Tebük'ten Ayrılış

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81

Peygamber Efendimiz 20 gün kaldıktan sonra ashabıyla Tebük'ten Medine'ye doğru harekete geçti.1040

Resûli Ekrem Efendimizin devesinin yuları, Ammar b. Yasir'in elindeydi; arkadan ise deveyi Huzeyfe b. Yeman sürüyordu.

Bu arada, "bir grup münâfıkın gece karanlığında kendisine suikastte bulunacağı," Resûli Kibriya Efendimize, Cenâbı Hakk tarafından haber verildi. Bu sebeple Resûli Ekrem devamlı etrafını gözetliyor, her an dikkatli bulunuyordu.

Bir ara karanlıkta bir grubun kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. Bunlar, suikastı plânlayan münafıklardı. Yoldaki dar boğazda Peygamber Efendimizi pusuya düşürmeyi planlamışlardı.

Peygamberimiz, hemen Hz. Huzeyfe'ye onları dağıtma emri verdi. Hz. Huzeyfe üzerlerine yürüyerek, "Ey Allah'ın düşmanları!.." diye bağırdı. Birden korkuya kapılarak ordunun içine karıştılar.'041

Resûli Ekrem Efendimize münafıkların bu tarz bir suikasta teşebbüs ettiklerini öğrenen Hz. Üseyyid b. Hudayr, fena hâlde hiddete geldi. Ordudaki münafıkların boyunlarını vurmak için izin istediyse de Resûli Ekrem Efendimiz, "Halkın, 'Müşriklerle arasındaki savaş sona erince, Muhammed, ashabını öldürmeye başladı.' diye yaygara yapmalarını hoş görmem." buyurdu.

Üseyyid b. Hudayr, "Yâ Resûlallah, bunlar, senin ashabın değiller ki!.."dedi.

Resûli Ekrem Efendimiz, "Mademki dilleriyle kelimei şehâdet getirerek Müslüman olduklarını izhar etmişlerdir, şu hâlde onlara dokunamayız!" buyurdu.1042

MESCİDİ DIRAR

Peygamber Efendimiz, Tebük Seferine hazırlandığı sıradaydı. Kübalı bir grup münafık huzura çıkarak, "Yâ Resûlallah!.. Yağmurlu ve soğuk gecelerde hasta ve uzak yere gidemeyeceklerin namaz kılmaları için bir mescid yapmış bulunuyoruz." dedikten sonra ilâve etmişlerdi: "Senin gelip mescidimizde bize namaz kıldırmanı arzu ediyoruz."1043

Dillerinden dökülen bu cümleler, zahire bakılırsa, masum bir niyetin ifadesi olarak görünüyordu. Ne var ki, içlerinde gizledikleri menhus niyet başkaydı. Maksatları, küçük plânda dahi olsa Müslüman cemaati bölmek, İslâm'ın ilk mescidi olan Küba Mescidinden, inşa ettikleri mescide adam çekip kendi nifak saçan emellerine onları âlet etmeye çalışmaktı. Bu hususta, bizzat Peygamber Efendimizin "fâsık" diye adlandırdığı Ebû Amir Rahip Abdi Arnr da, kendilerine yardım edeceğine söz vermişti: "Siz, bir mescid yapınız ve içine mümkün olduğu kadar silâh depo ediniz. Ben de Rum Hükümdarı Kayser'e gideceğim. Rumlardan asker getirtip, Muhammed ve ashabını Medine'den çıkaracağım!''1044

Ne var ki, Resûli Kibriya Efendimiz, içlerinde gizledikleri bu menhus niyet ve çirkin maksatlarını bilmiyordu. Bu sebeple onlara, "Şu sırada Tebük Seferine çıkmak üzereyim. Seferden dönersek ve Allah da dilerse, gelir mescidinizde size namaz kıldırırız." buyurmuştu.1045

Hz. Resûlullah'i çağırmalarındaki asıl maksat, inşa ettikleri mescidin bir nevi kutsîyet ve meşruiyetini tescildi. Bu gerçekleşirse, halkı oraya çekip rneş'um gayelerine âlet etmeleri daha da kolaylaşacaktı.

