Sesi Dinen Akarsuyun Aynasında Zaman

hacı anne

Süper Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
984
Tepkime puanı
16
Sesi Dinen Akarsuyun Aynasında Zaman

Zaman geçiyor. Akıp giden zaman diyoruz, su gibi diyoruz, yalan diyoruz.
Gerçeklik adına elimize bir dokunuş, bakışımıza bir işaret, kendine ait bir koku bırakmaksızın geçişin ardından söylediğimiz sözler de yalan oluyor.
Sultanlara kalmamış, beylere, ağalara yoksuldan kimsesizden farklı bir muamelede bulunmamış zaman biliyoruz ki bizim için de aynısını yapacak.
Hiçbir insani değer, vefasızlıktan sadakate, sevinçlerden hüzünlere hiçbir insani duygu zamanın kendi halindeki yürüyüşünü değiştirmiyor.
Sevinçler geçiyor, ardından ebediymiş duygularıyla birlikte gelen acılar geçiyor.
Anlıyoruz ki bugün geçilenleri gören biz, bir gün geçilen olacağız.
Zaman yine aldırmaksızın o ağır, dingin, bildik yürüyüşünü sürdürecek
.

Zaman bir dairedir muhakkak; kâinatın gitmeyi ve gelmeyi manasızlaştıran
genişliğinde şeylerin yuvarlanışına bir vakit, bir yer, bir yöneliş tayin etmek ne kadar güç
.
Kâinata dair bir büyük kaderi toprak zerresine bakıp onaylayabiliriz, ya da güneş sistemleri, kara delikler, devasa uzay fırtınaları bize her şeyin anlamsız bir tesadüfîlikte yaşandığını fısıldayabilir.
Aklımız, şeylerin ilişkisinden doğmuş göreli muhakeme bağlamını unutup, bir sabite noktasından evreni anladığını zannedebilir.
Ya da akıl kendini bilip, bir parlama anının içinden zamana ve zemine dair o
sureti kavrayabilir
.
Cennet ve cehennem gibi, iyilik ve kötülük gibi, insanın mazlumluğu ve zalimliği gibi, akıl her yönü gösterebilir, her şeyi haklılaştırabilir.

Akıl kendi üstüne katlanabilir.
İnsanoğlunun toprağa ayak basışından, hemcinsiyle ilk bağından, eline ilk ağaç dalını alışından bu yana kâinat üzerine ürettiği nice fikir, bundan sonra felsefeden dinî şerhlere, şiirden edebiyata politikaya kadar üreteceği yeni sözler, hepsi zamanın akışı içinde yan yana kol kola birlikte sürüklenip gidecekler
.
Zaman nehri hayatları, güzellikleri, çirkinlikleri, aşkları, delilikleri, cesaretleri, meydan okumaları, insan ki bu yeryüzünde neler yapmıştır, onları alıp götürecek.
Küre-i arz avuçlarımızda dönüp dururken, hayatımızın ve tüm hayatların başrol oyuncusu olarak soluklanırken, bir gün küçük bir detay, hafızalarda unutmaya yüz tutmuş bir isim, hayat şarkısının bir yan anlamı olacağız.
Bir gün, parlak suretleriyle her yeni günü öncesine, açık, belli, kişisel, kendine has varlıklarıyla bağlarken nihayet geçmişin karanlık bir kitlesine dönüşen insan kardeşlerimiz gibi, zamanın ipeksi kanatları altında biz de çok uzak diyarlara savrulacak, meçhule karışacağız.

Zaman geçiyor. Geçen zamana işaretler koyuyoruz.
Bu yılbaşı diyoruz, bu doğum günüm. Bu evlilik yıldönümüm.
Bu okula başlama yılım, bu bitirme. Bu çocuğumun doğduğu yıl.
Askere şu vakit gitmiş, onu şu zaman kaybetmiştik.
İnsani haller zamana bir çizgi çekiyor, onun dairevi dönüşünü yanılsamalar dolu bir ilerleyişe çeviriyor
.
Kişisel tarihlerimiz için olduğu kadar aklımızın ermediği, yaşanıp yaşanmadığından bile emin olamadığımız, öylesine rakamlardan, asırlardan bahsettiğimiz toplumların tarih içindeki maceralarına da bir zaman atfı yapıyoruz.
Yazı dört bin yıl önce bulundu.
Kadeş Anlaşması, Hammurabi, Romalılar, şehirler, arenalar, İslam orduları, Endülüs, Osmanlı...

