- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 7,018
- Tepkime puanı
- 424
Selçuklular'da adli teşkilat
selçuklularda adli teşkilat örfi hukuk-büyük selçuklu devletinde adli teşkilat
Selçuklu adalet teşkilatı bütün ortaçağ Türk islam devletlerinde olduğu gibi, şeri ve örş yargı sistemi olmak üzere ikiye ayrılıyordu. şeri yargı sisteminde davalara kadılar bakardı. Bunların başkanına başkadı (kazi l kuzat) denirdi. Başkadı devlet merkezi olan Konya da otururdu.
Örş yargı asayişi bozan ve yasaları çiğneyenlerle ilgili davaları kapsardı. Örş davalara bakan kimseye emir-i dad denirdi. Emir-i Dad gerektiği zaman vezir ve divan üyelerini de yargılardı. Askeri davalara ise kadı asker (kadı-yı leşker- kazasker) denilen ordu kadıları bakardı. Akkoyunlular, Karakoyunlular ile diğer devletlerde de Türkiye Selçuklularından farklı bir hukuk anlayışı yoktu.
Selçuklu'da adli teşkilat
Selçuklu’da adli teşkilat
Türklerde adaleti sağlamaktan en çok sorumlu olan kişi şüphesiz ki hükümdardı. Bizzat hükümdarın adil davranması ve adalet kurallarına uyması beklenirdi. Töreye göre hükümdar Yargu, Yolak, Daru’l-Adl (mezalim, şikayet divanı) adlı mahkemelerde bizzat reayaya(halk) adalet dağıtırdı. Daha sonra Osmanlı padişahları da adaletname adı verilen fermanlarıyla ülkenin en ücra köşesinde kanunlar koymakta adaletini her yere ulaştırmaya çalışmaktaydı.
Patriarkal ve patrimonyal bir devlet olarak Türkiye Selçukluları da, Beylikler de atalarının bu adil olma geleneğini sürdürdüler. Davaların uzamaması için çok hızlı çalışan bir mahkeme sistemi kuruldu. Böylece adalet tez elden sağlanmaya çalışılmaktaydı. Divan-ı Mezalim adı verilen mahkemelere gelen şikayetleri çoğu zaman hükümdar bizzat dinleyerek sonuca bağlamaya çalışırdı. Şikayetler memur ve reayanın ekonomik durumuyla ilgili, divan görevlileri ve vakıflarla ilgili veya kadı gibi üst düzey devlet erkanı şahsiyetlerle ilgili olabilmekteydi. Bu durumda çözüm mercii hükümdarın bizzat kendisi veya o sırada Divan-ı Mezalim’e gelememişse vekili olan vezir başkanlık etmekteydi. Büyük Selçuklularda haftada iki gün Divan-ı Mezalim kurulurdu. Türkiye Selçuklu Devleti de bu geleneği devam ettirmiştir. Türkiye Selçuklu veziri, kazai bakımdan sultanın tam vekili idi. Bazen ileri gelen devlet adamlarını tevkif edebilmekteydi. I. Gıyaseddin Keyhüsrev, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutar ve o günlerde Divan-ı Mezalim’de davalara bakardı. Sultan şer’i davaları genellikle kadıya havale eder, örfi davaları da divan aracılığıyla hallederdi.
Türkiye Selçuklu Sultanı Süleymanşah, Halep’in halkının askerlerin şehri yağmalamalarından sultana şikayete gelmeleri üzerine askerlere yağmaladıkları malları iade etmelerini emretmişti. Süleymanşah birçok Nasrani’ye toprak bahşetmiş ve onların dinlerini yaşayabilmeleri için kilise inşa etmelerine izin vermişti. II. Kılıçarslan’ın Ermenilere karşı mücadelesi de yine Hıristiyan halkı zalim Ermeni baronlarından korumayı amaçlıyordu. Nitekim bu sayede birçok bölgede Türkmen ahaliye duyulan sevgi artmıştı. I. Alaeddin Keykubat sultan olduğunda Abbasi Halifesi Nasır, O’na Şeyh Şehabeddin Sühreverdi ile egemenlik sembolleri olan hil’at ve menşur vs. gönderdi. Sultan, Sühreverdi’nin elini öptü. Hil’ati giydiren Sühreverdi sultanın sırtına değnekle vurdu ve adaletten ayrılmayacağına dair sultana yemin ettirdi. Türkiye Selçuklu Devleti’nde Sadeddin Köpek’in askerlere ve halka adil davrandığı, adalet söz konusu olduğunda zengin, fakir ayrımı yapmadığı, mazlumları ezdirmediği pek şayi olmuştu.
