peygamber sevgisi, Türklerde Peygamber ve Ehlibeyt Sevgisi

eMeKLi uYuSS

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
18 Haziran 2011
Mesajlar
420
Tepkime puanı
5
Yaş
38
Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt Sevgisi

• Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt'i seviyorum diyen bir müminde bulunması gereken vasıflar nelerdir?
• Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de Hz.Peygamber (s.a.v) ve Ehl-i Beyt'i bize nasıl örnek gösteriyor?
• Bu güzel örnek karşısında bizim üzerimize düşen görevler nelerdir?

Hz. Peygamber’e iman etmek farzdır. Hz. Peygamber (s.a.v)’e iman etmek İslam’ın erkânından birisi, imanın da şartlarından bir şarttır. Bundan dolayı her Müslümanın O’nun Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğuna şehâdet etmesi, O’nun Rabbinden getirdiği her şeyi tasdik etmesi ve O’ndan gelen bütün sözleri ve fiilleri kabul ederek, O’nu hayatında kendisine örnek alması gerekir.

Hz. Peygamber’i sevmek, her mümin için en gerekli taatlerden biridir. Zîrâ sevgili Peygamberimiz (s.a.v), Buhârî ve Müslim’in Enes b. Mâlik (r.a)’den rivâyet ettikleri bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Sizden birinize ben, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş olamaz.”
Bu zikretmiş olduğum hadis-i şerif başka bir rivâyette şöyle nakledilmiştir:

“Sizden birinize ben, kendi nefsinden, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş sayılmaz”
Bu sevgi bir insanda gerçekleşmezse, o insan gerçek mümin olamaz. Nitekim, Abdullah b. Hişâm, Hz. Ömer (r.a)’ın bir gün Peygamber (s.a.v)’e şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
“Ey Allah’ın Resulü sen bana, nefsim hâriç her şeyden daha fazla sevimlisin” demiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v) ise, O’na “Hayır ey Ömer, nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki; sen, beni nefsinden de daha fazla sevmedikçe gerçek iman etmiş olamazsın” demiştir.

Hz. Ömer (r.a)’de O’na; “Vallâhi şimdi sen bana nefsimden de daha fazla sevimlisin” dediğinde, Hz.Peygamber (s.a.v); “Şimdi imanın kemâle ermiştir ey Ömer” demiştir.

Şüphesiz ki insan, iyiliğin esiridir. Kalpler kendisine iyilik yapana karşı sevgi duymak üzere yaratılmıştır. Eğer bir insan, kendisine iyilik yapan bir insanı severse, ya ona bir hediye verir veya dar zamanında ona yardım eder. Bir kişi başka bir kişiyi sevince bunları yaparsa, o halde, bütün âlemlere hidâyetle gelen, bütün insanlık için rahmetle gönderilen insanlara kitabı ve hikmeti öğreten, dünya ve âhiret saadetine kavuşma yolunu açıklayan bu Yüce Peygamber’e karşı tutumumuzun nasıl olması gerekir?
Burada hemen şunu ifade etmemiz gerekir ki; Allah sevgisinden sonra sevgiye en lâyık olan Hz.Muhammed (s.a.v)’dir. Zîrâ Yüce Allah, bir ayet-i kerimede Hz. Peygamber (s.a.v)’e hitâben şöyle buyurmaktadır:
“(Ey Habibim!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah’da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”

Allah, iki vasıtayla bilinip tanınabilir: Onlardan biri akıl, diğeri ise peygamberdir. Allah’ı birinci vasıtayla tam manasıyla bilip anlamak yeterli değildir. Varlık âlemindeki çok mükemmel plan şaşmayan kanunların, bir plancının ve bir kanun koyucunun varlığına delalet ettiğini akıl yoluyla bilip anlamak mümkündür. Ama O yüce kudretin sıfatları, emirleri, kullarından bekledikleri, bu dünyayı insanlara hazırlamasının nedenleri, ahiretin varlığı bilinmemektedir. Bunları akıl değil, ancak peygamber haber verebilir. Peygamberin getirdikleri akılla birleşince asıl yol ve amaç belirlenmiş olur.

O halde peygamber, ilahî rahmeti ve O’nun kullarına olan buyruklarını yansıtan bir ayna, O’nun kanunlarını haber veren bir alıcı-verici, O’nu kullarına tanıtan bir rehber; kulluk görevinin anlamını ve ölçüsünü insanlara öğreten bir öğretmendir.

