Bâyezıd dönemının bazı özellıklerı
BÂYEZID DÖNEMININ BAZI ÖZELLIKLERI
Cem Sultan olayi ve bu olay yüzünden Avrupa'da Istanbul'u geri alma yolunda dogan umutlar, Bâyezid'i çok dikkatli ve barisçi bir siyaset takip etmeye zorladi. Her ne kadar bazi müelliflerce Bâyezid'in bu tutumu, Cem Sultan korkusuna haml edilirse de, gerçekte is sadece bir taht kavgasi degil, bir devlet meselesiydi. Nitekim, devletin durgun ve hareketsiz bir çagi olarak nitelendirilen Bâyezid devrinin siyasî ve askerî olaylarina baktigimiz zaman, (özelikle Cem Sultan'in vefatindan sonra ) insani sasirtacak bir faaliyetin ortaya çiktigi görülür. Zira Bâyezid, gerektigi zaman faal bir rol alarak savastan da çekinmiyordu. Böylece Osmanli topraklarina yeni yerler katmak suretiyle fetihlerde bile bulunmustu.
Dönemin olaylarina baktigimiz zaman bu olaylarin sebep olduklari degisik karekterdeki çizgilerle karsilasiriz. Nitekim Batida Fransa Krali VIII. Charles'in, Cem Sultan'i bir koz gibi kullanarak Osmanli Devleti'ni parçalayip dagitmak, bu suretle de Bizans'i yeniden kurdurup ihya etme hülyasi ile Kudüs'ü Müslümanlarin elinden alma emeline dayanan gayreti; Doguda ise, Iran Sahi'nin Sîîligi bir ileri karakol olarak vazifelendirip Osmanli ülkesini istila tasavvuru; Güneyde Memlûk Devleti ile Dülkadirogullarinin Osmanlilar aleyhindeki müsterek faaliyetleri; Içte ise Sah -Kulu isyani gibi genis ölçüde yari siyasî, yari ictimaî hurûc olarak göze çarpar.
Bütün bu hareketlerin seyir ve neticesi üstünde duruldugu zaman, Bâyezid devrine menfi bir not verilemez. Zira bu dönemde Osmanli cografyasi Draç, Hersek, Karadag, Kili, Akkirman, Inebahti, Mora, Modon gibi sehir ve kaleleri kazanmis, Macarlara karsi Belgrad seferi açilmis, Osmanli Türk akincilari, Transilvanya, Karinyola, Karintiya ve Polonya'ya akinlarda bulunmuslardir. Bu arada Midilli'ye hücum eden kuvvetli bir Fransiz donanmasinin hücumu püskürtülerek, Venedik ve Fransiz sövalyeleri bozguna ugratilmislardir. Burak Reis'in sehâdetiyle sonuçlanan Osmanli Venedik deniz muharebesi, Endülüs'te son Müslüman Devleti olan Girnata Sultanligi'nin Bâyezid'e müracaati ve Kemal Reis'in komutasinda giden Osmanli donanmasinin Ispanya sahillerinden Müslümanlari alip Afrika kitasina geçirmesi de Türk denizcilik tarihinde parlak bir sayfa açmisti.
Kaynaklarin verdigi bilgiye göre, Osmanli Rus münasebetlerinin baslangiç tarihi de Ikinci Bâyezid dönemine rastlamaktadir. Devletin nüfuz ve itibari öyle bir mertebeye ulasmistir ki, Kirim Hani Mengli Giray'in tavassutu ile Moskova Prensligi'nin gönderdigi elçi, protokoldan anlmayan, yol yordam bilmez bir adam oldugu için geri gönderilmis, bir müddet sonra gelen ikinci elçi ise, Rus tacirlerine ticaret müsaadesi almisti. Hammer ( IV, 34 ) 'de bu konuya temas edilir. Ona göre Kirim Hani Mengli Giray araciligi ile yapilan görüsmelerden sonra Çar III. Ivan, 3l Agustos l492'de Bâyezid'e bir mektup yazarak Azak ve Kefe pasalarinin, Rus tüccarlarina zorluk çikarmalarindan yakinmistir. Ticaret serbestilgi saglamak amaciyla l495'te bir Rus elçisi daha Istanbul'a gelmis, bunu da l499'da yeni bir elçilik heyeti takip etmisti.
SAH - KULU ISYANI
Sultan Ikinci Bâyezid döneminin önemli ve devleti sarsan olaylarindan biri de Teke Sancagi'nda patlak verip Kütahya'ya kadar yayilan Sah- Kulu vak'asidir. Bu olay, siyasî oldugu kadar, iç inzibat ve asayisi ilgilendiren tipik bir eskiyalik hareketidir. Sâmiha Ayverdi, bu ve benzer sakavet (eskiyalik) örneklerini degerlendirdigi ifadesinde güzel ve yerinde noktalara parmak basarak söyle der:
"Selçuklular devrinin Babaî isyani, Çelebi Mehmed devrinin Seyh Bedreddin isyani, nihayet Sah Kulu vak'asi, hatta daha ilerde patlayacak olan Celalî hareketleri, Sia menseli muayyen bir mikrobun, huruc için ictimaî aksakliklardan faydalanma zemini bulmasi kadar, diger bir yüzüyle de âdi sekavet hareketi olarak görülebilir.
Babaî isyanlari, Selçuklularin ictimaî buhran ve siyasî tazyikler ortasinda kalan halkin, bir ölüm kalim kaygisina düstügü devirlere rastlamis, Seyh Bedreddin'in hurucu da yine mes'um Timur macerasinin, devlet ve cemiyet mekanizmasini alt üst ettigi devrin mahsûlü olmustu.
Dikkat edilecek olursa, bu bas kaldirma vak'alari, Sünnîler arasinda degil, daima Siî - Bâtinî topluluklar içinde inkisaf zemini bulmustur. Bu Sia menseli ve görünüste bir mezhep ve akide mücadelesi damgasini tasiyan hurûclarin asil gayesi, komsu Iran'dan gelen siyasî tertiplerle, topluluklarin arasina ayirici ve yikici bozgunlar sokmakti. Dikkat edilecek olursa bir Mehdîlik motifi etrafinda hareketlenen bu isyanlar, derhal renk degistirerek, bir iktidar davasina çevrilmis, tenkil kuvvetlerine galebe çalan bu sakilerden bir kisminin, namlarina hutbe okuttuklari, dirlik ve mesned dagittiklari dahi görülmüstür."
Anadolu'da meydana gelen düzensizlik, Sah Ismail taraftarlarinin serbestçe teskilât kurmalarina ve propaganda yapmalarina imkân vermisti. Sah - Kulu ( Osmanli tabiri ile Seytan-Kulu), adi ile anilan Kizilbas Seyhi, Hasan Halife'nin ogludur. Babasi desturunu , Sah Ismail'in babasi Seyh Haydar'dan almisti. Uzun yillar hizmetinde bulunmus, daha sonra Antalya civarinda Yalinlu köy yakininda bir magaraya yerleserek gizli ve sirlarla dolu bir hayat yasamaya baslamisti.
"Hasan Halife ölünce, onun postuna oglu Sah - Kulu geçti. Toroslar bölgesi, öteden beri Iran ve Horasan'dan gelen göçmenlerin yasadigi belli basli yerlerdendi. Bu göçmenler, yasayislarina uygun tarikatlara mensubtular. Aralarinda Alevî, Tahtaci ve Kizilbaslar çoktu. Hasan Halife ve oglu Sah - Kulu, bunlari kisa zamanda saflari arasina aldilar. Hükümetten memnun olmayan köylüler, asiretler ve çiftlikleri ellerinden alinan timar erleri ile sipailer, Sah - Kulu ve babasindan destur alarak Kizilbas'ligin en sadik bendesi oldular. Bilhassa Sehzâde Korkud'un Misir'a gidisinden faydalanan Sah - Kulu, faaliyetlerini artirdi.
