- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 983
- Tepkime puanı
- 16
Hz. Peygamber (s.a.s)in söylediği sözler, Kuranın yorumu ve İslâm inancının pratiğe aktarılmasıdır. Bu nedenle Sahabeler bu sözlerin gelecek nesillere aktarılması için gereken hassasiyeti göstermişler, onları takip edenler de yine aynı duyarlılığı paylaşarak hadislerin sağlıklı ve doğru bir şekilde öğrenilmesi açısından pek çok fedakârlığa katlanmışlardır. Dolayısıyla İslâm kültürünün ikinci ana dinamiğini teşkil eden hadisler, günümüze kadar sağlıklı bir şekilde gelmiştir.
Hadis ilmi konusunda sahabenin davranışlarını ele alırsak, onların her hangi bir meseleyle karşılaştıkları zaman çözüm olarak Hz. Peygambere başvurduklarını görüyoruz. Bu sorup öğrenmede Hz. Peygamberin müşteki olmak bir yana, ziyadesiyle memnun olduğunu ve konuyla ilgili olarak meseleleri kendisine sormaları konusunda sahabeyi teşvik ettiğini görüyoruz. Bu minvalde Hz. Peygamberin "Sormak ilmin yarısıdır", "Her hangi bir konuda şüphe ettiğinizde bana sorun" hadisleri oldukça anlamlı ve önemlidir. Nitekim konuyla ilgili olarak aşağıda aktaracağımız olay sormanın önemini ve Hz. Peygamberin yaklaşımını bütünüyle ortaya koymaktadır:
"Câbirden rivayete göre, sahabeler sefere çıkmışlar, bu esnada içlerinden birinin başı yarılmıştı. Başı yarılan bu sahabî ihtilam oldu. Arkadaşlarına teyemmüm etmesine ruhsat verip vermeyeceklerini sordu. Onlar, su ile gusletmesi gerektiğini söylediler. O zat gusletti ve vefat etti. Hz. Peygamber(s.a.s)in yanına vardıklarında durumu haber verdiler. Hz. Peygamber: "Hiç insan bilmediğini sormaz mı? Cehaletin çaresi sormaktır, Teyemmüm yapması kâfi idi. Veya yarayı sarar, bütün bedenini yıkar, sonrada yaranın üzerine mesh ederdi" buyurdu. (Ebû Davud, Sünen, I).
Hz. Peygamber sahabeyi özel surette eğitmiş, onların sorularını karşılıksız bırakmamış, onların sordukları hiçbir soruya hayır, dememiştir. Bazen de farklı bir yöntem uygulayarak sahabîlerin ilmi seviyelerini tespit etmek, anlattığı konuları gerektiği gibi anlayıp anlamadıklarını öğrenmek için onlara sualler sormuştur.
Ancak yine bu doğrultuda Hz. Peygamber soruları karşılıksız bırakmamış, onlara "hayır" dememiştir ifadesi, Rahmet Peygamberinin her soruyu hemen cevaplamıştır, anlamını içermemektedir. Bu noktada yöntem olarak Hz. Peygamber soruları dinlemiş ve bazı sorular karşısında cevabını bilmiyorsa, bunu açık bir biçimde "Bilmiyorum" şeklinde ifade etmekten kaçınmamıştır. Nitekim konuyla ilgili olarak kendisine "Ruhun mahiyeti" sorulduğunda, bu soruyu uzun süre cevapsız bırakmış ve konuyla ilgili ayet inince soruyu cevaplamıştır.
Yine bu noktada ilginç olan bir başka husus, sahabelerin sordukları soruya cevap alamadıklarında gösterdikleri tavırdır. Sahabeler sordukları soru konusunda ısrarcı olmamış, Hz. Peygamberin "sükûtu" yeğlemesiyle onlarda aynı yolu tercih etmişlerdir. Bu bekleyişleri karşılıksız kalmamış, sonunda sorularının cevaplarını mutlaka almışlardır.
Belki de "Müslüman" adının bütünüyle "teslimiyeti" içerdiğinin en güzel nümunelerinden birisi de bu olsa gerektir...
