- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 7,018
- Tepkime puanı
- 424
Allah(cc), şu insan bedeninde ruhun yaşayabilmesi için çok çeşitli duygu ve kuvvetler yerleştirmiştir. Lâkin insandaki bu kuvvet ve duygulara İslâmiyetçe bir hat ve sınır tayin edilmiş ise de yaratılış olarak sınır konulmamıştır. Yani Cenâb-ı Hak ruhumuza yerleştirdiği o sınırsız duyguları peygamberler ve din ile sınır ve kayıt altına almıştır. Bizler de duygularımızı emirlerle ve yasaklarla istikamet altına almak için, şu dünyaya imtihan olmak için gönderilmişiz.
İşte bunun için güçlü olmak kadar, gücün kontrolü de önemlidir. En hızlı, en güçlü, en akıllı olabilirsiniz; ama bu özelliklerinizi kullanmayı bilmezseniz, sonunuz vahim neticelerle bitebilir. Bir insanın niyeti çok iyi olabilir. Ancak niyeti kâinattaki yaratılış kanunlarına uygun olmalıdır. Çok insanlar var ki, iyilik niyetiyle fenalık yapıyorlar. Uçmak niyetiyle kendini bir uçurumdan atan kişi paramparça olur. Uçmak niyeti çok güzeldir, ancak insan uçmaya müsait yaratılmadığından kendisine en büyük kötülüğü yapmış olur. İmkânsız bir işi talep eden kişi hem kendisine hem de çevresine zarar vermekten kurtulamaz. Onun için bu dünyada faydalı bir iş yapmak ve bir çığır açmak isteyen, âdetullah veya sünnetullah tabir edilen yaratılış kanunlarına uygun hareket etmezse, niyetinin aksiyle ceza görür. O zaman Allah’ın bizlere verdiği akıl nimeti ve irade donanımı ile niyetlerimizi kâinatta geçerli olan yaratılış kanunları doğrultusunda sarf etmek durumundayız.
Mü’minlerin amacının meşruluğu kadar, aracının da meşrû olması gerekir. Bir Müslüman’ın amacı ilâ-yı Kelimatullah Allah’ın dinini yeryüzüne tebliğ etme) olacaksa, aracının (metodunun) sünnetullah olması gerekir. Bu amaç ve araç meşruluğu belki de en çok atlanan bir sıkıntı olarak Müslümanların önünde duruyor olması, umumî problemlerin de artarak devam etmesine sebep oluyor kanaatindeyim. Müslümanların samimiyetinde bir sıkıntı yok belki, ancak metot olarak sünnete muhalif hareket edilmesi sünnetullahı atlamak olur ki, niyetin aksiyle musibetlere giriftar olunabilir. İşte kendini en güçlü zanneden Müslümanların bu güçlerini sünnetullah ile kontrol altına almaları gerekir ki, kâinatta cari olan yaratılış kanunlarına uygun hareket edilmiş olunsun. İşte o zaman Allah (cc) niyet ve metot birliğini (sünnete uymayı) yerine getiren Müslümanların fiillerinin fütuhatını (fethini) yaratacaktır inşallah.
İslâmiyet, Peygamber Efendimizin (asm) fiillerinin, sözlerinin ve tavırlarının hayata geçmiş şeklidir. Nasıl ki kâinat cisimleşmiş Kur’ân ise, Efendimizin(asm) hayatı da yaşanmış Kur’ân’dır. Efendimiz(asm) Kur’ân’ı âdeta “hüve hüvesine” hayatına geçirmiş ve yaşamıştır. Peygamberimizin sünnetini atlamak en büyük hatalardan biri olmuş olur. Bu sebeple Asr-ı Saadetin tüm karelerini hayatımıza mihenk taşı yapmalıyız. Çünkü tüm zamanlar bir hat üzerinde devam edip gitmez. Zaman senevî daire gibidir. Onun için saadet asrı tüm zamanların merkezinde dairesel olarak durmaktadır. Her asra, Asr-ı Saadetin bir izdüşümü ve dersi vardır. Belki zamanların ve asırların kişileri değişmektedir, ancak yaşanan olaylar değişmemektedir.
Demek ki her asır yaşadığı olayların çıkış noktasına Asr-ı Saadetten bir yol bulabilir ve bulmalıdır. Çünkü bütün zamanların sıkıntılarının çözümü Kur’ân’da ve Peygamberimizin (asm) hayatında vardır. Onu atlamak ve başka çözüm yolları aramak nefsî ve hissî olur. Âyette de Peygamberimize uymaya kesin emir vardır: “Deki: Eğer Allah’ı seviyorsanız peygambere uyun ki; Allah’ta sizi sevsin (Âl-i İmran Sûresi: 31).”
Ey Ehl-i iman! Kâinatın sebeb-i vücudu olan zâtın hayatına hayatımızı benzetmek mecburiyetindeyiz. Karşılığında saadet-i dareyn dediğimiz iki dünya saadetini kazanacağız. Çünkü Allah (cc), Peygamberimizin (asm) zâtı için kâinatı, kulluğu içinde âhireti yaratmıştır. Ne mutlu hayatını Onun (asm) hayatına benzetenlere! Onun (asm) sünnetine yapışıp rehber edenlere! Yazık O’nun(asm) sünnetinden sapanlara! O’na(asm) benzeyenler ona komşu olacaktır. Ya Rabbi, bizi Efendimize (asm) komşu eyle.