Hakikati hâlde böyle biır mescide ihtiyaç var mıydı?

Hayır... Ama, münafıklık tohumlarının intişârı için böyle bir yuvaya, böyle bir toplantı yerine kendilerince gerek duymuşlardı.

Nihayet, Tebük Seferi neticelenmiş, Peygamber Efendimiz ashabıyla Medine'ye dönüyordu. Medine yakınında bu münafıklar Peygamberimizin yoluna çıkarak kendilerine olan sözünü yerine getirmesini istediler.1046

Fakat, Cenâbı Hakk, onların bu art niyetlerinin tahakkuk etmesine fırsat vermedi; işin iç yüzünü, orada Resulüne inzal buyurduğu şu âyetlerle bildirdi:

Ebû Amir, başmünâfık Abdullah b. Übey b. Selül'ün yakın akrabası idi. Câhiliyye devrinde ruhbanlığa özenirdi. Peygamber Efendimize peygamberlik verilince bunu kıskanmaya başladı. Peygamber Efendimiz hicretle Medine'ye gelince, o, etrafına topladığı birkaç adamla Mekke'ye gitti. Bedir Savaşında Müslümanlara karşı savaştı. Bizzat Peygamber Efendimiz ona "Fâsık" adını taktı. Mekke'nin fethinden sonra Şam'a gitti.

"Bir de, zarar vermek, mü'minlerin arasına ayrılık sokmak için ve bundan önce, Allah ve Resulü ile harbedenin gelmesini beklemek için bir bina yapıp onu mescid edinenler ve 'Bununla, iyilikten başka bir şey kastetmedik.' diye muhakkak yemin edecek olanlar vardır. Fakat, Allah şâhid ki, onlar seksiz şüphesiz yalancıdırlar!

"Ey Resulüm!.. Sen, orada (Mescidi Dırar'da) hiçbir zaman namaza durma! Tâ ilk gününden beri temelleri takva üzerine kurulan mescid (Küba Mescidi) içerisinde namaza durman elbette daha lâyıktır. Orada günahlardan ve kirlerden temizlenmeyi seven erler vardır. Allah da böyle çok temizlenenleri sever.

"Binasını, Allah korkusu ve O'nun rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa yapısını, yıkılacak bir yerin kıyısına kurup da onunla birlikte kendisi de Cehennem ateşine çöküp giden kimse mi?..

"Allah, zâlimler güruhuna hidâyet vermez. Onların kurdukları bina, kalblerinde temelli bir şek ve nifaka sebep olacaktır! Meğer ki kalbleri, ölümle parçalanmış olsun!

"Allah, her şeyi bilen, her yaptığını yerli yerince yapandır."1047

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Mâlik b. Duhşum ile Âsim b. Adiyy'i çağırıp şu emri verdi:

"Şu, halkı zalim olan mescide gidiniz; onu yıkınız, yakınız!"1048

Peygamber Efendimizin bu emri derhâl yerine getirildi. Kur'ân'da "Mescidi Dırar [Zarar Mescidi]" olarak vasıflandırılan malûm bina yakılıp yıkıldı.

MEDİNE'YE YAKLAŞIRKEN...

Resûli Ekrem Efendimiz, Medine'ye yaklaştığı sırada, Ashabı Kiram'a hitaben, "Medine'de öyle kimseler vardır ki, sizin gittiğiniz ve geçtiğiniz her yerde ve vadide onlar da sizinle birlikte bulunmuş gibidirler." buyurdu.

Ashabı Kiram, "Yâ ResûlallahL Onlar Medine'de iken nasıl bizimle birlikte olabilirler?" diyerek hayretlerini izhar ettiler.