Taraftarlari, Sah - Kulu'nun, Allah, Peygamber ve Mehdi oldugunu iddia ediyorlar, memleketin, düstügü felaketten ancak onun sayesinde kurtulacagini ileri sürüyorlardi. Sah - Kulu, zaman zaman Kapulu Kaya'da Döseme Derbendi'nde toplanti ve âyinler yapiyor, Anadolu'yu Iran'la birlestirmek için bütün gayretini sarfediyordu. Garip hayati ve labirente benzeyen meskeni, onu, halk arasinda tanrilastirmis idi. Sah - Kulu isyani, sanildigi kadar basit ve gelisigüzel tertiplenmis bir hareket degildir. Sah - Kulu, isyanindan önce ve sonra, devlet dahilindeki bütün taraftarlarina mektuplar yazmis ve casuslar göndermisti. Bu mektuplarda, hazirlanmalarini emretmisti. Bu suretle Sah - Kulu hareketi planli tertiplenmis, Anadolu'yu Kizilbas yapmak için esasli surette hazirlanmistir.
Siî - Bâtinî karekterli bir hareket olan Sah Ismail'in faaliyetleri, Osmanli Devleti için büyük bir tehlikeye isaret ediyordu. Devletin varligina kast eden Sah Ismail'in faaliyetleri, daha önceki iki faaliyetle benzer özellikleri tasimasindan dolayi Uzunçarsili tarafindan su ifadelerle degerlendirilir: " Osmanli Devleti'nin Anadolu'da genislemesi, kendisini muhtelif tarihlerde üç büyük tehlike ile karsilastirmisti: l.Timur, 2. Uzun Hasan ve 3. Sah Ismail. Belli bir mezhebin inanç sistemi (akidesi) üzerine kurulan Safevî Devleti'nin kurucusu Sah Ismail tehlikesi, sinsi bir sekilde ülkeye sokularak gelmekte idi. Gerçekten Sah Ismail, Iran, Azerbaycan ve Irak'i aldiktan sonra bir hayli cüretlenmis görünmektedir. Bu dönemde Osmanli ülkesinde ona bagli epey taraftari vardi. Sah Ismail, meydana getirdigi askerlerine kirmizi çuhadan taclar giydirdiginden dolayi taraftarlarina "Surhser" yani "Kizilbas" denilmis ve bu isim genellik kazanmistir. Sah Ismail, Anadolu'daki Alevîleri iyiden iyiye kendine baglamak için buraya (Anadolu'ya) kendi adamlarini gönderip propaganda yaptiriyor ve el altindan Osmanlilar aleyhine genis bir isyan hazirliyordu. Bu gizli faaliyet, Anadolu'da Osmanli idaresindeki Kizilbaslari, alttan alta ayaklanmaya hazirliyordu. Bunun için Anadolu'ya, halife ismi verilen bir takim alevîler gönderiliyordu. Bâyezid'in, Arnavutluk Seferi'nden dönüsü esnasinda Isik adinda bir Kizilbasin, kendisine suikast yapmak üzere iken öldürülmesi, Sah Ismail taraftarligi faaliyetinin ne kadar genisledigini gösterir. Bâyezid, bunlarin Anadolu'daki faaliyetlerine son vermek için, Iran'a gitmelerine müsaade etmedigi gibi yakaladiklarini da Rumeli'ye sürmüstü. Sah Ismail'in, ülkedeki tahriklerini ve takip ettigi siyaset ile maksadini iyi anlayan Trabzon Valisi Sehzâde Selim, ona ilk silleyi vurmustu. Anadolu'dan, kendisi ile görüsmek için gelen ziyaretçilerin men edilmesi, Sah Ismail'i hem taraftarlari ile görüsmekten, hem de "nezir" denilen önemli bir gelir kaynagindan mahrum etmisti. Sah Ismail, bu yasagin kaldirilmasi için Osmanli hükümdari nezdinde tesebbüste bulunduysa da bu arzusu kabul edilmedi.
Hem yerli hem de yabanci kaynaklara dayanarak Tekeogullari ve Sah-Kulu baba Tekeli Isyani haklarinda makaleler yazan Sehabeddin Tekindag, bu konuda daha detayli bilgi vermektedir. Onun, bu makalelerinde Osmanli Devleti'ne karsi olan isyani açiklayan ve ortaya koyan bölümlerini kisaca vermek istiyoruz. Böylece, Sultan Bâyezid döneminin, görünüste dinî karekterli olan bu isyani hakkinda bilgi saibi olmaya çalisacagiz.
"Sah Ismail'in, Akkoyunlulari bertaraf edip Safevî Devleti'nin temellerini atmasindan sonra, daha önce oldugu gibi bu sefer de On iki Imam'a mütemayil taraftarlar, kisim kisim Iran'a göç etmekle yeni kurulan Siî Devletin kudretini artirmaya baslamislardi. Bilhassa on iki dilimli kizil taç veya külah (= Tâc-i Hayderî ) in kabulünden sonra Kirsehir, Tokat, Amasya, Yozgat ve Çorum çevresinde Safevî (Siî)lere taraftar olanlar, Hataî mahlasiyla siirler yazan Sah Ismail'e büyük bir baglilik göstererek onu bir kurtarici olarak kabul etmislerdir. Nitekim Egriboz'lu Yeminî gibi sairler, Safevîleri müdafaa ettikleri gibi, Sah Ismail, sonra da Sah Tahmasb ile siki münasebetleri bilinen Hoy'lu Pir Sultan Abdal, Osmanli Türklerine karsi mezhebinin zaferini ve sahinin galebesini temenni eden nefesler kaleme almistir. Bu nefeslerde Sünnîlere karsi büyük bir kin göze çarpmaktadir:
Lânet olsun sana Ey Yezid Pelid
Kizilbas mi dersin söyle bakalim
Biz ol asiklariz ezel gününden
Rafizî mi dersin söyle bakalim.
Ey Yezid, geçersen Sahin eline
Zülfikarin çalar senin beline
Edeple girdik biz kirklar yoluna
Kizilbas mi dersin söyle bakalim.
Yuf etti erenler e münkir size
Iftira ettiniz sizler de bize
Muhammed sizleri tas ile eze
Rafizî mi dersin söyle bakalim
Pir Sultan'im eder lânet Yezid'e
Müfteri yalanci Yezidler sizi
Iste Er meydani çik meydan yüze
Rafizî mi dersin söyle bakalim.
Sah Ismail'e gösterilen bu baglilik, Osmanli Devleti tarafindan daima dikkatle takip edilmis ve Iran'dan gelen Kizilbaslar ile onlara yardim eden Anadolu'daki taraftarlari cezalandirilmistir.
Bu arada Sah Ismail, bazi diplomatik tesebbüslerle taraftarlarinin takipten kurtulup rahatça Iran'a gelmelerini saglamak istemis ve bu maksatla II. Bâyezid'e müracaat etmisti. Iste bu Teke -eli (sonradan: Tekeli) sipahîleri, l500 de, Bâyezid II. devrinde Sah Ismail'in müridleri olarak Erdebil'i ziyarete gitmislerdir ki, bunlarin gidip dönmediklerini, bu yüzden sipahî sinifinin günden güne azalmakta oldugunu gören Bâyezid, bir tedbir olmak üzere Iran'a gideceklere geri dönmek sartiyle izin verilebilecegini açiklamis ve bundan sonra Sûfî (Sah Ismail) nâmina kimsenin hududdan geçirilmemesi için siddetli emirler vermistir.