Bu nedenle Allah’ın sevgisine erebilmenin tek yolu, peygamberi sevmek ve O’nun getirdiklerini gönülden benimseyip kabul etmek; ilâhî rahmetin insanlıktan yana ışık ve enerjisini ondan almaktır.
Hz. Peygamber, Bizlere Örnektir ve Kendisine Uyulmalıdır.

Birçok değerin ve kıymet hükmünün alt üst olduğu, kalbî ve ruhî hayatın iflas ettiği, Muhammedî bir havanın bizden uzaklaştığı günümüzde, Hz. Peygamber (s.a.v)’e uymak çoğu meselemizi çözümleyecektir. Zîra sevgili Peygamberimiz Veda Hutbesinde;
“Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir” buyurmaktadır.
Bu hadis, başka bir rivayette ise şöyle nakledilmektedir:
“Ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum: Biri Allah’ın Kitabı, diğeri de öz akrabalarımdan olan Ehl-i Beytim. O ikisine sarıldığınız müddetçe, benden sonra asla (doğru yoldan) sapmazsınız. Gerçekten bu ikisi, (Kevser) havuzun(un) başında tekrar bana kavuşuncaya kadar birbirinden ayrılmazlar...”

Ehl-i Beyt (a.s), İslam semasının parlak yıldızları ve ışık saçan güneşleridirler. Onlar, Resulullah (s.a.v)’a uyan kâmil insanlık örnekleridirler. Onlar, Hz. Peygamber (s.a.v)’in ilim kaynağından faydalanmış, risalet evinde büyümüş, onun yolunda hareket etmişlerdir. Onlar, ümmeti Allah’ın Kitabı’na ve Hz. Peygamber’in sünnetine sarılmaya davet ederek, kendi yaşantılarında da bunun en güzel örneğini sergilemişlerdir. Onlar, halkı Hakk'a çağırmış, bir an bile Hakk'tan uzak kalmamışlardır. Onlar, yukarıdaki hadisin açıkladığı gibi, hiçbir zaman Kur’an-ı Kerim’den ayrılmamışlar, ayrılmazlar. Onlar, Kur’an-ı Kerim’de açıklanan bütün değerlerin ve yüce makamların en güzel örnekleridirler.
Biz Müslümanlar ne bulduysak Hz. Peygamber’e uymakta bulduk, yine ne bulacaksak O’na yaklaşmada, O’nu anlamada ve O’na uymakta bulacağız.

Bizler, Hz. Peygamber (s.a.v)’i kaybetmekle her şeyimizi kaybettik. Bu uzun yolda kaybettiğimiz her şeye yeniden sahip olmamız, Hz. Muhammed (s.a.v)’i yeniden bulmaya ve gönüllerimizde O’na karşı coşkun sevginin yeniden uyanmasına bağlıdır.

Büyük meselelerin çözüm beklediği çok çetin günlerdeyiz. Hangi asırda yaşarsak yaşayalım, hangi devirde bulunursak bulunalım, önümüzde cereyan eden hadiseler hangi cinsten olursa olsun, bizler, Hz. Peygamber (s.a.v)’i hayatımızda örnek edinirsek kurtuluşa ereceğiz. Aksi taktirde kurtuluşumuz mümkün olmayacaktır.

Nitekim, Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de, mü’minlere Hz. Peygamber (s.a.v)’i örnek gösteriyor ve şöyle buyuruyor: “Allah’ı ve ahiret gününü arzulayan ve Allah’ı çokça zikreden siz mü’minler için Allah’ın Resulünde pek güzel bir örnek vardır.”
Şunu iyi bilelim ki O, sadece kuru bir örnek değil, her emri yerine getirilmesi lazım gelen ve her hareketi benimsenip, hayata yansıtılması gereken bir rehberdir.

Yüce Allah buyuruyor ki: “Resul size neyi verdi ise, onu alın! Neden men etti ise ondan da sakının”
Zaten O’nun sözleri ve hareketleri kendi nefsinin eseri değildir. Yüce Mevlâ’nın vahyi ve ilhamının mahsulüdür.

