Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Mevlana Celaleddin Rumi Hz.
Mevlana, islam ve toplum.
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Ekrem" data-source="post: 4697" data-attributes="member: 3"><p>Tasavvufta en temel husus, sûfîlerin diğer ulemadan, diğer müslüman düşünürlerden ayrıldığı en bariz nokta, onların mahlukatı "ın en güzel eseri olarak görmeleri, mahlukatın ve özellikle de insanın Allâhü Teâlâ indindeki değerine hassasiyetle vurgu yapmalarıdır. Sûfîlere göre insan, Allâhü Teâlâ"nın yarattığı en mükemmel varlıktır. Tasavvufu diğer ilimlerden ayıran en önemli özellik, belki de onun insana verdiği işte bu değerdir. Sûfîlere göre insan, aynı zamanda, Allâhü Teâlâ"nın muhabbetinden yarattığı bir varlıktır. Bütün sûfîler insanı "ın çok yüce değer verdiği bir varlık olarak görürler. Bu sebeple onlar hiç kimseyi incitmek ve üzmek istemezler. Çünkü, meselâ bir insan çok sevdiği birisinin çocuğuna, çok şımarık ve yaramaz dahi olsa zarar vermek istemez. Çünkü o çocuğa zarar verdiğinde bilir ki sevdiği insan üzülecek. İşte sûfîlerin gözünde diğer insanlar, diğer varlıklar da aynen böyledir. Yani her varlığın sâhibi Allâhü Teâlâ"dır. Onun için onlar hiçbir varlığa zarar vermek istemezler. Onu Yaratıcısından dolayı incitmek istemezler, bilakis onunla iyi geçinmeye çalışırlar ve bütün varlığı bu sevgiyle kucaklarlar. Yûnus Emre"nin "Yaratılanı hoş gördük, Yaratan"dan ötürü" diyerek dile getirdiği tasavvufî prensip, Hz. Mevlânâ"da olduğu gibi, bütün sûfîlerde insana bakışı gösteren en temel tasavvufî ölçülerden birisidir.</p><p>Esâsen bu muhabbet mertebesidir. Muhabbet mertebesinden varlığa bakarsanız, kainatta muhabbetten, sevgiden başka bir şey göremezsiniz. "Lutfun da hoş, kahrın da hoş" aslında halk içindir. Zira Cenab-ı Hak"tan lutuftan başka bir şey gelmez. Allâhü Teâlâ mutlak güzelliktir, cemâl-i mutlaktır ve bütün varlık, varlığını O"ndan alır. Dolayısıyla bütün varlık güzeldir. Çirkinlik izafîdir ve insanlara göredir. Bütün sûfîler, "mutlak manada çirkinlik yoktur" der. Varlıkta mutlak manada hep sevgi hakimdir, muhabbet hakimdir. Bütün mesele bunu duyabilecek kulağa sâhip olabilmek, ya da bu seviyeyi yakalayabilmek için gerekli olan tasavvufî eğitimi alabilmektir. Hz. Mevlânâ böylesi kulağa sâhip olan mutasavvıflardandır. Onun insan anlayışında, varlık düşüncesinde en günahkârından en dindarına kadar herkes kendisine bir yer bulabilir. Öylesine geniş bir yelpazeye sâhiptir o büyük mütefekkir sûfî.</p><p>Aslında İslâm, bugün birilerinin dünyâya tanıtmaya çalıştığının aksine tam bir barış ve muhabbet dînidir. Çünkü İslâm"ın anlamı “selâmet”tir. Mevlânâ, sevgisini, sevgisinin manasını tasavvufî bir sistem içerisinde son ilâhî vahiy olan Kur"ân-ı Kerîm"den ve o vahyin mübelliği Hz. Peygamber"den alır. Merhameti Kur"ân"dan ve Hz. Peygamber"den öğrenir. Allâhü Teâlâ"nın mahlukatına ne kadar merhametli olduğundan yola çıkar. İsterseniz buna, yani Allâhü Teâlâ"nın ne kadar merhamet sâhibi olduğuna çok basit bir misal verelim. Bilindiği gibi Kur"ân-ı Kerîm besmeleyle başlar. "Rahmân ve Rahîm olan Allâh"ın adıyla" demektir.Besmele"de Cenâb-ı Hakk"ın üç ismi yer alır. 1-Cenâb-ı Hakk"ın kendi özel ismi olan lafza-i celâl yâni “”. 