Kendi kendini temizleyen Saros Körfezi

ceylannur

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
2 Eylül 2011
Mesajlar
3,872
Tepkime puanı
37
Su altı akıntılarının fazla olması, herhangi bir büyük yerleşimin olmaması Ege denizinde yer alan en temiz bölgelerden biridir Saros körfezi. Özelliği ise kendi kendini temizleyen denizlerden biri olması. Yılda üç defa kendini temizleyen deniz, şubat, nisan ve temmuz aylarının 15. veya 18. günü başlayıp, 25. veya 28. günü sona eren temizleme işleminde tabanda soğuk su ve yüzeyde sıcak suyun oluşturduğu akıntılar körfezi içine atılan tüm artık ve atık maddelerden kurtararak berrak görüntü sağlar.

Saros.jpg

Enez ve Keşan kıysı olan körfez turizm açısından; su altı zenginlikleri, balıkçılık, dalış gibi etkinlik ve ekonomik gelir sağlanmaktadır. Keşan sahilleri; Erikli, Mecidiye, Yayla, Gökçetepe, Danişment ve Sazlıdere sahil kasabalarıdır. Enez sahilleri; Vakıf, Büyükveren, Sultaniçe, Gülçavuştur.

Sultaniçe Kenti anımsatan nesneleri bir bir geride bırakan ve sonunda denize uzanan, yumuşak kıvrımlı keyifli bir yol… Çiftçilik, hayvancılık ve balıkçılığın yapıldığı Enez’e bağlı Sultaniçe köyü Saroz Körfezi kıyısında.

İstanbul, Silivri, Tekirdağ, Keşan, oradan saptın mı bir yan yola, alır götürür seni Saroz Körfezi’nin kıyı köylerine. Bu yörede çevreyi bilmeden çıkılan bir yolculukta kaybolma ihtimali bir hayli fazla olsa da bizim hedefimiz belli. Enez’e bağlı Sultaniçe köyü.

İlk kez üç yıl önce konukları olmuştum Sultaniçelilerin. Bir Enez gezisi sırasında tanıştığım balıkçılar buyur etmişlerdi beni. O gün balık yoktu. Ama misafir için çabucak hazırlanan bir sofra, o damakta uzun süre kalan lezzetleriyle yemekler, üç yıldır unutamadıklarımdandı. Bunun da ötesinde, o güzel yeşil gözlerle bütünleşen yumuşak bakışlar ve tebessümler beni tekrar çekti Trakya’nın bu Ege kıyılarına.

Keşan’dan Çanakkale yönüne döndükten sonra ikinci dörtyolda Enez tabelasını görürsünüz. Sağa dönüp biraz yol almaya başladığınızda kentten koptuğunuzu hissedeceksiniz. Her geçen kilometrede size kenti hatırlatan nesneler birer birer azalacak, otobüslerin yerini traktörler, çatık kaşların yerini kasketli tonton bakışlar alacaktır.

Hafif hafif yükselip alçalan arazi yapısıyla, yumuşak kıvrımlarıyla oldukça keyiflidir Enez yolu. Yol boyu geçilen tarım arazileri ve aralara serpilmiş gibi otlayan koyunlar pencereleriniz kapalı olsa dahi Trakya havasını size taşır…

Sultaniçe, Enez’e bağlı 19 köyden biri. Yolda sohbet ettiğimiz bir Enezli, ‘‘On dokuz köyden en iyisi. Halkı hem kazanmasını bilir, hem de yemesini. Çok çalışkan, namuslu, medenidir’’ diyor. Sonra ekliyor, ‘‘Valla, doğru köy seçmişsiniz gezecek’’.

Büyük Evren köyünü geçince Sultaniçe tabelasından sola, deniz tarafına doğru yöneliyoruz. İlk geçtiğimiz köy Küçük Evren. Yol, köyün içinden şöyle bir kıvrılıp kendini tekrar buğday tarlalarına, otlayan ineklerin mekân tuttuğu arazilere bırakıyor. Ege Denizi’yle karşılaşıyoruz. Arabamız tepeyi döndüğünde bir vadi ve ucunda dalgalanan mavi, manzaramız oluyor. Bu hoş görüntüyü bir nebze sahiplenmeye çalışan kooperatif inşaatları biraz canımı sıksa da, baharın ilk kelebekleri, bir de oraya yeni varmış leylekler moralimi düzeltmeye yetiyor. Yol üstündeki ikinci köy Gülçavuş. Sultaniçe köyü ise Gülçavuş’a neredeyse omuzunu dayamış. Aralarında bir dere, üç beş parça tarla var sadece.

Bir köprüden köye giriyoruz. Önümüzde ilerleyen inekler biraz yavaşlatıyor bizi. Sürünün başında yürüyen küçük kız, pencereye doğru eğiliyor, yüzüne düşen altın rengi saçlarını eliyle kulağının arkasına toplarken ‘‘Hoşgeldiniz’’ diyerek karşılıyor bizi. Bu yemyeşil gözler yine çıkıyor karşıma. O meşhur mozaiğin belki de en cıvıltılı renkleri bu gözler.

