Kalem sûresi

ömr-ü diyar

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Nisan 2011
Mesajlar
3,345
Tepkime puanı
25
Kur'an-ı Kerim'in altmış sekizinci sûresi. Elli iki âyet, üçyüz kelime, bindört yüzelli altı harften ibarettir. Fasılası "mim" ve "nun" harfleridir. Mekke'de Fatiha sûresinden sonra nazil olmuş; sûre adını el-Kalem veya en-Nun kelimelerinin geçtiği birinci âyetten almıştır.

Sûrede Hz. Peygambere ve Kur'ân'a karşı İslâm düşmanlarının ileri sürdükleri itirazlara karşı, Peygamber (s.a.s) en güzel sıfatlarla övülmekte, O'na yalan ve iftiralarla dil atanların çirkin sıfatları sıralanıp acı azapla cezalandırılacakları hatırlatılmaktadır. Daha sonra bu gibi mağrur ve şımarık insanların nasıl bir cezaya çarptırılacağı misalleri verilmektedir. Bütün bunlara karşılık sırat-ı müstakim yolundan ayrılmayan müttaki müslümanlara cennet vadedilmektedir. Sûrede Allah Peygamberi (s.a.s)'ne her şeye rağmen tebliğ görevin devam edip o şımarıkları kendisine bırakmasını öğütlerken bir yandan da Allah yolunda çalışma ve tebliğ görevini bırakan Yunus Peygamberin uğradığı acıklı son hatırlatılıp, sabır ve kararlılık tavsiyesi yapılarak sona ermektedir.

İslâm karşıtı müşrikler Kur'ân âyetlerini dinlediklerinde kendi aralarında; "Bu hiçbir şairin şiirine uymayan birşeydir. Olsa olsa Hz. peygamber (s.a.s)'e başkaları öğretiyordur" diyerek Hz. Peygamber'e cinlenmiş, mecnun diyerek alaya alıyorlardı. Ancak Allah: "sen Allah'ın nimetine, mazhar olmuş bir kimsesin, mecnun değilsin"(2), diyerek müşriklerin Peygamberimize karşı olan ithamlarının yersizliği anlatılmaktadır.

Bu âyetin asıl gayesi kâfirlerin Kur'ân yüzünden Allah Rasûlüne mecnun dediklerini ve bu iftiraya en açık kesin bir cevabın Kur'ân'ın bizzat kendisinin verdiği anlatılmaktadır.

"Şüphesiz sen yüce bir ahlâk sahibisin" (3). Rasûlüllah yalnızca Kur'anî talimatları insanlığa tebliğ etmekle kalmamış, o talimatları kendi zatında da tatbik ederek buna örnek olmuştur. Rasûlüllah'a yapılan ithamlara karşı Allah O'nun yüce bir ahlâkta olduğunu böylece beyan eder. O'na dil uzatanlar şiddetle kınanarak "O kimse herkesi kınar ve laf taşır, iyiliğe engel olur, haddi aşandır, kötü amel sahibidir, kabadır. Üstelik soysuzdur"(11-13) denilerek onların vasıfları anlatılmakta ve onların bütün itham ve karalamalarla müslümanlardan taviz koparmaya çalıştıkları anlatılmaktadır. "Onlar istediler ki sen taviz veresin... " (9). Yani, onlar senden İslamî tebliğde biraz gevşeklik göstermeni isterler. Karşılığında da sana karşı muhalefetlerini hafifletecekler. Onların sapıklıklarına uyarak yönetim ve dinlerini reddetme konusunda kendi dininden taviz verirsen onlar da seninle uzlaşacaklar. Onların bu hain ve sinsice planlarına karşı Allah; "Yakında onun burnunu dağlayarak damgalayacağız" (16). O böylece zelil olacak, hem dünyada hem de âhirette vereceğimiz bu zilletten hiç bir zaman kurtulamayacak haberi ile Allah'ın Rasûlü teselli edilmekte ve müşriklere uymaması hatırlatılmaktadır. Malları ve mülkleriyle şımaran insanları nasıl bir sonucun beklediği sûrenin sonuna doğru anlatıları kıssa ile canlandırılıyor. "Biz vaktiyle "bahçe sahiblerine" belâ verdiğimiz gibi, bunlara da belâ verdik. Hani onlar; Sabah olurken (kimse görmeden) onu devşireceklerine yemin etmişlerdi. Onlar istisna da etmiyorlardı. Fakat onlar daha uykudayken Rablerinin katında kuşatıcı bir âfet bahçeyi sarıverdi'de bahçe kapkara kesildi. Onlar, sabah olurken "Madem devşireceksiniz, hadi erkenden gidin!" diye birbirine seslendiler. Derken, "Aman bu gün yanınıza hiç bu yoksul yanınıza sokulmasın!"diye fısıldaşa fısıldaşa yola koyuldular.