Peygamber Efendimiz meseleyi izah etti: "Onlar, ancak mazeretleri sebebiyle Medine'de kalmışlardır. Allah Teâlâ, Kitabında, 'Mii'minlerin hepsi, topyekûn muharebeye çıkacak değillerdir. O hâlde, onların her sınıfından yalnız birer zümre muharebeye gitmeli, kimisi de—din ve şeriat ilimlerini iyice öğrenmeleri ve kavimleri muharebeden dönüp kendilerine geldikleri zaman, onları Allah'ın azabıyla korkutmaları için— gitmeyip kalmalıdırlar. Olur ki, (bu suretle mü'minler aykırı hareketlerden) kaçınırlar.' (Tevbe, 122) buyurmuyor mu? Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onların duaları, düşmanımıza, silâhlarımızdan daha tesirlidir."1050

Uhud 'a Sevgi

Medine'ye doğru yaklaşırken, bir ara Resûli Ekrem Efendimiz, Uhud Dağına baktı ve, "İşte Uhud Dağı!.. O bizi sever, biz de onu severiz!" buyurdu.1051

Senniyetû 'lVeda 'da Karşılayış

Peygamber Efendimizin gelmekte olduğunu duyan Medine'deki büyük küçük Müslümanlar, yola çıkıp onu Seniyyetû'lVeda denilen tepede karşıladılar. Kadınlar, küçük çocuklar, Hz. Resûlullah'ı tekrar görmenin sevincini yaşıyorlardı. Bu sevinçlerini, "Seniyyetû'lVeda'dan dolunay doğdu üstümüze,/ Yalvaran bulundukça, Allah'a hamdetmek düşer bize!.." diyerek izhar ediyorlardı.1052

Medine 'ye Geliş

Nihayet, Resûli Ekrem Efendimiz, ordusuyla yorucu bir yolculuktan sonra Ramazan ayında Medine'ye geldi.1053

BÜYÜK MUVAFFAKİYET

İslâm Ordusu, Tebük'te kimseyle karşılaşmamıştı. Ancak, böylesine uzun bir yolu en zor şartlar altında katedip düşmanı karşılamaya gitmesi bile büyük bir muvaffakiyetti. Bu sefere çıkış, aynı zamanda o günün en büyük devletlerinden biri olan Bizans İmparatorluğuna açıktan açığa bir meydan okuyuştu. Bu meydan okuyuşa cevap verme cesaretinin gösterilmemesi ise ayrı bir ehemmiyetli mânâyı taşıyordu. Bu, artık İslâm kuvvet ve kudretinin karşısında çıkacak bir gücün bulunmadığının bir ifadesiydi.

DÜNYA BAŞLARJNA DAR GELEN ÜÇ KİŞİ

Ka'b b. Mâlik, Mürare b. Rebi ve Hilâl b. Ümeyye, üçü de samimî, sağlam birer Müslümandı. Fakat üçü de, meşru bir özürleri olmaksızın, sırf ihmalkârlıklarının eseri olarak Tebük Seferine çıkan orduya katılmayıp Medine'de kalmışlardı.

Ka'b b. Mâlik, Ensâr'ın Hazreç Kabilesinden olup, şâirdi. Akabe Bîatında bulunan üç şâirden biriydi. Harblerde kahramanlık duygularını harekete getiren hamasî şiirler söylerdi.

Tebük Seferine kadar Bedir hâriç diğer bütün savaşlara katılmıştı. Hattâ, Uhud günü, her tarafın birbirine karıştığı o dehşetli anda Resûli Kibriya Efendimizi miğferi altında parlayan mübarek gözlerinden o tanıyıp ashaba haber vermiş, onların toparlanması için seslenmişti. O günkü çarpışmada 11 yara da almıştı.1055

Mürare b. Rebi ile Hilâl b. Ümeyye de Ashabı Bedir'den, örnek ahlâk ve fazilet sahibi iki sahabî idi.1056

Neden Katılmamışlardı?

