Lazlarda Evlilik Gelenek ve görenekleri-Düğün Adetleri

ceylannur

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
2 Eylül 2011
Mesajlar
3,872
Tepkime puanı
37
Lazlarda Evlilik Gelenek ve görenekleri-Düğün Adetleri
Lazlarda evlilik olayı çoğunlukla büyüklerin inisiyatifinde olurdu. Evlilik çağına gelen erkeklere ana babanın yanı sıra eş dost kız bakardı. Eğer gençler yakın çevredense birbirlerini tanırlardı. Yok eğer uzak köylerden olursa çoğunlukla enişte daveti denen nişandan önce birbirini görme şansları olmazdı.

Kız istemenin de epeyi meşakkatli bir süreci olurdu. Kız istenmeden önce erkek tarafı yakınları, kız tarafı yakınları ile temasa geçerdi. Kız tarafının olumlu yada olumsuz tavrına göre hareket edilirdi. Eğer kız tarafı olumlu bakarsa iş biraz daha kolay halledilirdi. Ama kız tarafının olumsuzluğu durumunda erkek tarafı için çok zor olan ikna çabaları süreci başlardı. Araya hatırı sayılı kişiler konurdu. Olmadı köyün yada kasabanın ileri gelenleri devreye konurdu. Oda olmasa kız tarafının hatırından çıkamayacağı kişiler aranırdı. Yine de olmazsa artık genelde bu işin peşi bırakılırdı. Bazen de genelin dışına çıkılıp halletme yoluna gidilirdi ki bu ayrıca değinilmesi gereken kız kaçırma olayıdır.

Erkeğin şansı daha çok yeri yurdu ve geniş arazisine bağlı olurdu. Kız tarafı en çok, arazisi var mı anlamına gelen ” ocağı kuğuni” diye sorardı. Eğer yeri yurdu tamam ise de öyle kolayca iş bitmezdi. Bu sefer de delikanlının soyu sopu, huyu suyu ve ahlakı araştırılırdı. Her şey olumlu sonuç verirse kız tarafı erkek tarafına kızı isteyebilirler haberini gönderirdi. Kız tarafının belirleyeceği uygun günde erkek tarafı kızı istemeye giderdi. Bu randevular akşamdan sonra verilirdi. Ne kadar her şey olurunda olsa da kız tarafı ilk istemede evet demezdi. Düşünmek için zaman isterlerdi. Bu düşünmek için zaman isteme, işin olacağını işaret ederdi. Eğer olmayacaksa kız tarafı kesin ret cevabı verirdi. İlk istemeye gidilirken damat adayları kesin götürülmezdi. Ancak işin biteceği son istemede damat adayı yanlarına alınır fakat yine doğrudan kızın evine götürülmezdi. (Bazen damat adayının gittiği de rivayet edilir) Damat adayı eve yakın uygun bir yerde beklerdi. Bazen de damat adayları hiç götürülmez büyükler işi bitirir damat adayına müjde verilirdi.

Burada en hassas konu, kız tarafı evet dedikten sonra hemen o akşam işi sağlama almaktı. Bu da erkek tarafının kızın nüfus cüzdanını alması ile sağlanırdı. Buna "nüfus koçani" denirdi. Nüfus koçanı erkek tarafından alındıktan sonra silah atışları başlardı. Durumdan haberdar olan komşular böylece silah seslerini duyunca işin bittiğini anlamış olurdu. Ve asıl zor günler başlardı.

Enişte daveti nişan
Nüfus koçanı alındıktan sonra artık inceden inceye hazırlıklar başlamaktadır. İlk yapılacak önemli iş enişte davetidir (nişan). Bu işler her iki tarafın kadınları tarafından organize edilip gün kesilirdi. Erkekler sadece bilgi amaçlı haberdar edilirdi.

Enişte daveti adından da anlaşıldığı gibi kız evinde yapılırdı. Hazırlıklara bir hafta öncesinden başlanıp davet için özgün Laz yemekleri hazırlanırdı. Bu yemeklerin hazırlanmasında komşu kadınların yardımları çok önemlidir. 150-200 kişinin yiyeceği yemeğin hazırlanması ve damak tadı verilmesi çok meşakkatli bir iştir. Bu işin idaresi genelde yaşı biraz ilerlemiş kadınlara verilirdi. Her köyde çok güzel yemek yapabilen, davet ve düğün yemeğini organize edebilen kadın sayısı üç-beşi geçmezdi. Ki bu kadınların yemeklere verdikleri damak tadını bilmeyen olmazdı. Bazıları çevre köylere de nam salmıştır. Bu tip kadınlardan biri böyle yemeklerin başına getirilirdi.

