Telkinden Vesvese ve Şüpheye

ceylannur

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
2 Eylül 2011
Mesajlar
3,872
Tepkime puanı
37
Telkinden Vesvese ve Şüpheye

İnsan hayatı boyunca iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini, doğru ile yanlışı iç içe görür. Zıtlıklar arasında bir tercihte bulunması istendiğinde, alternatiflerden bir tanesini kendi iradesiyle tercih eder ve dolayısıyla da neticede ortaya çıkan müspet veya menfî durumlardan mes'ul olur.

Her meslek, en güzel ve en doğru şekilde erbabından öğrenilir. Ahlâk ve davranışların da öğreticileri farklıdır. Güzel ahlâka ait değerleri; dürüst, emin, insanı seven, insanî değerleri bizzat yaşayan eğitimcilerden; kötülüğe ait bilgileri ise, yalancıdan, gaspçıdan, ırz ve namus düşmanından öğreniriz. İyilikleri ve güzellikleri hayatına düstûr eden eğitimcilerin her davranışı bir telkindir. Hayatını kötülüğe ve karanlığa programlamış birisinin de etrafındakilere kötülük telkin etmekten başka bir işi yoktur.

İnsanların, çocukluktan itibaren beş duyu ile kayda aldığı ve kabul ettiği her şey içten gelen telkinlerin ayrı bir kaynağıdır. Şuur altından tercihe sunulan her davranış malzemesi telkin dediğimiz uyarıcı (stimülüs) olmadan açığa çıkmaz. Meselâ yolda giderken çocukluğunuzda çok samimi olduğunuz bir arkadaşınıza benzer bir çocuk görseniz, bu hemen şuur altından o arkadaşınızı tedaî ettirir ve hatıralarınızı canlandırır. Arkadaşınızı hayâlinize getiren telkin, yani uyarıcı sokakta gördüğünüz o çocuktur. Yine kendiniz bir araba hayâl etmek istiyorsunuz, burada telkin sizsiniz. Bir tv kanalında seyrettiğiniz film size bir insanın kötülüklerini anlatıyorken, siz o insanın kötü biri olduğuna karar verdiğiniz gibi, çocukluğunuzdan bu tarafa yaşadığınız kötü insan modelleri tek tek gözünüzün önünden geçer. Burada telkini ortaya çıkaran tv kanalındaki programdır. Kötü gösterilen bu şahsın masum olduğu daha sonra ortaya çıksa bile, ilk telkinle yerleşen düşünceleri eskiye dönerek silemezsiniz.

İnsanın dış âleminden telkinler geldiği gibi iç âleminden de telkinler gelir. İnsan kendi kendine, hem iyiyi hem de kötüyü aynı anda telkin edemez. Aynı kalbe birbirine zıt iki duygu hakiki olarak aynı anda yerleşemez. Bozulmamış ve kararmamış bir vicdan ve kalb iradenin imtihanına yardımcı olarak onun doğru ve yapıcı olanı seçmesini telkin eder. Bu telkinde fizyolojinin ve içinde bulunulan çevrenin çok ciddi tesiri vardır. Birçok kötülük ve günah uygun fizyolojik yapı ve çevre bulamadığı için henüz filizlenmeden sönerken, birçok kötülük de uygun ortam ve psikofizyolojik durumun elverişli zemininden neşet eder.

Bozulmamış, iyi bir vicdandan menfî düşünce çıkmaz, dolayısıyla bu insanların içine doğan kötü telkinler, kendisinden değildir. İnsanın kendi durumuyla ilgili menfaatleri, alâkalı olduğu diğer insanların menfaatleriyle çakıştığı zaman, içinde birbirine zıt iki düşünce hâsıl olur. Şahsî menfaatimize uygun düşmese de, kalbimiz ve vicdanımız önce doğruyu seçer, çünkü doğruyu tanır ve bilir; fakat menfaatine bir zarar geldiğinde olumlu düşünmekte zorlanmaya başlar. Tercihinde haksızlığa doğru kayma söz konusu olursa, işte o noktada menfî telkinler başlar. İşte bu menfî telkinler insanın kendisinden değildir. Mutlaka kötülüğü telkin eden vardır; yaptığının neticesinden haz duyuyorsa nefisten; iç sıkıntısı duyuyorsa şeytandandır. (Küçük bir çocuk yolda karşıdan karşıya geçerken "acaba araba çarpar mı, çarpmaz mı" vesvesesinin sıkıntısı gibi) Dissonaus teorisine göre insan iki uyumsuz düşünceyle karşılaştığı zaman mutlaka psikolojik huzursuzluk duyar; bazı hususî mekanizmaları harekete geçerek düşünce ayrılıkları arasında bir barışma, bir yakınlaşma hâli meydana getirir. Çünkü ikilik insanda psikolojik gerilime yolaçar. Bunun sebebi, vicdanı rahatlatma ve huzursuzluğu dindirme isteğidir.