Yine bu Tekeli sipahîleri, l5l0'da bazi fena niyetli kimseler yüzünden timarlarinin (dirlik) ellerinden alinip, layik olmayanlara devredilmesi sebebiyle eski imtiyazlarini kaybetmeleri yüzünden, devlete isyan ile Sah Ismail'e meyl etmislerdir. Bu yüzden, Sah Ismail'in halifesi Karabiyik oglu Sah -Kulu Baba Tekeli (Osmanli tarihlerinde Seytan-Kulu) ile birlesmisler ve çikan isyanin büyük bir sür'atle genisleyip bütün Anadolu'yu tehdid etmesinde de mühim bir rol oynamislardir. Sah - Kulu Baba Tekeli, II. Bâyezid'in yasliligi, yumusakligi ve sehzâdeler arasindaki anlasmazliklari firsat bilerek artik harekete geçme zamaninin geldigine karar verir. Bu sebeple o, devletin her tarafina dagalmis olan taraftarlarini çogaltmak için babasinin ölümünden sonra memleketin hâli (bos ) olup firsatin kendisinde oldugunu ileri sürerek bilhassa maiyetindeki sipahilerden Çakir-oglanlari, Kizil-oglu, Göle-oglu, Dede-Alisi ve Hizir, Kapulu-Kaya'daki Döseme Derbendi'nde devlet aleyhine gizli toplantilar tertip etmis ve müridlerinden Safer'i Siroz'a, Imam oglu'nu Selanik'e, Taceddin'i Zagra yenicesi'ne ve Pir Ahmed'i Filibe'ye göndermek suretiyle genis bir propaganda faaliyetine girisir. Bu arada, Sah-Kulu'nun Döseme Derbendi'nde yaptigi ayinleri ve giristigi propaganda faaliyetlerini dikkatle takip eden Antalya Kadisi, sehrin Subasisi'ni göndererek, bu toplantilari bastirdi ise de Sah Kulu kaçip kurtulmayi basarir. Onun bu kurtulusu, müridleri tarafindan baska bir propaganda vasitasi yapilarak bir mânada ilahlastirilmasina sebep olmustur. Nitekim, Antalya Kadisi'nin Sehzâde Korkut'a gönderdigi 9l6 Zilhicce (l5l0 Nisan) tarihli belgeden, müridlerinin onun hakkinda: "Allah budur, Peygamber budur, sûr-i hesab bunun önünde olsa gerektir, buna itaat etmeyen imansiz gider"dedikleri anlasilmaktadir. Anadolu'nun maruz kaldigi en büyük tehlike, sehzâdelerin birbirleri ile ugrasmaya basladiklari bir sirada, Antalya'dan Manisa'ya gitmekte olan Sehzâde Korkud Çelebi'nin adamlarina saldirip, Antalya'dan üzerine gönderilen kuvvetleri de maglub eden Sah - Kulu Baba Tekeli, Teke-eli'nin sehir,kasaba, karye (köy), dag, yayla ve obalarinda bulunan Siî ve Alevîlige mütemayil bütün Türkmenleri etrafina toplamis, timarlari ellerinden alinmis kizgin sipahîlerin de yardimlari ile Teke-eli'nin kendine tabi olmayan bütün köy ve kentlerini yagma edip halkini da öldürtmüstür. Kaynak ve vesikalardan anlasildigina göre, Istanoz (Korkuteli) kasabasini tahrib edip, Elmali'nin mescid ve zâviyelerini yikan Sah - Kulu Baba Tekeli, eline geçirdigi Kur'an'lari da atese atip mahvetmistir. Bundan sonra Gölhisar'i alarak her tarafi yakip yikmaga eline geçen canlilari ise insan ve hayvan ayirmaksizin, acimadan öldürtmeye baslamistir. Onun bu vahsice hareketleri, Sehzâde Osman'in Divân'a gönderdigi arîza (rapor)da oldugu gibi, Sehzâde Korkud Çelebi tarafindan daha sonra Istanbul'a sevk edilen Sûfî'nin ikrarlarindan da bütün çiplakligi ile ortaya çikmistir. (TSMA.Nr.5053). Bundan sonra Baba Ishak-i Horasanî gibi, kendisinin Mehdî oldugunu iddia edip Burdur'a kadar gelen Sah - Kulu Baba Tekeli'nin etrafina 20.000 kisi toplanmistir ki, bunlarin ekserisini, çoluk-çocuk, mal ve hayvanlari ile gelen Tekeli Türkmenleri teskil ediyordu. Yine vesikalardan anlasildigina göre, Teke - eli'nde Sah adina bir Türkmen devleti kurmak isteyen Sah - Kulu Baba Tekeli, bundan sonra Keçiborlu, Sandikli, Kiçisiçanlu, Ulusiçanlu'yu geçip Altuntas'i yaktiktan sonra "dagdan bosanmis hanazir-i tir horde gibi deprenüb" Kütahya önüne geldi.Tekeli sipahîlerin tesvikleri ile Kütahya kalesini muhasara ve zaptetmis, Anadolu Beylerbeyi olan Karagöz Pasa'yi kaziga vurdurmakla yetinmemis, demire sarilan etlerini de ocakta pisirmistir. Bundan sonra Kütahya Hisarini zapt eden Sah-Kulu'nun askerleri, sehri atese verirler. Adamlari ile müsavereden sonra Alasehir Ovasi'nda Sehzâde Korkud tarafindan üzerine gönderilen Hasan Aga ile maiyetini maglub eden Sah -Kulu'nun bu basarisi, bütün Anadolu'ya dehset saçmaya yetmisti. Onun, Bursa'ya dogru harekete geçmesi üzerine, Sadrazam Hadim Ali Pasa, Rumeli'den Anadolu'ya geçer. Bunun üzerine Sah - Kulu, Teke-eli'ni Karaman'a baglayan Kizilkaya Bogazi'na çekilmek zorunda kalir. Bunun üzerine Sadrazam ile Amasya valisi Sehzâde Ahmed, Kizilkaya Bogazi'ni 38 gün muhasara ettilerse de Sah - Kulu Baba Tekeli, önce Incirli Derbendi'nden, sonra da Döseme Derbendi'nden kayalar arasindan kendine bir yol açarak Beysehir önlerine gelmeye muvaffak olur. Daha sonra Kayseri yolu üzerinden Sivas yakinindaki Gedik Hani mevkiine gelen Sah - Kulu Baba Tekeli üzerine az bir kuvvetle yürüyen Hadim Ali Pasa, Tekeli Türkmenlerinin siddetli mukavemeti ile karsilasmis, girisilen savas sonunda Sah - Kulu ve Hadim Ali Pasa okla vurulmuslardir. Bu savastan sonra sür'atle Iran'a dogru çekilen Tekeli sipahîleri ve Türkmenler, Erzincan'da hacca giden bir Iran kervanina saldirdiklari için Sah Ismail'in hakaretlerine maruz kalmislardir. Anadolu'da 50.000 kisinin ölümüne sebep olan bu isyan..." diye verdigi bilgi, bizim burada nakl ettigimizden daha uzun olmakla birlikte, bu kadari ile yetinmek istedik. Zira bu kadari bile o dönemde, ülkede estirilen Siîlik havasi ve propagandanin sebep oldugu olalar hakkinda bir fikir vermektedir.
Ikinci Bâyezid, hükümdar oluncaya kadar ömrünü, silahtan çok ilim ve ilmî eserleri mütalaa etmekle geçirmisti. Amasya valiligi esnasinda sükûnet içinde yasamisti. Karekter bakimindan yumusak ve rahata meyilli idi. Siirden hoslanir, dünya olaylarini hayret aynasindan temasayi severdi. O, mecbur kalmadikça savasmayi istemezdi.
Onun, Amasya valiligi dönemindeki hal ve hareketi ile hükümdarligi dönemindeki hal ve hareketi birbirinden çok farklidir. Vali olarak bulundugu Amasya, Selçuklular devrinden beri Anadolu'nun mamur bir sehri, yüksek âlim ve sairleri ile bir fikir merkezi oldugundan, Bâyezid burada hem ilim muhitinde, hem de eglence âlemleri içinde yasamisti. Bu bakimdan, babasi Fâtih Sultan Mehmed tarafindan azarlanmis, kendisini sefahata alistiran Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi'nin öldürülmesi bile emrolunmustu. Fakat Bâyezid, daha önce bu emirden haberdar olunca yol harçligi vererek Abdurrahman Efendi'yi kaçirabilmisti. Bundan sonra babasina yazdigi arizada zayiflamak için aldigi bazi "müferrihat" tan vaz geçtigini bildirerek af edilip bagislanmasini dilemistir. Böylece o, sismanligini gidermek için böyle bir yola bas vurdugunu bildirerek aleyhindeki cereyani durdurmustur.
Bâyezid, Osmanli hükümdarlarinin âlim ve sairlerindendir. Siirde "Adlî" mahlasini kullanirdi. Yaratilis itibari ile huzur ve sükûneti severdi. Bu haslet, onun mücadeleden uzak durmasina sebep olmustu. Nitekim, o, kendisine karsi tahti ele geçirme davasi ile silaha sarilmis olan kardesi Cem Sultan'a galip gelince, o dönemde Memlûk Devleti'nin bir vilayeti olan Kudüs'te yasamasi sartiyla ona baris teklifinde bulunmus ve kendisine büyük rakamlarla ifade edilebilecek miktarda para yardiminda bulunacagini va'd etmisti. Fakat sonralari, yedi Hiristiyan devletin, Osmanlilar aleyhine bir araya gelip kendisine karsi yapacaklari bir savasta, onu bayrak yapmak istemeleri ve kendisinin basi üzerinde sürekli bir tehdid gibi tutmak amaci ile hareket etmeleri üzerine Bâyezid, kardesinin uyusmaz bir düsmani olmustu. Zira o, (Cem Sultan) bahane edilerek Osmanli Devleti yok edilmek isteniyordu.