Türkiye Selçuklu adliyesinin başında sultan ve vezirden sonra en yetkili kişi tüm adli işlerin başkanı olan Konya Kadısı Kâdı’l-Kuzât” bulunurdu. “Kadı’l-Kuzât” aynı zamanda ilmiye sınıfının da başıydı. Memleketin şer’i ve hukuki işlerine kadılar bakardı. Bütün askeri davalara ve miras işlerine ise Kadıleşker denilen bir nevi Osmanlı’daki kadı askerlerin benzeri yetkilere sahip kişiler bakmaktaydı. Bunların dışında Türkiye Selçuklularında “Emir-i Dad” denilen ve üst düzey devlet adamlarını adalet önüne çıkaran, gerektiğinde onları tevkif eden olağanüstü yetkilere sahip bir yetkili görmekteyiz. Sultan Alaeddin Keykubad, kendilerinden şüphelendiği üst dereceli emirlerden olan Kemaleddin Kamyar, Zahirüddin Mansur ve Şemseddin’i emir-i dada tevkif ettirmişti. Meşhur Vezir Fahreddin Ali, emir-i dad tarafından tutuklanıp tevkif edilerek Osmancık Kalesi’ne hapsedilmişti.
İDARİ TESKILAT
Anadolu Seçuklulari’nda eyaletler öncelikle haneden mensuplarinin idaresine tevdî edilirdi. Sehzadeler küçük ise onlari iyi bir devlet adami olarak yetistirmek üzere yanlarina lala veya atabeg denilen güveniler emîrler verilirdi. Bu emîrler bulunduklari eyaleti o sehzade adina idare ederlerdi. Anadolu Selçuklulari’nin idarî açidan kaç eyalete taksim edildigi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak II. Kiliç Arslan’in ülkeyi 11 oglu arasinda taksim ettigi bilinmektedir. Böylece baskent Konya’nin disinda 11 idarî merkezin mevcudiyetinden bahsedilebilir. Hanedan mensuplarinin yönetimine birakilan Tokat, Niksar, Elbistan, Kayseri, Sivas, Aksaray, Malatya, Konya Ereglisi, Nigde, Amasya, Ankara ve Uluborlu disinda Kastamonu, Sinop, Erzurum, Erzincan, Sarkî Karahisar, Divrigi, Antalya, Alaiye, Manavgat, Içel, Harput, Çemisgezek, Kâhta, Ahlat, Isparta, Kütahya, Eskisehir, Denizli ve Amid (Diyarbakir)’in ilhakiyla eyaletlerin sayisi artmis ve otuzu geçmistir
Bizans ve Ermeni sinirlarinda uç vilayetleri de uç beyleri tarafindan idare ediliyordu. Meselâ Danismendli Yagibasin’in ogullarindan Muzafferüddin Mahmud, Bedreddin Yusuf ve Zahireddin Ili Anadolu Selçuklulari’nin ihzmetine girerek uç boylarinda görev almislardi. Ayrica hanedan mensuplarinin idaresi disinda kalan yerlerde de emîrler hem vali hem de kumandan olarak görev yapiyorlardi. Bu büyük vilayetlerin disindaki sehirlerde de serlesker ve subasilar emniyet ve asayisten sorumlu idiler. Merkezi sehirlerde emniyeti saglamaktan sorumlu birer sahne bulunurdu.
1243′te Anadolu Selçuklulari’nin maglubiyetiyle sonuçlanan Kösedag savasindan sonra ülke taht kavgalarina sahne olmus ve nihayet Mogollarin müdahalesiyle ülke ikiye bölünmüs, bir kismi Konya merkez olmak üzere II. Izzeddin Keykâvus’a, digerinin merkezi de Sivas olmak üzere IV. Rükneddin Kiliç Arslan’a verilmistir.
Vilâyetlerde birer küçük divan bulunur ve vergiler muhassillar tarafindan toplanirdi.