Yemek çeşitlerinde sulu tencere yemekleri olmazdı. Etli pilav, sade pilav, sütlaç (şekersiz, süt tadında), lahana sarma, Laz böreği, Baklava ve şekerleme olurdu. Lahana sarma işini genelde evlilik çağındaki komşu kızları yapardı. Hatta bazı kızlar en küçük bozuk para olan bir kuruş yada beş kuruşluklardan bir taneyi sarmanın içine koyarlardı. Davete gelenlerden bekar birine bu sarma rastlarsa onun kısmeti olacağına inanılırdı. Bu çok yapılan bir uygulama olmasa da böyle evliliklerin de olduğu rivayet edilir.

Lazlarda haremlik-selamlık olayı olmasa da gelen davetliler erkekler ayrı, kadınlar ayrı odalara alınırdı.

Bu arada evlenecekler için çok önemli olan bir gelenekten söz etmek gerekir. Önceden de belirttiğimiz gibi bu gençler çoğunlukla birbirlerini tanımaz, büyüklerinin referanslarına güvenirlerdi. Bu enişte daveti aynı zamanda iki gencin birbirini ilk göreceği zamandı. Davet boyunca gelin ve damadın birlikte olacağı bir oda ayrılırdı. Bu odada kız ve erkeğin çok yakını olan birkaç kişi gelin ve damada refakat ederdi. Yalnız bu kişiler refakat etmeden önce, akşamın erken saatlerinde damat ve gelini yanlarında hiç kimse olmadan bu odada bir araya getirip birbirlerini biraz olsun tanımalarına fırsat verirlerdi. Lazlarda gelin ve damadı ilk defa bir araya getirme olayına “ok'ot'k'oçu” (okotkoçu) denir. Okotkoçu kelimesi Lazcada, bir araya atmak, bir araya koymak gibi genel anlamda kullanılır. Eğer insanlar yada canlılar için kollanılıyorsa, bir araya getirip baş başa bırakmak anlamını verir.

Kendilerini ilk defa o an görüp tanıyacak gençler için okotkoçu anı çok önemlidir. Bu gelenek mutlaka yerine getirilirdi. Bir-iki saatlik sürede kendileri ile ilgili merak ettikleri hususlar karşılıklı konuşulup bir ön tanışma olduktan sonra iki tarafın da çok yakını olan 5-6 kişi gelin odasına alınırdı. Artık bundan sonra gelin, gelinliğini yapmaya başlardı. İlk adım olarak damat ve damat tarafı ile konuşmaz, onların sorularına yanıt vermezdi. Ne kadar dil dökseler para etmezdi. Gelin biraz da kendini naza çekerdi.

Davet evinde kurulan sofralara önce erkek tarafı misafirler yemeğe alınırdı. Kız tarafına yemek sırası ancak misafirler bittikten sonra gelirdi. (Misafir erkek tarafıdır, zira kız tarafı düğünde misafir olur) Sofralar parti parti 5-6 kez kurulurdu. Büyüklerin yemek işi bittikten sonra bütün çocuklar toplanıp ayrıca çocuklara sofra kurulurdu. Çocuklar böyle bir geleneği bildiklerinden ısrar edilse de büyüklerle yemeğe oturmazlardı. Büyükler doymasalar bile kararından çok yemeye utanırdı ama çocuklar böyle bir sınırlamayı hiç bilmezlerdi. Bu anlar böyle gecelerde çocuklar için hiç kaçırılmayacak anlardı.

Yemek olayının asıl püf noktası misafir (erkek tarafı) sofralarında olurdu. Her yemek bitiminde kız tarafından bir kişi boş tepsi ile masada dolaşır yemek yiyenlerden para toplardı. Erkek tarafından herkes hazırlıklı giderdi. Sofraya oturup tepsiye para koymayan olmazdı. Böyle bir mecburiyet olmasa da sıkı bir gelenekti. Orada toplanan para davet masraflarını fazlasıyla aşardı.

