Mehmed Kayalar’ın bir müdafaası - işarat-ül i'caz

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
Mehmed Kayalar’ın bir müdafaası

BİRKAÇ DEFA BERAET KAZANAN RİSALE-İ NUR’UN BİRKAÇ

VİLAYETTE HAKSIZ MÜSADERESİNE DAİR,NUR’UN YÜKSEK BİR TALEBESİNİN MAHKEMESİNDEKİ MÜDAFASINDAN BİR PARÇADIR.

(Bu müdafaa, bir takriz olarak buraya ilhakı münasib görülerek dercedilmiştir.)

Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesi yüksek makamına:

Mahkeme-i âdilenizin huzuruna çıkmaktan fevkalâde memnunum.

Âdil mahkemeler; Kâinat Hâlıkının Hak isminin, Âdil isminin ve daha çok Esma-i İlahiyenin tecelligâhıdır. HAK namına hükmeden, ÂDİL-i Mutlak hesabına adalet eden ve hakikî, İslâmî bir adalet olan kürsî-i muallâ ne yüksektir, ne mübecceldir... Hak tanımaz mağrur zalimleri huzurunda serfüru ettiren, haksızları hakkı teslime icbar eden âdil mahkemeler, en yüksek tebcile ve en âlî ihtirama sezadırlar.

Zulüm ve gadr ile hukuku ihlâl edilmiş, haysiyet ve şerefi payimal edilmiş mazlumların, huzurunda ahz-ı mevki ile tazallüm-ü hal eden bîçarelerin şu dünya-yı fânide ihkak-ı hak için mesned-i re’sleri, mahkemelerdir. Şu halde ne şerefbahş bir taht-ı âlîdir ki; mazlumlara melce’ ve penah, zalimlere de hüsran ve tebah oluyor.

İnsanların ebrarını da, eşrarını da cem’ eden huzur-u mehâkim, öyle korkulacak bir yer değildir. Belki muhabbete, hürmete lâyıktır.

Sultanlarla köleleri, asilzadelerle âhâd-ı nâsı müsavi tutan şu makam, saltanattan da mübecceldir. Hususuyla bütün âlem-i insaniyete devirlerin, asırların akışı boyunca âdalet dersini veren İslâm mahkemeleri; akvam-ı sâirenin engizisyonlarına mukabil, adalet nurunu bîçare beşerin kara sahifesine haşmetle aksettirmiştir. Adliye ve adalet tarihimiz, bunun binlerle misâline şahiddir.
Ezcümle bu mübarek, adaletli mahkemenin huzurunda iftiharla arz etmek isterim ki; meşhur İslâm seyyahı ve tarihçisi Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde diyor ki: "İlk İstanbul kadısı (hâkimi) olan Hızır Bey Çelebi’nin huzurunda, Haşmetli Padişah Fâtih ile bir Rum mimarı arasında şöyle bir muhakeme cereyan eder:

Büyük bir abidenin inşasında kullanılacak iki mermer sütunu, Fâtih bir Rum mimarına teslim eder. Mimar da, Fâtih'in arzusunun hilafına olarak bu sütunları üçer arşın kesip kısaltır. Fâtih, cezaen Rum mimarının elini kestirir. Rum mimarı da, Fâtih aleyhine dava açar. Bunun üzerine mahkemeye celbedilen Büyük Padişah, baş köşeye geçmek istemiş. Birdenbire, hâkimin şu ihtarıyla karşılaşmış:

-Oturma Beyim! Hasmınla mürafaa-i şer'î olacaksın, ayakta beraber dur!

Hızır Bey Çelebi; bu koca şanlı padişah-ı maznuna, haksız el kestirdiği için, kendisinin de kısasa tâbi olduğunu ve elinin kesileceğini bildirir. Fakat mimar kısası istemediği için, büyük Fatih günde on altun tazminata mahkûm olur ve hattâ kısastan kurtulduğu için bu tazminatı kendiliğinden yirmi altuna çıkarır."

İslâm mahkemesinin adaletinin şanlı misallerinden biri olan şu misal, bize en haşmetli hükümdarlarla en âciz ferdlerin, huzur-u mehâkimde müsavi olduğunu gösteriyor.

İşte ben de bugün, Fatih kadar şanlı, kahraman İslâm hâkimi Hızır Bey Çelebi'nin makamının mümessili olan ve hakikî âdalet-i Kur'aniyeyi esas tutan bir makamın yerinde bulunan bir mahkemenin huzurunda bulunuyorum. Bütün kalbimi huzur ve sürura kalbeden memnuniyetim budur.