Sultan Bâyezid'in karekterini ortaya koyan belgelerden biri de l496 senesinde Osmanli ülkesine gelen Venedik elçisi Sagadino'nun senatoya verdigi rapordur. O, raporunda Bâyezid'in 56 yasinda, simasinin esmere yakin bir sarilikta oldugunu, uyku, sükût ve rahati seven. iyi yeyip içen, zevkine düskün ve harpten kaçinan bir hükümdar oldugunu belirtir. Keza l503 senesinde Andrea Gritti'nin tasviri daha da dikkat çekicidir. O, Bâyezid'i söyle tasvir eder: "Etli ve dolgun çehresinde hiç te zâlim ve korkunç bir insan belirtileri yoktur. Boyu, ortadan uzun, zihnen mesgul oldugunu belirten karayagiz çehreli ve fitratan magmum ve mahzundur. Az yemek yer, hiç sarap kullanmaz, O, makina san'atlarini çok sever, iyi kesilmis kirmizi akiklerden, islenmis gümüsten, güzel yapilmis esyadan çok hoslanir. Ata binmekten hoslanir, fakat buna simdi nikris hastaligi manidir. Kimse ondan daha iyi ok kuramaz. Daima ibadet ile mesgul olur, câmiye çok gider, sadaka dagitir, felsefede behre ve malumati olmakla ögünür ise de en çok vâkif oldugu ilim, ilahiyât ve hey'et ( astroloji)dir."
Sonuç olarak Sultan Bâyezid hakkinda sunlari söylemek mümkündür: O, ortadan biraz uzunboylu, yagiz çehreli, ela gözlü, genis gögüslü bir kimsedir. Yumusak bir yaratilisa sahipti. Gençliginde serbest bir hayat sürdürdügü halde padisahliginda ibâdet ve hayir islerine yönelmisti. Bu sebeple de Bâyezid-i Velî diye anilir olmustu.Mecbur olmadikça savastan uzak kalmaya dikkat etmis, "nizâm-i memleket" için Istanbul'dan ayrilmamayi tercih etmisti.
BÂYEZID DÖNEMINDE ILIM, ULEMA VE IMAR FAALIYETLERI
Sultan Bâyezid, sehzâdeliginden beri etrafina ünlü bilginleri toplayip kendisini yetistirmeye gayret etmisti. Ayni zamanda sair olan ve siirlerinde Adlî mahlasini kullandigini daha önce gördügümüz Bâyezid'in bu siirlerinin büyük bir kismini (l25 kadar) gazellerin meydana getirdigi küçük hacimli divani Istanbul'da l308'de basilmistir. O, hat san'atinda da oldukça yetenekliydi. Uygur yazisini okumayi ögrendigi ve biraz da Italyanca bildigi belirtilir.
II. Bâyezid, babasi Fâtih Sultan Mehmed'den sonra bütün Osmanogullari'nin en bilgini olarak kabul edilmektedir. O, mükemmel bir tahsil görmüstü. Türkçe, Farsça ve Arapça'yi edebiyatlari ile ögrenmis, Islâmî ilimler, felsefe, matematik ve mûsiki tahsil etmisti. Türkçe'nin Çagatay lehçesi ile Uygur alfabesini ögrenmisti. Bestekâr, hattat ve sairdi. Besteledigi eserlerden yalniz bazilarinin notasi zamanimiza kadar gelebilmistir.
Bilginler ve sanatkârlar için ayrilmis özel bir bütçesi vardi. Kendisine takdim edilen eserlerden degerli bulduklarini tesvik ederdi. Merhametli, vefakâr ve kadirsinasti. Bu meziyetlerinden dolayi ölümü, Islâm âleminde büyük bir teessürle karsilandi. Dünyanin en büyük devletinin faziletli hükümdari olarak, hayatinda büyük hürmet görmüstür. Ölüm haberi alindigi zaman Kahire'de basta Sultan Kansu Gavri oldugu halde bütün halk, onun giyabinda cenaze namazi kildi.
Dinî emirlere bagli bir hükümdardi. Bunun için o, ilim ve ilim adamlarini seviyor, ilmî gelismeye vesile olabilecek bütün çarelere basvuruyordu. Bu sebeple o, dinî ve ilmî kurumlarin meydana gelmesi için çalisiyordu. Onun bu sekildeki çalismasi, döneminin ileri gelen devlet adamlari ile zenginler için de itici bir güç oluyordu. Nitekim, padisahin bu uygulamasini örnek alan birçok vezir, imâret ve bunlara gerekli olan tahsisatlari temin ediyorlardi. Bu bakimdan Ali ve Mustafa Pasa'larin isimleri zikredilmeye deger. Daha önce de temas edildigi gibi ibâdetle çokça mesgul oldugundan olsa gerek ki bu sebepten kendisine "Sofu" deniyordu. Saltanati müddetince ilim adamlarini, sair ve sanatkârlari himaye etmisti. O, bu himayenin karsiligini da nâmina yazilan birçok eserle almisti. Kendisine takdim edilen eserleri okumak onun en büyük özelligi idi. Amasya'da maiyyetinde bulunan Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi'nin tavsiyesi ile Ibn Kemal diye söhret bulan Ahmed Semseddin'e meshur tarihini yazdirmistir. Daha önce Akkoyunlularin hizmetinde bulunan ve Safevîlerin galebesi üzerine, Osmanliara iltica etmis olan Idris-i Bitlisî'yi de himaye ederek ona meshur "Hest Behist" isimli tarihini kaleme aldirmisti.
Saltanati müddetince ilim ve ilim adamlarini himaye eden II. Bâyezid'in hattatlikta da mahir oldugu bilinmektedir. Nitekim, Amasya'daki valiligi sirasinda, Seyh Hamdullah'tan hat dersleri almisti. Seyh Hamdullah ile aralarinda siki bir münasebet bulunan II. Bâyezid, Seyh'in mânevî dünyasinda kendini bulurken, ayni zamanda dizinin dibinde hokkasini tutarak yazi mesketmistir. Böylece Sultan II. Bâyezid'in tesvik ve himayesiyle Amasya'da Seyh'in etrafinda bir hat mektebi (ekol) dogmustu. Ikinci Bâyezid, saltanata geçince Seyh, Istanbul'a davet edilerek , saray-i hümayun'a hat hocasi olarak tayin edilir. Seyh Hamdullah hakkinda ciddi arastirmalarda bulunan ve onun eserlerini arastiran Muhittin Serin, Seyh Hamdullah ile II. Bâyezid arasindaki hocalik talebelik münasebetlerini su ifadelerle dile getirir: " II. Bâyezid, Seyh Hamdullah'i kendisine hat hocasi tâyin etmis, mesk almis ve mezun olmustur. Bir zaman sonra Osmanli tahtinin sahibi olacak Bâyezid-i Veli'nin, iç bünyesinin tesekkülü, zararli duygulardan arinarak sahsiyetini bulmasi, Seyh ile Sultan arasindaki bu muhabbet ve teslimiyetin mahsûlüdür. Seyh'e ekseriya "Biraderim" diye hitab eden Bâyezid-i Veli, yazi yazarken hokkasini tutar, arkasini yastiklarla besleyip rahatini temin ederdi. Annesine dahi selam gönderip duasini ister, hürmet ve muhabbet gösterirdi. Hatta sik sik beraber sürek avina da çikarlardi. Bu suretle aralarinda bir manevî râbita ve dostluk meydana gelmisti. Bâyezid'in saltanat tahtina cülûsundan kisa bir müddet sonra Seyh Hamdullah davet edilmis, o da ailesi ve damadi ile birlikte Istanbul'a gelmisti. Seyh Hamdullah, saraya kâtip ve saray hüddamina muallim tayin edilir. Kendisine, günlük 30 akçaya ilaveten Üsküdar'da iki köyün bütün gelirleri arpalik olarak verilir. Ayrica, bir köyün gelirleri de mührezenlerine tahsis edilir.