Asıl zor sofra enişte sofrasıydı. Enişte tarafından ağır toplar enişte sofrasına otururdu. Enişte sofraya çağrılıp eşlik ettirilirdi. Bu sofrada ağır toplar olduğundan parada da ağırlık olurdu. Zor olmasının sebebi paradaki ağırlık değildi. Bu bilakis ev sahibinin işine gelirdi ama enişte sofrasının ağır topları yemek bitince kalkmazlar, başka ekstralar da isterlerdi. İşte bu istekler kız tarafını epeyi terletirdi. Bunlar kimi zaman bir kaç tepsi baklava, bir tepsi şekerleme şeklinde olsa da, bu işin asıl geleneği tavuk yada horoz (canlı, giderken götürülürdü) istemekti. Eğer ev sahibinde tavuk yoksa komşulardan temin edilirdi. Tavuk yada horoz sözü alındı mı sofradan kalkılırdı. Bazen bu durumlarda ufak danalar istendiği de rivayet edilir.

Davetlerde kız tarafından herhangi bir hediye alınmazdı.

Yemek işleri bir kaç saatte ancak biterdi. Yemekten sonra saatler epeyi ilerlediğinden artık tulum şişerdi. Eğer hava yağmurlu yada mevsim soğuksa evin en büyük alanı horon için boşaltılırdı. Eğer mevsim yazsa horon için bahçe tercih edilirdi. Artık bundan sonra eğlence başlardı. Laz düğünlerinde horon erkekler tarafından oynanır, kadınlar seyrederdi. Tabi bu kadınlar horon oynamazdı gibi algılanmamalıdır. Hem kızların ayrıca oynadığı kız horonu var, hem erkeklerle karışık da oynarlar. Bizim sözünü ettiğimiz düğünlerdir. Böyle gecelerde ancak horoncuların çağrısı ile gelin-damat horona iştirak eder. Bu çağrılar kaynanaya da yapılırdı. Bunun dışında Laz düğünlerinde erkekler horon oynardı ve horon sabaha kadar aralıksız sürerdi.

Bu arada önemli bir konuyu da atlamamak gerekir. Bu hem enişte daveti ve hem düğünler için geçerlidir. Kadın ve erkeklerin ayrı odalarda toplandığını belirtmiştik. Aslında sadece kadın ve erkek olmayıp yaşlılar ve gençler de ayrı odalarda olurdu. Yani yaşlı kadınlar, yaşlı erkekler ve genç kızlar, genç erkekler hep ayrı ayrı odalarda olurdu. Bunun en önemli sebebi gençlerin yaşlıların yanında rahat hareket edememesidir.Yaşlılar genelde yaptıkları koyu sohbetin dışında ara sıra dayanamayıp horonun içine daldıkları da olurdu. Böyle durumlarda horona giren yaşlıya horoncular çok saygı duyardı. Horona komut veren kişi tulumcuya ritim değişikliği komutunu vererek gelen kişi onurlandırılırdı. Yaşlı kişi on-on beş dakika kadar oynadıktan sonra horonu gençlere bırakıp alkışlar içinde ayrılırdı. Yaşlılar genelde köyle ilgili sorunlar, memleket meseleleri ve avcılık maceraları üzerine koyu sohbetler ederdi. Düğünde sabahlamayıp gece yarısı evlerine dönerlerdi. Sabahlamak gençlerin işiydi.

Ayrı odalarda olan kızlar erkek horonunu izledikleri gibi kendi aralarında da kız oyunları oynardı. Kızların oynadığı “kız mendil” adında bir oyun vardı, genelde bu oyun oynanırdı. Hatırladığım kadarıyla “kız mendil, mendili mendil / kız mendil, mendili mendil / oyalı da mendil” gibi sözleri vardı. Bu oyun genç kızların oyunuydu. Bazen erkeklerin de bu oyunu seyretmesi ayıp sayılmazdı.

Horon dışında başka oyunlar da olurdu. Bunlardan en yaygın olarak bilinen “kamçı oyunu” dur. Bu oyun gecenin çok geç saatlerinde sabaha yakın bir zamanda oynanırdı. Oturularak oynanan bir oyun olduğu için horon yorgunluğundan sora olurdu. Kamçı oyunu iki taraf arasında oynanan bir oyundur. Taraflar sekizer-onar kişi olabiliyor. Tamamen genç oyunu olup çok geç oynandığı için eğer o saate kadar düğünde kalan yaşlı varsa ancak seyrederdi. Kız ve erkeklerin karşılıklı oynayabileceği gibi, kız erkek karışık olarak da oynanırdı. Asıl çekişme kızlar ve erkeler karşılıklı rakip olunca olurdu. Bazen de kız tarafı ve erkek tarafı olarak da rakip olunabiliyordu. Bu oyuna gelin ve damat mutlaka iştirak eder ve birbirine rakip olurdu. Kimi zaman öyle kamçı oyunları olurdu ki düğünden sonra bir hafta konuşulurdu.