Sahabeler hadisleri öğrenme konusunda nöbetleşmişler, kendi aralarında hadisleri doğru öğrenip öğrenmediklerini anlamak için müzakereler etmişler ve hadis öğrenmek için seyahatler yapmışlardır.
Bu bağlamda hadis öğrenme konusunda yapılan seyahatler oldukça manidardır
Sahabeler, Hz. Peygamberin yaşadığı süreçte uzak yerleşim birimlerinden soru sormak maksadıyla onu ziyaret ederek sorularını tevcih etmişlerdir. Fakat Allah Resulünün vefat etmesiyle birlikte sahabenin her türlü müşkillerini halletme yolu kapanmıştır. Sahabeler ve onların takipçileri, bu kez Resûlullahın hadislerini öğrenmek için seyahatler yapmışlardır. Bu bağlamda en ilginç hadis öğrenme konusunda yapılan yolculuklardan birini Ebu Eyyub Halid İbn Amir gerçekleştirmiştir. Nitekim bu Sahabî Resulullahdan işittiği bir hadisi Ukbe İbn Amirden sormak için Medineden Mısıra seyahat etmiştir. Ebu Eyyub Medineden çıkarak çok meşakkatli ve yorucu bir yolculuktan sonra Mısır valisi bulunan Ukbenin evine gelmiş ve geliş sebebini söyleyerek "Müminlerin kusurunu örtme" konusundaki hadisi ikimizden başka Resûlullahdan işiten kimse kalmadı", demesi üzerine "Ukbe cevaben, evet ben Allah Resûlünün "Kim dünyada bir müminin kusurunu örterse, Allah kıyamet günü onun kusurlarını örtecektir. (İbn Mace, Sünen, II)" buyurduğunu işittim, demiş, Ebû-Eyyübde onu tasdik etmiş, sonrada hayvanına binerek tekrar uzun bir yolculuktan sonra Medineye dönmüştür."*
Bu misalleri çoğaltmak mümkündür.
Bu noktada asıl sorun, sahabelerin bir hadis için ayları bulan seyahatlerine karşın, bizlerin elimizin altında bulunan hadis kitaplarını okumaktan neden kaçındığımızdır?
Daha açık bir ifadeyle, yaptığımız bu eylemi ne ile izah etmek mümkündür? Cehaletle mi? Tembellikle mi, yoksa bitimsiz üşengeçlikle mi?
Bu sorunun cevabını size bırakıyorum...
* Bkz. Nevzat Âşık, Sahabe ve Hadis Rivayeti, İzmir 1981, s. 85- 111.
Hadis ilmi konusunda sahabenin davranışlarını ele alırsak, onların her hangi bir meseleyle karşılaştıkları zaman çözüm olarak Hz. Peygambere başvurduklarını görüyoruz. Bu sorup öğrenmede Hz. Peygamberin müşteki olmak bir yana, ziyadesiyle memnun olduğunu ve konuyla ilgili olarak meseleleri kendisine sormaları konusunda sahabeyi teşvik ettiğini görüyoruz. Bu minvalde Hz. Peygamberin "Sormak ilmin yarısıdır", "Her hangi bir konuda şüphe ettiğinizde bana sorun" hadisleri oldukça anlamlı ve önemlidir. Nitekim konuyla ilgili olarak aşağıda aktaracağımız olay sormanın önemini ve Hz. Peygamberin yaklaşımını bütünüyle ortaya koymaktadır:
"Câbirden rivayete göre, sahabeler sefere çıkmışlar, bu esnada içlerinden birinin başı yarılmıştı. Başı yarılan bu sahabî ihtilam oldu. Arkadaşlarına teyemmüm etmesine ruhsat verip vermeyeceklerini sordu. Onlar, su ile gusletmesi gerektiğini söylediler. O zat gusletti ve vefat etti. Hz. Peygamber(s.a.s)in yanına vardıklarında durumu haber verdiler. Hz. Peygamber: "Hiç insan bilmediğini sormaz mı? Cehaletin çaresi sormaktır, Teyemmüm yapması kâfi idi. Veya yarayı sarar, bütün bedenini yıkar, sonrada yaranın üzerine mesh ederdi" buyurdu. (Ebû Davud, Sünen, I).
