Mardin ile ilgili Efsaneler

ceylannur

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
2 Eylül 2011
Mesajlar
3,872
Tepkime puanı
37
Mardin ile ilgili Efsaneler

sahmaran.jpg


Şahmeran Efsanesi (Mardin) isimli yazı Mumsema Şahmeran Efsanesi (Mardin) Forum Alev


Şahmeran Efsanesi (Mardin)
Yöre: Mardin

Evvel zamanda, Mezopotamya topraklarında doğmuş bir efsane Şahmeran Yüzyıllardan beri anlatıla gelmiş çeşitli coğrafyalarda Özellikle yılanlık bir bölge olan Adana-Misis'te ve Mardin'de

Tahmasp isminde uzun boylu, geniş omuzlu, esmer tenli, çok yakışıklı bir genç yaşarmış zamanın durduğu bu şehirde

Binlerce yılanın yaşadığı bir mağaraya yanlışlıkla girmiş Tahmasp Mağaranın içi o kadar karanlıkmış ki hiçbir şey göremiyormuş, yalnızca etrafında dolanan yaratıkların sesini duyuyormuş Çaresizlik içinde beklerken bir ışık huzmesi belirmiş Işık huzmesi kendisine yaklaştıkça gözleri kamaşan Tahmasp, ellerini gözlerine siper ederek etrafında gezinen yaratıkların ne olduğuna baktığında uzunu, kısası, yeşili, siyahı ile envai çeşitte binlerce yılanın çevresini sarmış olduğunu fark etmiş Yılanların hepsi kafalarını kaldırmış, gelen ışık huzmesine doğru bakıyorlarmış Tahmasp da onların baktığı yöne doğru bakınca birden dona kalmış Çünkü Tahmasp, bu zifiri karanlık mağaranın içinde hayatında gördüğü en güzel kadının yüzünü görmüş birden Ona doğru daha dikkatli bakınca kadının belden aşağısının yılan olduğunu fark etmiş Kadın ona doğru ilerliyormuş, tam karşısında durmuş, gülümseyerek elini ona doğru uzatmış ve demiş ki;

"- Korkma benden Tahmasp Ben yılanlar ülkesinin kraliçesi Şahmeran'ım Benden sana zarar gelmez Ben dünya düzeni kurulmaya başladığı andan beri vardım Krallığıma hoş geldin Bundan böyle benim misafirimsin Şimdi yat ve dinlen Sonra seninle uzun uzun konuşuruz"
Böyle deyip geldiği yoldan geri gitmiş Tahmasp gördükleri karşısında yaşadığı dehşeti ve şaşkınlığı üzerinden atmaya çalışarak olduğu yerde kıvrılıp uyumuş

Ertesi sabah uyandığında Şahmeran'ı karşısında mükellef bir sofranın başında otururken bulmuş Tahmasp'ı kahvaltıya davet etmiş Şahmeran O ise gözlerini Şahmeran'dan alamıyormuş Şahmerdan da ona bakıyormuş kendinden geçmiş bir halde

"Bak Tahmasp," demiş "Ben insanlığın bütün tarihini biliyorum İstersen sana anlatayım" deyip başlamış anlatmaya Anlatmış, anlatmış, anlatmış günler boyu Bu sohbetler sırasında Tahmasp ve Şahmeran arasında tarihin en soylu aşklarında birisi başlamışGel zaman git zaman Şahmeran'ın anlatacağı bir şey kalmamış artık Tahmasp da anasını ve yeryüzünü özlemeye başlamış Bir gün dayanamamış ve düşüncesini Şahmeran'a da açmış Sevdiğinin kendisinden sıkıldığını ve artık gitmek istediğini duyunca önceleri kesin bir dille reddetmiş Şahmeran Ancak günler geçip Tahmasp'ın üzüntüsünden eriyip bittiğini görünce dayanamamış ve ona şöyle demiş:

"- Ey Tahmasp beni iyi dinle, sözlerime iyi kulak ver Biliyorum, gitmene izin verirsem sende bana ihanet edeceksin ve yerimi diğer insanlara söyleyeceksin Ancak bu topraklarda aşklar ölümünedir Seni çok sevdiğimden dolayı üzülmene dayanamıyorum Bu sebeple gitmene izin veriyorum Ancak bana bir söz vermeni istiyorum Ne sebeple olursa olsun başka insanlarla beraber suya girme"

Tahmasp, sevinçle Şahmeran'a sarılmış ve ona asla ihanet etmeyeceğine dair yeminler etmiş Tahmasp, mağaradan çıktıktan sonra bir köye yerleşmiş ve marangozluk yapmaya başlamış Arada sırada da gizlice mağaraya giderek Şahmeran'ı ziyaret ediyormuş Tahmasp'ın yaşadığı ülkenin kralı, birgün amansız bir hastalığın pençesine düşmüş Ülkenin bütün hekimleri gelmiş; ama kralın hastalığına çare olamamışlar Kralın kötü kalpli bir veziri varmış Vezir, her seferinde krala hastalığının tek çaresinin Şahmeran'da olduğunu söylüyormuş Ancak bu mutlu günler uzun sürmemiş

Onun etinden bir parça yemesinin kralın hastalığının dermanı olacağını kralın kafasına sokmuş Kral da Şahmeran'ın bir an önce bulunmasını emretmiş Bütün ülkede Şahmeran aranmış Sonunda bilge bir adam, bütün insanların gruplar hâlinde hamamlara ve nehirlere sokulmasını tavsiye etmiş Böylece Şahmeran'ın yerini bilen varsa onu bulabileceklerini söylemiş Vezir de ülkedeki herkesi hamamlara sokmaya başlamış

Askerler, Tahmasp'ın yaşadığı köye de gelmişler ve herkesi toplayarak büyük bir hamama götürmüşler Tahmasp, Şahmeran'a verdiği sözü hatırlayarak önce gitmek istememiş Ancak askerler, onu zorla içeri sokmuşlar Tahmasp, hamama girdikten sonra herkesin gözünün üzerine dikildiğini fark etmiş Kendisine bakınca bütün vücudunun yılanlarınki gibi pullarla kaplandığını fark etmiş Askerler, hemen Tahmasp'ı yakalayarak vezirin huzuruna getirmişler Kötü kalpli vezirin amacı, kralı iyileştirmek falan değilmiş Şahmeran'ı yakalayıp dünyanın bütün sırlarına sahip olmak istiyormuş Tahmasp'a günlerce işkence yaptıktan sonra Şahmeran'ın yerini söyletmiş Askerler, hemen gidip Tahmasp'ın söylediği yerde mağarayı bulmuşlar ve Şahmeran'ı oradan çıkarıp saraya getirmişler Şahmeran ve Tahmasp kralın huzurunda karşı karşıya gelmişler Şahmeran, üzüntülü ve utanç dolu Tahmasp'a dönmüş:
"Ey sevdiğim, üzülme Biliyorum ki sen bana kendi canın için ihanet etmedin ama bende sana dememiş miydim bu topraklarda aşklar ölümünedir diye Bak şimdi anladın mı? Sen üzülme ne olur!"
Tahmasp, Şahmeran'ın bu sözleri karşısında daha da utanmış Şahmeran, sözlerine devam etmiş:
"Şimdi size sırrımı vereceğim Kim ki benim kuyruğumdan bir parça koparıp yerse O bütün dünyanın sırrına ve gizemine vakıf olacak Her kim ki benim kafamdan bir parça koparıp yerse o da o anda öte dünyayı boylayacak"