Surasi bir gerçektir ki, onun döneminde ilim ve ilim adamlarina gösterilen himaye, ilmin ilerlemesinde etkili olmustur. Özellikle "Fikih" denilen Islâm Hukuk ilmi, sür'atle gelismis ve muhterem Islâm hukukçulari onun devrinde müstesna bir sekilde itibar görmüslerdir. Bunlardan Sari Gürz (öl. 929/l522), Bâyezid ile Selim arasinda bir anlasma zemini bulmakla görevlendirilmisti. Imam Ali (öl. 927/l520) elçilikle Misir Sultani Kayitbay katina, daha sonra da Sehzâde Korkut'a gönderilmistir. Niksarî ve Yusuf Cüneyd ( Sadru's-Seria adli esere çesitli hasiyeler yazan Tokatli Ahi Yusuf b. Cüneyd), câmilerde tesis olunan kütüphanelerin idareleri (hâfiz-i kütüb) ile görevlendirilmislerdi. Fukahadan bir kismi, isgal ettikleri yüksek mevkilerde çok zengin olmuslardi. Bunlar da sahip bulunduklari bu servetleri ile özel kütüphaneler tesis etmislerdi.
II. Bâyezid dönemi alimlerinden bahseden Âsik Pasazâde, bize su isimleri vermektedir: "Hocazâde, Mevlana Alaeddin Arabi, Seyyidzâde Seyyid Hamiduddin, Mevlana Kestelli, Hatipzâde, Manisazâde. Bunlara benzer azizler dahi çok vaki oldu."
Siirleri ile söhret kazanmis olan Mihrî Hatun ile aralarinda temiz ask iliskileri bulunan Müeyyedü'd-Din, taninmis bilim adamlarindandir. Ölümünde biraktigi kütüphanede yedi bin cild kitap vardi. Bâyezid devrinde söhreti kadar, hayatinin felaketle sonuçlanmasi bakimindan Sinan Pasa'nin talebelerinden Molla Lütfi'yi de hatirlamak yerinde olacaktir.
Hammer'in ifadesiyle " Bâyezid asrina seref veren altmis fakih arasinda ikisi diger bir sube-i malumatta yüksek söhret kazanmislardir." Buna göre Ikinci Bâyezid çaginda tipta Hekimsah, ve matematikte Mirim Çelebi çok büyük söhret kazanmislardir.Yine bu zamanlarda, Taci Bey'in iki oglu Cafer ve Sa'di'nin eserleri ile Osmanli yazisma (diplomatik, insa, protokol) modelleri iki iyi örnek olarak taninmistir. Osmanli tarihçiligi bakimindan önemli bir dönem olan II. Bâyezid devrindeki Nesrî ile Idris-i Bitlisî'yi burada kayd etmek gerekir. Bunlar, hükümdarin buyrugu üzerine, kurulusundan kendi zamaninin sonlarina kadar devletin tarihini yazmislardi. Nesrî, eserini Osmanlica ve sade bir uslupla yazdigi halde Bitlis'li Idris, Farsça'yi tercih ederek Arap tarihçisi Yemînî ile Iran tarihçisi Vassaf'in agdali ve tumturakli tarzini seçmistir.
Bâyezid'in, edebiyat sahasinda gösterdigi koruma ve himaye, yabanci ülkelere, hatta Horasan ile Iran'in diger vilayetlerine kadar genislemistir. O, büyük sair ve mutasavvif Abdurrahman Câmi ile büyük bilgin Fakih Devvanî'ye her yil para gönderiyordu ki bu, ilki için bin, ikincisi için de besyüz altin idi. Bu arada Iran Müftüsü Mevlânâ Seyfeddin Ahmed ile Hadis âlimi Cemaleddin Ataullah da Pâdisah'in ihsanlarindan pay alip faydalaniyorlardi. Bu dönemin en büyük seyhi Iskilip'li Yavusî'dir. Bâyezid, Amasya valisi iken, Hac'tan döndügü zaman, onun sultanlik tahtina kavusacagini kesfetmis ve bunu Sehzâdeye de açiklamisti. Yavusî'nin söhreti, kendisine "Seyhu's-Selâtin" ve "Sultanu'l-Mesayih" gibi ünvanlarin verilmesine sebep olmustu. Onun zâviyesi, devletin ileri gelen görevlileri ve taninmis bilginlerle dolup tasardi. Bâyezid, daha birçok seyh ve tasavvuf ileri gelenleri ile sohbetlerde bulunacaktir ki, bu da siirlerine mistik bir hava ve renk katmistir.
Sultan Bâyezid, ilme ve zamanindaki teknik gelismelere önem veren bir hükümdardi. Âlimler için özel bütçesi bulunan Bâyezid Han, onlari, eser vermeye tesvik ederdi. Okçuluga çok merakli idi. Hiç kimsenin, onun kadar güzel ok ve yay yapamadigi rivayet edilir. Bu sanat için kitap yazdirdigi gibi, kendi elinden çikmis bir yay da Topkapi Sarayi Müzesi'nde teshir edilmektedir. Bâyezid, ne ilk pâdisahlar gibi üsküf, ne de Ikinci Murad gibi ulema kisvesi giymistir. O, mahrutî ve etrafina tülbent sarili bir kavuk seçmistir ki, sonralari "Mücevveze" ismiyle tesrifat serpusu olarak kullanilmistir. Sicill-i Osmanî'de onun kiyafeti ile ilgili olarak su bilgi verilmektedir: " Tenhalarda salih insanlarin elbiselerini giyer, disarda da babasinin elbisesini giyerdi."
Bâyezid Han dönemi, iç ve dis gailelerin bulundugu bir dönem olmasina ragmen, yine de devlet gelirleri bir hayli artis kayd etmislerdi. Onun döneminde Anadolu'da 24, Rumeli'de 34 sancak vardi. Kendisi sulha meyyal olmakla birlikte gazâ ve cihad sevabini kaçirmak istemedigi için, bizzat seferlere çikardi.
O, denizcilige de ehemmiyet vermis, Fâtih devrinde olmayan ve "Güge" denilen, hem kürek, hem de yelkenle hareket eden ve manevra kabiliyeti yüksek olan gemiler yaptirdigi gibi kalyonlar da insa ettirmisti. Ayrica Venedik gemileri tarzinda kirk kadar top mavnasi da tezgahlatmistir. Onun devrinde donanmadaki degisiklikler sadece bunlardan ibaret degildir. Bilhassa muharebe gemilerini uzun menzilli toplarla techiz ettirip gelistirmistir. Bunda, Türk bahriyesinin en büyük üstadlarindan biri olan Kemal Reis'in emegi büyüktür. O, kara ordusunu da yeni bir nizam ve disiplin altina almistir.