Meselâ milletin malını zimmetine geçirme plânları yapan birisi, henüz bu kötülüğü plânlamadan önce, yapacağının doğru olmadığının farkındadır. Vicdanı doğruyu tanır ve kabul eder. Fakat zengin olma isteği, çevresindekilerin kolay yolla zengin olmaları ve bir de söz dinlemeyen hanımının baskısı varsa, vicdanı ile çatışmaya başlar ve psikolojik rahatsızlığa girer. Beynin özel savunma ve kendini kandırma mekanizmalarını harekete geçirerek hem malı alayım, hem de hırsız olmayayım diye çözüm yolları arar. Aklın ve kalbin telkini doğru yönde olursa, vicdanı o mala sahip olmanın yanlış olduğunu tasdik eder. Kararını müsbet yönde verdiğinde içinde günahtan korunmanın büyük mutluluğunu duyar ve sevinir.

Malı zimmetine geçirmek fikrini tercih ederse menfî yönde telkinler gelir ki, işte bu insanın vicdanından ve kalbinden değildir, nefsindendir. Çünkü bu telkini insanın ruhu, kalbi ve vicdanı kabul etmez. Menfîlik kabul edilince Devletin malı deniz, herkes yiyor, devlet bize ne veriyor ki, zaten verdiği maaş ne ki, şu maaşı verseydi şimdiye kadar şu kadar biriktirirdim... gibi menfî telkinlerle psikolojik rahatsızlığını gidermeye çalışır. Burada mal edinme ile haz elde ettiği için buradaki telkin nefistendir.

İnsan menfî tercihlerde nefsinin kötü telkinleri altındadır. Vesvese de bunlardan biridir. Telkin ve vesvese vicdanî ve nefsî boyutlu iç içe iki durum değerlendirmesidir. Vesvese olumlu ile olumsuz arasında tercihte zorlanmadır. Vesvesedeki müsbet telkinler insanın vicdanından, sıkıntı veren menfî telkinler ise şeytandandır. İnsan müsbetâ menfî düşünceler arasında gidipâgelirken şeytan menfîliği telkin ettiğinde, gelecek olan zararı düşünür. Zararın büyüklüğünü hayâl eder; psikolojik sıkıntı ve korkuya girer, kalbi çarpar, dudağı titrer, bağırsakları hızlı çalışır, ağzı kurur, rengi solar. İşte bu menfî telkinin fizyolojik belirtileridir.

Meselâ, arkadaşımın kalemini verdim mi, vermedim mi?" gibi unutkanlık ve hatırlamamaktan doğan zararsız vesveseler haricindeki patolojik vesveselerde, kişinin zarar görmesine yol açabilecek menfî durumlar sözkonusu olduğundan, acaba farzın son rekâtını kıldım mı kılmadım mı, evin dış kapısını açık bıraktım mı bırakmadım mı, açık kapıdan eve hırsız girdi mi girmedi mi, çocuklar tüpü açık bıraktı mı bırakmadı mı, çocuk karşıdan karşıya geçerken araba çarpar mı çarpmaz mı?" gibi tereddütlerde menfî tarafa bakış (muhtemel bir zarardan dolayı) ağırlık kazanır. Bu menfî düşünceler devamlı hale gelir ve insanın psikolojisini bozacak dereceye varırsa, gelen uyarılarla (stimuluslarla) beyin çok hassaslaşır. Sinir kavşaklarındaki reseptör (alıcı nöron) farklılığından dolayı en ufak uyarıda vesvese meydana gelir ve kişi korku duyar. İşin sıklığı ve devamlılığı sonuçta evhamı meydana getirir. Eğer kişide psikofizyolojik yatkınlık da varsa ve bu uyartılar çocukluk döneminin psikolojik travmalarını (yaralanmalarını) uyarırsa, bu hal paranoya (şüphecilik) haline dönüşebilir. İşte insanın iç huzurunu bozucu sıkıntı doğurucu telkinler şeytandandır; çünkü burada haz yoktur eğer haz olsaydı nefisten olurdu...