Kahraman ecdadımızın bu kadar ulviyetinin sırrı; kalblerinde ALLAH korkusunun mevcudiyetiyle, Kur'an nurunun ve nihayetsiz feyzinin ruhlarında yerleşmiş olması ve kudsî hakaika karşı sonsuz ve nihayetsiz derecede merbutiyetleridir. O mübarek ecdaddan bize tevarüs eden, ALLAH ve KUR'AN için akıttıkları kudsî kanlarının halen eserleri bulunan bu yurdda ve aziz canlarını feda ettikleri şu memlekette: "Kur'anın kudsî hakikatlarına hizmet ediyor, Kur'anın tefsirini okuyor, evinde bulunduruyor." kaydıyla mahkemenin huzuruna sevkedildim.

Evet muhakememiz şahsımla alâkadar olmaktan ziyade, RİSALE-İ NUR'UN muhakemesidir. Risale-i Nur ise, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın semavî ve kudsî hakaikının tereşşuhatı olmak hasebiyle, o yüksek eserlerdeki kıymet, doğrudan doğruya Kur'ana aittir. Şu halde, muhakeme de Kur'anın muhakemesidir. Ehl-i tevhidin kitabı olan KELÂMULLAH bütün âyât ve beyyinatıyla Hâlık-ı Kâinât'ın vahdaniyetini ve ehadiyetini i'lân ediyor.

Kur'anın ehl-i ukûlü hayrette bırakan i'cazı, belâgat ve fesahatı, nihayet derecedeki yüksek üslûbu, selaset-i beyanı, elhasıl sonsuz bedayi' ve câmiiyeti ile ins ve cinnin kıyamete kadar gelecek ihtiyacatına ekmeliyetle kâfi gelmesi, dünya ve âhiret saadetinin rehberi bulunması ve bütün asırlardaki tabakat-ı beşere hitab etmesi ve kâinat Hâlıkının marziyatını kullarına bildirecek âyât ve beyyinatı tefsir ve izah edecek mütehassıs ehl-i ilmin bulunması zaruretine binaen her asırda gelen binler müdakkik ehl-i ilim, yüz binlerle Kur'an tefsirlerini meydana getirmişler; bütün asırları Kur'anın nuruyla ışıklandırmışlardır.

İşte Risale-i Nur da; bu asırda Kur'anın feyziyle vücud bulan, beşerin tekemmülâtına uygun olarak Kur'anın gösterdiği mu'cizeli hakikatların, bu tekâmül ile saha-yı fiile konulduğunu bildiren ve asrın idrakine hitab eden gayet kudsî bir tefsirdir. Kur'an baştan başa tevhid-i İlahîyi ilân ediyor. Risale-i Nur da, iman-ı billahı gösteren ve hakaik-i imaniyeyi ders veren âyetleri tefsir ediyor.
 

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
İşte muhakemenin asıl mevzuu budur.

Otuz seneden beri gizli din düşmanlarının, komünistlerin ve masonların tahrikatıyla, Risale-i Nur şakirdleri birçok mahkemelere sevkedilmişler. Âdil mahkemeler de o hâin, gizli din ve Kur'an düşmanlarının ettikleri iftiraları inceden inceye tedkik etmişler, "Bunlarda bir suç yok, kitablar ise faydalı kitablardır" diyerek, çok mahkemeler beraetle neticelenmişlerdir.

Temyiz Mahkemesi de, üç defa mahkemelerin beraet kararını tasdik etmiş. Hüküm kaziye-i muhkeme haline geldiği halde, memleketi umumî bir dinsizliğe sürüklemek için perde arkasındaki din düşmanları; faaliyetlerini mütemadiyen tazelemişler, sükûn ve asayişe pek çok muhtaç olan memleketimizi bu cihetten za'fa uğratmak için adliyeleri, mahkemeleri daima hâinane tertiblerle meşgul etmişlerdir.

Evvelce şifahen dahi arzettiğim vecihle; Selef-i Sâlihîn'in bıraktığı kudsî tefsirler iki kısımdır: Bir kısmı, ahkâma dair tefsirlerdir. Diğer bir kısmı da, âyât-ı Kur'aniyenin hikmetlerini ve iman hakikatlarını tefsir ve izah ederler. Selef-i Sâlihîn'in bu türlü tefsirleri çoktur. Hususan Gavs-ı Azam Şah-ı Geylanî, İmam-ı Gazalî, Muhyiddin-i Arabî, İmam-ı Rabbanî gibi zevat-ı kiramın eserleri, bu kısım tefsirlerdir. Bilhassa Mevlâna Celaleddin-i Rumî Hazretlerinin Mesnevî-i Şerif'i de bu tarz bir nevi manevî tefsirdir. İşte Risale-i Nur, bu tarz tefsirlerin en yükseği, en mümtazı ve en müstesnasıdır. İşte madem bu tarz tefsirler mütedavildir, kimse ilişmiyor, Risale-i Nur'a da ilişmemek lâzımdır. İlişenler, KUR'AN'A ve ecdada düşmanlıklarından ilişirler.

