Rabiatül Adviyye Hazretleri

Seyyidahmet

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Ekim 2012
Mesajlar
99
Tepkime puanı
0
Rabia-i Adeviyye (ks) velî hanımlardan biridir. Basra’da büyüyüp, Kudüs’te 135 tarihinde (Miladi 752) vefat etmiştir. Rabia-i Adeviyye, Basra’da dindar bir babanın fakir çocuğu olarak doğmuş, baliğ olmadan vefat eden anne-babasından sonra da, fakirlik ve öksüzlük mihneti altında yalnız bir hayata mecbur kalmıştır.
Allah âdildir. Bir yandan alırsa, diğer yandan verir. Bu yokluk ve mahrumiyet, kendini Allah’a veren Rabia’da mânevi duyguların inkişafına sebep olmuş; iç âlemine dönen Rabia, kısa zamanda günün, büyük velîlerinden Süfyân-ı Sevrî, Hasan-ı Basrî gibi zâtların da gıbta ve takdirlerine lâyık hâle gelmiştir.

Kulübeciğinin içinde serili bir hasır, köşesinde ise içi hurma yaprağı ile dolu bir minderciğinden ibaret ev döşemesi, onu hiçbir zaman üzmemiş, bilâkis huzur verip vecd almasına sebep olmuştur.
Nitekim kendisini ziyarete gelen Süfyân-i Sevrî, “Yâ Rabia, arzu ederseniz yakınlarınız size yardım ederler. Bulunduğunuz bu mütevazı döşemeyi değiştirir, hâlinize bir çekidüzen verebilirsiniz.” yollu bir teklifte bulunmak istemiş, ancak Rabia’nın cevabı kesin olmuştur: “Ben hâlimden müşteki değilim ki, onlara müracâat ihtiyacını duyayım. Hattâ içinde bulunduğum hâlden, Bütün Dünya Elinde Olan’a dahi müracaat etmedim. Nerede kaldı ki, o dünyanın zerresine sahip olan âciz insanlara rica edeyim!”

Tarihlerin kaydettiklerine göre, Rabia’da bir tek ölçü vardı. O da şu fanî ömrün, İslâm’a en uygun şekilde yaşanıp yaşanmaması idi. Şayet, dinî emirlere tıpatıp uyan bir hayat yaşanıyorsa, onun nazarında işte bu hayat gayesini bulmuş, hedefine ermişti. İsterse o hayat, hasır üstünde geçsin, isterse hasır dahi bulamasın da toprak üstünde devam etsin...
Bundandır ki, Basralı zenginlerden olan Süleyman Haşimî kendisine bir mektup yazıp, kazancını ve ileride daha da çoğalacak servetini izah ettikten sonra: “Bütün bunlar senin emrine âmâdedir. Yeter ki, beni kabul eyle, nikâhım altına girmeye razı ol.” deyince, Rabia’nın cevabı sert olmuştur: “Kazancınla mağrur olup, ona güvenme. Bunlar köpük gibidirler. Ne ölüme mani olurlar, ne de başına gelecek bir takdire. Sen yarın varacağın İlâhî huzurda sana lâzım olana bak, onunla teselli ol. Bir de sakın ben ölürken vasiyet ederim de bu servetimle arkamdan hayır işlerler, diye bir vesveseye de aldanma. Sen kendin kendine vâsi ol, servetini kendi elinde İslâmî hizmete harca, ölmeden vasiyetini kendin yerine getir. Şunu da unutma ki, emrime âmâde edeceğini yazdığın şey, gönlüme ağırlık, kalbime karanlık verir. Benim için cazip birşey olmaktan çoktan uzaklaşmıştır onlar...”
Rabia, vefatından önceki günlerde babasına sık sık şöyle hatırlatma yapardı:
“BABACIûIM, BİZİ HARAMLA BESLEMEKTEN KORK. BEN DÜNYADA AÇ KALMAYA SABREDEBİLİRİM. AMA CEHENNEM ATEŞİNDE YANMAYA DAYANAMAM!”
Hanımlar, ziyaretine gelirler, nasihat isterlerdi. Söylediklerinden biri de şöyledir: “İyiliklerinizi de gizleyin. Tıpkı kötülüklerinizi gizlediğiniz gibi. İyiliklerini ilân etmek, rüzgârın karşısında un savurmak gibidir. Alıp götürür. Eliniz boşta kalır.”