2-Rahmân, 3-Rahîm. Buradaki Rahmân ve Rahîm isimleri isminin sıfatlarıdır ve onlardan başka sıfat yoktur. Bu bana oldukça düşündürücü gelmektedir. Yâni daha Kur"ân"ın başındaki besmelede Cenâb-ı Hak insanlara, mü"minlere ne kadar merhamet sâhibi olduğunu, rahmet ve merhametinin diğer bütün sıfatlarından önce geldiğini bildirmektedir.</p><p>Bu konuda Kur"ân-ı Kerîm"in ilk sûresinin ilk ayeti de kanaatimizce çok güzel, çok çarpıcı bir örnektir. Bu âyet, herkesin bildiği gibi "Âlemlerin rabbi olan "a hamdolsun" mealindedir. "Alemlerin rabbi" demek, her şeyin sahibi demektir. Yâni mü"minin de, münâfığın da, kâfirin de, kısaca herkesin ve her şeyin sâhibi, rabbi Allâhü Teâlâ"dır. Aslına bakılırsa O"nun merhametinden, rahmetinden, sâdece insanlar değil, bütün bir kâinat, bütün bir mahlukat rızıklanır, nasiplenir. Sûfîlik bunu böyle tanımlar. Sûfîler bu ayeti böyle anlar. Eğer kâfir de, münâfık da yeryüzünde yaşayabiliyor ve rızık bulabiliyorsa, bu Allâhü Teâlâ"nın rahmet ve merhameti sâyesindedir. İşte sûfîleri ve dolayısıyla Mevlânâ"yı da diğerlerinden ayıran, cazip kılan şey tasavvufun bu özelliğidir. Herkesin herkese Cenab-ı Hakk"ın gözüyle bakmasının yolunu öğretir tasavvuf. Hz. Mevlânâ bu mertebeye kendi özünde büyük bir başarıyla ulaşmış sûfîlerdendir. Onun maksadı herkesin "ın "güzel kulu" olmasıdır, "yaramaz kulu" değil. Bunun için çabalıyor. “Gel, gel, kim olursan ol, yine gel!” sözlerini böyle anlamak gerekir. Demek istiyor ki: “Burada bir güzellik var; sen de gel, bu güzelliğe ulaş ve sen de güzelleş!” Evet, hayâtın düzeni içerisinde hepimiz "ın kuluyuz, (2) iyi insanlar var, kötü insanlar var. Allâhü Teâlâ bütün insanlara merhametle bakıyor. Fakat O"nun bir de özel rahmeti vardır. İşte bu özel rahmetten herkes istifade edemiyor. Ya da bunun farkına herkes varamıyor. Bunun yolu ise ancak tasavvufî bir eğitimden geçiyor.</p><p>Mevlânâ"nın tasavvufî düşünce ve anlayışının Tasavvuf tarihi açısından da mümtaz bir yere sâhip olduğunu tespit ediyoruz. Şöyle ki: Bilindiği gibi, Kelâm ve İslâm Felsefesi ile birlikte Müslüman düşüncenin üç ayağından birini Tasavvuf ilmi temsil eder. Tasavvufî düşünce ise 638/1240"ta Şam"da vefat eden ünlü sûfî İbn Arabî sayesinde ilmî ve tahkîkî boyutta zirveye ulaşmıştır. Çeşitli zamanlarda Konya"da da bulunmuş olan İbn Arabî ile Mevlânâ"nın iki defa görüştüğü rivâyet edilir. İşte Mevlânâ"nın Tasavvufî düşünce ve Tasavvuf tarihi açısından bir diğer önemi de burada karşımıza çıkmaktadır. O, İbn Arabî"nin tahkîk ve tahakkuk boyutunda, ilmî boyutta zirveye ulaştırdığı tasavvufî tefekküre ilâhî aşk boyutunu da eklemiş ve tasavvufî tefekkürü mükemmelleştir, ona aypayrı bir zevk katmıştır. Böylece, daha sonra gelen bütün sûfîler bu iki zirvenin ışığıyla gönül ve düşünce dünyâlarını aydınlatmışlardır.