Sultan Bâyezid dönemi, imar faaliyetleri ile de dikkat çeken bir devirdir. O, Istanbul'un yedi tepesinin üçüncüsünde bugün kendi adi ile anilan bir cami, imâret, kervansaray, mektep ve medrese yaptirmistir. Medresenin müderrisligini, müftü, yani seyhülislâm olanlara sart kilmistir. Yaptirdigi bu eserlerle bir külliye (kampüs) meydana getirmistir. Câmi, 906 Zilhicce'sinin sonunda baslayip 9ll' (Miladi l50l - l505) de bittigine göre (Hadikatu'l-Cevami' ve mevcud kitâbesi), insaat bes sene sürmüstür. Bununla beraber bütün külliyeyi meydana getiren kompleks (kampüs), dokuz senede tamamlanmistir. Edirne'de Tunca Nehri kenarinda 889 - 893 (l484 - l488) yillari arasinda, Istanbul'dakine benzeyen bir câmi, medrese, imâret, hamam ve mükemmel bir hastahane (dârussifa) yaptirmistir ki bu külliye( II. Bâyezid Külliyesi) Osmanli külliyelerinin en büyük ve önemlilerinden biridir. Mimarinin kimligi tartismali olan bu yapi toplulugunun insa sebebi tarihî bir olaya baglanir. Buna göre II. Bâyezid, Tunca Nehri'nin kenarinda yer alan Kili ve Akkirman kalelerinin fethi için l484 yili baharinda Istanbul'dan hareket etmis, Ordunun, Rumeli'deki önemli durak ve ikmal merkezi olan Edirne'de bir süre konaklamisti. Bu sirada sehir halki Sultan'dan, yoklugundan dolayi büyük sikintisi çekilen bir Dârussifa (hastahane) yaptirmasini istemis, hayirseverligi ile taninan Pâdisah da, halkin bu istegini kirmayarak basta dârussifa olmak üzere, çesitli ihtiyaçlara cevap verecek yapilardan olusan külliyesine ilk harci bizzat kendisi koymustur. Böylece Tunca Irmagi'nin sag kenarinda Eski ve Orta Imâret adiyla taninan mevkiler ile Yeni Saray'in yer aldigi Sarayiçi semti arasinda, sehir merkezinden nisbeten uzakta ve daha önce iskân görmemis olan, önemli sayilabilecek bir bölgede câmi, tabhâne, medrese, dârussifa, mutfak, firin, depo, yemek salonu, ahir, köprü, çifte hamam, su degirmeni ve dolaplar, tuvaletler, dükkânlar ve meskenlerden olusan büyük bir külliyenin temeli atilmis olur. Külliyenin kurulusu ile birlikte, yogun iskân görmemis olan bölgenin etrafi hareketlenmisti. Böylece külliyenin kurulus amaçlarindan biri olan mahalle dokusu kendiliginden tesekkül etmis olur. Yeni kurulan bu mahalle de Yeni Imâret adiyla taninmaya baslamistir. Insaat için sarf edilen paranin miktari simdilik tam olarak bilinemezse de bunun kaynaginin fetihlerden (Basarabya) elde edilen ganimetlerden saglandigi bilinmektedir. O, buradaki hayir eserlerine vakiflar tahsis etmek suretiyle faaiyetlerinin devamini saglamistir. Yine onun emri ile Amasya'da bir câmi, bir tekke, bir mektep, bir imâret ve bir medrese yaptirilmak suretiyle sehir adeta süslenmistir. Bu medresenin idaresi ile görevlendirilen sahsa da günde (yevmiye) seksen akça tahsis etmistir. O, bütün bu hayir isleri için genis vakiflar kurmak suretiyle bu eserlerin kiyamete kadar devam etmesini saglamaya çalismistir. O, bütün bunlarin yaninda Mekke ve Medine fukarasina dagitilmak üzere külliyetli miktarda "Sürre" göndermisti. O, saraya alinacak iç oglanlarina mahrec olmak üzere Galatasarayi'ni bina ile orada ilk defa bir mektep açtirmistir. Sultan Bâyezid'in, imar ve yapi isleri sadece bunlardan ibaret degildir. Babasinin, Seyh Ebu'l-Vefa için yaptirdigi gibi kendisi de Seyh Semseddin Buharî için bir tekke ve bir medrese insa ettirmistir. Keza o, Ergene Nehri üzerinde bir köprü yaptirmis olan büyükbabasina uyarak Osmancik'ta Kizil Irmak üzerinde dokuz, Sakarya üzerinde ondört,Gediz üzerinde de ondokuz kemerli birer köprü kurdurmak suretiyle ulasim ve yolculugun daha kolay ve rahat yapilmasini saglamaya çalismistir. Hicrî 9l5 (m. l509) senesinde Istanbul'da meydana gelen ve "Küçük Kiyamet" denilen zelzelede (deprem) Istanbul'un birçok evi, kale surlari, câmi, medrese vs. gibi binalari yikildigi için sehir harabe haline gelmisti.Sultan Bâyezid, hasarlarin tamamen izalesi için büyük gayretler sarfetmistir. Bu esnada padisah, bir müddet, tahtadan yapilmis bir evde oturmaya mecbur olmustu. Istanbul'da ahsab insaatin bu tarihten sonra yayildigi rivayet edilir. Bu büyük harabeyi yeniden sehir haline sokmak için o, 3000 bina ustasi ve dülgerden baska 77 bin isçi çalistirmak suretiyle kisa bir müddet içinde Istanbul'u âdeta yeniden insa etmistir. Onun, yapi isleri ile sadakalara verdigi ve kabarik bir yekun tutan paradan baska, (Hoca Saadeddin'in , II, 2l0) ifadesine göre 909 (m. l503) senesinde bu miktar 86.000 akçadir. Her yil, fakihlere, müftülere, müderrislere, kadiasker ve seyhlere külliyetli miktarda paraya balig olan hediyeler verdigi de bilinmektedir.
Bütün bunlar gösteriyor ki, II. Bâyezid dönemi, ilim, kültür ve hayir müesseselerinin insa edildigi, ilmî inkisâfin yüksek bir gelisme gösterdigi ve Islâm hukuku denilen fikhin bir bakima tedvin ve terakki ettigi bir devirdir. O dönem, askerî bakimdan deniz ve kara kuvvetlerinin emsalsiz bir kudrete ulastigi, insa ve imar islerinin büyük bir hiz kazandigi, güzel sanatlarda da büyük bir gelismenin kaydedildigi, bir toparlanma ve ilerleme devridir. Onun döneminde tipta bir Hekimsah, matematikte bir Mirim Çelebi, insa san'atinda (yazi, diplomatik ilmi, protokol) Tâci Beyzâde Cafer ve Sâdi Çelebiler, tarihçilikte bir Idris-i Bitlîsî ve Nesrî, hat san'atinda bir Seyh Hamdullah yetismistir. Bizzat kendisi, astronomi ve ser'î ilimlere merakli olup bu konularda genis bir bilgiye sahipti. Ilmî müesseseleri çogaltip ilim adamlarini etrafina toplamisti. Kendi döneminden itibaren Istanbul, Islâm âleminin ilim merkezi olmus ve bu serefi uzun müddet muhafaza etmistir. Onun, bazi tarihçiler tarafindan sönük kabul edilen devri, sadece parlak askerî zaferler isteyenlerce belki hakli görülebilir. Bununla beraber askerî basarilarin saglanmasi ve devaminin, ilmî, iktisadî ve idarî gelismelerin bir sonucu oldugu dikkate alinirsa, Bâyezid'in vücud verdigi tekâmülün, oglu ve torunu zamanindaki fetihlerin meydana gelmesinde önemli ve büyük bir rol oynadigi gözden kaçmayacaktir. Bu yüzden onun, Yavuz ve Kanunî dönemlerinin hazirlayicisi olarak düsünmek mümkündür.
FETIH HAREKETLERI
Fâtih'in, son senelerinde baslayan Italya Seferi, Bâyezid döneminde ayni enerji ve canlilikta devam ettirilemedi. Kardesi Cem Sultan'in Bati'ya ilticasi, II. Bâyezid'e babasinin arzusunu gerçeklestirme firsatini vermiyordu. Zira Bati, Cem Sultani Osmanlilarin aleyhine bir koz olarak kullanmaya devam ediyordu. Bu yüzden Italya ve daha baska yerlere seferler sonuçsuz kalmisti denebilir. Bu yüzden, Cem'in Bati'da bulundugu bir sirada yapilan askerî hareketler, Bogdan Seferi ile Memlûk savaslari istisna edilecek olursa, daha ziyade Osmanli akincilarinin Macaristan, Venedik ve Lehistan'a karsi giristikleri münferid tesebbüslerden ibaret kalmisti. Ancak Cem'in ölümünden sonra girisilen Mora Seferi, Bâyezid devrinin baslica olaylarini teskil eder.
BOGDAN SEFERI
Fâtih Sultan Mehmed, l476 yilinda Akdere (Valea Alba) denilen mevkide çok zorlu dögüsen Bogdanlilari maglub etmek suretiyle Stephan Cel Mare (l457-l504)'nin faaliyetlerini önlemekle kalmamis ayni zamanda Bogdan'in merkezi olan Suçeva'yi da yikmisti. Ancak, çekilirken her tarafi tahrip eden Bogdanlilarin bu hareketi üzerine kitlik basgöstermisti. Is bu kadarla yani sadece kitlikla da bitmiyordu. Zira orduda veba salgini bas göstermisti. Bunun üzerine Fâtih, tasavvurlarini gerçeklestiremeden geri dönmek zorunda kalmisti. Bununla beraber, Tuna sancakbeyleri ile Kirimlilarin, Bogdan'a akinlari devam etmis, fakat Bulgaristan'a yapilan tazyik kalkmamisti. Bulgaristan'in, Bogdan tazyikinden kurtulmasini saglamak maksadiyla, önce Polonyalilar, l483'te de Macarlarla bir anlasma imzalayan Bâyezid, Balkanlar'da durumu emniyet altina almak ister. Zira, Fâti'in vefatindan sonra II. Bâyezid'in Osmanli tahtinda henüz mevkiini saglam görmedigi ve kardesi Cem ile mücadelelerini diplomatik saada da olsa devam ettigi devirlerde, Bati devletlerine karsi yumusak bir siyaset takip ettigi bilinmektedir. Bu sebepledir ki, l483 ( h. 888 ) de Morava bölgesindeki kaleleri tahkim etmek üzere Filibe'ye, oradan Samakov, Çamurlu ve Sofya'ya gittigi sirada Macar Krali Korvin Mathias ile mütareke akdetmek üzere müzakerelere girismis ve bu arzuya o sirada Bohemya'da harp ile mesgul olan Macar Krali'nca da uyularak bes senelik bir mütareke imzalanmisti. Bâyezid, böyle bir ortami meydana getirdikten sonra Stephan üzerine yürümeye karar verir. Bu maksatla l Mayis l484'te Edirne'ye gelen Bâyezid, muhasara toplari ile levazimati Karadeniz yolu ile Tuna üzerine gönderdigi gibi, Edirne'deki ikameti esnasinda, Allah'in rizasini kazanmak için Tunca kenarinda kendi adina izafe edilen câmiin temelini attirdi (23 Mayis l484). Bu arada Tunca üzerinde bir medrese, bir imâret ve dârüssifa ile müstemilatindan meydana gelen bir külliyenin insasina baslanmistir.