Rabia, bütün varlığını imana, İslâm’a bağlamış, dinî hayatın İslâmî hizmetin dışında hiçbir şeyi düşünemez, kalbine getiremez olmuştu. Bu yüzden evlenmeyi bile düşünmemişti.
Bir gün kendisine, niçin evlenmediğini sordular. Cevabı şöyle oldu: “Üç şey vardır ki benim bütün dünyamı dolduruyor. Evlenmeyi düşünmeye vakit bırakmıyor.” Sordular: “Nedir o üç şey?” Cevap verdi: “Son nefesimi verirken imanla gidecek miyim? Mahşerde kitabım sağımdan mı, solumdan mı verilecek? Halk, cennetle cehennem yolunda ikiye bölününce, ben hangisinde yer alacağım.”
Bir gün namazda iken evine hırsız giren Rabia, namazını bitirinceye kadar hırsızın birşey bulamayıp eli boş döndüğünü anlayınca seslendi: “Ey muhtaç adam, bari ibrikteki sudan abdest alıp iki rek’at namaz kıl da emeğin büsbütün boşuna gitmesin...”
Hırsız şaşırmış, korkuyla karışık bir ruh hâline kapılmıştı. Hemen abdest alıp orada namaza durdu. Rabia bundan sonra ellerini kaldırıp dua etti: “Yâ Rab, bu muhtaç, benim evimde alacak bir şey bulamadı, onu Senin kapına gönderdim. Sen elbette benim gibi değilsin. Onu boş çevirmezsin.”
Namazı bitiren hırsızın, tevbe, istiğfar etmeye başladığını duyunca, bu defa da şöyle yalvardı: “Yâ Rab, bu adam kapında birkaç dakika bekledi, hemen kabul ettin; ama bu âciz, bütün ömür boyu kapındayım, hâlâ böyle kabul edilemedim!” Kalbine doğan ses şöyleydi: “Üzülme, onu senin hürmetine kabul ettik!”

RABİATÜL ADEVİYYE

Bir sohbetlerinde Hasan-ı Basri (ks) “Nasıl ki erkeklerin aslanları varsa, dişi aslanlar da vardır” dedi.

“Kimdir bu dişi aslan?” diye sorulunca, o da dişi aslanın Rabiatül Adeviyye olduğunu söyledi.

Bunun üzerine, zamanın şeyhleri ve mürşid’leri Rabiatül Adeviyyenin evine ziyarete geldiler. Rabiatül Adeviyyenin evi o kadar mütevazı idi ki, dünyalık birkaç parça eşyadan başka hiç bir şey yoktu. Evinde ışık dahi bulunmamakta, karanlık bir yerdi. Gelen ziyaretçiler, Rabia anamızı tebrik edip, bu makama nasıl geldiğini soracaklardı. Hasan-ı Basri o karanlıkta: - “Sen sağa, sen sola, sen de buraya otur” diyerek, herkesi yarım ay şeklinde topladı.

Bundan sonra:

“Mallarınız, çocuklarınız sizin için birer fitnedir.”(Teğabün /15)

“Sakın ola ki, mallarınız ve çocuklarınız sizi ALLAH’ın (cc) zikrinden alıkoymasın” (Münafıkun /9)

ayetlerini okuyarak sohbete başladı. Çeşitli ayet ve hadislerle ALLAH’ı (cc) sevmenin yollarını anlattı. Daha sonra sözü Rabia anamıza bıraktı. O mübarek kadın da:

─ Herkes sevdiğinden bahseder. Ben ALLAH-ü Teâlâ Hazretlerini öyle seviyorum ki Muhammed’il Mustafa’ya dahi kalbimde yer kalmadı” deyince, orada bulunanların hepsi “, ALLAH” diye hayıflanıp ağlamaya başladılar.

Rabiatül Adeviyye (ra)’ın sözlerinden anladığımız O’nun hem Rasulullah’ta hem de ALLAH-ü Teâlâ da fani olduğudur.