Risale-i Nur, erkân-ı imaniyeyi ve Âyât-ı Kur'aniyeyi tefsir ederek öyle bir tarzda beyan eder ki; hiç bir münkir, hiç bir dinsiz, o hakikatları inkâr edemez. Hem riyazî bir kat'iyetle isbat eder, göze gösterir, aklı doyurur, letaifi kandırır; artık hiç bir imanî ve Kur'anî hakikatı inkâra mecal kalmaz. Bundan dolayıdır ki; dinsizler, komünistler, bu memlekette Risale-i Nur varken mel'unane fikirlerini saha-yı tatbike koyamadıklarından ve bir manevî bekçi gibi Risale-i Nur daima karşılarına çıktığından, Risale-i Nur'un her vecihle neşrine sed çekmeyi gaye edinmişlerdir.

Risale-i Nur, tahkikî iman dersleri verir. Şakirdlerini her türlü fenalıktan alıkoyar. Kalblere doğruluk aşılar. Onu hakkıyla anlayan, artık fenalık yapamaz. Onun içindir ki, bugün memleketin her tarafındaki Risale-i Nur Talebeleri, asayişin manevî muhafızı hükmündedirler. Şimdiye kadar hiçbir hakikî Nur Talebesinde asayişe münafî bir hareket görülmemiş, âdeta Nur Talebeleri zabıtanın manevî yardımcısı olmuşlardır. Risale-i Nur talebelerinin rıza-i İlahîden başka, a'mal-i uhreviyeye müteveccih olmaktan gayrı düşünceleri yoktur. Şu halde Risale-i Nur'a garazkâr tertipler hazırlayanlar, perde arkasındaki mâlûm din düşmanlarından başka kimse değildir.

Yukarıdaki maruzatımızda birçok mahkemelerin beraet kararlarının mevcudiyetini arzetmiştim. Elde edebildiğim tarih ve numaralarını beyan ederek, o âdil ve yüksek mahkemelere milyonlar Nur Şakirdleri namına minnetdarlığımızı bildirmek isterim. Umum Risalelerin beraet ve iadesi hakkında Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin 15/Haziran/1944 tarihli beraet kararıyla, İstanbul Eminönü Ağır Ceza Mahkemesinin 1953 tarih ve 1951/137 esas ve 1952/27 kararıyla ki; geçen celsede Sebilürreşad Gazetesi'nin takdim ettiğim nüshasında bildirilen beraet kararıdır. Ayrıca mahkeme-i âlînize suret-i mahsusada arz ve takdim ettiğim Asâ-yı Musa dâhil umum Risale-i Nur Külliyatının Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 1954/17 esas 1954/421 karar ve 9/4/954 tarihli beraet kararının mevcudiyetleri, mahkemelerin temininde olarak hiç bir elin Risale-i Nur'a ilişmemesini tazammun ettiği halde, mestur düşmanların hâinane faaliyetleriyle bu sefer de tahsisen Asâ-yı Musa kasdedilerek âdil ve yüksek mahkemeye gelmiş bulunuyoruz.

Risale-i Nur, îman-ı bîllah ile Tevhidi en yüksek derecede, aynelyakîn ve hakkalyakîn bir surette göze gösterip bütün letâifi âzamî derecede doyurmasıyla imanı taklidden kurtarıp, derece-i tahkike yükseltir. Asâ-yı Musa'da ise, bu ulvî ve kudsî iman dersi, en parlak bir surette, hem görülmemiş ihtişam ile isbat edildiğinden, yüzotuz cilde yaklaşan Risale-i Nur tefsirinin âdeta hülâsası hükmündedir.

Bütün semavî kitabların ve bütün Peygamberlerin en büyük davası Hâlık-ı Kâinat'ın uluhiyet ve vahdaniyetini ilândır. KAR'AN baştan başa tevhidi gösterir. İşte Asâ-yı Musa da; Müslümanlara ve umum beşeriyete Cenab-ı Hakk'ın birliğini ve delâil-i vahdaniyetini güneş gibi göstermesinden, en büyük bir mütefekkir ile bir dinsizi ve bir feylesofu hakaik-i imaniyeyi tasdike mecbur ettiği gibi; en âmi bir adamın da en yüksek hakikatları, en büyük bir sühuletle anlamasını temin eden, tevhidi gösteren, Âyât-ı Kur'aniyenin en kudsî bir tefsiridir. Aynen ismi gibidir. Nasıl ki Musa Aleyhisselâm elindeki asâsıyla kara taşlardan, çorak vadilerden, ateş fışkıran çöllerden âb-ı hayatı fışkırttığı gibi, Asâ-yı Musa da, vahdaniyet-i İlahiyeyi isbat etmesiyle dünya ve âhiret âlemlerini ziyadar edecek tevhid nurlarını fışkırtıyor; taş gibi kalbleri, mum gibi eritiyor, şevki ile gönülleri teshir ediyor.

