Teslimiyetin mahiyetini tam olarak anlamıyoruz

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
mevlana.jpg


"Sen sevdiğini hidayete eriştiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir."
Kasas, 56
"Allah kime hidayet ederse, o hidayete erer, kimi de dalalette bırakırsa, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileri olurlar. "
Araf, 178
"Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır; kimi de hidayetten mahrum ederse, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın. "
Kehf, 17
"Bununla beraber hidayet verici ve yardımcı olarak Rabbin yeter. "
Furkan, 31

Bu sadece hidayet konusunda mı böyle sanıyorsun? Aklına ne geliyorsa, bu kanun geçerlidir.
Ayetlerde her şeyi yaratanın Allah olduğu açıkça vurguluyor.
Söz konusu o şey, zafer (fetih), şifa veya rızık kazanmak dahi olsa, aracı kabul etmediğini, böyle bir şey olmayacağını açıkça ifade etmiş Allah.

Onlara; “Semada ve yerde her şeyi kim yaratır?” sorduğunda; “Elbette Allah” derler diyor. Sonra da diyor ki:
“O halde gördünüz ya Allah'tan başka çağırdıklarınızı!” diye soruyor. Bu anlatılan, şu anda yaptığımızdan başka nedir?

Hem inanıyoruz ki her şeyin faili Allah, hem de tutup doktordan, ilaçtan, askerden, silahtan, işverenden, paradan veya başka bir yaratılmıştan
ya da bizzat kendimizden meded umuyoruz.
Bunu idrak etmenin veya edememenin de bir hidayet meselesi olduğunu açıklamış Allah: “Allah, kuluna kâfi değil midir?

Allah hidayet etmedikçe, yani anlamana izin vermedikçe, ikimiz de çaresiziz bu konuda… O sebeple bu konuyu açıklamaya şu ifade ile başlıyor:
“Allah, kuluna kâfi değil midir?” ve sonu da şu ifadeyle bitiriyor: “De ki: "Allah, bana yeter." Tevekkül edenler, hep O'na dayanırlar.”

En çok yanıldığımız nokta ise, teslimiyetin fiziksel bir şey olduğunu düşünmemizdir. Oysa şu okuduğunuz ayetlerle,
insanlara Allah elçilerinin gelmesi çelişirdi. Teslimiyet, bir iman meselesidir, bir anlayıştır.

En büyük hatayı nerede yapıyoruz biliyor musunuz? Usta’yı görmeyip, maharetin Usta’nın kullandığı alette olduğunu zannederek.
Aleti; kabiliyet, güç ve kuvvet sahibi görerek. Veya Usta’nın elini Usta zannederek.
Teslimiyet, Allah’ın hakkını Allah’a teslim etmektir, başka bir şey değil…
Kul demek, alet, vesile, araç demektir. Heykel demek değildir. Alet işler, araç çalışır. Ama onu bir çalıştıran vardır.
Mesele bunu unutmamaktır. Bu durum hem senin için geçerli, hem de seyrettiğin alemdeki her bir yaratılmış için geçerli…
İster doktor olsun, ister ilaç olsun, ister asker olsun, ister silah olsun, ister işveren olsun, ister mal ve ticaret olsun.

İşte eğer Allah’ın hakkını Allah’a teslim edersen, o vakit elbette bu alemin yaşam kanunları gereği yapman gerekeni yaparsın,
ama bilirsin ki ne sen ne de başkasında o olayı başlatacak, yönlendirecek ve sonucunu değiştirecek güç yoktur.

Her ne oluyorsa, Allah izin verdiği için, O’nun güç ve kuvvetiyle oluyor.
Bismillahi, Lâ havle vela kuvvete illa bilahil aliyyil azim der bu gerçeği fark eden kişi…
Bu dediğim, anlamını bilmediğin bir zikrin tekrar edilişi değil, bir idrakın dillenişi olur. “Bismillahi” demek, sendeki güç ve kuvvetin
aslında Allah’a ait olduğunu fark etmektir. “Lâ havle vela kuvvete illa bilahil aliyyil azim” ise, aynı gerçeği tüm alemde ve mahlukatta da görmektir.

Anlamadığınız bir şey de şu: Teslimiyet eylemsizlik değildir. Teslimiyet, fiili bir şey değildir, bir anlayıştır.
Eylemsizlik ise, tembelliktir ve nefsin arzusudur. İkisini karıştırmayınız. O kadar alışmışız ki ticarete, almadan vermek gibi bir ahlakımız yok.
Mutlaka her işimizden bir sonuç almaya programlanmış zihnimiz. Yani karşılıksız iş yapamıyoruz. “Karşılığı yoksa, niye iş yapayım kardeşim,
yatayım aşağı o zaman!” gibi bir zihniyet.
Sadece kulluk etmek, sıfat ve esmasının zuhuruna vesile olmak ve bunun karşılığında bir şey elde etmesek de o kulluğu yapmak bize ağır geliyor.
Allah’a beklentisiz olarak kul olamıyoruz. Oysa sadece Allah’a kul olmak, O’nun sıfat ve esmasının tezahür ettiği bir mahal olmak veya O’nun
sıfat ve esmasını seyretmesine vesile olmak, bir gözlük camı olmak ve bunun için yaşamak ve çalışmak işimize gelmiyor.
Mutlaka yaptıklarımızdan bir karşılık bekliyoruz, beklentisiz iş yapmıyoruz. ..
BEKLENTILERIMIZ ICIN SADECE DUA EDIYORUZ...
Allah ile ticaret yapıyoruz adeta. Al gülüm ver gülüm misali… Sonra da bu anlayışla O’nun rızasını kazanmayı umuyoruz.