Sultaniçelilerin ataları 1893 yılında Bulgaristan’dan İstanbul’a göçmüş. Devletin onlara verdiği araziyi beğenmeyip, Trakya’nın içlerine doğru yol alarak yerleşecekleri bir bölge aramaya başlamışlar. Bir sultanın kızına ait bu arazilerde karar kılmışlar. Mevsim yazmış. Bir çırpıda yapılan evlerle girilmiş kışa. Bakmışlar yerleştikleri tepe çok ayaz yapıyor, sahile doğru, rüzgârdan korunan bir vadiye taşınmışlar. Çevresinde ormanlık alanların bulunduğu bu vadinin bir ucu deniz, bir ucu Sultaniçe. Arada da tarlalar ve sahile doğru kooperatif siteleri yer alıyor.

Tarım köyün en önemli girdisi. Satmak için yetiştirilmese bile, her evin meyve ağaçlarının da bulunduğu bahçesinde, o aileyi bir yaz doyuracak kadar sebze ekimi yapılıyor. Yaklaşık 300 haneli Sultaniçe’nin yarısı çiftçilikle geçiniyor.

Hayvancılık ise Sultaniçeliler için Bulgaristan’dan getirdikleri bir kültür. Son on yıldır, Romanya’dan geldiği söylenen ithal inekler hayvancılığı daha da kârlı hale getirmiş. Günde yaklaşık 25 litre süt veren bu hayvanların bakımı da oldukça kolay.

Bir sabah uyandığımızda köy meydanında kurulu süt toplama istasyonuna bir peynir fabrikasının kamyonunun yanaştığını görüyorum. Hemen ardından kovalarla, bidonlarla herkes sütünü satmak için gelmeye başlıyor. Veresiye defterinden anladığım, yaklaşık 100 ailenin hayvancılık yaptığı. Bir günde toplam dört ton süt toplandığını söylüyor fabrika çalışanı. Sabah kahvaltısında her gün süt içmeye alışmış köpeğim için bu istasyon adeta bir cennet. Kuyruğunu sallaya sallaya kokluyor gelen kovaları. Kovaların sahiplerine gülücükler dağıtıyor. Sultaniçelilerin konukserverliği bir kez daha kendini gösteriyor burada…

Köyün bir başka geçim kaynağı da balıkçılık. Hemen hemen 50 hane bu yoldan kazanıyor ekmeğini. Saroz Körfezi cömert. Burada hem Karadeniz’in, hem de Akdeniz’in balığını bulmak mümkün; mürekkepbalığı ve ahtapot yüzleri hep güldürüyor. Lüfer zamanı lüfer, sardalya zamanı sardalya, köyde kurulan balıkçılar kooperatifi sayesinde İstanbul masalarına ulaştırılıyor. Son yıllarda Samsun’dan gelen trol teknelerinin ekolojik dengeleri bozmaya başladığından ve sahil güvenliğin bu konuda beceriksiz davrandığından yakınıyor balıkçılar.

Köy içindeki yürüyüşümüz, sohbetlerle renkleniyor. ‘‘Kızanlar koşun. Gelin resminizi çeksin ağabey.’’ Çocuklar koşuşturuyor etrafımızda. ‘‘Benim resmimi çeker misin’’ diye kimse sormuyor, ama o gözlere bakan ne istediklerini hemen anlıyor.

Avlular günlük yaşamın biçimlendiği mekânlar Trakya’da. Bahçede ekmeğin pişirildiği kerpiçten yapılmış ocak mutlaka mevcut. Avluların bir tarafında insanların yaşam mekânı, diğer tarafında ise tuvalet ve ahır bulunuyor. Eski binalar kerpiçten yapılmış. Dış cepheleri hava şartlarına dayanması için çimento ile sıvanmış. Duvarların topraktan ve kalın olması sayesinde evler oldukça sağlıklı. Yazın soğuk, kışın sıcak olmasına rağmen, dayanıksız olmaları nedeniyle köy halkı zamanla tuğla binalara yönelmiş. Arazinin darlığına nüfusun artması da eklenince, iki katlı tuğla binaların oluşumu başlamış. Yine de kerpiç evlerin içindeki yaşamlar bu kültürün halen devam ettiğini gösteriyor. Kerpiç veya tuğla, tüm evler kıbleye dönük Sultaniçe’de. Bu sayede, bilinçsiz de olsa bir şehir planlaması oluşmuş köyde. Yollar genelde birbirini 90 derece kesiyor ve çıkmaz sokak yok. Yavaş yavaş kaybolan kerpiç evleri düşünerek sahildeki tatilcilerin ‘‘Yapı Kooperatifleri’’ni de geziyorum. Gezerken, onların birbirlerine iki metre otuz beş santim mesafe ile bakan balkonlarının yerinde geniş avlulara yayılmış kalın toprak duvarları düşlüyorum…
 
Üst Alt