Şahmeran, daha sözlerini bitirmeden; kötü kalpli vezir, elinde kocaman kılıcı ile atılıp Şahmeran'ın bedenini iki parçaya ayırmış ve kuyruğundan bir parça koparmış Tahmasp da duyduğu acı ve utancın etkisi ile fırlayıp oracıkta ölmek için sevdiğinin, Şahmeran'ın kafasından bir parça ısırıvermiş Kötü kalpli vezir kuyruktan kopardığı parçayı ağzına atar atmaz oracıkta can vermiş Tahmasp'a ise hiçbir şey olmamış Şahmeran, son anda yaptığı planı ile bütün bilgisinin sevdiğine geçmesine sebep olmuş Ancak Tahmasp, sevdiğini kaybetmenin acısına dayanamayarak kendisini dışarı atmış ve dağ bayır, ülke ülke dolaşmaya başlamış O günden sonra da Lokman Hekim efsanesi almış başını yürümüş

Zamanın Durduğu Efsane Kent Mardin

Zamanın Durduğu Efsane Kent Mardin.. Mumsema İslam Arşivi Zamanın Durduğu Efsane Kent Mardin..
Milattan önce 8000'lere değin uzanan geçmişinde birçok uygarlığın yerleşip solduğu, farklı kültürleri içinde harmanlamış, yoğurmuş şiirsel kent Mardin...
Zamanın Durduğu Efsane Kent Mardin..
Romalılar döneminde Maride, Persler döneminde Marde, Bizanslılar döneminde Mardia, Süryanilerin Merdo ya da Merdi, Arapların da Maridin adını yakıştırdıkları gizemli kent Mardin...

Daha nice isimler takılıp tanımlamalar yapılabilir Mardin üzerine. Türküler yakılabilir, şiirler ve efsaneler söylenebilir. Yazılanların, söylenenlerin hepsi de az gelir bu kente. Bu duyguyu tatmak için günler hatta haftalar boyu Mardin'de yaşamak, Yukarı Mezopotamya'nın ılık havasını solumak, labirenti andıran sokaklarını arşınlamak, bazı zaman da kaybolmak gerekir. Eşi benzeri olmayan kesme taş işçiliğini sergileyen yapılarıyla tüm kentsel kesimi SİT alanı ilan edilen dünyadaki ikinci kenttir.

Kent yapılarını incelerken Süryani ustaların bir kilim veya dantel dokurcasına işledikleri kesme taşlar karşısında şaşar kalırsınız. Mardin'de Süryani kiliseleriyle camilerin, medreselerin iç içe geçtiği kent dokusu içinde değişik zamanlarda bir kilise çanının sesiyle ezanın sesi birbirine karışır. Süryani papazla cami imamı bir sokak başında güneydoğu lehçesiyle derin sohbete dalar. Gümüş ve altın işlemeciliğinde ülke çapında ün yapmış ve hala varlığını sürdüren Süryani ustalarla Müslüman bakırcı ustaların yan yanalığına, iç içeliğine ne demeli? Tüm yapılarının SİT alanı içinde korumaya alındığı Mardin'de bu kültürler de korunmalıdır.

Mardin'in içinden geçen tek karayolu, kenti U biçiminde dolaşır. Bu karayolu aynı zamanda kentin ana caddesidir. Bu ana caddeden yan sokaklara araçlarla çıkılmaz. Labirenti andıran bu ara sokaklarda her şey insan gücü veya eşek katır türü hayvanlarla yapılır. Çarşıda, pazarda yapılan alışverişten eve sipariş edilen likit gaz tüpüne kadar yükler eşek ve katırlarla ya da insan gücüyle taşınır. Belediye, Mardin sokaklarında doğal yapısı gereği çöpleri hayvanlarla toplatır.

Mardin adeta bir açık hava müzesi görünümündedir. Kapıların üzerindeki taşlara çizilmiş resimler (eğer sahibi hacca gitmişse Kabe resmi vardır), işlemeler, kuş gagasını andıran kapı tokmakları, bir evin altından geçen sokağın devamı kemerli tüneller... Yapılardaki taşlara işlenmiş çeşitli hayvan ve meyve kabartmaları sizi günümüzden geçmiş yıllara düş yolculuğuna çıkarır. Kalenin eteklerinden 1385 yılında yaptırılmış Zinciriye Medresesi'nin kubbesiyle Şehidiye Camisi minaresi ve Ulu Cami'nin ovayla iç içe görünümü eşsiz bir panoramadır. Bu panoramaya sahip olan renk genelde sarıdır. Mardin'e damgasını vurmuştur sarı ve tonları...