Hz. Peygamber sahabeyi özel surette eğitmiş, onların sorularını karşılıksız bırakmamış, onların sordukları hiçbir soruya hayır, dememiştir. Bazen de farklı bir yöntem uygulayarak sahabîlerin ilmi seviyelerini tespit etmek, anlattığı konuları gerektiği gibi anlayıp anlamadıklarını öğrenmek için onlara sualler sormuştur.
Ancak yine bu doğrultuda Hz. Peygamber soruları karşılıksız bırakmamış, onlara "hayır" dememiştir ifadesi, Rahmet Peygamberinin her soruyu hemen cevaplamıştır, anlamını içermemektedir. Bu noktada yöntem olarak Hz. Peygamber soruları dinlemiş ve bazı sorular karşısında cevabını bilmiyorsa, bunu açık bir biçimde "Bilmiyorum" şeklinde ifade etmekten kaçınmamıştır. Nitekim konuyla ilgili olarak kendisine "Ruhun mahiyeti" sorulduğunda, bu soruyu uzun süre cevapsız bırakmış ve konuyla ilgili ayet inince soruyu cevaplamıştır.
Yine bu noktada ilginç olan bir başka husus, sahabelerin sordukları soruya cevap alamadıklarında gösterdikleri tavırdır. Sahabeler sordukları soru konusunda ısrarcı olmamış, Hz. Peygamberin "sükûtu" yeğlemesiyle onlarda aynı yolu tercih etmişlerdir. Bu bekleyişleri karşılıksız kalmamış, sonunda sorularının cevaplarını mutlaka almışlardır.
Belki de "Müslüman" adının bütünüyle "teslimiyeti" içerdiğinin en güzel nümunelerinden birisi de bu olsa gerektir...
Sahabeler hadisleri öğrenme konusunda nöbetleşmişler, kendi aralarında hadisleri doğru öğrenip öğrenmediklerini anlamak için müzakereler etmişler ve hadis öğrenmek için seyahatler yapmışlardır.
Bu bağlamda hadis öğrenme konusunda yapılan seyahatler oldukça manidardır
Sahabeler, Hz. Peygamberin yaşadığı süreçte uzak yerleşim birimlerinden soru sormak maksadıyla onu ziyaret ederek sorularını tevcih etmişlerdir. Fakat Allah Resulünün vefat etmesiyle birlikte sahabenin her türlü müşkillerini halletme yolu kapanmıştır. Sahabeler ve onların takipçileri, bu kez Resûlullahın hadislerini öğrenmek için seyahatler yapmışlardır. Bu bağlamda en ilginç hadis öğrenme konusunda yapılan yolculuklardan birini Ebu Eyyub Halid İbn Amir gerçekleştirmiştir. Nitekim bu Sahabî Resulullahdan işittiği bir hadisi Ukbe İbn Amirden sormak için Medineden Mısıra seyahat etmiştir. Ebu Eyyub Medineden çıkarak çok meşakkatli ve yorucu bir yolculuktan sonra Mısır valisi bulunan Ukbenin evine gelmiş ve geliş sebebini söyleyerek "Müminlerin kusurunu örtme" konusundaki hadisi ikimizden başka Resûlullahdan işiten kimse kalmadı", demesi üzerine "Ukbe cevaben, evet ben Allah Resûlünün "Kim dünyada bir müminin kusurunu örterse, Allah kıyamet günü onun kusurlarını örtecektir. (İbn Mace, Sünen, II)" buyurduğunu işittim, demiş, Ebû-Eyyübde onu tasdik etmiş, sonrada hayvanına binerek tekrar uzun bir yolculuktan sonra Medineye dönmüştür."*
Bu misalleri çoğaltmak mümkündür.
Bu noktada asıl sorun, sahabelerin bir hadis için ayları bulan seyahatlerine karşın, bizlerin elimizin altında bulunan hadis kitaplarını okumaktan neden kaçındığımızdır?
Daha açık bir ifadeyle, yaptığımız bu eylemi ne ile izah etmek mümkündür? Cehaletle mi? Tembellikle mi, yoksa bitimsiz üşengeçlikle mi?
Bu sorunun cevabını size bırakıyorum...
* Bkz. Nevzat Âşık, Sahabe ve Hadis Rivayeti, İzmir 1981, s. 85- 111.