Eflâki Menâkibü’l-ârîfîn‘de idari teskilâtta adi geçen görevlilerden bazilarini söyle siralar. Nâzir, emîr-i ab vâliler (ummâl), yol muhafizlari, subasi, sehir kethüdasi, reis, sahne, cellâd, divan memuru, seyhü’l- islâm ve hati.
Selçuklularda devlet teşkilatı
Selçuklularda Saray teşkilâtı.
Hükümdarın, ailesi ve maiyetiyle birlikte içinde yaşadığı saray, doğrudan doğruya sultana bağlıydı, önceleri oğuz geleneğinin hüküm sürdüğü sarayda, Melikşah’tan itibaren eski İran ve daha önce kurulmuş olan müslüman devletlerin töreleri uygulanmağa başlandı; fakat türk gelenekleri de bütünüyle bırakılmadı. Selçuklu sultanlarının saray teşkilâtı şöyleydi: hâcib (hâcibülhâcib), sultanla divanlar arasındaki bağlantıyı kurmakla görevliydi ve hükümdarın çok güvendiği kişiler arasından seçilirdi. Hâci-bin devlet yönetiminde de önemli bir yeri vardı; ayrıca örfî meselelerin çözümünde kadıya yardımcı olurdu. Emiri candar, saray muhafızlarının başıydı, maiyetindeki hassa birlikleriyle sarayın güvenliğini sağlardı. Emîri silâh törenlerde sultanların silâhlarını taşıyan ve aynı zamanda silâh-haneyi bekleyen muhafızların âmiriydi. E-mtri alem, sultanın rayeti devlet denilen bayrağını taşıyan ve onu koruyan sınıfın başkanıydı, yanında bu işle görevli alemdarları vardı. Câmedar, selçuklu sultanlarının elbiselerinin muhafızıydı. Şerabdîri has, sultanların şerbetlerini hazırlayan, haftanın belirli günlerinde toplanan mecliste ve yemeklerde hizmetle yükümlü o-lan kimseydi. Emiri çeşnigir, hükümdarın yemeklerini hazırlayan ve sofra hizmetlerini yürütenlerin başıydı. Hükümdar, yemek yemeden önce, yemeğini tatmak ve böylece yemeğe zehir katılıp katılmadığını anlamak vazifesini de görürdü; yanında hizmetkârları ve ahçıları bulunurdu. Vekili has, sultanın dairesindeki çeşitli görevlerde çalışan kimselerin başkanıydı. Emiri ahur (imrahor), sarayın ve hükümdarın atlarına bakanların başıydı. Sarayda ayrıca çubdar (değnekçi), şerabdar, taşt-dar, musahip, çavuş ve hasekiler de görevliydi. Bunlar çeşitli milletlerden alınan ve sarayda özel bir eğitimden geçirilen kölelerden meydana gelirdi.
Selçuklularda Devlet Teşkilatı
Selçuklu devletinin kurucuları olan Oğuzlar (Türkmenler) Maveraünnehir ve Horasan’a geldikten sonra İslâm dinine bütünüyle bağlandılar. Çeşitli müslüman devletlerinin hâkimiyeti altında kalmış olan Horasan, devlet ve cemiyet hayatında İslâmlığın ilkelerinin benimsendiği bir yerdi. Selçuklu devletinin kurucuları eski türk töresini devam ettirmekle birlikte, yerleştikleri yeni çevreye de uymak zorunda kaldılar. Bu bakımdan Selçuklu devleti, türk ve İslâm köklerine dayanan kurum-ların birleşmesiyle meydana geldi. Genellikle iranlı vezirlerin düzenlediği Selçuklu devletinin İdarî, askerî ve malî teşkilâtında, islâm geleneklerine uyuldu. Selçuklulardan önce, onların ele geçirdikleri ülkelere hâkim olan Abbasîler, Karahan-lılar, Gazneliler ve Samanoğulları devletlerinin teşkilâtı Selçuklular tarafından kısmen benimsendi. Daha çok dış unsuı-larıyle alman bu teşkilât, Nizamülmülk’-ün vezirlik görevinde bulunduğu Sultan Alparslan ve Melikşah devirlerinde geliştirildi. Selçukluların askerî ve İdarî teşki-lâtıyle posta idaresinde yerli unsurlara da yer verildi.