Bu üç kişiden biri olan Ka'b b. Mâlik (r.a.), geri kalışını şöyle anlatır:

"...Resûlullah (a.s.m.), bu savaşı (Tebük Savaşını), meyvelerin olgunlaştığı ve ağaç gölgelerinin altında serinlenme arzusunun şiddetlendiği bir zamanda yaptı. Resûlullah'la beraber bütün Müslümanlar harbe hazırlandılar.

"Ben de onlarla birlikte sefere hazırlanmak için sabahleyin evden çıkıp dolaşırdım. Fakat hiçbir iş görmeden (akşam üzeri) döner, geri gelirdim.

"Ve kendi kendime, 'Hazırlanmaya imkânım, kudretim ve henüz zamanım da var.' derdim. Bu (ihmalcilik) bende durmayıp devam etmişti. Nihayet herkes gerçekten hazırlandı. Ve bir sabah Resûlullah (a.s.m.) ile Müslümanlar sefere çıktılar. Hâlbuki ben, o âna kadar, savaş teçhizatımdan hiçbirini hazırlamamıştım! Yine kendi kendime, 'Bir iki gün sonra hazırlanır, onlara yetişirim!' diyordum.

"Ordu, Medine'den ayrılıp gittikten sonra, hazırlanmak için sabah erkenden kalktım. Fakat, yine eskisi gibi bir türlü hazırlık yapamadım! Bu durumum Müslümanlar gidinceye ve savaş bitinceye kadar böyle devam etti. Binip gitmeyi, onlara yetişmeyi düşündüm—keşke bunu olsun yapsaydım! Fakat (bir türlü) muvaffak olamadım."1057

Geri kalan diğer iki sahabînin de durumları bundan farksızdı. Hiçbiri kötü niyetle geri kalmış değildi. Ancak, ihmalkâr davranmışlar ve ordudan geri kalmışlardı. Bu durum da onların acı bir imtihan ve sıkıntı geçirmelerine sebep oluyordu.

Af Dilemeye Gelmeleri

Resûli Ekrem Efendimiz, henüz Mescidi Saadetlerinde iken bu üç sahabî af dilemeye geldiler. Ne için geri kaldıklarını açık açık anlattılar.

Hz. Ka'b b. Mâlik, af dilemeye gittikleri ânı şöyle anlatır:

"Resûlullah (a.s.m.), sabahleyin geldi. Herhangi bir seferden döndüklerinde önce mescide gider, orada iki rekât namaz kılar, ondan sonra da Müslümanlarla otururdu.

"Yine aynı şekilde iki rekât namaz kılıp Müslümanlarla oturduğunda, harbe iştirak etmemiş olanlar ona gelerek yemin ettiler ve özür beyanında bulundular. Bunlar 80 kadardı. Resûlullah (a.s.m.), onların sözlerine ve zahire bakarak beyan ettikleri Özürlerini yerinde görüp, onlar için Allah'tan af diledi, işin iç yüzünü ve hakikatini Allah Teâlâ'ya havale etti.

"O sırada ben de huzura geldim. Resûlullah'a (a.s.m.) selâm verince, acı bir tebessümle gülümsedi. Sonra bana, 'Gel bakalım.' buyurdu.

"Yürüdüm, önüne oturdum.

"Bana, 'Seni harbten alıkoyan sebep neydi? Sen (Akabe'de) bîat etmiş değil miydin?' buyurdu.

'"Evet, vallahi, yâ Resûlallah!.. Size her hâlü kârda yardım etmeye söz verdim.

