Sevdayı Muhammedî (1)

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
Sevdayı Muhammedî
(sallallahü aleyhi ve sellem)

BU BAŞLIKTA
İLAHÎ AŞKA MERDİVEN OLAN MUHAMMEDÎ AŞK ÜZERİNE GERÇEK HAYAT HİKAYESİNDEN KESİTLER SUNMAYA ÇALIŞACAĞIM İNŞ
Allah

O, lütfu ilahinin hayatına nasıl yön verdiğini gerçek hayatından kısa kesitlerle şöyle anlatacaktı...:

Orta öğrenimimi yaptığım yıllarda kitap okumaya olan ilgim ve sevgim atmıştı.
Roman türü kitapların yanısıra en fazla ağır basan dini eserlere olan ilgim dini yönümün etkisinden olmalıydıki, yayın evlerinden ciddi eserler getirtiyordum.
Bunlardan birisi de KaraDavut ismiyle meşhur olan Delâil-ül-Hayrât ve Meşârık-ul-Envâr isimli kitap idi.
Aslında okulların açık olduğu bir sırada kitap okumaya çok zaman ayıramadığımdan, kitap içerik olarak salavat-ı şerifeler ve tercemesi idi.
Nasıl olsa salavat-ı şerifeleri her fırsatta anlık olarak okuyorum diyerek bu kitabı tatillerde okurum düşüncesiyle kısa bir bakıp kitaplığıma koymuştum...
Taaki zaman olgunlaşıp ya da ham meyvenin olgunlaşması gibi, Yunus Emrenin: ''hamdım, piştim, yandım'' misali ham halimin pişmiş hale dönüşmesi anına kadar!

Zaman nelere gebe değilki, gün doğmadan neler doğmazdıki, ilahi kudret nelkere kadir değildiki!...

Zamanın akışı içerisinde gerek öğrenimimi sürdürdüğüm yıllarda gerekse daha sonra islami camianın içerisinde, acizane hizmetlerim devam ediyordu inancımda/imanımda hiç bir sapma olmadan yaşamımı idame ettirmeye çalışırken, içimde yinede bir boşluğun olduğunu hissediyordum.
Kaderin bir tecellisi, yaşamıma yurtdışında devam ettirmeye başlamıştım.
Burada da hizmetlerim devam ediyordu.
Öyle zaman olduki, çok acılar yaşadım.
Fakat beni ayakta tutan, güçlü kılan sadece ve sadece inancım, imanımdı.
'' Her ne hayır gelirse Hakk'tan, her ne şer gelirse kendi nefsinden'' sırrını hakkıyle idrak edecek durumda değildim.
Acılar, hüzün, belalar sağnak sağnak yağıyordu sanki.
Halbuki bütün bunlara maruz kalan ben, belanın/acıların özünde yatan gizli hayırı idrak edemiyordum, ya da kabüllenemiyordum.
Çünkü bu bana daha fazla acı veriyordu.
Cephesini savunamayan bir asker gibi, yaşadığım ülkeyi yıllar sonra terketmem gerekiyordu.
Bunun kararını çok zor da olsa aldım.
Evet bana hicret görünmüştü, öz yurda tekrar hicret edecektim.
Fakat bunun hiçte kolay olmayacağını ve orada çok daha çetin bir mücadeleye maruz kalacağımı biliyordum.
Biliyordum ama bu hicret kendi nefsim için olmadığından dolayı katlanmaya değerdi.
Tüm bu belalara maruz kalışım kendi nefsimden dolayı olmasaydı, tüm bu belalara maruz kalırmıydım hiç!
Bu hicret, bu kaçış aslında kendimden kendimeymiş/zahirden batınaymış!
O an bunu bilebilirmiydim hiç...
 
Üst Alt