Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Genel islami paylaşımlar
Muharrem Ayı ve Aşure
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="vaveyla" data-source="post: 35124" data-attributes="member: 12"><p><strong><span style="color: #a80324"><span style="font-family: 'trebuchet ms'">Muharrem Ayı ve Aşure</span></span></strong></p><p></p><p><strong>Aşûre gününde meydana gelen diğer tarihi olaylar</strong></p><p></p><p>Aşûre günü adı verilen 10 Muharrem gününde meydana geldiği rivayet edilen diğer bazı önemli olayları da kısaca şöyle sıralamak mümkündür:</p><p></p><p>a. Rivayete göre, Hz. Nuh’un gemisi Tufandan kurtulup, Cûdî dağına Aşûre günü oturmuştur. Bilindiği üzere, Hz.Nuh, Allah’ın emri üzerine kendine inananları yaptığı bir gemiye bindirmiş, tufan gerçekleşince, inanmayanlar suda boğularak helak olmuşlardı. (Hûd, 25-43)</p><p></p><p>b. Hz. Ademin tövbesinin kabul edilmesi,</p><p></p><p>c. Hz. İbrahim’in, Nemrut’un ateşinden kurtulması,</p><p></p><p>d. Hz. Yakub’un oğlu Yusuf’a kavuşması,</p><p></p><p>e. Hz. Musa ve İsrail oğullarının Firavunun zulmünden kurtulmaları, 10 Muharrem (Aşûre) günü gerçekleştiği rivayet edilen olaylar arasındadır.</p><p></p><p><strong>İslâm tarihinde 10 Muharrem</strong></p><p></p><p>Emeviler’in ikinci hükümdarı Yezid zamanında ve Hicri 61,Miladi 680 yılı Muharrem ayının onuncu Cuma günü, Hz. Hüseyin’in şahadeti ile sona eren tarihi olay meydana gelmiştir. Ehlibeytin çok değerli bir ferdinin hayatına mâl olan bu elim olay sebebi ile 10 Muharrem, Müslümanlarca yas günü sayılmıştır.</p><p></p><p>Öncelikle şunu ifade edelim ki, Yüce Allah, insanı ruh ve beden yapısıyla en güzel bir şekilde yaratmış, (Tîn, 4) ona şan ve şeref vermiş (İsra, 70), ona ruhundan üflemiş (Hicr, 29) ve yeryüzündeki her şeyi onun hizmetine sunmuştur. (Mülk, 15) Bütün bu özellikleriyle insan, yaratılanlar arasında en seçkin ve en değerli varlıktır. Yaratılış gayesine uygun olarak yaşayan insan, sevgi dolu, merhametli, hoş geçimli, güvenilir, içinde yaşadığı toplumla ve bütün insanlıkla barışık olandır. Bu vasıflar, kuşkusuz olgun Müslümanın da belirgin özelliklerindendir.</p><p></p><p>Hz. Peygamber’in, “Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir. Mü’min ise, insanların canları ve malları konusunda kendisinden emin olduğu kimsedir” (Tirmizi, “İman”, 12; IV, 17. Nesâî, “İman”, 8, VIII, 104-105) buyurarak, Müslümanlık ile güvenilirlik arasında bağ kurması oldukça anlamlıdır.</p><p></p><p>Temeli barış, uzlaşma ve hoşgörüye dayanan, ismini de bu anlamlara gelen “İslâm” kelimesinden alan yüce dinimiz; birliği, sevgiyi ve kardeşliği emrederken, haksızlığı, insan hayatına, kişi dokunulmazlığına ve insanın onur ve haysiyetine zarar verecek her şeyi de kesin bir dille yasaklamıştır. İnsanların can, din, mal, nesil ve akıl emniyetini temin etmek, İslâm’ın temel hedeflerindendir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, haksız yere cana kıymak haram kılınmış ve bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmeye, bir hayatı kurtarmak da bütün insanlığı kurtarmaya denk tutulmuştur. (Mâide, 32)</p><p></p><p>Hz. Peygamber (s.a.s.), savaş ortamında