yöneticisiydi; fakat yetkileri, töre ve ku-rumlarla bir dereceye kadar sınırlandırılmıştı. Genellikle Sultan-ül-Azam unvanını taşıyan selçuklu hükümdarları, yönetimde kesin bir sorumsuzluk taşımıyordu. Devlette, eski türk töresine göre hükümdar ailesi hâkimdi. Hükümdar merkezde oturur, oğulları, kardeşleri ve öteki akrabası, çeşitli bölgelerde yarı bağımsız olarak hüküm sürerlerdi. Sultanın hâkim olduğu ülkelerde adına hutbe okunur ve para basılırdı. Fermanlara ve büyük divanın kararlarına imza yerine, büyük sultanın adını taşıyan tuğrası çekilir, tevkiî (nişan) yazılır ve emir bundan sonra yürürlüğe girerdi. Sultan, türkçe adlarının yanına bir müslüman adı da alır ve tahta çıkışından sonra halife tarafından kendisine künye ve lakap verilirdi. Savaşlarda ve devlet ilerigelen-leriyle yaptığı gezilerde, hâkimiyet işareti olarak başının üstüne atlastan veya altın sırmalı kadifeden yapılmış çetr (hükümdarlık şemsiyesi) tutulurdu. Bu çetrin üzerine, sultanın ok ve yaydan meydana gelen armaları işlenir, bulunduğu yerde günde beş defa, namaz vakti, nevbet (mehter) çalınırdı. İmparatorluğun çeşitli bölgelerini yöneten meliklerin de günde ancak üç defa nevbet çaldırma hakları vardı. Sultan, haftanın belirli günlerinde devlet ilerigelenlerini ve kumandanları huzuruna kabul eder, onlarla ülkenin meselelerini görüşür ve halkın dertlerini dinlerdi. Iktaların (tımar) dağıtılması, kadıların tayini ve kendisine bağlı devlet beylerinin hükümdarlıklarının onayı, sultanın görevleri arasındaydı. Ayrıca, devlete karşı işlenen büyük suçları yargılayan yüksek mahkemeye de sultan başkanlık ederdi.
selçuklularda adli teşkilat örfi hukuk-büyük selçuklu devletinde adli teşkilat
Selçuklu adalet teşkilatı bütün ortaçağ Türk islam devletlerinde olduğu gibi, şeri ve örş yargı sistemi olmak üzere ikiye ayrılıyordu. şeri yargı sisteminde davalara kadılar bakardı. Bunların başkanına başkadı (kazi l kuzat) denirdi. Başkadı devlet merkezi olan Konya da otururdu.
Örş yargı asayişi bozan ve yasaları çiğneyenlerle ilgili davaları kapsardı. Örş davalara bakan kimseye emir-i dad denirdi. Emir-i Dad gerektiği zaman vezir ve divan üyelerini de yargılardı. Askeri davalara ise kadı asker (kadı-yı leşker- kazasker) denilen ordu kadıları bakardı. Akkoyunlular, Karakoyunlular ile diğer devletlerde de Türkiye Selçuklularından farklı bir hukuk anlayışı yoktu.
Selçuklu'da adli teşkilat
Selçuklu’da adli teşkilat
Türklerde adaleti sağlamaktan en çok sorumlu olan kişi şüphesiz ki hükümdardı. Bizzat hükümdarın adil davranması ve adalet kurallarına uyması beklenirdi. Töreye göre hükümdar Yargu, Yolak, Daru’l-Adl (mezalim, şikayet divanı) adlı mahkemelerde bizzat reayaya(halk) adalet dağıtırdı. Daha sonra Osmanlı padişahları da adaletname adı verilen fermanlarıyla ülkenin en ücra köşesinde kanunlar koymakta adaletini her yere ulaştırmaya çalışmaktaydı.