Hasan-ı Basri, kadınları irşad edecek, onlara ALLAH ve Resulü’nü sevdirecek bir insanla hayatına devam etmek istiyordu. Bu sebeple Rabiatül Adeviyye ile evlenmek istedi. Onunla görüşmeleri için aracılar yolladı. Rabiatül Adeviyye bu teklifi duyunca:

─ Ben dokuz nefsime sahip oldum da, O bir nefisine sahip olamadı mı? Hayır, istemiyorum” deyip aracıları geri yolladı.

Cevabı duyan Hasan-ı Basri Hazretleri:

─ Eyvah! Teklifimi nefsanî zannetmiş, yanlış anlaşılmışım, deyip, bizzat kendisi yanına gitti. Ona:

─ Ya Rabia! Biz seni burada mahcup gördük. Seni ALLAH için nikâhlayıp, haneme götürmek istedim. Tüm mü’minlerin senden ve senin ilminden istifade etmesini arzuladım, deyince.

Rabiatül Adeviyye:

─ Eğer benim son nefesimde imanla gideceğime, kabrimde suallere cevap verebileceğime, sırat köprüsünden geçebileceğime dair bir ruhsat, bir imza verebilirsen, hemen kıyalım nikâhımızı, dedi. Bunun üzerine Hasan-ı Basri Hazretleri:

─ Katiyen böyle bir şey yapamam” deyip ağlayarak evine gitti. Bu olaydan kısa bir süre sonra Rabiatül Adeviyye vefat etti. O’nun tabiri ile: “Âşık, maşukuna kavuştu” O sıralarda Selman-ı Farisi (ra) Hazretleri 129 yaşında olduğu halde, Kufe şehrine Hasan-ı Basri Hazretleri ile görüşmeye geldi. Ona ALLAH-ü Teâlâ’da fani olmanın formüllerini gösterdi. Böylece Hasan-ı Basri Hazretleri, Seyr-i Sülûk’unu tamamladı. Kemale erip, Efendimizin varisi yani Varis-i Nebi oldu. Bir gün Rabiatül Adeviyyenin (ra) kabrinin başına gelerek:

─ Ah Rabia ah! Öyle ruhsatlar varmış ki; eğer şimdi benden o ruhsatları isteseydin; İman ile gitmene, Kabir suallerine yardımcı olacağıma, Sırat köprüsünden geçeceğine, Amel defterinin sağdan verileceğine, Livaü’l-Hamd sancağına gideceğine dair, değil imza, mühür basarım der.

İki Ekmek Eksik

Bir gün iki kişi, Râbia-tül Adeviyye'yi (r.a)ziyârete geldiler. İkisi de açtı. "Yemeği helâldir" diye içlerinden yemek yemek geçti. O anda kapıya biri gelerek, Allah rızâsı için bir şeyler istedi. Râbia hazretleri evdeki iki ekmeğini buna verdi. Gelen sevinerek gitti. Bir saat kadar sonra bir kişi kucağında bir yığın ekmekle geldi. Râbia hazretleri ekmekleri saydı. On sekiz ekmek vardı. Dedi ki:
-Ekmekler yirmi olsa gerektir.

Ekmeği getiren, ikisini saklamıştı. Çıkarıp iki ekmeği de verdi. Oradakiler hayretle sordular.
-Bu ne sırdır? Biz senin ekmeğini yemeye gelmiştik. Önümüze koyacağın ekmekleri kapıya gelene verdin. Ardından ekmek geldi. Eksik olduğunu söyledin.

Cevâbında şöyle buyurdu:
-Siz ikiniz gelince karnınızın aç olduğunu anladım. Önünüze koyacağım o iki ekmeği kapıya gelene verdim. Allahü teâlâdan bu ekmeklerin misâfirlerin karnını doyuramayacağını, bunun için bir yerine on vermesini istedim. Çünkü Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde (En'âm sûresi 160. ayet-i kerîmesinde) bire on vereceğini bildiriyor. Ben O'nun bu vâdine güvendim. İki ekmek yerine yirmi ekmek geleceğini bildiğim için de ekmeklerin noksan olduğunu söyledim.
 
Üst Alt