bile, Müslümanlarla savaşmayan gayrı müslim kadınların, çocukların, yaşlıların ve ibadetle meşgul din adamlarının öldürülmesini, hatta ibadethanelerinin yıkılmasını, ağaçların kesilmesini ve hayvanların öldürülmesini yasaklamıştır. Bütün insanlığa seslendiği veda haccı hutbesinde de, Hz. Adem’in çocukları olmaları itibarıyla, insanların kardeş olduklarını; mallarının, canlarının ve kişilik haklarının dokunulmaz olduğunu ve her türlü haksız saldırıdan korunduğunu bütün dünyaya ilan etmiştir.</p><p></p><p>Genel bir ilke olarak yer yüzündeki bütün canlılara merhametle yaklaşmayı öngören İslâm dini, “İnsanlara merhamet etmeyene, Allah da merhamet etmez.” (Müslim, “Fedâil”, 2319; II,1809. Tirmizî, Birr, 16; IV, 323) peygamberî buyruğuyla da bu ilkeyi âdeta perçinlemiştir. Bütün bunlardan da açıkça anlaşılacağı üzere kime karşı işlenirse işlensin, insan hayatına yönelik haksız davranışların onaylanması söz konusu olamaz.</p><p></p><p>Muharrem ayı içerisinde Hz. Hüseyin gibi büyük bir şahsiyetin şehit edilmiş olması, bütün Müslümanlar için büyük bir acı olmuş ve Müslümanları derinden etkilemiştir. Bu zatın, Hz. Peygamberin sevgili torunu olması ise, bu acıyı daha da artırmaktadır. Tarihin belli bir kesitinde meydana gelen bu üzücü olayları iyi düşünmek ve bunlardan ders çıkarmak gerekir. Müslümanlara düşen görev, bu tür müessif olayların tekrarlanmasını önleyecek bir bilinç ve anlayışa sahip olmak; kardeşlik, birlik ve beraberliğimizi korumaktır. </p><p></p><p><strong>Ehl-i Beyt</strong></p><p></p><p>Ehlibeyt, “ev halkı”, “ev sahibi ile eşi, çocukları ve torunları” demektir.Terim anlamı ile “Hz. Peygamber(a.s.)ın ailesi ve soyu” demektir. Şii kaynaklarda genellikle “ehl-i beyt” karşılığında, “el-İtre” kelimesi kullanılır.</p><p></p><p>Kur’an’da, Hz. Peygamberin ev halkına yönelik özel açıklamalar içeren ayetler yer almaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:</p><p></p><p>“Ey Peygamberin hanımları! Siz kadınlardan her hangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınıyorsanız, (erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık (kötü niyet) olan kimse ümide kapılmasın. (Güzel ve) doğru söz söyleyin. Evlerinizde oturun. Önceki Cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namaz kılın, zekât verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı (ehl-i beyti)! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab, 32-33)</p><p></p><p>Bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır.</p><p></p><p>Câbir b. Abdillah diyor ki: “Resûlullah (s.a.s.)i haccettiği yıl Arefe günü, Kusvâ adlı devesi üzerinde insanlara hitap ederken gördüm. Onun şöyle dediğini işittim: Ey insanlar! Aranızda iki şey bıraktım ki, onlara tutunduğunuz sürece asla sapkınlığa düşmezsiniz: Allah’ın Kitabı ve benim ehl-i beytim.” (Tirmizî, Menâkıb, 32; V, 662)</p><p></p><p>Şu halde ehl-i beyt; Kur’an’a ve Sünnete bağlı, bu iki kaynağı hayatına yansıtan, onların canlı birer örneği olan seçkin insanları ifade ediyor. Kısaca ehl-i beyt, sünneti ve bu bağlamda da Hz. Peygamberin hayat biçimini temsil etmektedir, diyebiliriz.