Patriarkal ve patrimonyal bir devlet olarak Türkiye Selçukluları da, Beylikler de atalarının bu adil olma geleneğini sürdürdüler. Davaların uzamaması için çok hızlı çalışan bir mahkeme sistemi kuruldu. Böylece adalet tez elden sağlanmaya çalışılmaktaydı. Divan-ı Mezalim adı verilen mahkemelere gelen şikayetleri çoğu zaman hükümdar bizzat dinleyerek sonuca bağlamaya çalışırdı. Şikayetler memur ve reayanın ekonomik durumuyla ilgili, divan görevlileri ve vakıflarla ilgili veya kadı gibi üst düzey devlet erkanı şahsiyetlerle ilgili olabilmekteydi. Bu durumda çözüm mercii hükümdarın bizzat kendisi veya o sırada Divan-ı Mezalim’e gelememişse vekili olan vezir başkanlık etmekteydi. Büyük Selçuklularda haftada iki gün Divan-ı Mezalim kurulurdu. Türkiye Selçuklu Devleti de bu geleneği devam ettirmiştir. Türkiye Selçuklu veziri, kazai bakımdan sultanın tam vekili idi. Bazen ileri gelen devlet adamlarını tevkif edebilmekteydi. I. Gıyaseddin Keyhüsrev, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutar ve o günlerde Divan-ı Mezalim’de davalara bakardı. Sultan şer’i davaları genellikle kadıya havale eder, örfi davaları da divan aracılığıyla hallederdi.
Türkiye Selçuklu Sultanı Süleymanşah, Halep’in halkının askerlerin şehri yağmalamalarından sultana şikayete gelmeleri üzerine askerlere yağmaladıkları malları iade etmelerini emretmişti. Süleymanşah birçok Nasrani’ye toprak bahşetmiş ve onların dinlerini yaşayabilmeleri için kilise inşa etmelerine izin vermişti. II. Kılıçarslan’ın Ermenilere karşı mücadelesi de yine Hıristiyan halkı zalim Ermeni baronlarından korumayı amaçlıyordu. Nitekim bu sayede birçok bölgede Türkmen ahaliye duyulan sevgi artmıştı. I. Alaeddin Keykubat sultan olduğunda Abbasi Halifesi Nasır, O’na Şeyh Şehabeddin Sühreverdi ile egemenlik sembolleri olan hil’at ve menşur vs. gönderdi. Sultan, Sühreverdi’nin elini öptü. Hil’ati giydiren Sühreverdi sultanın sırtına değnekle vurdu ve adaletten ayrılmayacağına dair sultana yemin ettirdi. Türkiye Selçuklu Devleti’nde Sadeddin Köpek’in askerlere ve halka adil davrandığı, adalet söz konusu olduğunda zengin, fakir ayrımı yapmadığı, mazlumları ezdirmediği pek şayi olmuştu.
Türkiye Selçuklu adliyesinin başında sultan ve vezirden sonra en yetkili kişi tüm adli işlerin başkanı olan Konya Kadısı Kâdı’l-Kuzât” bulunurdu. “Kadı’l-Kuzât” aynı zamanda ilmiye sınıfının da başıydı. Memleketin şer’i ve hukuki işlerine kadılar bakardı. Bütün askeri davalara ve miras işlerine ise Kadıleşker denilen bir nevi Osmanlı’daki kadı askerlerin benzeri yetkilere sahip kişiler bakmaktaydı. Bunların dışında Türkiye Selçuklularında “Emir-i Dad” denilen ve üst düzey devlet adamlarını adalet önüne çıkaran, gerektiğinde onları tevkif eden olağanüstü yetkilere sahip bir yetkili görmekteyiz. Sultan Alaeddin Keykubad, kendilerinden şüphelendiği üst dereceli emirlerden olan Kemaleddin Kamyar, Zahirüddin Mansur ve Şemseddin’i emir-i dada tevkif ettirmişti. Meşhur Vezir Fahreddin Ali, emir-i dad tarafından tutuklanıp tevkif edilerek Osmancık Kalesi’ne hapsedilmişti.