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Ekrem, post: 4697, member: 3"] Tasavvufta en temel husus, sûfîlerin diğer ulemadan, diğer müslüman düşünürlerden ayrıldığı en bariz nokta, onların mahlukatı "ın en güzel eseri olarak görmeleri, mahlukatın ve özellikle de insanın Allâhü Teâlâ indindeki değerine hassasiyetle vurgu yapmalarıdır. Sûfîlere göre insan, Allâhü Teâlâ"nın yarattığı en mükemmel varlıktır. Tasavvufu diğer ilimlerden ayıran en önemli özellik, belki de onun insana verdiği işte bu değerdir. Sûfîlere göre insan, aynı zamanda, Allâhü Teâlâ"nın muhabbetinden yarattığı bir varlıktır. Bütün sûfîler insanı "ın çok yüce değer verdiği bir varlık olarak görürler. Bu sebeple onlar hiç kimseyi incitmek ve üzmek istemezler. Çünkü, meselâ bir insan çok sevdiği birisinin çocuğuna, çok şımarık ve yaramaz dahi olsa zarar vermek istemez. Çünkü o çocuğa zarar verdiğinde bilir ki sevdiği insan üzülecek. İşte sûfîlerin gözünde diğer insanlar, diğer varlıklar da aynen böyledir. Yani her varlığın sâhibi Allâhü Teâlâ"dır. Onun için onlar hiçbir varlığa zarar vermek istemezler. Onu Yaratıcısından dolayı incitmek istemezler, bilakis onunla iyi geçinmeye çalışırlar ve bütün varlığı bu sevgiyle kucaklarlar. Yûnus Emre"nin "Yaratılanı hoş gördük, Yaratan"dan ötürü" diyerek dile getirdiği tasavvufî prensip, Hz. Mevlânâ"da olduğu gibi, bütün sûfîlerde insana bakışı gösteren en temel tasavvufî ölçülerden birisidir. Esâsen bu muhabbet mertebesidir. Muhabbet mertebesinden varlığa bakarsanız, kainatta muhabbetten, sevgiden başka bir şey göremezsiniz. "Lutfun da hoş, kahrın da hoş" aslında halk içindir. Zira Cenab-ı Hak"tan lutuftan başka bir şey gelmez. Allâhü Teâlâ mutlak güzelliktir, cemâl-i mutlaktır ve bütün varlık, varlığını O"ndan alır. Dolayısıyla bütün varlık güzeldir. Çirkinlik izafîdir ve insanlara göredir. Bütün sûfîler, "mutlak manada çirkinlik yoktur" der. Varlıkta mutlak manada hep sevgi hakimdir, muhabbet hakimdir. Bütün mesele bunu duyabilecek kulağa sâhip olabilmek, ya da bu seviyeyi yakalayabilmek için gerekli olan tasavvufî eğitimi alabilmektir. Hz. Mevlânâ böylesi kulağa sâhip olan mutasavvıflardandır. Onun insan anlayışında, varlık düşüncesinde en günahkârından en dindarına kadar herkes kendisine bir yer bulabilir. Öylesine geniş bir yelpazeye sâhiptir o büyük mütefekkir sûfî. Aslında İslâm, bugün birilerinin dünyâya tanıtmaya çalıştığının aksine tam bir barış ve muhabbet dînidir. Çünkü İslâm"ın anlamı “selâmet”tir. Mevlânâ, sevgisini, sevgisinin manasını tasavvufî bir sistem içerisinde son ilâhî vahiy olan Kur"ân-ı Kerîm"den ve o vahyin mübelliği Hz. Peygamber"den alır. Merhameti Kur"ân"dan ve Hz. Peygamber"den öğrenir. Allâhü Teâlâ"nın mahlukatına ne kadar merhametli olduğundan yola çıkar. İsterseniz buna, yani Allâhü Teâlâ"nın ne kadar merhamet sâhibi olduğuna çok basit bir misal verelim. Bilindiği gibi Kur"ân-ı Kerîm besmeleyle başlar. "Rahmân ve Rahîm olan Allâh"ın adıyla" demektir.Besmele"de Cenâb-ı Hakk"ın üç ismi yer alır. 1-Cenâb-ı Hakk"ın kendi özel ismi olan lafza-i celâl yâni “”. 