</p><p></p><p>Buradan hareketle şunu ifade etmek gerekir ki, Kur’an’ın ve sünnetin getirdiği esaslara sırt çevirerek, onları hayatımızın dışına çıkararak, ehl-i beyti sevmek mümkün değildir. Zira seven kişi, sevdiğine benzemeye, onun gibi olmaya çalışır ve bunu sözleri ve davranışları ile ispat eder. Şüphesiz Hz. Peygamber (a.s.)’ ın aile halkından, ehlibeytinden birinin, hiç hak etmediği bir muameleye tâbi tutulması, şehit edilmesi, bütün Müslümanlar adına son derece üzüntü verici, acı bir olaydır. Sıradan bir insanın canına kıyılmasını bütün insanları öldürmek gibi telakki eden bir dinin mensupları, böyle seçkin bir insana haksız yere kıyılmasını tabi ki telin eder. Böyle üzücü olayların yeniden meydana gelmemesi için ne gerekiyorsa onu yapmayı temel görevleri arasında görür.</p><p></p><p>Ancak şu noktayı asla gözden kaçırmamalıyız:</p><p></p><p>Hz. Hüseyin’e reva görülen bu muamele, ne kadar haksız ve ne kadar üzücü olursa olsun, Müslümanlar arasında ayrılık ve husumet sebebi olmamalıdır. Tarihin belli döneminde gerçekleşen bu üzücü olayı, gene tarihin hakemliğine emanet etmek ve duygulardan çok aklı hâkim kılmak gerekir. Zira günümüzde Müslümanların, her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliğe ihtiyacı olduğu inkâr edilemez.</p><p></p><p>Kerbelâ olayının hatırasını yâd etme gerekçesi ile yas günü olarak algılanan 10 Muharremde sergilenen etkinliklerde, bazı Şii Müslümanlar, “kendi kendine işkence” denebilecek uygulamalar sergilemektedirler. Halbuki bu tür uygulamalar İslâm’a aykırıdır. Yas tutmanın da bir ölçüsü vardır ve bu ölçüyü Hz. Peygamber (s.a.s.) belirlemiştir. İslâm’dan önce Cahiliye Arapları, ölen kimse için aşırı derece yas tutar, ölünün yakınları avazı çıktığı kadar bağırır, eşi kendini eve hapseder, yıkanmazdı. Hatta profesyonel ağlayıcılar da tutarlardı. Resûlullah bu geleneği, şu hadisi ile ortadan kaldırmıştır:</p><p></p><p>“Yüzüne vurarak, yakasını yırtarak, cahiliye âdetlerini sürdüren bizden değildir.” (Buhârî, Cenaiz, 36; II, 82)</p><p></p><p>Muharrem ayı, tarih boyunca insanlık için dönüm noktaları sayılabilecek önemli olayların yer aldığı bir aydır. İslâm’dan önceki semavi dinlerce de değerli bir zaman dilimi olarak kabul edilmiştir. İslâm tarihi açısından da önem arz eden bu ayda Hz. Peygamber (s.a.s), özellikle bu ayın “Aşûre günü” diye adlandırılan onuncu gününde oruç tutmayı tavsiye etmiştir. </p><p></p><p>Muharrem ayına, Osmanlılar döneminde de ayrı bir önem verilmiştir. Bu ay dolayısıyla şairlerin yazdığı ve “Muharremiye” adı verilen manzum şiirlerin sayısı oldukça kabarıktır. Ayrıca, yeni yılın başlangıcı olması sebebiyle, bu ayda devlet erkânı, padişahın, huzuruna çıkarak yeni yılı tebrik ettiği ve padişahın “Muharremiye” denilen hediyeler dağıttığı nakledilmektedir.</p><p></p><p><strong>Sonuç</strong></p><p></p><p>Muharrem ayı, İslâm kültür tarihinde önemli yeri olan bir zaman dilimini temsil etmektedir. Bu ayın önemi, içinde meydana gelmiş olan önemli olaylardan kaynaklanmaktadır. İslâm tarihinin en üzücü olaylarından biri olan Kerbela olayı da bu ayda gerçekleşmiştir. Bütün Müslümanları üzen bu tarihi olay, tarihin hakemliğine bırakılmalı, müminler arasında soğukluğun ve kırgınlığın sebebi kılınmamalıdır. Bütün Müslümanlara düşen görev, tarihin güzelliklerini, yaşadığımız dönemin şartları içinde yeniden yaşamaya gayret göstermek, yanlış ve üzücü örneklerden ibret alarak, onların tekrar yaşanmaması için ne gerekiyorsa onu yapmaktır.