Kamçı oyunu: Oyunun kuralı adından da anlaşılacağı gibi resmen dayaktır. Kamçı, bezden yada çarşaftan saç örgü şeklinde örülerek yapılan çok sert bir dayak alettir. Oyuna başlarken çarşaf istenip o an örülür. Oyunun püf noktası, avuç içinde saklanan fasulye tanesi, düğme yada bozuk para gibi herhangi bir şeyi yumruk şeklinde sıkılmış hangi avuçta olduğunu bulmaktır. Beşer kişiyse on avucun, onar kişiyse yirmi avucun birinde o saklanan şeyi bulmak hiç de kolay olmaz. Önce taraflar kaçar kişi ise karşılıklı yüz yüze gelecek şekilde sandalyelere otururlar. İki taraf arasındaki mesafe en fazla bir metre kadar olur. Sonra taraflar arasında kamçı mı düğme mi kurası çekilir, kamçı çıkan taraf kamçıyı alır. Düğme çıkan taraf oturduğu yerden arkasına dönmeden ellerini arkasına götürüp avuçların bir tanesine düğmeyi koyduktan sonra tamam komutu ile herkes kapalı avucunu dizinin üstüne koyar. Karşı taraftan sadece bir kişi (bu kişiler sıra ile her sefer değişir) rakiplerin dizinin üstündeki avuçlara boş dolu diyerek düğmeyi bulmaya çalışır. Boş denen avuç açılır eğer boşsa aynı yöntemle düğme bulmaya devam edilir. Düğmeyi bulursa yada dolu olduğuna eminse, kapalı olan avuçtan direkt ver diye isteyebilir. Düğmeyi bulursa ekip dayaktan kurtulduğu gibi düğmeyi de alır ve aynı yöntemle eller arkaya götürülerek düğme avuçların birine bırakılır. Bu sefer karşı taraftan biri düğmeyi bulmaya çalışır. Bulursa alacağı gibi bulamazsa avuçlar açılıp uzatılır ve kamçılar alabildiğine hızla vurulur.
Bu oyunda canı yanıp ağlayan kızlar çok olur. Çünkü kamçıyı vurmanın bir ölçüsü yoktur. Erkekler hele ki kızlar içlerini de yakmışsa artık Allah ne verdiyse hiç acımazlardı. Yalnız gelin ve damat incitilmez, onlara hızlı vurmak ayıp sayılır.

Burada eğer yakalanabilirse çok ince bir püf noktası var. Tarafların içinde düğme yada fasulye tanesinin kimde olduğu bilinmez. Sadece kimin avucundaysa o bilir. Eller arkaya götürüldüğünden kimse tarafından görülemez ve doğal olarak ekibin içindekiler de bilemez. Yalnız avucu dolu olan diğerleri kadar rahat olamayıp, dikkat edilirse gözlerinden, bakışından ve yüz ifadesinden kendini ele verebilir.

Kamçı oyununun sabahın erken saatlerinde sona ermesi ile enişte daveti de bitmiş olur. Kamçı ile kabarıp şişen ellerin acısı üç beş gün geçmezdi.

