- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 9,107
- Tepkime puanı
- 81
MÜTEASSIB:
Taassub eden; yanlış bir şeyi müdâfaada körü körüne inât ve ısrâr eden, haksız yere düşmanlık eden.
Müteassıb papazlar olmasaydı, hıristiyanların hepsi müslüman olurdu. (İmâm-ı Birgivî)
Mektebde okurken, bize müslümanların vahşî, hele Türklerin büsbütün müteassıb ve gaddar olduğu öğretilmişti. Hâlbuki hayâtımın en güzel günleri İstanbul'da geçti. Kendileri ile temas ettiğimiz müslümanlar, son derece nâzik, kibar ve medenî insanlardı . Ancak bizi asıl şaşırtan; Türklerin Îsâ aleyhisselâmdan nefret etmemeleri ve ona da bir peygamber olarak inanmaları oldu. Bizim âyinlerimize müdâhale etmiyor, ibâdetlerimizle alay etmiyorlardı. Bize bir insan olarak hürmet ediyorlar, bizim müslümanları şeytana uymuş Allah'sızlar olarak görmemize mukâbil, onlar dînimize karşı en ufak bir fenâ kelime bile kullanmıyorlardı. Evet müteassıb olan bizdik. (Georgina Max Müller)
MÜTEAYYİN:
Teayyün eden. Belli, âşikâr ve meydanda olan. (Bkz. Teayyün)
MÜTEHASSIS:
İhtisas sâhibi, uzman. Bir işin hakîkatini, iç yüzünü çok iyi bilen, bir ilim dalında veya meslekte mâhir olan.
Evliyâ, kalb, rûh mütehassısları olup, herkesin bünyesine ve hastalığına ve zamânının zulmetine ve fesâdına (bozukluğuna) uygun olarak rûhun ilâclarını hadîs-i şerîflerden seçerek söylemişler ve yazmışlardır. (Sarı Abdullah Efendi)
İslâm bilgilerinin ve tasavvuf bilgilerinin mütehassısı Seyyid Abdülhakîm Efendi; "Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs kitâblarından sonra İslâm kitâblarının en üstünü İmâm-ı Rabbânî'nin, Mektûbâtıdır" ve "İslâm âleminde İmâm-ı Rabbânî'nin Mektûbâtı kadar kıy metli bir kitab daha yazılmamıştır" buyurdu. (M. Sıddîk Gümüş)
Taassub eden; yanlış bir şeyi müdâfaada körü körüne inât ve ısrâr eden, haksız yere düşmanlık eden.
Müteassıb papazlar olmasaydı, hıristiyanların hepsi müslüman olurdu. (İmâm-ı Birgivî)
Mektebde okurken, bize müslümanların vahşî, hele Türklerin büsbütün müteassıb ve gaddar olduğu öğretilmişti. Hâlbuki hayâtımın en güzel günleri İstanbul'da geçti. Kendileri ile temas ettiğimiz müslümanlar, son derece nâzik, kibar ve medenî insanlardı . Ancak bizi asıl şaşırtan; Türklerin Îsâ aleyhisselâmdan nefret etmemeleri ve ona da bir peygamber olarak inanmaları oldu. Bizim âyinlerimize müdâhale etmiyor, ibâdetlerimizle alay etmiyorlardı. Bize bir insan olarak hürmet ediyorlar, bizim müslümanları şeytana uymuş Allah'sızlar olarak görmemize mukâbil, onlar dînimize karşı en ufak bir fenâ kelime bile kullanmıyorlardı. Evet müteassıb olan bizdik. (Georgina Max Müller)
MÜTEAYYİN:
Teayyün eden. Belli, âşikâr ve meydanda olan. (Bkz. Teayyün)
MÜTEHASSIS:
İhtisas sâhibi, uzman. Bir işin hakîkatini, iç yüzünü çok iyi bilen, bir ilim dalında veya meslekte mâhir olan.
Evliyâ, kalb, rûh mütehassısları olup, herkesin bünyesine ve hastalığına ve zamânının zulmetine ve fesâdına (bozukluğuna) uygun olarak rûhun ilâclarını hadîs-i şerîflerden seçerek söylemişler ve yazmışlardır. (Sarı Abdullah Efendi)
İslâm bilgilerinin ve tasavvuf bilgilerinin mütehassısı Seyyid Abdülhakîm Efendi; "Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs kitâblarından sonra İslâm kitâblarının en üstünü İmâm-ı Rabbânî'nin, Mektûbâtıdır" ve "İslâm âleminde İmâm-ı Rabbânî'nin Mektûbâtı kadar kıy metli bir kitab daha yazılmamıştır" buyurdu. (M. Sıddîk Gümüş)