Zinciriye Medresesi ve caminin giriş kapısındaki detaylardan sıyrılıp Şehidiye Camisi'ne nazır çay bahçesindeki küçük bir moladan sonra 12. yy.'da Artuklular döneminde yapıldığı sanılan, Akkoyunlu ve Osmanlılar döneminde onarım görmüş Ulu Cami'de soluklanmak ayrı bir keyiftir. Akkoyunlular dönemi eseri Kasımiye Medresesi'nin avlusuna uzanmak, çeşmesinden akan suyu doya doya yudumlamak...

Kenti U biçiminde bölen ana caddenin alt basamağında ise tüm kentin eşsiz güzellikte yapılarıyla en uç noktada kalesiyle bütünleşen bir panorama ile karşılaşırsınız ki bu Mardin'in tipik, klasik fotoğraflarda görünümüdür. Gezi sırasında zamanın durmasını istersiniz Mardin'de... Zaman su gibi kayar ayaklarınızın altından. "Geleli kaç gün oldu ki, daha ne kadar çok göreceğim yer, kuracağım dostluklar vardır." dedirtir size Mardin.

Farklı kültürlerden ve dinlerden insanların yan yana yaşadığı bu gizemli güneydoğu kenti her mevsim gezilebilir. Hele bir de 40 yılda bir yağan kara denk geldiyseniz deymeyin keyfinize..

Zamanın durduğu kent: Mardin

Fırat ve Dicle nehirleri arasında Mezopotamya bölgesinde, tarih boyunca pek çok medeniyet yerleşmiş. Bir dağın tepesinde kurulmuş olan Mardin ise, Yukarı Mezopotamya'nın en eski şehirlerinden biri. M.Ö. 3000 yıldan başlayarak yerleşim yeri olarak kullanılan Mardin; Artuklu, Akkoyunlu, Osmanlı dönemine ilişkin bir çok yapının yanında Süryani Manastır ve Kiliseleri de bünyesinde barındıran önemli bir açık hava müzesi. Roma kaynaklarında Maride olarak anılan kente Persler Marde, Bizanslılar Mardia, Süryaniler Merdo ya da Merdi, Araplarda Mardin derler.

Mardin, mimari, etnografik, arkeolojik, tarihi ve görsel değerleri ile zamanın durduğu izlenimini veren Güneydoğu’nun şiirsel kentlerinden biri aynı zamanda. Mardin'de, farklı dini inanışlar paralelinde, sanatsal açıdan da tarihi değeri olan camiler, türbeler, kiliseler, manastır ve benzeri dini eserler mevcut.

Uzaktan bakınca, altın rengi taşlardan yapılmış Mardin evlerini, kentin üzerinde kurulduğu tepelerin kayalığı ile iç içe görürsünüz. Dikkatli bir incelemeyle, oyma taşlar, evlerin ve kamu binalarının dekorasyonu kentin, mimari bakımdan bir hazine kutusu olduğunu ortaya koyar.

Mardin Evleri
Tarihsel geleneğin günümüze dek sürdürülmesinin bir sonucu olarak özgün mimari karaktere sahip bir yapılaşmayla birlikte anılan Mardin’in, kentle özdeşleşen kagir evleri, gerek plansal özellikleri gerekse malzeme ve bezemeleriyle Anadolu konut mimarisinde ayrıcalıklı bir konuma sahip.

Kentin bir açık hava müzesi şeklinde algılanmasına olanak tanıyan evler, kayalık ve volkanik bir tepenin güney yamacındaki kalenin eteklerinden ovaya doğru ve birbiri üzerine yükselen teraslar halinde yerleşmişler.