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="vaveyla, post: 35124, member: 12"] [B][COLOR=#a80324][FONT=trebuchet ms]Muharrem Ayı ve Aşure[/FONT][/COLOR][/B] [B]Aşûre gününde meydana gelen diğer tarihi olaylar[/B] Aşûre günü adı verilen 10 Muharrem gününde meydana geldiği rivayet edilen diğer bazı önemli olayları da kısaca şöyle sıralamak mümkündür: a. Rivayete göre, Hz. Nuh’un gemisi Tufandan kurtulup, Cûdî dağına Aşûre günü oturmuştur. Bilindiği üzere, Hz.Nuh, Allah’ın emri üzerine kendine inananları yaptığı bir gemiye bindirmiş, tufan gerçekleşince, inanmayanlar suda boğularak helak olmuşlardı. (Hûd, 25-43) b. Hz. Ademin tövbesinin kabul edilmesi, c. Hz. İbrahim’in, Nemrut’un ateşinden kurtulması, d. Hz. Yakub’un oğlu Yusuf’a kavuşması, e. Hz. Musa ve İsrail oğullarının Firavunun zulmünden kurtulmaları, 10 Muharrem (Aşûre) günü gerçekleştiği rivayet edilen olaylar arasındadır. [B]İslâm tarihinde 10 Muharrem[/B] Emeviler’in ikinci hükümdarı Yezid zamanında ve Hicri 61,Miladi 680 yılı Muharrem ayının onuncu Cuma günü, Hz. Hüseyin’in şahadeti ile sona eren tarihi olay meydana gelmiştir. Ehlibeytin çok değerli bir ferdinin hayatına mâl olan bu elim olay sebebi ile 10 Muharrem, Müslümanlarca yas günü sayılmıştır. Öncelikle şunu ifade edelim ki, Yüce Allah, insanı ruh ve beden yapısıyla en güzel bir şekilde yaratmış, (Tîn, 4) ona şan ve şeref vermiş (İsra, 70), ona ruhundan üflemiş (Hicr, 29) ve yeryüzündeki her şeyi onun hizmetine sunmuştur. (Mülk, 15) Bütün bu özellikleriyle insan, yaratılanlar arasında en seçkin ve en değerli varlıktır. Yaratılış gayesine uygun olarak yaşayan insan, sevgi dolu, merhametli, hoş geçimli, güvenilir, içinde yaşadığı toplumla ve bütün insanlıkla barışık olandır. Bu vasıflar, kuşkusuz olgun Müslümanın da belirgin özelliklerindendir. Hz. Peygamber’in, “Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir. Mü’min ise, insanların canları ve malları konusunda kendisinden emin olduğu kimsedir” (Tirmizi, “İman”, 12; IV, 17. Nesâî, “İman”, 8, VIII, 104-105) buyurarak, Müslümanlık ile güvenilirlik arasında bağ kurması oldukça anlamlıdır. Temeli barış, uzlaşma ve hoşgörüye dayanan, ismini de bu anlamlara gelen “İslâm” kelimesinden alan yüce dinimiz; birliği, sevgiyi ve kardeşliği emrederken, haksızlığı, insan hayatına, kişi dokunulmazlığına ve insanın onur ve haysiyetine zarar verecek her şeyi de kesin bir dille yasaklamıştır. İnsanların can, din, mal, nesil ve akıl emniyetini temin etmek, İslâm’ın temel hedeflerindendir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, haksız yere cana kıymak haram kılınmış ve bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmeye, bir hayatı kurtarmak da bütün insanlığı kurtarmaya denk tutulmuştur. (Mâide, 32) Hz. Peygamber (s.a.s.), savaş ortamında bile, Müslümanlarla savaşmayan gayrı müslim kadınların, çocukların, yaşlıların ve ibadetle meşgul din adamlarının öldürülmesini, hatta ibadethanelerinin