1. Peygamberlere İtaat Gereklidir.
Peygamberlerin gönderiliş gayelerinden biri de Onların ümmetlerine güzel birer örnek olmalarıdır. Hz. Peygamber (s.a.v)’i örnek edinmek, her şeyden önce Allah’ın emridir. Zira, Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette Hz. Peygamber’e itaat etmek, Allah’a itaat etmekle denk tutulmuştur. Yüce Allah, Nisâ suresinde şöyle buyuruyor: “Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.” Bu ayette, Allah’ın elçisine itaat edenin Allah’a itaat etmiş olacağı belirtilmektedir. Diğer bir ayette de Allah’ın sevgisine ve mağfiretine nâil olabilmek için, Hz. Peygamber (s.a.v)’e tâbî olmak emredilmektedir: “De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın”
Bu ayetten de anlaşıldığı gibi Allah’ın rızası ve sevgisi Hz. Peygamber (s.a.v)’in sünnetine uymakla elde edilebilir. Bir mü’minin en büyük ideali, kendisini Allah’a sevdirmektir. Yani O’nun rızasını kazanmak, gazabından korunmaktır.

2. Asıl Hedef Allah’ın Rızasıdır.
Aslında kılınan namazlar, tutulan oruçlar, verilen sadakalar, işlenen her çeşit hayır, İslâm yolunda tüketilen bütün nefesler tek gayeye bakar; o da Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmaktır. Bunun da tek yolu, Rasulullah (s.a.v)’in sünnetine uymak ve hayatımızı onun hayatına benzetmek ve onu örnek edinmektir.
Yüce Allah, küçük-büyük her meselede Hz. Peygamber (s.a.v)’e uymayı, O’nun verdiği hükme razı olup teslim olmayı, imanın gereği saymaktadır:
“Rabbin adına yemin olsun ki, onlar, aralarında ihtilaf ettikleri şeylerde seni hakem kılmadıkça, sonra da içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan senin verdiğin hükme tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe asla iman etmiş olmazlar.”
Yüce Allah, bu ayette şu üç noktaya dikkatimizi çekiyor:
1- Her meselede Rasulullah’ın hakemliğine başvurmak.
2- O’nun verdiği hükümden dolayı içimizde hiçbir sıkıntı ve rahatsızlık duymamak.
3- Tam bir teslimiyetle O’na boyun eğmek.
Kur’an-ı Kerim, mü’minlerin mutlak teslimiyetten başka bir tercih haklarının da olmadığını kesin bir ifade ile şöyle haber veriyor: “Mü’min bir erkek ve kadın için, Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, artık onlar için hiçbir tercih hakkı yoktur”

Hz. Peygamber (s.a.v)’in emrine itaat etmemek, O’na sırt çevirmek, Allah’ın emrine isyandır. Hz. Peygamber (s.a.v)’e karşı ortaya konan her duygu ve hareket, aslında Allah’a karşı gösterilmiş demektir.
Kur’an’da bazı ayetlerde Hz. Peygamber (s.a.v)’e isyan, hüsran ve bedbahtlık sebebi olarak gösterilmektedir.

“Peygamberin emrine aykırı hareket edenler, başlarına büyük bir felaket gelmesinden veya kendilerine çok acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar”
Nisâ suresinde ise aynı husus şöyle dile getirilir: “Kim kendisine doğru yol belli olduktan sonra Peygambere karşı çıkar, mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yolda yapayalnız bırakırız ve onu cehenneme sokarız! Cehennem ne kötü bir yerdir.”

Hz. Peygamber (s.a.v)’e tâbî olup, O’nu örnek edinmek hususunda bizzat Rasulullah’ın söylediği birkaç hadisi de hatırlayalım. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de bana isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur.”
Buhârî’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ise, Hz.Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Bütün ümmetim cennete girecektir, ancak yüz çevirenler müstesnâ! Dediler ki:
- Ey Allah’ın Resulü! yüz çeviren kimdir?
- Kim bana itaat ederse cennete girer. Bana isyan edene gelince o, yüz çevirmiştir.”
Peygambere ve getirdiği esas ve prensiplere uymamız, yaratılışımızdaki amaca, kainat planındaki belirlenen yerimize uygun bir yol tutmamız ve ona göre hayatımızı düzenleyip yaşamamız demektir. Zira bizi ilim ve kudretiyle yaratan Yüce Allah, en uygun biçimde yaşamamızı da planlamış ve bu planını da bizlere gönderdiği peygamber ve indirdiği kitap vasıtasıyla bildirmiştir.