Geleneksel Mardin Evleri, U ya da L planlı, geniş avlulu ve 2-3 katlı yapılar. Kentin mimari kurgusunda kullanılan temel malzeme kolay işlenebilen kalker taşı. Kapalı yaşam biçiminin tüm özelliklerini taşıyan evler, yükseklikleri 4 metreye varan duvarlarla çevrili. Dış cephe, kapı ve pencereleri taş oymacılığının en güzel motiflerini yansıtan evler ön avlu cepheleri güneye bakacak şekilde inşa edilmiş.

Mardin Evleri, iklimsel koşullar, dayanıklılık ve tasarım estetiği gibi pek çok unsuru bir arada sundukları ölçüde, kültürel miras bileşenlerimizden biri olmaya devam edecektir.

Uzaktan bakınca, altın rengi taşlardan yapılmış Mardin evlerini, kentin üzerinde kurulduğu tepelerin kayalığı ile iç içe görürsünüz. Dikkatli bir incelemeyle, oyma taşlar, evlerin ve kamu binalarının dekorasyonu kentin, mimari bakımdan bir hazine kutusu olduğunu ortaya koyar.
Kentin mimari kurgusunda kullanılan temel malzeme kolay işlenebilen kalker taşı. Kapalı yaşam biçiminin tüm özelliklerini taşıyan evler, yükseklikleri 4 metreye varan duvarlarla çevrili.

Midyat
Mardin gibi bir müze kent olan Midyat, Mardin'den yaklaşık 1.5 saat uzaklıkta yer alıyor. Mardin'e benzer evlerin, taş konakların, kemerli geçitlerin, minare gibi yükselen çan kuleleriyle Süryani kiliselerinin bulunduğu Midyat, bir ortaçağ kentini andırıyor. Bölgeyi Süryaniler’in yavaş yavaş terk etmesi ve göç almasıyla şehir merkezi 2 km ötedeki Estel'e kaymış. Telkari diye bilinen taş işçiliğinin en güzel örnekleri Midyat'taydı. Bir kaç telkari ustası Midyat çarşısında mesleklerini sürdürmekte direniyorlar. Mutlaka izlemelisiniz...

Dara Harabeleri
Mardin'in güneydoğusunda 30 km. uzaklıkta Oğuz Köyü'nde yer alıyor. Burası eski Mezopotamya bölgesinin en ünlü kenti. Dara kent kalıntıları kayalar içine oyulmuş, çevresi 8-10 kilometreyi bulan geniş bir alana yayılmış. Buralarda mağara evler var kent kalıntıları içinde kilise, saray, çarşı ve depoları zindan, tophane ve su bendini halen görmek mümkün. Ayrıca köyün etrafında kayalara oyulmuş 6-7 tane kadar mağara eve rastlanıyor. Bunların tarihi Geç Roma (Erken Bizans) dönemine kadar gidiyor.

Beş Bin Yıllık Tarih
Verimli Mezopotamya ovasının ortasında yükselen, kalker ve lavlarla örtülü bir dağın yamacındaki Mardin, neredeyse bütün kültürlerin uğrak yeri olmuş. Kentin doğum tarihi M.Ö 3000 yılına dayanıyor. İlk konuklar ise şöyle sıralanıyor: Subarular, Sümerler, Akadlar, Hititler, İran’dan gelen Midiler. Daha sonra Asurlar, Urartular, Mitannîler, Aramîler, Persler...2 bin yıl sonra Büyük İskender. İlk Hıristiyanlar, II. yüzyılda Romalılar, Sasanîler, hemen ardından Bizanslılar. Araplar, IX. yüzyılda Hamdanîler, X. yüzyılın sonunda Mervanîler, XI. yüzyılda Türkmenler, XII. yüzyılda Artuklular. Haçlıların kılıç sesleri, ardından Eyyubîler sonra İlhanlılar. Karakoyumlu ve Akkoyumlu beylikleri. XVI. yüzyılda Safevîler, Osmanlılar ve nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti. Bir zamanlar birçok kültüre ve dine ev sahipliği yapmış olan bu yaşlı kentin tarihî dokusu; böylesine renkli, zengin ve karmaşık ...