yıkılmasını, ağaçların kesilmesini ve hayvanların öldürülmesini yasaklamıştır. Bütün insanlığa seslendiği veda haccı hutbesinde de, Hz. Adem’in çocukları olmaları itibarıyla, insanların kardeş olduklarını; mallarının, canlarının ve kişilik haklarının dokunulmaz olduğunu ve her türlü haksız saldırıdan korunduğunu bütün dünyaya ilan etmiştir. Genel bir ilke olarak yer yüzündeki bütün canlılara merhametle yaklaşmayı öngören İslâm dini, “İnsanlara merhamet etmeyene, Allah da merhamet etmez.” (Müslim, “Fedâil”, 2319; II,1809. Tirmizî, Birr, 16; IV, 323) peygamberî buyruğuyla da bu ilkeyi âdeta perçinlemiştir. Bütün bunlardan da açıkça anlaşılacağı üzere kime karşı işlenirse işlensin, insan hayatına yönelik haksız davranışların onaylanması söz konusu olamaz. Muharrem ayı içerisinde Hz. Hüseyin gibi büyük bir şahsiyetin şehit edilmiş olması, bütün Müslümanlar için büyük bir acı olmuş ve Müslümanları derinden etkilemiştir. Bu zatın, Hz. Peygamberin sevgili torunu olması ise, bu acıyı daha da artırmaktadır. Tarihin belli bir kesitinde meydana gelen bu üzücü olayları iyi düşünmek ve bunlardan ders çıkarmak gerekir. Müslümanlara düşen görev, bu tür müessif olayların tekrarlanmasını önleyecek bir bilinç ve anlayışa sahip olmak; kardeşlik, birlik ve beraberliğimizi korumaktır. [B]Ehl-i Beyt[/B] Ehlibeyt, “ev halkı”, “ev sahibi ile eşi, çocukları ve torunları” demektir.Terim anlamı ile “Hz. Peygamber(a.s.)ın ailesi ve soyu” demektir. Şii kaynaklarda genellikle “ehl-i beyt” karşılığında, “el-İtre” kelimesi kullanılır. Kur’an’da, Hz. Peygamberin ev halkına yönelik özel açıklamalar içeren ayetler yer almaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ey Peygamberin hanımları! Siz kadınlardan her hangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınıyorsanız, (erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık (kötü niyet) olan kimse ümide kapılmasın. (Güzel ve) doğru söz söyleyin. Evlerinizde oturun. Önceki Cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namaz kılın, zekât verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı (ehl-i beyti)! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab, 32-33) Bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır. Câbir b. Abdillah diyor ki: “Resûlullah (s.a.s.)i haccettiği yıl Arefe günü, Kusvâ adlı devesi üzerinde insanlara hitap ederken gördüm. Onun şöyle dediğini işittim: Ey insanlar! Aranızda iki şey bıraktım ki, onlara tutunduğunuz sürece asla sapkınlığa düşmezsiniz: Allah’ın Kitabı ve benim ehl-i beytim.” (Tirmizî, Menâkıb, 32; V, 662) Şu halde ehl-i beyt; Kur’an’a ve Sünnete bağlı, bu iki kaynağı hayatına yansıtan, onların canlı birer örneği olan seçkin insanları ifade ediyor. Kısaca ehl-i beyt, sünneti ve bu bağlamda da Hz. Peygamberin hayat biçimini temsil etmektedir, diyebiliriz. Buradan hareketle şunu ifade etmek gerekir ki, Kur’an’ın ve sünnetin getirdiği esaslara sırt çevirerek, onları hayatımızın dışına çıkararak, ehl-i beyti sevmek mümkün değildir. Zira seven kişi, sevdiğine benzemeye, onun gibi olmaya çalışır ve bunu sözleri ve davranışları ile ispat eder. Şüphesiz Hz. Peygamber (a.s.)’ ın aile halkından, ehlibeytinden birinin, hiç hak etmediği bir muameleye tâbi tutulması, şehit edilmesi, bütün Müslümanlar adına son derece üzüntü verici, acı bir olaydır. Sıradan bir insanın canına kıyılmasını bütün insanları öldürmek gibi telakki eden bir dinin mensupları, böyle seçkin bir insana haksız yere kıyılmasını tabi ki telin eder. Böyle üzücü olayların yeniden meydana gelmemesi için ne gerekiyorsa onu yapmayı temel görevleri arasında görür. Ancak şu noktayı asla gözden kaçırmamalıyız: Hz. Hüseyin’e reva görülen bu muamele, ne kadar haksız ve ne kadar üzücü olursa olsun, Müslümanlar arasında ayrılık ve husumet sebebi olmamalıdır. Tarihin belli döneminde gerçekleşen bu üzücü olayı, gene tarihin hakemliğine emanet etmek ve duygulardan çok aklı hâkim kılmak gerekir. Zira günümüzde Müslümanların, her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliğe ihtiyacı olduğu inkâr edilemez. Kerbelâ olayının hatırasını yâd etme gerekçesi ile yas günü olarak algılanan 10 Muharremde sergilenen etkinliklerde, bazı Şii Müslümanlar, “kendi kendine işkence” denebilecek uygulamalar sergilemektedirler. Halbuki bu tür uygulamalar İslâm’a aykırıdır. Yas tutmanın da bir ölçüsü vardır ve bu ölçüyü Hz. Peygamber (s.a.s.) belirlemiştir. İslâm’dan önce Cahiliye Arapları, ölen kimse için aşırı derece yas tutar, ölünün yakınları avazı çıktığı kadar bağırır, eşi kendini eve hapseder, yıkanmazdı. Hatta profesyonel ağlayıcılar da tutarlardı. Resûlullah bu geleneği, şu hadisi ile ortadan kaldırmıştır: “Yüzüne vurarak, yakasını yırtarak, cahiliye âdetlerini sürdüren bizden değildir.” (Buhârî, Cenaiz, 36; II, 82) Muharrem ayı, tarih boyunca insanlık için dönüm noktaları sayılabilecek önemli olayların yer aldığı bir aydır. İslâm’dan önceki semavi dinlerce de değerli bir zaman dilimi olarak kabul edilmiştir. İslâm tarihi açısından da önem arz eden bu ayda Hz. Peygamber (s.a.s), özellikle bu ayın “Aşûre günü” diye adlandırılan onuncu gününde oruç tutmayı tavsiye etmiştir. Muharrem ayına, Osmanlılar döneminde de ayrı bir önem verilmiştir. Bu ay dolayısıyla şairlerin yazdığı ve “Muharremiye” adı verilen manzum şiirlerin sayısı oldukça kabarıktır. Ayrıca, yeni yılın başlangıcı olması sebebiyle, bu ayda devlet erkânı, padişahın, huzuruna çıkarak yeni yılı tebrik ettiği ve padişahın “Muharremiye” denilen hediyeler dağıttığı nakledilmektedir. [B]Sonuç[/B] Muharrem ayı, İslâm kültür tarihinde önemli yeri olan bir zaman dilimini temsil etmektedir. Bu ayın önemi, içinde meydana gelmiş olan önemli olaylardan kaynaklanmaktadır. İslâm tarihinin en üzücü olaylarından biri olan Kerbela olayı da bu ayda gerçekleşmiştir. Bütün Müslümanları üzen bu tarihi olay, tarihin hakemliğine bırakılmalı, müminler arasında soğukluğun ve kırgınlığın sebebi kılınmamalıdır. Bütün Müslümanlara düşen görev, tarihin güzelliklerini, yaşadığımız dönemin şartları içinde yeniden yaşamaya gayret göstermek, yanlış ve üzücü örneklerden ibret alarak, onların tekrar yaşanmaması için ne gerekiyorsa onu yapmaktır. [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün ilk namazı hangi namazdır
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Genel islami paylaşımlar
Muharrem Ayı ve Aşure
Üst
Alt