2-Rahmân, 3-Rahîm. Buradaki Rahmân ve Rahîm isimleri isminin sıfatlarıdır ve onlardan başka sıfat yoktur. Bu bana oldukça düşündürücü gelmektedir. Yâni daha Kur"ân"ın başındaki besmelede Cenâb-ı Hak insanlara, mü"minlere ne kadar merhamet sâhibi olduğunu, rahmet ve merhametinin diğer bütün sıfatlarından önce geldiğini bildirmektedir. Bu konuda Kur"ân-ı Kerîm"in ilk sûresinin ilk ayeti de kanaatimizce çok güzel, çok çarpıcı bir örnektir. Bu âyet, herkesin bildiği gibi "Âlemlerin rabbi olan "a hamdolsun" mealindedir. "Alemlerin rabbi" demek, her şeyin sahibi demektir. Yâni mü"minin de, münâfığın da, kâfirin de, kısaca herkesin ve her şeyin sâhibi, rabbi Allâhü Teâlâ"dır. Aslına bakılırsa O"nun merhametinden, rahmetinden, sâdece insanlar değil, bütün bir kâinat, bütün bir mahlukat rızıklanır, nasiplenir. Sûfîlik bunu böyle tanımlar. Sûfîler bu ayeti böyle anlar. Eğer kâfir de, münâfık da yeryüzünde yaşayabiliyor ve rızık bulabiliyorsa, bu Allâhü Teâlâ"nın rahmet ve merhameti sâyesindedir. İşte sûfîleri ve dolayısıyla Mevlânâ"yı da diğerlerinden ayıran, cazip kılan şey tasavvufun bu özelliğidir. Herkesin herkese Cenab-ı Hakk"ın gözüyle bakmasının yolunu öğretir tasavvuf. Hz. Mevlânâ bu mertebeye kendi özünde büyük bir başarıyla ulaşmış sûfîlerdendir. Onun maksadı herkesin "ın "güzel kulu" olmasıdır, "yaramaz kulu" değil. Bunun için çabalıyor. “Gel, gel, kim olursan ol, yine gel!” sözlerini böyle anlamak gerekir. Demek istiyor ki: “Burada bir güzellik var; sen de gel, bu güzelliğe ulaş ve sen de güzelleş!” Evet, hayâtın düzeni içerisinde hepimiz "ın kuluyuz, (2) iyi insanlar var, kötü insanlar var. Allâhü Teâlâ bütün insanlara merhametle bakıyor. Fakat O"nun bir de özel rahmeti vardır. İşte bu özel rahmetten herkes istifade edemiyor. Ya da bunun farkına herkes varamıyor. Bunun yolu ise ancak tasavvufî bir eğitimden geçiyor. Mevlânâ"nın tasavvufî düşünce ve anlayışının Tasavvuf tarihi açısından da mümtaz bir yere sâhip olduğunu tespit ediyoruz. Şöyle ki: Bilindiği gibi, Kelâm ve İslâm Felsefesi ile birlikte Müslüman düşüncenin üç ayağından birini Tasavvuf ilmi temsil eder. Tasavvufî düşünce ise 638/1240"ta Şam"da vefat eden ünlü sûfî İbn Arabî sayesinde ilmî ve tahkîkî boyutta zirveye ulaşmıştır. Çeşitli zamanlarda Konya"da da bulunmuş olan İbn Arabî ile Mevlânâ"nın iki defa görüştüğü rivâyet edilir. İşte Mevlânâ"nın Tasavvufî düşünce ve Tasavvuf tarihi açısından bir diğer önemi de burada karşımıza çıkmaktadır. O, İbn Arabî"nin tahkîk ve tahakkuk boyutunda, ilmî boyutta zirveye ulaştırdığı tasavvufî tefekküre ilâhî aşk boyutunu da eklemiş ve tasavvufî tefekkürü mükemmelleştir, ona aypayrı bir zevk katmıştır. Böylece, daha sonra gelen bütün sûfîler bu iki zirvenin ışığıyla gönül ve düşünce dünyâlarını aydınlatmışlardır. [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün ilk namazı hangi namazdır
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Mevlana Celaleddin Rumi Hz.
Mevlana, islam ve toplum.
Üst
Alt