Oruç diğer ümmetlere de farz kılınmıştı

elifgibi

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
28 Mart 2011
Mesajlar
2,123
Tepkime puanı
26
Oruç, diğer ümmetlere de farz kılınmıştı...
Rabbimize ne kadar şükretsek azdır; bizi tekrar rahmet ayı olan ramazan-ı şerîfe kavuşturdu...
Bu mübarek ay gelince Sevgili Peygamberimiz (aleyhisselâm) şöyle buyururdu: (Ramazan geldi. Bu ayda Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. Yazıklar olsun o adama ki; bu aya kavuşur, fakat Rabbimizin rahmetinin sağanak sağanak yağdığı bu ayda mağfirete kavuşamaz. Bu ayda kavuşamadıysa ne zaman kavuşacak?..)

NİMET ÜSTÜNE NİMET...
Oruç ibadeti, yalnız bu ümmete değil, diğer ümmetlere de farz kılınmıştı. Fakat onların orucu başka günlerde ve başka aylarda idi. Bize ise ramazan ayında farz kılındı. Kur’ân-ı kerîmin nazil olduğu, içinde bin aydan daha kıymetli Kadir Gecesinin bulunduğu ramazan ayının tercih edilmesi, nimet üstüne nimet oldu bizim için...
Allahü teala bize bir ay oruç tutmamızı farz kıldı. Bu ayın tesbitini bize bırakmadı, yoksa her millet kendine bir ay seçecekti. Hatta o ayın hangisi olacağı da görüş ayrılıklarına sebep olacaktı.
Dünyadaki bütün Müslümanların, aynı günde oruca başlamalarını ve aynı günde bayram yapmalarını, birlik ve beraberliğin temini için ayını da bizzat Rabbimiz seçti.

Kamerî aylardan olması da büyük nimet. Kullanmakta olduğumuz Şemsî denilen aylardan olsaydı; her sene aynı mevsimde oruç tutmak zorunda kalacaktık. Bazı yerlerde günler çok uzun, onlar hep o uzun günlerde tutacaklardı oruçlarını ve hep zorlanacaklardı. Diğer bazı yerlerde ise kısa günlerde oruç tutulacaktı, onlar da fazla acıkmayacakları, susamayacakları için, nefisleri ile mücâdele ve Rabbimizin rızasını kazanmak için çekilen sıkıntıların zevkine varamayacaklardı.

Yine Şemsî takvimle olsaydı, diğer mevsimler bu mübarek ayı misâfir etme şerefine eremeyeceklerdi...
Ramazân-ı şerîf, her sene on veya on bir gün öne gelir. Otuz üç sene oruç tutan bir adam, senenin bütün mevsimlerinde, bütün aylarında ve günlerinde oruç tutmuş olur.

Ramazan ayı, manevi ticaret mevsimidir. Mevsiminde yapılan ticaretin kârı bir başkadır; daha çok kazandırır. Hasat zamanında mahsul almazsanız, daha sonra alacağınızdan iyi bir netice elde edemezsiniz.
Bu ayda bizlere çok müjdeler var. Hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki: (Ramazan ayını, oruç tutarak, ibadetlerle, haramlardan sakınarak, mükafatını Rabbinden bekleyerek geçiren mü’minin bütün günahları affedilir. Annesinden yeni doğmuş gibi günahsız olur.)
Orucun diğer ibadetlerden farkı, onda gösteriş yoktur. O, kul ile Rabbi arasındadır, başkalarının haberi bile olmaz.
Meselâ; namaz kıldığımız zaman, bizim namazımızı beğensinler, takdir etsinler diye içimizden geçirebiliriz. Zekât verirken de aynı şeyleri düşünebiliriz. Hac, zaten topluca yapılan bir ibadettir, gizlenemez.
Oruç, gizli bir ibadettir, kimse fark edemez, ondan ancak Yaratıcımızın haberi olur.
Bir adam, bir yerde namaz kılıyormuş, tâdîl-i erkân ile. Bunu gören birisi demiş ki:
-Ne kadar da mükemmel, üstelik namazın âdâbına da uygun, çok güzel namaz kılıyorsun, tebrik ederim seni.
O da cevap vermiş:
- Ben üstelik oruçluyum da!..
Namazı belli ama, orucu belli değil. Belli olmadığı için "orucum" deme ihtiyacını hissetmiş.