İşte bunun için güçlü olmak kadar, gücün kontrolü de önemlidir. En hızlı, en güçlü, en akıllı olabilirsiniz; ama bu özelliklerinizi kullanmayı bilmezseniz, sonunuz vahim neticelerle bitebilir. Bir insanın niyeti çok iyi olabilir. Ancak niyeti kâinattaki yaratılış kanunlarına uygun olmalıdır. Çok insanlar var ki, iyilik niyetiyle fenalık yapıyorlar. Uçmak niyetiyle kendini bir uçurumdan atan kişi paramparça olur. Uçmak niyeti çok güzeldir, ancak insan uçmaya müsait yaratılmadığından kendisine en büyük kötülüğü yapmış olur. İmkânsız bir işi talep eden kişi hem kendisine hem de çevresine zarar vermekten kurtulamaz. Onun için bu dünyada faydalı bir iş yapmak ve bir çığır açmak isteyen, âdetullah veya sünnetullah tabir edilen yaratılış kanunlarına uygun hareket etmezse, niyetinin aksiyle ceza görür. O zaman Allah’ın bizlere verdiği akıl nimeti ve irade donanımı ile niyetlerimizi kâinatta geçerli olan yaratılış kanunları doğrultusunda sarf etmek durumundayız.
Mü’minlerin amacının meşruluğu kadar, aracının da meşrû olması gerekir. Bir Müslüman’ın amacı ilâ-yı Kelimatullah Allah’ın dinini yeryüzüne tebliğ etme) olacaksa, aracının (metodunun) sünnetullah olması gerekir. Bu amaç ve araç meşruluğu belki de en çok atlanan bir sıkıntı olarak Müslümanların önünde duruyor olması, umumî problemlerin de artarak devam etmesine sebep oluyor kanaatindeyim. Müslümanların samimiyetinde bir sıkıntı yok belki, ancak metot olarak sünnete muhalif hareket edilmesi sünnetullahı atlamak olur ki, niyetin aksiyle musibetlere giriftar olunabilir. İşte kendini en güçlü zanneden Müslümanların bu güçlerini sünnetullah ile kontrol altına almaları gerekir ki, kâinatta cari olan yaratılış kanunlarına uygun hareket edilmiş olunsun. İşte o zaman Allah (cc) niyet ve metot birliğini (sünnete uymayı) yerine getiren Müslümanların fiillerinin fütuhatını (fethini) yaratacaktır inşallah.
İslâmiyet, Peygamber Efendimizin (asm) fiillerinin, sözlerinin ve tavırlarının hayata geçmiş şeklidir. Nasıl ki kâinat cisimleşmiş Kur’ân ise, Efendimizin(asm) hayatı da yaşanmış Kur’ân’dır. Efendimiz(asm) Kur’ân’ı âdeta “hüve hüvesine” hayatına geçirmiş ve yaşamıştır. Peygamberimizin sünnetini atlamak en büyük hatalardan biri olmuş olur. Bu sebeple Asr-ı Saadetin tüm karelerini hayatımıza mihenk taşı yapmalıyız. Çünkü tüm zamanlar bir hat üzerinde devam edip gitmez. Zaman senevî daire gibidir. Onun için saadet asrı tüm zamanların merkezinde dairesel olarak durmaktadır. Her asra, Asr-ı Saadetin bir izdüşümü ve dersi vardır. Belki zamanların ve asırların kişileri değişmektedir, ancak yaşanan olaylar değişmemektedir.
Demek ki her asır yaşadığı olayların çıkış noktasına Asr-ı Saadetten bir yol bulabilir ve bulmalıdır. Çünkü bütün zamanların sıkıntılarının çözümü Kur’ân’da ve Peygamberimizin (asm) hayatında vardır. Onu atlamak ve başka çözüm yolları aramak nefsî ve hissî olur. Âyette de Peygamberimize uymaya kesin emir vardır: “Deki: Eğer Allah’ı seviyorsanız peygambere uyun ki; Allah’ta sizi sevsin (Âl-i İmran Sûresi: 31).”
Ey Ehl-i iman! Kâinatın sebeb-i vücudu olan zâtın hayatına hayatımızı benzetmek mecburiyetindeyiz. Karşılığında saadet-i dareyn dediğimiz iki dünya saadetini kazanacağız. Çünkü Allah (cc), Peygamberimizin (asm) zâtı için kâinatı, kulluğu içinde âhireti yaratmıştır. Ne mutlu hayatını Onun (asm) hayatına benzetenlere! Onun (asm) sünnetine yapışıp rehber edenlere! Yazık O’nun(asm) sünnetinden sapanlara! O’na(asm) benzeyenler ona komşu olacaktır. Ya Rabbi, bizi Efendimize (asm) komşu eyle.