Karadeniz sahilinin dörtte üçüne sahip bulunan Osmanilarin, hem ticaret, hem de yapacaklari seferler için Polonya yolu üzerinde bulunan ve önemli birer üs durumunda olan bazi sahil sehirlerini almalari gerekiyordu. Zira ancak bu sayede Kirim'la irtibat saglanabilirdi. Bu sebeple Bogdan (Moldavia)'in ticaret iskelelerinin alinmasi, ister istemez bu prensligi, Osmanli nüfuzu altina sokacakti.
Bâyezid, Edirne'deki imar faaliyetlerini müteakip, 27 Haziran'da Ishakli (Isakçi)'yi geçer. Bu esnada Eflak Voyvodasi Rahip Vlad Calugarul (l482-l495) komutasinda 20 bin kisilik kuvvetiyle orduya iltihak eder. Sultan Bâyezid, bu kuvvetlerle Kili (Chilia)'ye gelir.Osmanlilar, 6 Temmuz'da Bogdan'in kapisi sayilan Kili kalesini karadan ve denizden kusatmak suretiyle l5 Temmuz'da zaptederler. Hadidî, bu kusatmayi su misralarla nakl eder:
Seh emr itdi vü cem' oldi çeriler
Karadan gendideryâdan gemiler
Kesüp menzilseh irdi ol diyara
Çeriler yakin irisdi hisara
Erisüp seh Kili'ye bir seherden
Kusatdurdi hisari bahr ü berrden
Fethin ertesi günü kalenin büyük kilisesi câmie tahvil edilir. Sultan, burada Cuma namazini eda eder. Bâyezid, Kili'nin zaptindan sonra Karadeniz kenarinda bulunan Akkerman üzerine yürür.Burada iken Mengli Giray komutasindaki 50 bin kisilik Kirim kuvvetleri de Osmanli ordusuna katilir. Osmanli padisahlarinin maiyetinde harbe istirak eden ilk Kirim Hani'nin bu zat oldugu rivayet edilir.
Kirim ve Eflaklilar'in iltihaklari ile daha da kuvvetlenen Osmanli ordusu, l6 günlük bir muhasaradan sonra sulh yoluyla Akkerman'a girer. Burasi, Kili'ye göre daha müstahkem olup her seyi boldu. Kale, karadan genis ve derin bir hendekle çevrilmisti. Padisah, Kirim Hani'na sirmali bir kalpak ve degerli hediyeler vererek kendisini taltif eder. Bilindigi gibi Osmanlilar, alinan yeni yerlerin hemen tahririni yapmak suretiyle bölgenin ekonomik, sosyal ve dinî durumlarina uygun olarak hareket ederlerdi. Bu sebeple, Kili ile Akkerman kalelerinin civarindaki yerler, Bogdan Beyligi'nden ayrilarak Osmanli Türk hâkimiyeti altina girdikleri gibi Akkerman halki, istedigi yere gidebilme bakimindan serbest birakildi. Akkerman halkindan bir kismi da Marmara kiyisindaki Eski Biga'ya naklolundu. Bu arada halkin bir kisminin iskan edilmek üzere Istanbul'a gönderildigine dair rivayetler de bulunmaktadir.
Bu savaslarda, Osmanlilara yardimci olan Kirim Hani ile Eflak Voyvodasi, harp ganimetlerinden büyük paylar aldilar. Sultan Bâyezid, bu sefer esnasinda almis oldugu ganimet malini Edirne'de baslattirmis oldugu ilmî, dinî ve sosyal müesseselerin yapilip tamamlanmasina sarf etti.
Bu seferle, Karadeniz, tamamen bir Türk ve Müslüman gölü haline gelmis bulunuyordu. Bu denizin, Kafkas sahillerindeki çok küçük bir bölgesinden baska her yeri Osmanli hâkimiyetine girmisti.
Bu arada, Akkerman'i geri almak maksadiyla birkaç defa harekete geçen Stephan'in bütün gayretleri bosa gitti. l485'te Lehistan Krali Kazimierz'den yardim istemesi de ona bir fayda saglamadi. Zira onun hareketlerine mukabele etmek üzere Bogdan'a giren Rumeli Beylerbeyi Hadim Ali Pasa, pek çok tahribatta bulundugu gibi ertesi sene Silistre komutani Bali Bey de Trut'u geçerek birçok esir ve ganimetle dönmüstü. Bunun üzerine Osmanli kudretine boyun egmekten baska çare bulamayan Stephan, 4.000 altina çikarilan senelik vergiyi ödemeye razi oldu.
MORA SAVASLARI
Fâtih döneminin siyasî olaylarindan bahsederken temas edildigi gibi Mora'da, Osmanliarla Venedikliler arasinda uzun müddet çetin savaslar olmustu. Cem'in, Avrupa'daki ikameti sirasinda önemsiz hudud olaylari seklinde cereyan eden münasebetler, adi geçen sehzâdenin ölümü ile büyük bir gelisme göstermistir. Nitekim, Italya'daki muhalif devletlerin Venedik Cumhuriyeti ile mücadelelerinden istifade eden Sultan II. Bâyezid, bu devletlerin de tesvikleri üzerine Venedik ile olan anlasmayi bozmustu. Gerçekten, Venedik ile Fransa'nin ittifaklari sonucunda elinden Milan sehri alinmis olan Ludvik Sforça ile Floransa ve Napoli devletleri, Papa ve Alman Imparatoru'nun muvafkatalariyla Osmanlilari, Venedikliler aleyhine tahrik etmis ve bunda da muvaffak olmuslardi.Gerçi, Osmanlilarla büyük ticarî münasebetleri bulunan Italya'daki küçük devletlerin tesviklerinden baska Venedik'e karsi harbin açilmasinin baslica iki sebebi vardi. Bunlardan biri, Venediklilerin, Arnavutluk'ta bulunan Iskender'in oglu Jan Kastriyota'ya yardim etmeleri, digeri de Memlûklularla yapilan harpte, Hersekzâde komutasinda Iskenderun'a giderken firtinaya yakalanan ve Kibris'a siginmak isteyen Osmanli donanmasinin adaya kabul edilmemesi idi. Öyle anlasiliyor ki bu dönemde Italya'nin küçük devletleri, Osmanli dostlugunu kazanmak için büyük çaba gösteriyorlardi. Hammer'in ifadesiyle o dönemde Italya'nin alti devleti, Papa, Floransa, Piza, Milan, Napoli ve Venedik, Osmanli padisahinin dostlugunu kazanmak için birbirleri ile yarisa girmislerdi. Osmanli Divan'i, Venedik'e ilan-i harb etmeden önce Mora'daki Venedik müstemlekeleri üzerine yapacagi hareketi kolaylastirmak ve Venediklilerin buraya yardima gelememeleri için Bosna Beyligi'ne tayin edilen Iskender Pasa vâsitasiyle, Kuzey Venedik arazisine siddetli bir akin yaptirtmisti. Sultan Bâyezid, Iskender Pasa'nin, Bosna Eyâleti'ne getirilmesinden sonra, Mora'nin, henüz fethedilmemis kisimlarini elde etmek gayesiyle 3l Mayis l499'da bizzat sefere çikar.