"Yâ ResûlallahL Allah'a yemin ederim ki, sizden başka şu dünyada insanlardan herhangi birisinin karşısında otursaydım, alelade bir özür ileri sürerek onun gazabından kendimi kurtarmayı başarırdım! Çünkü, ben, Allah'ın inayetiyle kuvvetli bir natıka sahibiyim. Bugün sana yalan söylesem şu anda beni mazur görürsün; fakat bir gün Allah işin hakikatini bildirirse yine bana kızarsın. Eğer huzurunuzda doğruyu söylersem yine kızacaksınız. Ama ben bu hususta Allah'ın affını diliyorum. Hayır, hiçbir mazeretim yoktu. Şunu da belirteyim ki, hiçbir zaman bu sefere çıkıldığı andaki kadar kuvvetli ve varlıklı da olmamıştım."1058

Resûli Ekrem Efendimiz, Ka'b Hazretlerinin bu konuşmasından sonra, "İşte, bu, doğruyu söyledi! Kalk, git; Allah, senin hakkında bir hüküm verinceye kadar bekle!" buyurdu.1059

Diğer iki sahabî de, Ka'b Hazretleri gibi konuştular. Peygamber Efendimiz, onlara da, gidip, Allah'ın haklarında indireceği hükme kadar beklemelerini söyledi.1060

Görüşme Yasağı

Resûli Ekrem, Allah'ın kendisine vahiyle bildireceği hükme kadar, diğer Müslümanların bu üç kişiyle görüşüp konuşmalarını da yasakladı.1061

Bu yasak üzerine, artık, herkes onlardan kaçıyordu. Görüşmek istedikleri kimseler, hattâ akrabaları bile kendileriyle görüşmek, konuşmak istemiyorlardı; hattâ, selâmlarını bile almıyorlardı. Artık yeryüzü, bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmeye, ruhlarını sıkmaya, kalblerini sıkıştırmaya başlamıştı.

Ka'b b. Mâlik, bu hazin ve sıkıntılı hâlini ise şöyle tasvir eder:

"Resûlullah (a.s.m.), harbe iştirak etmeyen ben ve diğer iki zâtla Müslümanların konuşmalarını yasakladı. İnsanlar bizden kaçıyorlardı. Bize karşı tutumları başkalaştı. Bu yüzden dünya beni sıkmaya başladı. Dünya, artık tanıdığım o dünya değildi sanki... Bu durumumuz tam 50 gün devam etti.

"İki arkadaşım, kaderlerine rıza göstererek evlerinde oturup günlerini ağlayarak geçiriyorlardı; ben ise, onlardan daha genç ve güçlü idim. Dışarı çıkıyor, Müslümanlarla beraber namaz kılıyor, sokaklarda, çarşılarda dolaşıyordum. Fakat, bir tek kişi bile benimle konuşmuyordu. Namazdan sonra sahabîleriyle sohbete başlayan Resûlullah'a (a.s.m.) selâm veriyordum ve kendi kendime, 'Acaba selâm almak için dudakları kımıldadı mı, kımıldamadı mı?' diye soruyordum.

"Sonra Resûlullah'ın (a.s.m.) yakınında namaz kılıyor, yan gözle kendisini kolluyordum. Ben namaza durduğumda Resûlullah bana bakıyor, onun tarafına döndüğüm zaman da benden yüz çeviriyordu."10"

Evet, işte bu üç sahabî, böylesine acı ve ibretli bir imtihana tâbi tutulmuşlardı. Hatta, oldukça ibret vericidir: Hiç kimsenin kendisiyle görüşmek istemediğini gören Ka'b Hazretleri, bir gün amcasının oğlu Ebû Katade'nin yanına varır. Selâm verir. Ebû Katâde onun selâmını almaz. Hz. Resûlullah'ın selâmını almadığı kimsenin selâmını Ebû Katade nasıl alabilir? İsterse en yakın akrabası, isterse öz kardeşi olsun! Ashabı Kiram'm, Hz. Resûlullah'a olan muhabbet ve sadâkatlerinin bariz bir misâlidir bu...

Ka'b b. Mâlik, selâmını almayan Ebû Katade'ye, "Allah için olsun söyle: Allah'ı ve Resulünü ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun, değil mi?" diye sorar.