Bir tv programında konuşmacı, diğer konuşmacıya; Senin söylediklerin hep takiyye! Bunlar yalan, sen busun! Sen şusun! Sen din devleti kuracaksın! Sana inanmıyorum! diyordu. Yıllardır inananlar hakkındaki menfî telkinler; vesveseyi, evhamı, şüpheyi peşi peşine doğurmuştur. Sûizandan başka duyulan ve hissedilen bir telkin yoktur. İşte bazı insanlara her türlü menfiliği telkin eden ve nefislerinden kaynaklanan bu menfî tutumlarıdır.

Vesvese için Bediüzzaman Said Nursî; Ey vesvese illetine tutulmuş ve onun müptelâsı olmuş kişi, vesvesen neye benzer? Musibete benzer, ona önem verirsen şişer, önem vermezsen söner. Onu büyük görürsen büyür, küçük görürsen küçülür. Korksan, ağırlaşır hasta eder. Korkmazsan hafif olur, sathî kalır, mahiyetini bilmezsen devam eder, bilirsen onu tanırsan gider diyerek, vesveseye karşı ilâç ve ümit vermektedir.

Vesvese bir belirtidir. Alışkanlık hâline gelir ve önem verilirse, büyük görülür ve şişer, menfî belirtilerinden korkulursa psikolojik hastalığa dönüşür.

Yapılacak şey ona önem vermemek, küçük görmek ve korkmamaktır.

Peygamber Efendimiz (sas) vesvesenin şeytandan geldiğini belirtmiş, tedavi için ALLAHım; Kurânına, isimlerine ve sıfatlarına sığınırım diye dua etmemizi buyurmuştur. Vesveseyi küçültmenin yolu her yerde Olan ve her şeye gücü Yeten her şeyi değiştirmeye Kadir Olan'a sığınmak ve dayanmaktır. Ancak böyle vesvese küçülür, kaybolur gider.

Yine Bediüzzaman, vesveseli adam için, Bu sözler senin kalbinin sözleri değil. Çünkü senin kalbin ondan üzülür, onun yapısına kötü telkin yerleştirilmemiştir. Belki kalbe yakın olan lümmei şeytâniyeden geliyor. Vesvesenin zararı, menfî neticelerini kişinin kendi kendine telkin etmesiyle olur, kalbi çarpar sıkıntıya girer demektedir. Peygamber Efendimiz (sas) de, vesvesenin şeytan tarafından geldiğini buyurmaktadır. İnsanın zararına olan ve mübtelâ olunduğunda devamlı menfî telkinlere maruz kaldığımız vesveseden kurtulmak için; menfî telkinlerin, nefis ve şeytandan kaynaklandığı düşünülürse kurtulmak kolaylaşır.

İnsanlara daima güzel düşünme tavsiye edilmelidir. Çünkü güzel düşünen güzel görür, iyi ve güzeli gören de hayatından lezzet alır. İyilikteki kötüye takılan da kötü görür, kötü düşünür; vesvese ve evham içinde şüpheci bir hayatla hayatını kendine de, çevresine de zindan eder.

Dr. Arslan MAYDA
 

masTR

Yeni Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
6 Ağustos 2012
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Müsbet Düşünmenin Hikmeti

Merhaba, Müsbet düşünmek kişiyi günümüzün deyimiyle saflaştırır mı?. Çünkü,Bana öyle geliyor ki (Yanlış Olabilir ilginç::.) her şeyde iyiyi görmek kötülüklerin farkına varmamıza engel olacak. Ve kötülüklere önlem almamıza engel teşkil edecektir. Mesela, bize zarar vermek isteyen arkadaşımıza samimi hüsnü zannımız, onun yanında onu dost gibi görmemize neden olacak, ve bu yüzden onun menfi oyuncağı haline gelmemize neden olacaktır. Ve bizi kendi çıkarlarına alet edecektir. Bence buyüzden, günümüzde bir çok kişi, gençliği itibariyle iyi düşünme alışkanlığından vazgeçiyor. Ama, islam hüsnü zannı ve müsbet düşünmeyi müslümana zorunlu kılmıştır. Demekki haktır ve hem dünya hem ahiret saadeti için gereklidir. Bu yüzden çeliştiğim noktayı söyler misiniz?
 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
Merhaba ve Hosgeldiniz Kardesim..
"Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh
Kardesim her ülfet külfeti doğurdugunu da unutmayin
Her İnsan SorumLudur..
SorumLuluğunu BiLmeyen SORUNLUDUR...
temkin Ya Hu...