INEBAHTI ( LEPANTO )'NIN FETHI
Mora Yarimadasi'nin büyük bir kismi daha önce Osmanlilarin idaresine geçmis olmakla birlikte Venedikliler, buranin güney kiyilarinda bulunan Navarin, Moton ( Modon, Muton ) ve Koron gibi limanlarinda hala yönetimi ellerinde bulundurup hüküm sürüyorlardi. Bu arada Kuzey Yunanistan'da bulunan Inebahti (Lepanto)'yi da tasarruflarinda bulunduruyorlardi.Osmanlilar, takip ettikleri siyasetleri geregi, stratejik önemleri de bulunan bu ticaret limanlarini elde etmek zorunda idiler. Sultan II. Bâyezid, buralarin zapti için donanma hazirlanmasini emreder. Bu gayenin tahakkuku için Osmanli tezgahlarinda (tersane) yeni ve büyük gemilerin yaptirilmasina baslandi. Bu durumu ögrenen Venedik, baris için elçi göndermis ise de donanma, Hammer'in ifadesiyle "yirmi büyük gemi ve altmis yedi kadirgayi havi ve cem'an yüz altmis yelkenden mürekkeb olan Osmanli donanmasi, Mora sahillerinden Moton ve Inebahti taraflarina 28 bin Rumeli ve l8 bin Anadolu askeriyle sekiz bin sipahi ve bir o kadar yeniçeriden müretteb 63 bin kisilik bir ordu götürmek üzere yelken açmisti.
II. Bâyezid, denizden donanmayi gönderdikten sonra kendisi de 20 Sevval 904 (Haziran l499)'da Istanbul'dan Edirne'ye, oradan da Mora'ya dogru hareket eder. Rumeli Beylerbeyi olan Koca Mustafa Pasa'yi kara tarafindan Inebahti'nin kusatilmasi ile görevlendirir. Ama Osmanli donanmasi, firtina yüzünden üç ay kadar denizde çalkalanip duracak ve bu yüzden önemli bir gelismesaglayamayacaktir.
Osmanli donanmasinin firtinaya tutulmasi, Venediklilerin isine yaradi. Çünkü bunlar, deniz tarafindan Inebahti'yi savunmak için Amiral Antoniyo Grimani komutasinda l50 veya l60 parça gemi ile Inebahti limanini kapattilar. Bu sirada Osmanli donanmasi, Navarin limani ile Brodano adasi arasindaki kanala girmis ve düsman tarafindan yolunun kesildigini görmüstü.
Kara ordusu, Inebahti civarina gelip karadan kaleyi kusattigi halde, donanmadan henüz bir haber çikmamisti. Sonunda donanma Moton önüne geldiyse de Venediklilerin kuvvetli müdafaalari yüzünden limana giremedi. Donanmadaki asker açlik ve susuzluktan dolayi büyük sikintilarla karsilasti. Nihayet donanma Hersekzâde Ahmed Pasa kuvvetleri ile takviye edildikten sonra Inebahti limanina dogru yol alabildiler.
Öbür taraftan, Lepanto kalesinin komutani olan Zuano Mori, Mustafa Pasa'nin teklifini reddetmisti. Hoca Saadeddin, onun teslimi kabul etmeyisini, Venedik hakiminin, donanmanin gelmedigini, kendilerinin ise dayanabileceklerini, bu yüzden de kaleyi teslim etmemesi gerektigine dair haber gönderdigine baglayarak söyle der: "Kale komutani olan kâfir haber gönderdi ki, padisahimiz olan Venedik hakimi böyle haber göndermistir ki, madem ki Müslüman gemileri gelmeye ve muhasara-i hisara yol bulmaya, hisari teslimden imtina edesin ki, donanmalarina yol vermemek için azim (büyük) tedarikler görüp felek peyker u guh lenger gemiler ihzar idüp rehgüzerlerine göndermisim. Derya tarafi mesdud (Deniz tarafi kapali) ve kale muhafizinin esbabi nâ madud iken hisari teslim edersen sonra özrün makbul degildir" Bu esnada Antonio Grimani komutasindaki Venedik donanmasi da Kemal ve Burak Reis komutasindaki Osmanli donanmasinin Korint körfezine dogru ilerleyisini önlemek üzere harekete geçmisti. Içinde Yenisehir hâkimi Kemal Bey'in kara askerinin bulundugu Burak Reis'in gemisi, Prodano adasi (Burak adasi) civarinda Venedik donanmasinin hücumuna ugradi. Burak Reis'in üzerine saldiran gemilerin sayisi yirmi civarinda idi. Her birinde biner kisi olan iki büyük karaka ile her birisinde beser yüz kisi bulunan diger iki karaka, Burak Reis'in gemisinin üzerine atilarak Osmanli gemisini ortaya adilar.Burak Reis'in gemisine iki taraftan kancalar atilarak rampa yapilmisti. Çok kalabalik olan düsmana her ne pahasina olursa olsun karsi koymak gerekiyordu. Kiyasiya cereyan eden muharebe devam ederken Burak Reis, Türk denizcileri arasinda asirlarca derin bir ihtiramla sânini yüceltecek kahramanca bir harekette bulunacaktir. O, kendi kuvvetlerinden çok daha kalabalik olan düsman kuvvetlerine karsi sayilarinin azaldigini görünce, kurtulus çaresinin kalmadigini anlar ve sogukkanli bir sekilde son çareye bas vurur. Burak Reis, birbirlerine siki sikiya çengellenmis olan gemileri neft ile tutusturur. Kisa sürede yayilan yangin üç gemiyi birden sararak batmalarina sebep olur. Bu son deniz savasinda basta Burak reis olmak üzere 500'e yakin Türk levendi ( denizcisi ) ile Kara Hasan Reis ve Yenisehir Sancakbeyi Kemal Bey sehâdet serbetini içmislerdi. Göz kamastiran bu kahramanlik örnegi, din ve devlet için isteyerek kendini feda edis, asirlardan asirlara, nesillerden nesillere nakledildi. Burak Reis, bu hareketiyle Türkleri, Akdeniz hakimiyetine eristiren bir "Burak" oldu. Bu savasta Venedik kaptanlarindan Loredano ile Armeniyo da ölmüslerdi.
Bes yüz mevcudlu Burak Reis'in gemisinden, sadece doksan kadar asker kurtulmustu. Türk gemicileri bu muharebenin cereyan ettigi Prodano adasina Burak Reis adasi ismini vererek bu büyük Türk denizcisinin adini unutmadilar.
Lepanto civarindaki Çatalca ovasinda bulunan II. Bâyezid, bu olayi ögrenir ögrenmez, 2000 yeniçeri ile takviye ettigi Anadolu sipahilerini, Hersekzâde Ahmed Pasa komutasinda Mora'ya gönderip siki tedbirler alma lüzumunu duydu. Nitekim, Hersekzâde'nin, Hulumiç'te askerini bindirdigi Osmanli donanmasi, sür'atle ilerleyerek Lepanto Bogazi'na yaklasmisti. 22 gemiden meydana gelmis olan Fransiz donanmasinin yardimiyla bogazin girisini kapamak üzere giristigi tesebbüste muvaffak olamayan Grimani, rakibi olan Loredano'nun ölümünden memnun olmustu. Grimani, fazla bir sey yapamayacagini anlamis olacak ki, Inebahti yolunu Türk donanmasina açik birakarak Korfo'ya çekilir. Böylece, takviye birliklerle desteklenen Türk donanmasi, sahilden kuzeye dogru seyrederek Inebahti körfezine dogru ilerler.
Bu deniz savaslainda firtina yüzünden büyük hasara ugrayan, aylarca yiyecek ve içecek sikintisi çeken Türk donanmasinin, Venedik donanmasini yenebilecek dereceye gelmis olmasi, artik Osmanli denizcilerinin Akdeniz hâkimiyetini ele almaya namzed olduklarini göstermekteydi.
Kara ve deniz kuvvetlerinin ortaklasa hareketi üzerine sayisiz yarma (hurûc) tesebbüslerinde bulunmasina ragmen, her seferinde maglub olan kale komutani Zoano Mori, Venedik donanmasinin yardimlarindan da ümidini kesmis oldugundan, kalenin anahtarlarini Rumeli Beylerbeyi olan Mustafa Pasa'ya gönderir. Böylece Lepanto ( Inebahti) Agustos (26 veya 28) l499'da Osmanlilarin eline geçmis olur.