Mardin Kalesi
Diğer adı “Kartal Yuvası” olan Mardin Kalesi, Subari, Sümer, Babil, Mitaniler, Asur, Pers, Roma, Bizans, Emevi, Abbasi, Hamdaniler, Selçuklular, Artuklu, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safaviler, Osmanlılar dönemlerini, kimi zaman zaferleri, kimi hayal kırıklıklarını yaşamış çok önemli bir kale.

MS.330 yılında ateşe ibadet eden ve güneşe tapan Şad Buhari isminde bir kral gelip Mardin kalesinde kalmış. Hasta olan kral, kalede iyileşince, kendisine bir kasır yaptırıp, 12 yıl burada yaşamış. Daha sonra kendi memleketi Pers ve Babil'den birçok asker ve sivil getirip, onları bölgeye yerleştirmiş. Getirilen halk sayesinde kent zenginlemiş, gelişmiş. M.S.442'daki bir veba salgını kale halkının sonu olmuş. MS. 542'e kadar Mardin Kalesi boş kalmış.

M.S.975 - 976'da Hamdaniler'-den Bin Abdullah Bin Ham, binlerce yıldır hakim bir konumda bulunan bu doğal kaleyi bir takım eklemelerle, daha korunaklı bir hale getirmiş.

Kalenin ovadan yüksekliği bin metre kadar. Kalenin bir kısmı sarp kayaların üzerine oturmuş. Kalenin güney kesiminde bir kule hala ayakta.


Zinciriye Medresesi
Medrese mahallesinde yer alıyor. 1385 tarihli yapı, dikdörtgen geniş bir alanı kaplayan cami, türbe ve çeşitli ek bölümlerden oluşmuş. Süslemeleri oldukça zengin.

Cennet Mağarası

ilifke’nin kuzeydoğusundaki eski Narlıkuyu Köyü’nün 3 km kuzeyindedir. Cennet – Cehennem ve Dilek mağaraları. Cennet ve Cehennem Mağaraları, 75 m arayla bir birlerine çok yakındırlar… Hemen Cennet Mağarasının 300 m batısında ise Dilek Mağarası yer alır.

Miyosen kalkerleri içinde yer alan bu obruk oluşumlar, yer altı sularının alttan yaptığı aşındırmaya bağlı olarak tavan çökmesi sonucu meydana geldiği sanılıyor. Elips biçimli obruklardan Cennet Mağarası adıyla anılanı 275 x 125 m, Cehennem Mağarası olarak bilineni ise 50 x 75 m boyutlarındadır.

Ağzı denizden 150 m yüksekte olan Cennet Mağarası’nın derinliği 135 m’dir. Roma dönemine tarihlenen merdivenli bir patika ile içine kolayca inilmektedir. Batı ucundaki büyük moloz yığını üzerinde küçük bir Bizans kilisesi vardır. Bu noktadan yine batıya doğru yeni bir mağara başlamaktadır. Bu mağaranın 45 m kadar içerlerinde de 12. yy’a tarihlenen küçük bir yer altı kilisesi vardır.

Cehennem Mağarası
Cehennem Mağarası’nın duvarları içbükey olduğundan içine inilememektedir. Tavanın göçmesi sonucu içe yığılan molozlar, batıdan doğuya doğru 30 derecelik eğilimle alçalır. Bu nedenle obruğun batı ucu 80 m, doğu ucu ise 110 m derinliktedir.
Cennet çöküğünün 75 m kuzeyindeki Cehennem çukuru da Cennet çöküğü gibi oluşmuştur. Kenarları içbükey olduğu için içerisine inmek mümkün olmamaktadır.

Bir kraterin adı cehennem olunca bu ada uygun olarak da bir çok efsaneye ev sahipliği yapmaktadır.
Kralların ceza evleri olmasından tutun, Tanrı Zeus’un alevler kusan yüz başlı ejderha Typhon’u buradaki bir kavgada yendikten sonra, onu Etna Yanardağı’nın altına sonsuza dek kapatmadan önce bir süre bu çukurda hapsetmiş olduğu söylene gelir.
 
Üst Alt