İDARİ TESKILAT
Anadolu Seçuklulari’nda eyaletler öncelikle haneden mensuplarinin idaresine tevdî edilirdi. Sehzadeler küçük ise onlari iyi bir devlet adami olarak yetistirmek üzere yanlarina lala veya atabeg denilen güveniler emîrler verilirdi. Bu emîrler bulunduklari eyaleti o sehzade adina idare ederlerdi. Anadolu Selçuklulari’nin idarî açidan kaç eyalete taksim edildigi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak II. Kiliç Arslan’in ülkeyi 11 oglu arasinda taksim ettigi bilinmektedir. Böylece baskent Konya’nin disinda 11 idarî merkezin mevcudiyetinden bahsedilebilir. Hanedan mensuplarinin yönetimine birakilan Tokat, Niksar, Elbistan, Kayseri, Sivas, Aksaray, Malatya, Konya Ereglisi, Nigde, Amasya, Ankara ve Uluborlu disinda Kastamonu, Sinop, Erzurum, Erzincan, Sarkî Karahisar, Divrigi, Antalya, Alaiye, Manavgat, Içel, Harput, Çemisgezek, Kâhta, Ahlat, Isparta, Kütahya, Eskisehir, Denizli ve Amid (Diyarbakir)’in ilhakiyla eyaletlerin sayisi artmis ve otuzu geçmistir
Bizans ve Ermeni sinirlarinda uç vilayetleri de uç beyleri tarafindan idare ediliyordu. Meselâ Danismendli Yagibasin’in ogullarindan Muzafferüddin Mahmud, Bedreddin Yusuf ve Zahireddin Ili Anadolu Selçuklulari’nin ihzmetine girerek uç boylarinda görev almislardi. Ayrica hanedan mensuplarinin idaresi disinda kalan yerlerde de emîrler hem vali hem de kumandan olarak görev yapiyorlardi. Bu büyük vilayetlerin disindaki sehirlerde de serlesker ve subasilar emniyet ve asayisten sorumlu idiler. Merkezi sehirlerde emniyeti saglamaktan sorumlu birer sahne bulunurdu.
1243′te Anadolu Selçuklulari’nin maglubiyetiyle sonuçlanan Kösedag savasindan sonra ülke taht kavgalarina sahne olmus ve nihayet Mogollarin müdahalesiyle ülke ikiye bölünmüs, bir kismi Konya merkez olmak üzere II. Izzeddin Keykâvus’a, digerinin merkezi de Sivas olmak üzere IV. Rükneddin Kiliç Arslan’a verilmistir.
Vilâyetlerde birer küçük divan bulunur ve vergiler muhassillar tarafindan toplanirdi.
Eflâki Menâkibü’l-ârîfîn‘de idari teskilâtta adi geçen görevlilerden bazilarini söyle siralar. Nâzir, emîr-i ab vâliler (ummâl), yol muhafizlari, subasi, sehir kethüdasi, reis, sahne, cellâd, divan memuru, seyhü’l- islâm ve hati.
Selçuklularda devlet teşkilatı
Selçuklularda Saray teşkilâtı.
Hükümdarın, ailesi ve maiyetiyle birlikte içinde yaşadığı saray, doğrudan doğruya sultana bağlıydı, önceleri oğuz geleneğinin hüküm sürdüğü sarayda, Melikşah’tan itibaren eski İran ve daha önce kurulmuş olan müslüman devletlerin töreleri uygulanmağa başlandı; fakat türk gelenekleri de bütünüyle bırakılmadı. Selçuklu sultanlarının saray teşkilâtı şöyleydi: hâcib (hâcibülhâcib), sultanla divanlar arasındaki bağlantıyı kurmakla görevliydi ve hükümdarın çok güvendiği kişiler arasından seçilirdi. Hâci-bin devlet yönetiminde de önemli bir yeri vardı; ayrıca örfî meselelerin çözümünde kadıya yardımcı olurdu. Emiri candar, saray muhafızlarının başıydı, maiyetindeki hassa birlikleriyle sarayın güvenliğini sağlardı. Emîri silâh törenlerde sultanların silâhlarını taşıyan ve aynı zamanda silâh-haneyi bekleyen muhafızların âmiriydi. E-mtri alem, sultanın rayeti devlet denilen bayrağını taşıyan ve onu koruyan sınıfın başkanıydı, yanında bu işle görevli alemdarları vardı. Câmedar, selçuklu sultanlarının elbiselerinin muhafızıydı. Şerabdîri has, sultanların şerbetlerini hazırlayan, haftanın belirli günlerinde toplanan mecliste ve yemeklerde hizmetle yükümlü o-lan kimseydi. Emiri çeşnigir, hükümdarın yemeklerini hazırlayan ve sofra hizmetlerini yürütenlerin başıydı. Hükümdar, yemek yemeden önce, yemeğini tatmak ve böylece yemeğe zehir katılıp katılmadığını anlamak vazifesini de görürdü; yanında hizmetkârları ve ahçıları bulunurdu. Vekili has, sultanın dairesindeki çeşitli görevlerde çalışan kimselerin başkanıydı. Emiri ahur (imrahor), sarayın ve hükümdarın atlarına bakanların başıydı. Sarayda ayrıca çubdar (değnekçi), şerabdar, taşt-dar, musahip, çavuş ve hasekiler de görevliydi. Bunlar çeşitli milletlerden alınan ve sarayda özel bir eğitimden geçirilen kölelerden meydana gelirdi.