Ebû Katade tek kelime cevap vermez. İkinci kere sorar. Ebû Katade yine tek kelime konuşmaz. Üçüncü sefer soruşunda sâdece, "Allah ve Resulü daha iyi bilir!" diye cevap verir.

Çok sevdiği amcasının oğlu Ebû Katade'den bu cevabı alan Ka'b, tabiî ki gözyaşlarını tutamaz ve gözleri yaşlı yaşlı oradan uzaklaşır.1063

Cebele 'den Ka 'b 'a Gelen Mektup

Henüz Ka'b ve arkadaşları Allah'ın Resulü ve Müslümanların kendilerine karşı tatbik ettikleri her türlü boykottan kurtulmuş değillerdi. Bu sırada Gassan Hükümdarı Hıristiyan Cebele b. Eyhem'den kendisine bir mektup geldi. Mektupta kendisine hitaben şöyle deniliyordu:

"Haber aldığıma göre, sahibin (Hz. Peygamber) sana cefa ve eza ediyormuş! Allah, seni hakaret görecek ve hakkın zâyî olacak bir mevkide (tahkir ve tezlil için) yaratmamıştır. Orada durma, bize gel! Sana sânına lâyık bir surette hürmet ve ihsanda bulunuruz."1064

Hz. Ka'b, mektubu okuyunca, kendi kendine, "Bu da bir başka imtihandır." dedi ve mektubu ânında yırtıp yakarak1065 Hz. Resûlullah'a olan sadâkatini bir kere daha ortaya koydu.

Bir Yasak Daha...

Ka'b (r.a.) ve iki sahabînin tutuldukları imtihan, çilelerinin 40. günü bittikten sonra daha da şiddetlendi. Resûli Ekrem Efendimiz, onlara şu haberi gönderdi:

"Bundan böyle hanımlarına da asla yakışmayacaklardır!"

Bu emri alan Hz. Ka'b, hanımına, "Bu hususta Allah'ın hükmü gelinceye kadar, git, babanın evinde otur, kal!" diye emretti.1067

Gerçekten, Ka'b b. Mâlik ile diğer iki sahabî Mürare b. Rebi ve Hilâl b. Ümeyye, çok çetin imtihanlara tâbi tutuluyorlardı ve bu imtihanlarla Allah'a ve Resulüne karşı olan sadâkatlerinin derecesi ölçülüyordu. Görüldüğü gibi, onlar da kendilerine yakışan sadâkati göstermekte asla tereddüt göstermiyorlardı.

Sahabî Kadındaki Feraset

Üç kişiden biri olan Hilâl b. Ümeyye, hizmetini kendisini göremeyecek kadar yaşlıydı. Bu muameleye mâruz kalışından dolayı durmadan ağlıyordu. Yemiyor, içmiyordu. İçtiği bir yudum su veya birazcık süt idi.

Kendisine bu emir tebliğ edilince, hanımı, çıkıp, Hz. Resûlullah'ın huzuruna geldi.

"Yâ Resûlallah!.." dedi, "Hilâl b. Ümeyye, kendi işini göremeyecek kadar yaşlanmış bir ihtiyardır. Hizmet edecek kimsesi de yoktur. Acaba, sâdece ona hizmette bulunmama müsaade eder misiniz?"

Resûli Ekrem Efendimiz, "Kendine yaklaştırmamak şartıyla, hizmet edebilirsin." buyurdu.1068

Kadın sahabî, "Yâ Resûlallah!.." dedi, "Vallahi, onun ne bana, ne de hiçbir şeye doğru kımıldayacak hâli var! Vallahi, bu muameleye mâruz kalışından beri de durmadan ağlıyor; gözlerini kaybedeceğinden korkuyorum!"