NEFSE EN ZOR GELEN ŞEY!..
Bunun içindir ki, Rabbimiz şöyle buyuruyor: "Âdemoğlunun bütün amelleri kendisi içindir, oruç hariç. O, benim içindir. Yemesini içmesini, nefsâni arzularını benim için terk ediyor, onun karşılığını da ben vereceğim."
Gösterişten, riyâdan uzak, Allah için yapılan ibadetler çok kıymetlidir. Nefse en zor gelen şey, ihlasla yapılan ibadetlerdir. Çünkü onda nefsin hiç payı yoktur.
Hanım evliyâlardan Rabia-i Adviyye hazretleri bir münâcatında diyor ki: "Ey Rabbim! Senin rızanı kazanabilseydim, bana kâfi idi. Başkaları razı olmuş, olmamış, beğenmiş, beğenmemiş hiç kıymet ifade etmez. Çünkü toprağın üzerinde ne varsa toprak olmaya mahkumdur..."
Doğrusu da bu değil mi?..
 

Turab

Teknik Ekip
Yönetici
Admin
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
7,018
Tepkime puanı
424
Allah-u Zülcelâl orucu farz kıldığını beyan ettiği ayette buyuruyor ki: "Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç size de farz kılındı." (Bakara, 183)

Yani, Rabbimiz bize bildiriyor ki, oruç ibadeti, Allah'a kulluk etmenin şiarındandır ve bütün ümmetlere bu ibadet emredilmiştir. Çünkü oruç, nefsin Allah'a kulluğunu bilmesi, kabul etmesi ve ona boyun eğmesi için şarttır.

Oruç, nefsi aç ve susuz bırakıp onun gücünü kırmaktır. Oruç tutup halsiz kalmak, nefse muhtaçlığını bildirir, gururunu kırar. Nefsimiz tok olduğu zaman, rızkını vereni unutur, kimseye muhtaç değilim zanneder. Başıboş yaşayıp gideceğim, kimse bana hesap sormayacak, bana azap etmeyecek, kimsenin affına muhtaç değilim, zannedip kendini kandırır.

Ona muhtaçlığını hissettirmek lazımdır ki kulluğunu bilsin, Allah'ın emir ve nehiylerine boyun eğsin ve aldatıcı gururu bir yana bıraksın, Allah'a itaat etmesi gerektiğini kabul etsin.

İşte, ayette buna işaretle, "takvalı olmanız için size orucu emrettik" buyuruyor. Takvalı olmak, Allah'ın emir ve nehiylerine itaatli olmak, onun çizdiği sınırları çiğnemekten sakınmak demektir. Nefsin Allah'a itaatkar olması için oruç tutmaya ihtiyacı vardır. Bunun için Allah Azimüşşan, bütün ümmetlere orucu emretmiştir.

Dediğimiz gibi oruc tutmak, İslam'dan önce, evvelki Peygamberlerin getirdiği şeriatlarda da vardı. Hz. Musa aleyhisselam, Tur dağına çıktığı vakit, kendisine Allah'ın emirleri verilmeden Önce kırk gün oruç tutmuştu. Hz. İsa aleyhisselam da ilk İncil ayetleri nazil olmadan önce oruç tutmuştu. Onların ümmetlerine de oruç tutmak emredilmişti.

Cahiliye devrinde Araplar da Ehl-i Kitap'a muvafakat gösterip onların oruç tuttuğu günlerde oruç tutarlardı. Bu sebepten, Muharrem ayının 10. günü olan Aşure gününde oruç tutarlar, Kâbe'nin örtüsünü de bu günde değiştirirlerdi.

Hz. Peygamber de ilk zamanlar Aşure orucunu tutmuş, ashabına da oruç tutmayı emretmiştir. Ramazan orucu Muhammed ümmetine farz kılınınca Aşure orucu da diğer sünnet ve müstehab oruçlar gibi, tutulursa sevap vaad olunan, tutulmazsa günah yazılmayan oruçlardan olmuştur.

Hz. Aişe Annemiz demiştir ki; "Kureyş, Câhiliye devrinde Aşure günü oruç tutardı. O gün, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem de oruc tutardı. Medine'ye geldiğinde de Aşure günü oruç tuttu ve (ashabına) tutmalarını emretti. Ramazan orucu farz edilince Aşure orucu (nafile oldu), artık isteyen o gün oruç tuttu, isteyen tutmadı." (Buhari, Savm, 69)

Böylece Ramazan ayı, Ümmet-i Muhammed'e ihsan edilen bir fazilet ve sevap vesilesi oldu.
 
Üst Alt