Enişte davetinden sonra artık nişanlılık dönemi başlardı. Nişanlılık dönemi ne kadar meşru sayılsa da yine gençler kolay kolay serbestçe bir araya gelemezlerdi. Gelinin damat evine gelmesi çok hoş karşılanırdı ama damadın gelin evine gitmesi hoş karşılanması bir yana öyle kolay becerilecek iş değildi. Ancak kızın babasından alınacak izinle olurdu bu iş. Eğer baba yoksa ağabey yada büyük kardeşin rızasıyla damat gelebilirdi. Eğer kardeşler de yoksa, eh o zaman biraz kolaylaşırdı. Ayrıca damat öyle tek başına çıkıp ben geldim diye kızın evine gitmek değil kapısından geçemezdi. Ancak babadan izin alınarak kız kardeşi, yengesi, komşu kızları ve annesi gibi kadın grubundan oluşan bir ekiple gidebilirdi. Burada kaynananın fikri hiç sorulmaz. Çünkü bütün kaynanalar damatlarını çok sever ondan yana olur. Damat eve geleceği zaman nerede ise enişte davetinin yarısı hazırlık olur. Baklava, börek, şekerleme, kavrulmuş fındık, kaymak, peynir tavalama damadın baş yemekleridir. Damat giderken ceketinin ceplerine şekerleme (Lazlarda bu şekerleme olayı çok farklıdır, bilinen şekerlemelere benzemez. Malzemesi un, tereyağı ve şekerdir. Yumruk büyüklüğünde üstü hafif konik, oval bir şekli vardır. Sadece damatlar için özel yapılır) ve kavrulmuş fındık konur, bir kısmı da bohçaya bağlanıp yanında verilir. Eğer kaynana damadın evine gidecekse, bir tepsi baklava ve bir tepsi şekerleme ile gider. Lazlarda damada çok aşırı değer verilir. Hatta Lazlara kız verme, Lazlardan kız al derler. İşte bütün bu abartıların altında kaynana vardır. Üç beş yıl kadar bir süre damat eskimez ve hep iltifat görür. Evin en güzel köşesi, en güzel odası, en güzel yatak yorgan onundur. En güzel yemekler onundur. Kavrulmuş fındık ve şekerleme onundur. Bu yüzdendir ki evin erkek tayfası damadı pek sevmez. Onun için nişanlılık döneminde damatlar elini kolunu sallayarak rahat bir şekilde kız evine gidemezler. Fakat kaynanalar bunun da çözümünü bulurlar. Bu çözümün adı Lazca’da “sica metkobinu” dur. Gizli yöntem. Baba ve kardeşlerden gizli olarak yapılan buluşturmadır bu. Ve bu yöntemde yakalanma riski de yüksektir. Baba ve evdeki erkeklerin evde olmadığı zamana denk getirilir. Fakat yine de babanın ne zaman eve geleceği hiç belli olmaz. Bu durumlarda çok damatların pencereden atladığı rivayet edilir.

Bu konuda günümüze kadar gelmiş destanlar vardır. Onlardan birine bakarsak yazılanların abartı olmadığını görürüz.

Sicalepeşi Destanı

Lazistaniz var giğunan çkar nosi
Sicaz koçi oxoyi gamakosi
Var gaçaşi goykta gekçasen kusi
Eloğliren giçkitaz dadi çkimi

Oxoyizti var gelosonz kuzi
Sica yado konoxedunan purzi
Var ikitxen paxali do ucuzi
Veresiya kortaşi dadi çkimi

Esnafik ti arişi jur noçarams
Borcisti faizi keluçarams
Badi skaniz kartali eşuçarams
Borci giğun yado dadi çkimi

Badi skanik kartali ikitxaşi
Ar zirati gurpicis xe moyntxaşi
Kata xaftaz burği goyntxaşi
Elbetki borci içaren dadi çkimi

Badi elaxedas kerençi xoraz
Sica tusa bureğiz komuxedas
Noğamisa ar ğormaz konoxedas
İxosaraz kayi usons dadi çkimi

Haşopete moboga do sicaz çi
Megomskunan mşkeyişi biga eçi
Var yançuyi hemuz boz ona meçi
Sadrazami şartuyi dadi çkimi

Damatların Destanı

Lazistanda hiç yoktur aklınız
Ne varsa damada yedirip evi süpürdünüz
Yediremeyince basar tekmeyi görürsünüz
Eloğlu derler bilesin teyzeciğim

Evinizde bir kaşık bile yok
Durulur mu damadın üstüne o kadar çok
Ucuzu pahalıyı soran da yok
Veresiye var diye teyzeciğim

Esnaflar bire iki yazıyor
Borcun üstüne faiz diziyor
İhtiyar adamına mektup yazıyor
Borcun var diye teyzeciğim

Adamın mektubu okuyunca
Görseydin elini göğsüne vurunca
Her hafta börekler açılınca
Elbet borca yazılır teyzeciğim

İhtiyar oturup kuru ekmek yesin
Damat sıcak böreğin başına geçsin
Gelin bir delikten gözlesin
Hoşuna da gidiyor teyzeciğim

Böylelikle kazancımı damada yedir
Dayak yakışır hepinize bire bir
Yetmedi mi ona kızını verdiğin
Sadrazam değildi ki be teyzeciğim

Not: Bu destan Arhavi’li Nuri Duduşi tarafından yazılmıştır. Kendisi birinci dünya savaşında genç yaşta ölmüştür. (Türkçeleştiren Kamil Aksoylu)
 
Üst Alt