BEKLENEN HÜKÜM

Nihayet, bu üç sahabînin çektikleri çilenin 50. günü tamamlanmıştı. Cenâbı Hakk, Resulüne onlar hakkındaki hükmünü göndererek şöyle buyurdu:

"Geri bırakılan üç kişiyi de Allah bağışladı! Çünkü, o derece bunalmışlardı ki, yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıkmıştı ve Allah'tan kurtuluşun ancak Allah'a sığınmakla olduğunu anlamışlardı. Bundan sonra Allah, onları, tevbekâr olmaya muvaffak kılıp tevbelerini kabul buyurdu, şüphesiz ki Allah, tevbeleri çok çok kabul edicidir, çok merhametlidir."1070

Müjdeleniyorlar!

Cenâbı Hakk'ın, kendilerini affetmiş olduğunu bildirmesiyle, bu üç zâtın 50 gün süren acı ve ızdıraplı imtihanı bitmiş oluyordu.

Resûli Ekrem Efendimiz, sabah namazını kıldıktan sonra, Cenâbı Hakk'ın, malûm üç kişinin tevbelerini kabul buyurduğunu, Ashabı Kiram'a bildirdi.

Bunun üzerine, Zübeyr b. Avvam (r.a.), atına atlayarak son sür'at Ka'b b. Mâlik'i, Said b. Zeyd ise Hilâl b. Ümeyye'yi müjdelemeye gitti.

O sırada Ka'b b. Mâlik evinde oturuyordu. Düşünceliydi. Dünya bütün genişliğine rağmen ona dar geliyor ve ruhunu âdeta tutmuş, sıkıyordu. Tam bu esnada Hz. Zübeyr yetişip müjdeyi verince, birden secdeye kapandı. Artık, üzerindeki bütün sıkıntılar gitmişti. O küçücük evi sanki bir dünya gibi genişlemişti. Ruhundaki sıkıntı, yerini ferah ve sürura terketmişti. Sevincinden üzerindeki elbisesini çıkarıp Hz. Zübeyr'e giydirdi.

Tevbesinin kabul olunduğunu duyan Hilâl b. Ümeyye de, derhâl secdeye kapandı. Uzun süre başını secdeden kaldırmadı. Müjdeyi veren sahabî der ki:

"Sevincinden can verdiğini sandım!"

Mürare b. Rebi'i de bir başka sahabî müjdeledi.

Ka 'b, Peygamberimizin Huzurunda

Ka'b b. Mâlik, bizzat gidip tevbesinin kabul olunduğunu bir kere de Resûli Ekrem Efendimizden öğrenmek istiyordu. Bunun için Mescidi Nebevî'nin yolunu tuttu. Her gören ona, "Allah, tevbeni kabul etti; müjdeler olsun sana ey Ka'b!.." diyordu.

Ka'b, mescide vardı; selâm verip, Hz. Resûlullah'ın huzurunda diz çöktü. Resûli Ekrem Efendimizin de yüzü sevinçten gülüyordu. Ka'b'ın selâmını tatlı bir tebessümle birlikte aldı. Sonra da, "Müjde, ey Ka'b!.. Bugün, annenden doğduğun günden beri yaşadığın günlerin en hayırlısı, en mes'ududur!" diye buyurdu.

Ka'b b. Mâlik, "Yâ Resûlallah!.. Bu müjde senden mi, yoksa Allah'tan mı?" diye sordu.

Peygamber Efendimiz, "Benden değil, doğrudan doğruya Allah katından." diye buyurdu.1072

Manevî sıkıntıdan kurtulan Ka'b, son derece memnun ve mesrurdu. "Yâ ResûlullahL Tevbem kabul olunduğu için Allah ve Resulü yolunda sadaka olarak malımı dağıtmak istiyorum!" dedi.

Peygamber Efendimiz bu teklife, "Malımın bir kısmını kendine alıkoy. Böylesi senin için daha hayırlıdır."1073 cevabını verdi.



 
Üst Alt