Mutluluk nedir sizce?

hüzün

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
27 Şubat 2011
Mesajlar
413
Tepkime puanı
6
Bir zamanlar kadınlar evlerinde otururlarmış… Ama boş oturmazlarmış, o evlerde pek çok şey üretilebilirmiş.
Şimdiki gibi sırf tüketim yeri değilmiş evler, hayatın merkezi ev imiş. Dışarıdan alınanlar sadece gaz, tuz, bezden ibaretmiş. Onun haricinde her şeyi evinde, bağında, bahçesinde, mutfağında, tezgahında üretirmiş Anadolu kadını.

Hatta cepheye göndereceği beyinin yahut oğlunun gömleğini de kendisi dokurmuş. O zamanlar daha kadınların ve erkeklerin maaşla çalıştığı fabrikalar yokmuş.

Ev dışında bilinen binalar, cami, mektep, mahkeme, kışla imiş. Zaten oralar yaşamak için değil çeşitli sorumluluklar içinmiş. Şimdiki gibi çeşit çeşit oteller, kafeler, restoranlar, ofisler, fabrikalar, alışveriş merkezleri mi varmış sanki?

O zamanlar insanlar birbirlerine oturmaya gidermiş. Yazın taş döşeli avlulara kilimler serilir, minderler, sırt yastıkları döşenirmiş. Uzun kış gecelerinde de soba başında toplanılır, kestaneler pişirilir, yağlı mısır, kavurga, kenevir, meneviş kavrulurmuş.

Güzün kurutulan yemişler, pestiller, cevizli sucuklar çıkarılırmış. Yer altına kazılmış izbelerde, iple tavana asılarak saklanan kışlık kavunlar, üzümler, armutlar getirilirmiş birer birer sofraya…

O zamanlar herşey parayla ölçülmezmiş. Konu komşu akraba, beraber çalışır, beraber yer, içermiş. Getireceği gelire ihtiyaçları olmayanlar bile ev için bir bereket vesilesi olsun ve konu komşuya dağıtılsın diye evinin etrafındaki bağ- bahçeyi eker dikermiş…
Bahar mevsiminde karlar eriyip çaylar kabarınca içinde bir çocuğun kaybolabileceği uzunlukta otlar bitermiş bağlarda...
Sütünden faydalandığı bir besi hayvanı olmayanlar bu otları komşularına karşılıksız verirlermiş. Ardından üzüm çubuklarını budadıkları mevsimde sapları, yaprak mevsiminde taze yaprakları konu komşuya dağıtırlarmış.

O zamanın kadınları korukları limon gibi yemeklere ekşilik versin diye kullanırlarmış. Salkımlara henüz sadece alaca düştüğü haziran aylarında bahçelerindeki dut ağacının altına sofra bezi gerer, ağacı silkeleyerek her gün bir tabak dutu sofralarına getirirlermiş. Konu komşuyla havuz başında bir araya geldiklerinde tandır ekmeğiyle taze peynirin yanında dut yemesi pek güzel olurmuş. Üzümler olgunlaşıp bağ bozumu başlayınca bütün mahalleye sepet sepet üzüm dağıtılırmış.

Bağı olan üzüm, bahçesi olan sebze, besi hayvanı olan yoğurt, tarlası olan bulgur… herkes evinde neyi çoksa sepetleri geri gönderirken ondan koyarmış. Koyacak bir şeyi olmayan da “Allah razı olsun, yerine çok versin,” diye dua edermiş. Zaten maksat biraz da üstü kapalı yardımlaşmak değil mi? Fakirin gönlünü incitmeden hediyeleşerek yardımlaşmak…

Zaten o zamanlar her şey yardımlaşmaya vesileymiş. Hastalık, doğum, cenaze, ev inşaatı, tamiratı, taşınma, düğün, dernek…
Başında bir derdi, bir meşgalesi olana yemek yapılır, gönderilirmiş. Gücü kuvveti olan, eline iş yakışanlar inşaat yapana, taşınana, yardıma koşarmış.

Zaten pek çok iş imece usulü, beraberce görülürmüş. Mesela mahallede düğün mü var, evlerden sini, sahan, çanak, kaşık, sürahi bardak toplanırmış. Umumiyetle mahallenin camisinin emanetinde tutulan vakıf kazanlarda çorba, pilav, helva pişirilirmiş.

Herkes yeni yuva kuracak olan kızın çeyizine yardım edermiş. Eski zamanlarda hediyeleşmeler bugünkü gibi zahmetli, külfetli değilmiş. Bir düğün olduğu vakit herkes kendisine ne kolay gelirse onu hediye götürürmüş. Mesela koyun güderek geçimlerini sağlayan Yörükler yünden dokunmuş bir seccade veya keçe getirirmiş. Bakırcı esnafı bir bakır sini, elinden iş gelen hanımlar bir oyalı çember, minder yüzü, yastık başı… Her ne olursa…

O zamanlar genç hanımlar şimdiki gibi kaprisli değilmiş demek ki. “Aman bu benim tarzım değil. Bu eşya mobilyalarıma uymadı, geri götürün,” demezlermiş. Allah ne verdiyse razı olurlarmış.

O zamanlar herkes neye sahipse, neyi paylaşabiliyorsa ondan ikram ederek mutluluk ve faziletten bir hisse sahibi olurmuş. Zaten maldan mülkten başka ne beklenir, şu fani hayatta ebedi bir sevap kazandıracak bir amel işlemeye yaramadıktan sonra…

O zamanlar maaşlı işler, sigortalar, daireler, arabalar, yazlıklar, şirketler, borçlar, dertler yokmuş… İşte bu sebepten kadının evde oturması bir problem kaynağı gibi görülmüyormuş.
Hiç kimsenin aklına; “İslam kadını niye eve kapatıyor?” demek gelmezmiş. Aksine İslam erkeğe nafaka temini, askerlik gibi ağır vazifeler yüklüyor, kadını kayırıyor diye kabul ederlermiş.

Şimdi evler değişti, iş yerleri değişti, işten ve paradan beklentiler değişti…
Artık evler otel gibi giyinilecek, banyo yapılacak ve uyunacak yerler oldu. Üretim de tüketim de eğitim de hayat da evin dışında şimdi…

Hem bu devir, “bireysellik” devri. Herkes kendisi için yaşıyor. Kendi emekliliği için prim ödüyor, kendisi için para pul, mal mülk ediniyor, onları sigorta yaptırıyor.
Kimseden kimseye fayda yok. Anneler evlatlarına acımıyor. Çünkü biliyor büyüdüğü zaman o da annesini arayıp sormayacak, hayatını yaşayacak. Ve şimdi sorgulanıyor, neden müslüman kadınlar evlerinde oturuyor diye…
 

(((__meftun__)))

Kurallara Uymadı
Üyemiz
Katılım
8 Ağustos 2011
Mesajlar
457
Tepkime puanı
5
Mutlulugu ailevi birliktelige indirgiyecek olursak; mutlulugu, duygusallik icersinde hapsedip onu soyut bir takim kelimelerle ifade etmek yeterli degil diye düsünüyorum. Ve dahi, bu tarif pratikte yerini de bulamiyor maal esef...
Bence mutluluk, "saygi"da gizli olan ve onunla da ortaya cikan bir güzellik diye düsünüyorum...
Saygi, degerlerimizin, muhatabimiz baglaminda bize yükledigi vazifenin tarafimizdan ifa edilmesidir...
Bu manada saygi'yi merkeze alabilirsek, muhatabimizin (helalimizin), kalbini fethetmisiz demektir...
Fethedilen bir kalbin mutlulugunda neler yoktur ki...
 
Üst Alt