırmaya değer bir dünya değildir. Onun için “güler yüzlü insanlar arasında yaşayanların hayatı, asık suratlı insanlar arasında kalmış insanların hayatından daha tatlı geçer.”

Tebessüm hüznü giderene bir kimyaya sahiptir. Tebessüm, benim acı hüzünlerimin önemli bir ilacıdır. Bazen evden çıkarken bu hüznü içimde hissederim. Hemen tedbirimi alır, tebessümümü kuşanırım. Yolda, otobüste, mini- büste, ikinci tedbirimi uygular; tanıdık tanımadık herkesi selamlarım.

Selam ile tebessüm birbirini güçlendirir. Zaten selamın anlamı, huzur, barış, esenlik, selamet demektir. Tanımadıklarım bile, selama mahsus sevimli bir yüz ifadesiyle bana karşılık verirler. Tanıdıklarım ise hal hatır sorarlar ve hemen eklerler: “Maşallah, bugün ne kadar mutlusunuz, yüzünüz gülüyor.” Onlara sevinecek şeylerden bahsederim. Üzülmeye hakkımız olmadığını açıklarım. Dünyada şuan yaşayan 7 milyar insanın beş milyarından daha iyi bir durumda olduğumu anlatırım. Onlar kendilerini de aynı konumda gördükleri için mutluluğumu paylaşırlar. Birlikte Rabbimize şükrederiz. İşime geldiğimde, artık evden çıkarkenki hüznümden eser kalmaz. Tam tersine hüznün yerini kat kat mutluluklar çoktan doldurmuş bulunur.

Bütün bu derin mutlulukların kapısını tebessüm denilen anahtarla açarım. Evet, deneyenler, mutlaka göreceklerdir ki tebessüm, mutluluğun anahtarıdır. Bir sınav kazandığınızda, maaşınıza zam yapıldığında, ya da özlediğiniz bir dostla buluştuğunuzda vücudunuza dikkat edin.

Nasıl durursunuz? Nasıl yürürsünüz? Nasıl konuşursunuz? Nasıl davranırsınız? Başınız yerde, yüzünüz asık, omuzlarınız çökük olur muydu? Yoksa tam aksine dimdik durur, alnınız açık, yüzünüz mütebessim olarak mı görünürdünüz? Böyle bir durumda siz dikkat etmeseniz bile vücudunuz kendi dilini kullanır, kanlı canlı kasılırdı. Dinç, dinamik ve güler yüzlü olurdunuz. Ciddiye aldığınız bir üzüntüyle karşılaştığınızda ise omuzlar düşer, baş aşağıya eğilir, yüz asılır. Bu defa da tabi olarak vücudunuza üzüntü yansır. Demek ki ruhsal durumumuz vücudumuza yansıyor. Üzüntü ile vücudumuz da soluyor. Mutluluk ve başarı ile gül gibi açılıyor.

Peki, öyleyse bunun tersi neden mümkün olmasın? Üzüntülü anınızda da dinç dursanız, başınız, omuzlarınız dik, alnınız açık, yüzünüz tebessümlü olsa… Bu defa da vücudunuzun dili, gönlünüzün hüznünü etkilemez mi? Moral bulmaz mısınız?

Ya da bunu başından düşünelim: En mutlu anınızda birden yüzünüzü asın, omuzlarınızı ve başınızı düşürün. Bir süre sonra gönlünüzde de bu vücut hareketinden etkilenip, gerçekten çöküntü- ye düşmez misiniz? Nasıl içimiz dışımızı etkiliyorsa, dışımızda içimizi etkileyebilir. “Yüzünüzdeki küçük bir kas hareketi bile, anında vücudunuzun kimyasını etkiliyor. Beyne giden kan akımı ve oksijen düzeyi değişerek, beyin ulaklarının, ya da sinirsel ileticilerin uyarı düzeylerini artırıyor. Aynı olay diğer ifadelerle de oluşuyor.”

Öyleyse niçin gülümsemekte cimri davranıyoruz? Gülünüz, içinizde gülsün, içiniz, dışınız gerçekten gülsün ki dertleriniz küçülsün.

Nasrettin Hoca'mıza atfen anlatırlar:
“Bir dakika gülmek, bir kilo pirzola yemeye bedeldir.” Bunu şöyle düzeltmek gerekir sanırım:
Bir kilo pirzola yemek, her yaşta, her zaman, her şartta faydalı olmayabilir. Hatta zararlıda olabilir. Fakat tebessümün, hiçbir zaman olumsuz yan etkisi görülmemiştir. Ancak elbette gülmenin de ölçüsü vardır. Yerli yersiz, gereksiz, durup dururken kahkaha atmak elbette çirkindir. Ya da bir fıkraya, ne kadar komik olursa olsun yarım saat gülünmez.

Ayrıca, birde zihnimizi güldürmek konusu vardır. Bediüzzaman Hazretleri buna, “Tefekkürü keyiflendirmek” diyor. Oturmuş bir güzel tabiat harikasını seyrediyorsunuz. Diyelim ki yemyeşil bir ormanın hemen önünde uzanan masmavi denize bakıyorsunuz. Dalga seslerine kuş cıvıltıları karışıyor.

Siz temiz ve iyotlu havayı ciğerlerinize çekiyor ve hafifliyorsunuz.

