Kevser

ömr-ü diyar

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Nisan 2011
Mesajlar
3,345
Tepkime puanı
25
Çokluk, pek çok şey, her şeyin çoğu Cennetteki bir ırmak veya havuz. Kevser, peygamberlik, Kur'an, İslâm, hayır, saâdet, şefaât, namaz ve Peygamber (s.a.s)'in mûcizeleri olarak tefsir edilmiştir.

Araplar sayısı çok, miktarı yüksek, kıymeti yüce olan her şeye Kevser derler. Bu bakımdan Kevser kelimesi yukarıda sayıları manâları ihtiva ettiği gibi genel anlamda hayırlı olan her şeyi de içine alır Kur'an-ı Kerim'de Allah: "Ey Muhammed! Doğrusu sana Kevseri verdik" (el-Kevser, 108/1) buyurmuştur. Âyette, hu kelime geçtiği için de sûreye Kevser sûresi adı verilmiştir. Sahîh olan rivâyete göre kevser, Hz. Peygamber'in ümmetinin kıyamet günü başında toplanacağı havuz veya ırmaktır.

Yine sahih olan rivâyete göre Kevser havuzu cennettedir. Havuz ile kevserin aynı olduğu rivâyet edilmişse de, kevser cennetteki ırmağın ismidir. Bir rivâyete göre, havuzdan çıktığı için bu havuza da kevser denilmiştir.

Havz-ı kevser cennet kapılarının yanındadır. Sahih görüşe göre, iki tane havuz vardır. Biri sırattan önce mahşer yerinde; diğeri ise cennettedir. Bunların ikisine de kevser havuzu denilir. Hz. Peygamberin ifadesiyle, kevser havuzu; son derece büyük olup, suyu kar'dan daha soğuk, baldan daha tatlı ve miskten daha güzel kokuludur (Ahmed b. Hanbel, II, 132). Bardakları gökteki yıldızla birdir (Tirmizî Kıyâme, 14; Ahmed b. Hanbel, III, 225). Bu havuzun başına önce Hz. Peygamber (s.a.s) geçecek ve takım takım, cemaatler halinde gelen ümmetine ondan şerbetler sunacaktır. İçmek saadetine eren bahtiyarlar ebediyyen susamak nedir bilmeyeceklerdir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Benim havzım Eyle ile Aden arasındaki mesafeden daha uzundur. O kardan daha beyaz, sütle karışık baldan daha tatlıdır. Kabları yıldızların adedinden çoktur" (Müslim, Tahâre, 36). Ancak bir takım insanlar havuza yaklaşmışken araya bir engel konularak ondan içemeyeceklerdir. Hz. Peygamber bu durumu şöyle anlatmıştır: 'Ümmetim havza, benim yanıma gelecek. Ben de tıpkı bir adamın kendi develerinden başkasının develerini kovduğu gibi birtakım insanları havuzumdan kovacağım" Sahâbîler "Ey Allahım peygamberi, Sen bizi tanıyabilecek misin?" dediler. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle cevaplandırdı: "Evet sizin başka hiç kimsede bulunmayan bir simanız olacak, benim yanıma abdest eserinden yüzleriniz ve ayaklarınız nurlu olarak geleceksiniz. Ama sizden bu grub yanıma gelmekten mutlaka alıkonulacak ve gelemeyecekler. Ben "Ya Rabbi! Bunlar benim ashabımdandır" diyeceğim. Bana bu Melek şöyle cevap verecek: "Onların senden sonra ne bid'atler çıkardığını biliyor musun?" (Müslim Tahâre, 38).

Havz-ı kevseri ispat eden hadisler manevi mütevatir derecesini bulmuştur. Elliden fazla sahâbe tarafından bu hadisler rivâyet edilmiştir. Dalâlet fırkalarından Haricîler ve Mutezile'den bir kısım âlimleri havuzu inkâr etmişlerdir. Hz. Peygamber'in havuzdan kovacağı fırkalar, münafıklar ve mürtedlerdir. Çünkü onlar mü'minler gibi önce abdest aldıklarından, elleri ayakları nurlu gibi haşredilirler, fakat Hz. Peygamber onları simalarından tanır ve havuzun başından kovar bazı alimler bu kovulanları büyük günah sahibi mü'minler ve bid'atları küfre varmayan bid'at fırkalarıdır şeklinde yorumlamıştır. Hariciler, Rafıziler ve diğer bid'at grupları buna dahildir.

Bir rivâyete göre her peygamberin bir havzı vardır. Havzının başında elinde asası olduğu halde duracak ve ümmetinden tanıdıklarını davet edecektir. Hz. Peygamber (s.a.s) havuzunun büyüklüğü ve havuzu başında toplanacak ümmetinin çokluğu ile diğer peygamberlere temayüz edecektir.

Kevserin başka bir manası da şöyle açıklanabilir. "Biz sana Kevser verdik." Buradan ayrıca şu anlamda çıkmaktadır: "İslâm düşmanları, senin mahvolduğunu, sana daha önce verilen nimetlerden de mahrum olduğunu sanıyorlar. Ama gerçek şu ki, biz sana sınırsız iyilik ve sayısız nimetler bağışladık." Bunun içine nübüvvet, Kur'an, ilim ve hikmet gibi büyük nimetler de girer. Bu, tevhid ve hayat nizamının nimetini de kapsamaktadır. Bu nimet, herkesin anlayacağı akıl ve fıtrata uygun, bütün dünyaya yayılabilecek özellikteki evrensel usûlleri içerir ve sürekli yayılma gösterir. Bu, Rasûlüllah'ın davetinin daha sonra evrensel bir ümmet meydana getirmesine ve bu ümmetin hak din İslâm'ın bayraktarı olması nimetine de şâmildir... (Mevdudi, Tefhimü'l Kur'ân VII, s. 265).

Zübeyr TEKKEŞİN
 
Üst Alt