Hem madem mahkemelerin beraeti mevcud ve vicdan hürriyeti var ve hiçbir memlekette ilim ile iştigal edenlere ilişilmiyor; şu halde ulûm-u evvelîn ve âhirîni câmi' olan Risale-i Nur'a da ilişmemek lâzımdır.

Risale-i Nur yurdun asayişine, sükûn ve selâmetine hizmet ettiğine delil: Milyonlar talebelerinin hiçbirisinde bir vak'anın görülmemiş olmasıyla beraber, hepsinin de namuskârane faaliyetleriyle müstakim görülmeleridir. Risale-i Nur Külliyatı, Asâ-yı Musa ile birlikte kütübhane-i mesaîmin harîminden alınması ile, her türlü suç unsurunun mevcudiyetini bizzât ref'eder. Zira her münevver adam, kütübhanesinde her nevi kitabı bulundurur, okur, tedkik eder. Mel'unane fikirleri neşreden ve anarşistliği telkin eden kitablar bile kütübhanelerde açıkça tedkike tâbidir.

Hülâsa: Risale-i Nur, Kur'anın bu asırda en yüksek ve en kudsî bir tefsiridir. Hakikatları semavîdir, Kur'anîdir. O halde Kur'an okundukça, o da okunacaktır. Risale-i Nur, mücevherat-ı Kur'aniye hakikatlarının sergisidir, pazarıdır. Bu ulvî pazarda herkes istediği gibi ticaret yapar. Uhrevî, manevî zenginliklere mazhariyeti temin eder.

Bu kadar maruzatımızla ifade etmek istedim ki: Maksadımız; imanımızı kurtarmaktır, imana hizmettir, Kur'ana hizmettir. Âhirete müteveccih olan bir hal ise, hiçbir gûna suç mevzuu olamaz. Mütemadiyen şikayette bulunduğumuz o gizli din düşmanları, türlü türlü entrikalarla, tertiblerle, iz'açlarla bizleri bu kudsî vazifeden men'etmeye uğraşmaktadırlar. Bizler ise bu kudsî yolda Kur'an ve iman için her şeyimizi fedaya seve seve hazırız. Değil dünyevî ızdırablar, cehennemî azablar da verilse, bıçaklarla da doğransak, en müdhiş ölümlere de maruz bırakılsak, asırlar boyunca milyonlar mübarek ecdadımızın feda-yı can

ettikleri bu kudsî hakikata, bizim canımız da feda olsun. Bir değil, bin ruhum da olsa, Kur'an için, iman için hepsini feda etmeğe her zaman hazırım.

Şu aziz vatanın taşları, toprakları, abideleri, kubbeleri, câmileri, minareleri, mezar taşları, türbeleri; Kur'anın tebliğ ettiği zemzeme-i tevhidi haykırıyorlar. İman ve Kur'anın ezelî nurunu, atom zerratına kadar nüfuz edip ilân ettiği tevhid hakikatını, hiçbir kuvvet bu vatanın ve bu milletin sine-i pâkinden silemez.

Muhterem mahkemenizden, yüksek adaletinizden; hakaik-i Kur'aniyeyi ve Vahdaniyet-i İlahiyeyi haşmetle ilân eden ve tevhidi azamî derecede gösteren Risale-i Nur Külliyatının iadesine ve beraetine karar vermenizi rica ederim.

Risâle-i Nur, Kur'an'ın malıdır. Arşı ferşe bağlayan Kelâmullah ile mâzi canibindeki milyarlar ehl-i iman, evliya ve enbiya alâkadar oldukları gibi, Risale-i Nur mahkemesiyle de manen alâkadardırlar. Çok ihtiyarlamış Arzın, dörtyüz milyon Müslüman sekenesi, Risale-i Nur'un beraetine ve serbestiyetine ve intişarına muntazırdırlar.

Mâzi tarafından perde-i gayb arkasına çekilen mübarek ecdadımızın nûranî kafileleri, ulvî makamlarından Risale-i Nur mahkemesine manen nâzırdırlar.

Müstakbel cebhesinin feyizkâr nesilleri, beraet (Haşiye) kararını bekliyorlar.

(Haşiye): Bu müdafaanın serdedildiği muhakeme, beraetle neticelenmiştir.

Emekli Yüzbaşı Mehmed Kayalar
 
Üst Alt