hüsnü zannı ve müsbet düşünmeyi müslümana zorunlu kılmıştır. Demekki haktır ve hem dünya hem ahiret saadeti için gereklidir. Bu yüzden çeliştiğim noktayı söyler misiniz?
temkin ile olay ve kisilere husn-u zan ile yaklasirsaniz Allah-in izni ile Esyanin aslinida insanin gercek yuzunu de zaman ile gorebilirsiniz...
 

masTR

Yeni Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
6 Ağustos 2012
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Ülfetteki külfete göz yumarak, sırf Allah rızası için mi yapmamızı söylüyorsunuz. Ama, ülfet ehli dünya saadeti için de gerekli değil midir??
Özür dilerim, Biraz daha açıklar mısınız?? Ricam: Daha Şairane Lütfen :)
 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
Ülfet külfettir....
Her nimet bir külfet doğurur. Her hak,mevki ,makam bir vazife karşılığı olarak bulunur. Her kim bir hak elde ederse, karşısında mutlak surette bir vazife ile mükellef tutulur..
hizmet gerektirir.. ve bu hizmette muhakak ki külfette bulunur...
Ülfet burada bir nimet olarak gecmistir..

Dostluk ve ülfet, ancak külfet sebebiyle sona erer.. o yuzden guzel kardesim..Dostluk ve ülfettimizde lutfen külfetsiz olanlardan veya en az külfette indirmeye calisalim...
ve baktik ki ülfet, külfetti doguruyor buna da Allah RIZASI icin katlanmaya calisalim...
ama artik Allah Rizasi yerine cikar ve menfaat aldigi icin
ülfetti , külfetti yuzunden rafa kaldirdik..
Ve insanligin dengesi boylece bozulmaya basladi.. Selamet ile Hayra kalin
...
 

masTR

Yeni Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
6 Ağustos 2012
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Teşekkür ederim cevabınız için.İslam'ın görüşünü merak ettiğim sorulardan biriydi, Allah'ın selameti üzerinize olsun...
 

ödev

Yeni Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
29 Mart 2012
Mesajlar
2
Tepkime puanı
0
Merhaba bende konuyla ilgili aklıma gelenleri yazayım.

Hadisi şerifle müspettir " Müminin mümine kanı, malı, ırzı, ve suizannı haramdır." O halde mümin kardeşine hüsnü zan ile bakar. Hoş görü ve hüsnü zan ama kime karşı, elbetteki mümin kardeşine karşı, zaten müşrikle dost olamazsınız bu kuran yasaklıyor.

Bediüzaman şöyle der: Güzel bakan güzel görür, Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır...

karşı taraf bizim onu görebildiğimiz kadarmıdır? Düşüncelerimiz güzel olursa, o oranda hayatta lezzet alır ve penceremizin temizliği ölçüsünde karşı tarafı görebiliriz.

Mümin ülfet eden (iyi geçinir) ülfet etmiyen ve ülfet edilmeyende hayır yok (Beyheki)...
 

Turab

Teknik Ekip
Yönetici
Admin
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
7,015
Tepkime puanı
423
Ülfet nedir?

Malum ülfet günümüzde pek fazla kullanılmayan bir kelimedir! O nedenle kısa olarak ÜLFET NEDİR? Başlığı ile kısa bir alıntı bilgi paylaşalaım!


ÜLFET NEDİR?​
Sözlükte "dostluk, arkadaşlık, kaynaşma, alışma ve anlaşma" anlamına gelen ülfet, tasavvufta, samimi olmak, insanlarla ünsiyet etmek, iyi geçinmek, herkesle anlaşmak demektir. İnsan, sosyal bir varlıktır. Toplum içinde, hoşça geçinerek hayatını sürdürmelidir. Hz. Peygamber, insanlardan kaçmamış, tam aksine onlarla beraber yaşamış; ayrıca müminin de böyle olmasını arzu ederek şöyle buyurmuştur: "Mü'min ülfet eden ve kendisi ile ülfet edilendir. Ülfet etmeyen ve kendisi ile ülfet edilmeyen kimsede hayır yoktur..." (Ahmed, II, 4, 5, 335). (M.C.)

alıntıdır.
 
Üst Alt