Ayrıntılardaki sanat inceliklerini keşfetmeye, anlamaya çalışıyorsunuz. İşte bu suretle tefekkürü keyiflendiriyorsunuz. Bu güzel ve derin düşünce- nin keyiflenmesi, yüzünüze de tebessümü hediye edecektir. Düşüneceksiniz ki bütün o olağan üstü güzellikler sizin için yaratılmıştır. Sizinle birlikte aynı manzarayı gören hayvan, bu keyiften nasipsizdir. Tefekkürünüzü keyiflendirme nimetini anacak ve kulluğun zevkini çıkaracak- sınız ve şükürler olsun diyeceksiniz.

Konumuz gülmek olunca iki hususa dikkat etmeliyiz:

1) Gülmek ile ciddiyet arasındaki ilişkiyi doğru anlamalıyız. Bazı insanlar, gülümsemeyi ciddi insanlara yakıştıramazlar. Bu tip insanlar, aklı başında, oturaklı, vakarlı kişilerin gülmemesi gerektiğini tekrarlayıp dururlar. Şımarmasınlar diye çocuklarına gülmezler. Saygınlığı azalmasın diye konu komşuya gülmezler. Kendileri gülmedikleri gibi, gülenlere de kızarlar.

Oysaki olgun, ağırbaşlı ve vakarlı bir insanda güler. Ama nerede, ne kadar, nasıl güleceğini bilir. Elbette daha çok tebessüm eder. Böylece Allah'ın sadece insana bahşettiği bu güzel nimeti kullanır. Bir insan saygınlığını, ahlakı, bilgisi, insani ilişkilerdeki dürüstlüğü ve samimiyetiyle koruyamıyorsa, yüzünü asmakla hiç sağlayamaz. Mesela bir öğretmen, dersine hâkim olacak bilgi düzeyi, adaleti ve sevgisiyle, öğrencilerine kendini sevdirip saydırmıyorsa, kaş çatmakla, yüz asmakla otorite temin edebilir mi? Sertlikle, katılıkla kendini kabul ettirmek imkânsızdır. Şunu kesin olarak bilelim ki güler yüzlü olmak, ciddiyete, ağırbaşlılığa ters değildir. Tam tersine tebessüm ciddiyeti tatlılaştırır ve sevdirir.

2)Gülmekle sırıtmak arasındaki farkı anlamakta çok mühimdir. Sırıtmak içten gelmez. Hatta yüzün bütününden de gelmez. Sadece dudak kaslarının kasılmasında meydana gelen çirkin bir harekettir. Sırıtmak, tebessümün karikatürüdür. Bu bakımdan dikkat edenler sırıtmayı hemen anlarla ve “Pişmiş kelle gibi sırıtma” derler. Gerçektende dudak etlerinin çekilerek dişlerin görünmesi şekilce gülmeye benziyorsa da manası itibariyle gülmeye alakasız bir işlevdir.

Bazıları da gülmeyi kadınlara has bir şey olarak görür ve gülen kimseyi de çok kaba bir biçimde uyarırlar: “Karı gibi gülme!” Oysaki erkeklerde kadınlar gibi hem güler hem de ağlar.

Peygamber Efendimiz(a.s.m) buyuruyor ki: “Benim bildiklerimi bilseydiniz, daha çok ağlar, daha az gülerdiniz.”

Kahkahayı azaltmak ve küçük dilimizi gösterecek kadar da ağzımızı açmamak gerektiğini bilmeliyiz. Aksi halde insanın kişiliği, ciddiyeti, haysiyeti zarar görür.

Ağlamakta gülmek kadar insani bir özelliktir. Ağlamakta güzeldir. Ağladığınız şeyin değeri ve yüceliği, gözyaşlarınızı güzelleştirir. Gözyaşı hüznün ilacıdır. Nefes almayı zorlaştıran, rutubetli, sıkıntılı havayı nasıl bir yağmur değiştirir ve rahatlatırsa gözyaşı da iç dünyamızın üzüntülerini siler, süpürür.

“Anlayabilseydiniz, ağlayabilirdiniz.” Diyen rahmetli Necip Fazıl ne kadar güzel söylemiş. Evet, ağlamak ayıp değildir. Gönlünüzden yükselen bulutlar gözünüze yükselsin, bırakın. Tutmayın kendinizi…

Doya doya ağladığınız zaman ne kadar rahatlamış olduğunuzu göreceksiniz.

Sevdiklerinizden, saydıklarınızdan gizlemeye çalışmayın gözyaşlarınızı. Eşinizde, çocuğunuz da, arkadaşınızda görsün sizi gözleri yaşlı… İnsanlar bilsinler ki insan sadece fiziki bir acıya ağlamaz. Gönül acıları, ruh hasletleri, Allah aşkı da kişiye lezzetli gözyaşları döktürebilir. Gözyaşı gönül yumuşaklığının habercisidir. Katı kalpliler ağlayamaz.

Merhametinizi bileyin. Kendi yoksulluğunuzla birlikte, başkalarının acıları da derdiniz olsun. Aça, çıplağa, zulme uğramışa, kimsesiz çocuğa, hastaya, mahkûma, günaha batmışa acıyın ve onlar için de ağlayın ki insanlığınızın kalitesi buna bağlıdır.

İki insanı, beraber ağlamak kadar birbirine yaklaştıran başka bir şey yoktur. Sahi sizin birlikte ağlayacağınız bir dostunuz var mı?
 
Üst Alt