- Katılım
- 26 Temmuz 2011
- Mesajlar
- 19,432
- Tepkime puanı
- 185

İnsan, madde ile mânanın, ruh ile bedenin ve kâinat ile zerrenin birleştiği muazzam bir varlıktır...
Bunlardan hangisinde bir eksiklik varsa, orada hastalık olur ve o hastalığın tedavisi de yine o eksilen yerin tamamlanması, onarılmasıyla düzelir...
Manen kendinde eksiklik hisseden insana maddi zevk ve sefa verilse ne fark ederki?
insanin maddi yonu tatmin edilmesi gerektigi gibi insanin manevi boslugu da anca Zikir ..ibadet ile mutmain olur...
İşte bu hususu tam mânası ile bilen tasavvuf ehlimiz, insanı bir bütün olarak değerlendirmiş ve ilim meclislerinde, tasavvuf sohbetlerinde
insanların maddî, mânevî, ruhsal, bedensel, küçük ya da büyük her türlü problemlerine çözümler getirmişlerdir...
insanlar ask-a sevgiye..ilgi merhamette ..dostluga muhabette ihtiyac duyarlar..
Ve ne zaman ki kendi özümüzden, kopmuşuz işte o zaman kaybetmişiz bize ait olan değerlerimizi...
Sonrasında ise yaslamışız sırtımızı batıya! Bizim kaybettiğimize, önemsemediğimize hatta yok etmek istediğimize batı sahip çıkmış,
almış ve uydurmuş kendine göre ve terapi demiş bunun adına...
Ruhsal sıkıntılar çekenlere, kendini yalnız hissedenlere, stres, depresyon ve bunalımda olanlara yani tam da modern çağın modern insanlarına göreymiş bu...
Ruhu paramparça olan bedenlere, maddenin yüceltilip mânanın hiçe sayıldığı gönüllere bir şifa iksiri kabul edilmiş psikoterapi.
Kuşkusuz, hikmet bizim yitiğimizdir ve onu nerede görsek alırız. Ancak unutmamalıyız ki bu hikmet bizim kendi öz kültürümüzde zaten vardı...
Sadece adı farklıydı: terapi değil; zikir tasavvuftu...
Bu, biraz da tasavvuftan ne anladığımıza bağlıdır lakin o engin sohbetler, mânevî atmosferler, oralarda alınan gıdâlar..
paylaşılan yaşantılar, birliktelikler başlı başına bir ruhsal tedaviydi.
Tuhaf olan, kendi öz kültürümüzde var olan onca ruhsal tedavi yöntemlerini elimizin tersiyle bir yana itip..
batının bizden alıp kendi kültürüne ve inançlarına göre yorumladığını, şimdi bizim onlardan almamızdır...
Daha enteresan olanı ise, batı kültüründen aldıklarımızın şaheser olarak; kendi özümüzde var olanların ise “hurâfe” olarak değerlendirilmesidir. ..
Oysa batı daha ruhu bile tanımazken, ruh hastalarını deli olarak görüp “içine şeytan girmiş” diyerek yakarlarken;
bizler onları doğal yollarla, özel yöntemlerle tedavi ediyorduk...
Her şey bir yana, kişi daha hasta olmadan, onun ruhunu korumak için, ilim meclislerinden zikir ve tasavvuf sohbetlerinden manevi tedbirler sunuluyordu.
Modern manada terapinin ilk yıllarına baktığımızda, ne zamanki insanlar toplumdan uzaklaşmış, yalnızlığın limanında boğulur olmuşlar,
işte orada anlaşılmış başka bir insanın kendi varlığı ile olan ilgisinin ne kadar önemli olduğu…
ve Psikoloji adlı eserinde Batının psikolojisi ile Doğunun tasavvuf geleneğine dair bir dizi karşılaştırmalar yapar ve en sonunda der ki: “Gerçek psikoterapi bizimki değil; Doğu kültürünün tasavvuf anlayışıdır.”