Bu dünyada Peygambere itaat etmenin, O’nu örnek edinmenin önemini anlamayıp, O’na itaat etmeyen kişi ahirette pişmanlık duyacaktır. Nitekim Yüce Allah, ahirette bu pişmanlığı duyanların halini bize şöyle açıklamaktadır:
“O gün, zâlim, ellerini ısırıp diyecek ki: Keşke ben de O Peygamberle aynı yola girseydim!...Vay başıma! Keşke falancayı dost edinmesem, onu örnek almasaydım”
3. Hz.Peygamber’in Sünnetine Uymak Gerekmektedir:
Müslümanların, her sahada Hz.Peygamber (s.a.v)’i örnek edinmeleri gerekir. Hz. Peygamber (s.a.v)’i örnek edinmek demek, O’nun sünnetine uymak demektir.

Arapça bir kelime olan sünnet; “yol, birinin devamlı gittiği yol, âdet, gidişat, hayat tarzı” gibi anlamlara gelir. Terim anlamıyla “sünnet” deyince; “Peygamberimiz (s.a.v)’in söz, fiil ve takrirleri” anlaşılır. Takrir, Arapça’da onay demektir. Peygamberimiz (s.a.v), bilgisi dahilinde yapılan bir davranışa veya söylenen bir söze, karşı çıkmamışsa, bu, O’nun o davranış veya sözü onayladığı, en azından mubah saydığı anlamına gelir. Çünkü insanları, Allah’ın rızasına ters olan her şeyden uzaklaştırmak için görevli olan bir peygamberin üstelik kendisinin her davranışının ashabınca takip ve taklit edildiğini bile bile Allah’ın rızasına ve dine muhalif bir davranış karşısında susması düşünülemez.

Kısaca söylemek gerekirse sünnet; “Peygamber (s.a.v)’in hayat tarzı” demektir. Hayat tarzı, kişinin hayat anlayışının dışa vurmuş şekli demektir. Şu halde Peygamber (s.a.v)’in sünnetinin temelinde O’nun hayat anlayışı vardır. İnsanlar, tarih boyunca “Ben kimim, nereden geldim, niçin geldim, nereye gidiyorum?” gibi sorulara daima cevap aramışlar ve bu sorulara verdikleri cevaplara göre hayata anlam vermişler, hayat gayelerini buna göre tespit etmişlerdir. İşte Cenab-ı Hakk, gönderdiği peygamberler vasıtasıyla bu soruların doğru cevabını insanlara bildirmiş ve ona göre hayat sürmelerini istemiştir. Sünnet, bir hayat tarzı ise -ki öyledir- bu hayat tarzını gerçek manasıyla idrak etmek, onun arkasındaki hayat anlayışını bilmeye bağlıdır. Bu hayat anlayışını kavrayabilen kişi, şuurlu bir şekilde Hz. Peygamber’in sünnetini yaşayabilir. İşte sünnetin temelindeki bu hayat, bizim itikad, yani iman dediğimiz şeydir. Bu noktada sünnetin inanç ve zihniyet boyutu söz konusudur. Yani Peygamber (s.a.v)’in hayat gayesi ne ise hayata verdiği anlam nasılsa, O, nasıl bir imana sahipse, Müslüman da öyle bir imana sahip olmaya gayret etmelidir. O’nun değer yargılarını aynen benimsemelidir. Müslüman, her şeyden önce Hz. Peygamber (s.a.v)’in iman dünyasını, gönül dünyasını, fikir dünyasını kavramaya ve O’nu örnek almaya çalışmalıdır. Müslüman, Peygamber (s.a.v)’in tevhid anlayışını, nefis ve arzular dahil her türlü maddî ve manevî puta gönülde yer vermeyişini, Allah’a rağmen hiçbir otorite kabul etmeyişini, kulluk şuurunu, Allah sevgisini ve korkusunu, kader ve tevekkül anlayışını, kainatın her yerinde Allah’ın tecellilerini ibretle seyredişini, sebeb-müsebbib anlayışını, ulûhiyet anlayışını, değer yargılarını iyi tespit edip, sünneti yaşarken bunları işin temeline koymak ve içine sindirmek zorundadır.
 

Zümrüdü Anka

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
4 Aralık 2014
Mesajlar
402
Tepkime puanı
26
Ehlibeyt

Ehli beyt normal insanlardan üstün müdür ? Üstün ise sebep ne sonuçta insan kendi anne babasını seçemiyor herkes Peygamber torunu olmak ister o ayrı ama bu meseleyi anlayamıyorum Peygamber üstün zaten bunu kabul ediyorum ama digeri niye ustun ?
 
Üst Alt