Sıfırlı ve beşli yıllara bölüyoruz çekip gideni. Onlu yirmili yıllara.
Yirmi beşe gümüş, elliye altın diyoruz.
Altın, gümüş ve bronz çağının modern versiyonlarını üretiyoruz.
Takvimlerimiz var, Güneş takvimi, hicrî miladî takvimler, Romalıların, Mısırlıların, Azteklerin, Çinlilerin takvimleri.
..
İslam ve Hıristiyan dünyasının zamanları bile gerçeklikte hiç farksız, fakat en azından ortak muhayyilede farklı farklı aktı değil mi?
Saatlerimiz zaman nehrinin aynı anında farklı rakamları gösterdi.
Şark oturup beklemenin yeriydi, Batı kaderi biçimlendirmek için koşmanın.
Batı uzak diyarlara açılmanın, Şark kendi kabuğuna çekilmenin.
Batı pazarın, İslam beş vakit ezanın. Batı dakikliğin, Şark beş vaktin etrafına kümelenmiş esnekliğin
.
Saatlerimiz, güneş saatlerimiz, çarpılarımız var zaman için.
Toprağın uyandığı, toprağın yeşillendiği, toprağın sarardığı, toprağın beyaza boyandığı ara kesitlerimiz var
.
Öldürücü yaralarımız var zaman tahtasına onun adına çentik attığımız.
Şiirlerimiz şarkılarımız var belli vakitlerin içinden bize uzanmış.
Kuşakların kendi çocuklukları üzerinden sevdikleri zamanlar var.
Kimilerinin yanlış asırda doğdukları fikri üzerinden geçmişi çağırdıkları, bir sembol, bir fikir, bir işaret üzerinden özdeşleştikleri tarihî iklimler var
.

Zaman aslında hiç değişmediği halde, ortaçağın ve modern zamanların akışı sanki aynı değildi.
Koşan insan kendisiyle birlikte dakikaların da koştuğunu düşündü mutlaka.
Ortaçağın geniş zamanlarında geniş elbiseler, büyük fikirler, ilahi kavrayışlar zamana eşlik ederken, modern zamanlarda saniyelerle ölçülen sabırsızlıklar, kişiselliğin kabuğuna çekilmiş bir mikrokozmos kavrayışı belirledi hayatımızı. Koşanlar, soluklandıkları anlarda zamanı demlemenin bin bir yolunu aradılar.

Marcel Proust, hızlanan
bir zamanda insanların baş tacı oldu. Kendi hayatlarında ellerinden uçup gideni Proust'un kelimelerinde aradılar.
Zaman adına bir teselli, evet. Ama olsun.
Kahramanın ağzının içinde eriyip giden kurabiyenin hazzı, bir lokmanın zamana yayılan düşünüşünü hediye etti insanlara
.

Zaman...
Bir göz açıp yummuş gibi geçen zaman.
İnsan kuş misali, sadece yolları değil zamanı da aşıyor.
Oscar Wilde, "yaşlanmak" demişti, bir masanın en genciyken bir başka masada
en yaşlı olmaktır.
Oysa her yer masa dolu, kimin nerede dolaştığının ne önemi var? Tıpkı zamanın akışındaki bulanıklık gibi, biz de bütün masalarda oturan, bütün masalarda en genç olan, bütün masalarda yaşlanan insanlarız tüm kardeşlerimizle birlikte
.
Zamanın dairevi dönüşü, belki de Parmenides'i haklılaştırıyor.
Değişen hiçbir şey yok.
Zaman yok, akış yok, bir sabit anın içinde donup kalmışız.
Suretler değişiyor belki şeyler aynı kalıyor.
Belki ben dediğimiz biz dediğimiz bir dünyevi yanılgı, ki biz onun içine gömülü değil miyiz?
Mağaranın ışığında duvara yansıyan gölgelerin çocuğu değil miyiz? Körler
ülkesine gelmiş gözü açık çocuğu gözlerinden tutup kovduk belki de
...

"Zaman nedir zaman bir su mu bir kuş mu?/Zaman nedir zaman iniş mi yokuş mu?/Zaman deli gömleği onu yırtan da ölüm./Ölüm de yekpare an, ne kesiklik
ne bölüm..." diyen şaire bir başkası eşlik ediyor: Rüzgâr kanatlı atlılar gibi
geçti hayat/Akarsuyun sesi dindi/Gölgeler gölgelendi renkler silindi/Siyah
örtüler indi mavi gözlerine/Sarktı salkım söğütler sarı saçlarının üzerine
.

Zaman şiire karışıyor, şiir şarkıya, şarkı, yaşayan ve bir zamanlar yaşamış olan kitlelerin gırtlağında baki kalan hoş seda olarak gök kubbeye yükseliyor.
Janus yok, kementle yakalanacak bir koşan yok
.

Zaman ve zemin birlikte insanoğlunu kucaklayarak kayıp gittiğine göre,
bırakınız adı zaman konmuş bu halin uyumu sonsuza kadar sürsün
...
*Naci Bostancı
Mostar Dergisi 72. Sayı*
 

Turab

Teknik Ekip
Yönetici
Admin
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
7,015
Tepkime puanı
423
harikaaAllah Razı Olsun ben böyle güzel paylaşımları facebook sayfamda paylaşıyorum ya sen hacı anne???
 

hacı anne

Süper Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
984
Tepkime puanı
16
benimde sayfam var ama hiç bişey yazmıyorum,eş dost sağolsun ekliyorlar işte...ben seni ekliyeyimde senin yazdıkların banada gelir olmazmı...
 
Üst Alt