Allah hiçbir çalışmayı (bir başka deyişle kulluğu) karşılıksız bırakmaz, ama kulu işi ticarete çevirmediği, beklentisiz, mütevazı ve mütevekkil olduğu sürece.
Elbette yapılan hiç bir iş boşuna değildir. Zaten Allah izin verdiği için yapabiliyoruz. İzin vermese, kılımızı kıpırdatamayız.
Mühim olan o işteki takdirin ve o takdiri meydana getiren güç ve kudretin kime ait olduğunu unutmamaktır.

Niye inandığınız gerçeğe göre yaşayamıyorsunuz biliyor musunuz? Aslında bu söylediklerime inanıyorsunuz, ama şahit olmadığınız için imanınız zayıf, vehim karışıyor içine…
İstediğiniz kadar anladığınızı zannedin, yine de okurken anlamayacaksınız. O sebeple dönüp dönüp aynı soruları soracaksınız.
Onu okuyarak değil, yaşatarak anlatacak Allah size… Şöyle anlayacaksınız:

Deliler gibi çırpınacaksınız ve hiçbir şeyi değiştiremeyeceksiniz. Ya da değiştirdiğinizi zannederken, bir anda her şey alt üst olacak.
Siz hayatınızla ilgili planlar yapacaksınız.
Hayatınız boyunca o plan üzere çalışacaksınız. Tam "her şey yoluna girdi, başardım" dediğiniz anda Allah o şeyi başınıza yıkıverecek.
Başımıza gelen dertler, sıkıntılar ve çektiğimiz çileler neden övülür kemalat ehli tarafından? Nefsin arınması için denmiş değil mi?
E, bunun arkasındaki mantık nedir? Nefs, nedir? Kendini bilme şuuru değil mi? İşte bu şuur kendine bir güç isnat ederse, o sıkıntılarla bu düşünceden arınır.
Meselenin asıl hedefi budur.

Demek ki sorun eylemde değil, eylemi yaparken hangi şuur içinde olduğundadır.
Allah’a kulluk etmek adına, gücün ve kudretin yalnız O’na ait olduğu bilinciyle dünya yaşamının gereği olan her neyse onu yaparsınız.
Fakat elinizde kendinize ait bir güç olduğuna inanarak, yani o olayı yapma, yön verme, değiştirme ya da sonucunu belirleme gibi bir güce sahip
olduğunuza inanarak yaptığınız fiiller, kendinizi (yani var olma bilinci dediğimiz nefsinizi) Allah’a ortak koşmaktan başka bir şey değildir.

Ki bir nefse sahip olduğunuz sürece bu tehlike daima mevcuttur. O nefs bilinci hangi noktada olursa olsun bu böyledir. Yani ister çoktan biri olduğunu
var sansın, ister orijinaliyle tek olsun, fark etmez. O nefse en ufak bir güç isnat edilirse, onu Allah zatına ortak koşmuş oluruz.

Tabii ki hayati ihtiyaçlarınız da olacaktır. Dua edebiliriz. Dua, Allah’tan istemektir. O şeyi kendimizin yapabileceğini düşünmek değildir.
Ancak kulluğu bir alışverişe çevirmeksizin, arsızlık ve hırsa kapılmaksızın istemek.
Her şeyin doğrusunu Allah bilir.
 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
cicek.jpg


Tüm Güzellikler ALLAH ile Birliktedir Eğer bir kusur varsa bu günahkar nefsimizden ve şeytandandır..bundan alemlerin Rabbine SIGINIRIZ....
Allah’dan yardım isteriz. Güç ve kudret yalnız Yüce ve Aziz olan Allah’ın yardımıyladır.

Allah'a teslimiyet, insanların hidayetlerine vesile olan çok önemli bir konudur.
Bir mümin Allah'ın anılmadığı, insanların kadere isyan ettikleri, boş konuşmaların olduğu ortamlardan hoşlanmaz...
Bu nedenle Allah müminleri birbirleri ile destekler...
Onlar daima Allah'ı anar, Allah'ın yarattığı güzelliklerden zevkle bahseder, nimetlerine şükrederler...
Her konuştuklarında bir hikmet, neşe, akıl ve güzellik olur...
Bu konuşmalarda kimsenin içi sıkılmaz, karamsarlık, ümitsizlik, çözümsüzlük asla olmaz...
Aksine hep müjde verici, dinleyenin içini aydınlatan, ufkunu genişleten, sınırsız düşünmesine vesile olan, ferahlık veren konuşmalar olur...
Seccademi serdim önüme...Ezan sesi değdi gönlüme.
Gülümü görmek için secdede...Geldim rabbim huzuruna kabul eyle.
 
Üst Alt