Selçuklularda Devlet Teşkilatı
Selçuklu devletinin kurucuları olan Oğuzlar (Türkmenler) Maveraünnehir ve Horasan’a geldikten sonra İslâm dinine bütünüyle bağlandılar. Çeşitli müslüman devletlerinin hâkimiyeti altında kalmış olan Horasan, devlet ve cemiyet hayatında İslâmlığın ilkelerinin benimsendiği bir yerdi. Selçuklu devletinin kurucuları eski türk töresini devam ettirmekle birlikte, yerleştikleri yeni çevreye de uymak zorunda kaldılar. Bu bakımdan Selçuklu devleti, türk ve İslâm köklerine dayanan kurum-ların birleşmesiyle meydana geldi. Genellikle iranlı vezirlerin düzenlediği Selçuklu devletinin İdarî, askerî ve malî teşkilâtında, islâm geleneklerine uyuldu. Selçuklulardan önce, onların ele geçirdikleri ülkelere hâkim olan Abbasîler, Karahan-lılar, Gazneliler ve Samanoğulları devletlerinin teşkilâtı Selçuklular tarafından kısmen benimsendi. Daha çok dış unsuı-larıyle alman bu teşkilât, Nizamülmülk’-ün vezirlik görevinde bulunduğu Sultan Alparslan ve Melikşah devirlerinde geliştirildi. Selçukluların askerî ve İdarî teşki-lâtıyle posta idaresinde yerli unsurlara da yer verildi.
yöneticisiydi; fakat yetkileri, töre ve ku-rumlarla bir dereceye kadar sınırlandırılmıştı. Genellikle Sultan-ül-Azam unvanını taşıyan selçuklu hükümdarları, yönetimde kesin bir sorumsuzluk taşımıyordu. Devlette, eski türk töresine göre hükümdar ailesi hâkimdi. Hükümdar merkezde oturur, oğulları, kardeşleri ve öteki akrabası, çeşitli bölgelerde yarı bağımsız olarak hüküm sürerlerdi. Sultanın hâkim olduğu ülkelerde adına hutbe okunur ve para basılırdı. Fermanlara ve büyük divanın kararlarına imza yerine, büyük sultanın adını taşıyan tuğrası çekilir, tevkiî (nişan) yazılır ve emir bundan sonra yürürlüğe girerdi. Sultan, türkçe adlarının yanına bir müslüman adı da alır ve tahta çıkışından sonra halife tarafından kendisine künye ve lakap verilirdi. Savaşlarda ve devlet ilerigelen-leriyle yaptığı gezilerde, hâkimiyet işareti olarak başının üstüne atlastan veya altın sırmalı kadifeden yapılmış çetr (hükümdarlık şemsiyesi) tutulurdu. Bu çetrin üzerine, sultanın ok ve yaydan meydana gelen armaları işlenir, bulunduğu yerde günde beş defa, namaz vakti, nevbet (mehter) çalınırdı. İmparatorluğun çeşitli bölgelerini yöneten meliklerin de günde ancak üç defa nevbet çaldırma hakları vardı. Sultan, haftanın belirli günlerinde devlet ilerigelenlerini ve kumandanları huzuruna kabul eder, onlarla ülkenin meselelerini görüşür ve halkın dertlerini dinlerdi. Iktaların (tımar) dağıtılması, kadıların tayini ve kendisine bağlı devlet beylerinin hükümdarlıklarının onayı, sultanın görevleri arasındaydı. Ayrıca, devlete karşı işlenen büyük suçları yargılayan yüksek mahkemeye de sultan başkanlık ederdi.