"Evet yoksullara yardıma" güçleri yettiği halde, onları yardımdan mahrum etmek gayesiyle erkenden yola düştüler. Fakat bahçeyi gördüklerinde, "Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!.. dediler. Yanlış yere geldiklerini anlayınca da şöyle dediler; bizi mahrum bırakılmışız" (26/17). Mekke müşrikleri kendi bahçelerini tahrip olmuş bir halde görünce "herhalde biz yolumuzu şaşırdık ve yanlış bir yere geldik " (26) dediler. Biraz düşündükten sonra bunun gerçekten kendi bahçeleri olduğunu farkederek hayıflandılar. "Değil, bizi mahrum bırakılmışız" (27). Sûre bu kıssadan sonra müslümanların büyük mükafata uğratıldığı, Allah'tan korkanlar için Rableri katında nimetler dolu cennetin beklediği anlatılmaktadır. Daha sonra itaat eden müslümanların mücrim olamayacaklarını müşriklerin bu iddiaları, "Ne biçim hüküm veriyorsunuz yoksa Kur'an'dan ayrı bir kitabınız var da ondan mı okuyorsunuz" (37-38) gibi cevaplarla karşılık verilir.

Kur'an tekrar "Sor onlara (neye güveniyorlar) garantileri nedir? Yoksa Allah'a koştukları ortakları mı (onlara garanti verecek) Doğru söylüyor iseler ortaklarını çağırsınlar" (4041). Fermanıyla meydan okumakta ve Kur'an'a karşı bütün güçlerini kullanmalarına rağmen bunun boşa çıkacağı bildirilmektedir. Siz kendi kendiniz hakkında hüküm vermektesiniz. Bunların hiç bir temeli yoktur. Akıl ve mantığa terstir. Üstelik, Allah'ın gönderdiği hiç bir kitaptan da bir delil gösteremezsiniz. Hiç biriniz Allah'ın böyle bir vaadde bulunduğunu iddia edemez. Öte yandan sizin mabud kabul ettiklerinizle sizi cennete sokacaklarına dair bir garanti de bulamıyorlar. O halde bu yanlış fikirleri nereden alıyorsunuz?

Sûrenin sonuna doğru Allahu Teâla Rasûlüne her şeye rağmen sabırla tebliğ görevine devam etmesini bildirmektedir. "Sen Rabbin hüküm verinceye kadar sabret. Balık sahibi (Yunus (a.s.)gibi aceleci olma" (48). "O kâfirler (Kur'an-ı) zikri dinledikleri zaman neredeyse seni gözleriyle devirecekler. "O delidir" diyorlar. Halbuki 0, bütün alemler için nasihattır" (51-52). Allah böyle olmasını istemiştir. İlk günden bugüne kadar. O'nun koruyucusu ve sahibi de Allah'tır. Müdafâasını O yapar. Çünkü O'nu yalanlayanlara karşı O savaşır. Bu davaya inananların, hüküm verenin en hayırlısı olan Allah, hükmünü verinceye kadar sabretmeleri gerekir.

Ayrıca sûrede müşrik ve münâfıklar karşısında sıkılan Rasûlüllah (s.a.s) güzel sıfatlarla övülerek teselli ediliyor. Allah'ın Rasûlüne mecnun diyenler en çirkin sıfatlarla teşhir edilerek onlar için hazırlanan akıbetin ne kadar acı olduğu bildiriliyor. Rasûlüllah'a müşrik ve müfterilerin iftirâ ve yalanlarına sabır göstererek tebliğ görevine devam tavsiye edilirken Yunus (a.s.) gibi sabırsızlanıp emri İlahi gelmeden görevi terk etmenin acı sonucu hatırlatılıyor. Netice olarak Kur'ân-ı Kerimin bütün âlemlere bir uyarı olarak gönderildiği belirtiliyor.

Naci YENGİN
 
Üst Alt