Istimvâl

ömr-ü diyar

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Nisan 2011
Mesajlar
3,345
Tepkime puanı
25
Mal edinmek, malı arttırmak. Devletin özel kişi veya kuruluşlara ait malı kamulaştırma (istimlâk) yollarından birisi. Bir hukuk terimi olarak; devlete olağanüstü hallerde bazı menkullerin mülkiyetini veya kullanma yahut yararlanma hakkını, gayrimenkullerin de kullanma ve yararlanma hakkını, haklı bir tazminat karşılığında kazandıran bir işlemi ifade eder. El konuları mal, olağanüstü hal sona erince sahibine geri verileceği için muâmele bir yönüyle "âriyet"e benzer.

İstimlâk, yalnız gayrimenkuller için söz konusu olduğu ve bunların mülkiyetinin Devlete geçmesini kapsadığı halde, istimvâl (rekizasyon) sadece menkullere ve bunların mülkiyetine veya sadece kullanma ve yararlanma hakkına ilişkindir. İstimâlin amacı; bir ülkede savaş zamanında veya fevkalâde hallerde ordunun ihtiyacı için bazı gıda maddelerine veya eşyaya yahut askerin yerleştirilmesi için bir kısım gayri menkullere geçici olarak el koymak, bunların kullanım ve yararlanma hakkına sahip olmaktır. Yine bazı fevkalade ihtiyaçları karşılamak üzere bir fabrikanın geçici olarak işgal edilmesi yoluyla kullanma ve yararlanma hakkının elde edilmesi de istimvâlden ibarettir. İslâm hukukunda, istimvâl benzeri uygulamayı Mekke'nin fethinden sonra Huneyn Gazvesi sırasında (8/630) görmekteyiz. Hz. Peygamber Mekke fethi için Medine'de yola çıkınca Havâzin ve Sakîf kabileleri, saldırının kendilerine yapılacağını sanarak savaş hazırlıklarına başladılar. Mekke'nin fethinden sonra da bunu sürdürdüler. Hz. Peygamber Abdullah b. Ebî Hadred vasıtasıyla düşmanın faaliyetleri hakkında bilgi topladı. Savaşa karar verince silâh ihtiyacı gözden geçirildi. Henüz müşrik olan Safvan İbn Ümeyye'nin elinde zırh ve silâhların bulunduğu Resulullah (s.a.s)'a haber verildi. Hz. Peygamber Safvan'a; "Ey Ebû Ümeyye! Yarın gidip düşmanımızla karşılaşacağız. Şu silâhlarını bize ver" buyurdu. Safvan; "Ya Muhammed! Zorla (gasp) almak, geri vermemek üzere mi istiyorsun?" diye sordu. Hz. Peygamber; "Hayır, sana teslim edinceye kadar bizde emanet olarak kalmak, kırılan ve yitirilenleri tazmin etmek üzere istiyoruz" buyurdu. Safvan; "Öyle ise bunda bir sakınca yok" dedi. Yüz tane zırhla, onlara yetecek kadar silâh verdi. Ayrıca Safvan bu zırh ve silâhları, Hz. Peygamber'in isteği üzerine Evtas'a kadar kendi devesiyle taşımayı üstlendi (Ebû Dâvud, Büyû', 88; Ahmed b. Hanbel, Müsned III, 104; V, 465; Zeylaî, Nasbu'r-Râyeli Ehâdisi'l Hidâye; eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, Mısır t.y., V, 299; Vâkidî, Meğazî, Kahire 1965, III, 89; İbn Hişâm, Sîre, Beyrut 1391/1971, IV, 83; Taberi, Tarih, Mısır 1326, III, 127; İbnü'l Esîr, Beyrut 1385/1965, II, 262).

Hz. Peygamber bu savaş için, amcasının oğlu Nevfel b. el-Hâris'ten de üçbin tane mızrak almıştı (Vâkıdî, a.g.e., III, 890).

Hanefilere göre, âriyet eşya, âriyet alanın elinde kullansın veya kullanmasın, emânet hükümlerine tabidir. Karşıt, normalin dışında kullanım veya, kusur bulunmadıkça, telef halinde tazmin edilmesi gerekmez. Çünkü bu taktirde âriyet alan bakımından tazmini gerektiren bir sebep bulunmamış olur. Vedîa ve kira akdinde olduğu gibi burada da tazmin gerekmez (es-Serahsı, el-Mebsût, t.y., XI, 135: el-Kâsanî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1328/1910, Vl, 117; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Kahire, t.y. VII, 103; el-Meydânî, el-Lübâb, İstanbul t.y. II, 202).

Âriyet alanın, âriyet eşyayı kendi malı gibi koruması gerekir. Bu, mal sahibinin iyiliğine karşılık bir iyiliktir. Kur'an'da şöyle buyurulur: "İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir" (er-Rahmân, 55/60).

Mâlikîlere göre, elbise, mücevherat gibi saklanması mümkün olan şeylerin kaybolması hâlinde, âriyet alan bunları tazmin eder. Hayvan ve gayrimenkul gibi saklanamayan şeylerin telefinde ise tazminat gerekmez. Dayandıkları delil Safvan b. Ümeyye hadisi ile, "hıyânet etmedikçe, âriyet alanın tazmin sorumluluğu bulunmadığını bildiren" hadistir. Bu hadislerden ilki, saklanabilen ikincisi ise saklanamayan mal çeşidiyle ilişkili görülmüştür. (ez-zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, Dımaşk 1405/1985, V, 66).

Şafiîlerin sağlam görüşüne göre, âriyet alan, eşyayı izin sınırını aşarak kullanır ve bu sırada telef olursa, telef olduğu gündeki kıymetini tazmin eder. Ancak İslam hukukçuları Safvan hadisini delil göstererek izin sınırları içindeki kullanımdan ötürü telef olsa tazmin gerekmediğini ifade ederler. Hanbelîlere göre ise, aşırı kullanım olsun veya olmasın, âriyet eşya, emanet alanın elinde telef olduğu takdirde, telef günündeki kıymeti üzerinden tazmin edilmesi gerekir. Delil yine Safvan hadisidir. Hz. Peygamber'in bu hadisteki "tazmin edilecek bir âriyet olarak istiyorum" sözü, âriyetin niteliğini ve hükmünü belirlemektedir. Başka bir hadiste de; "El, aldığı şeyden, onu geri verinceye kadar sorumludur" (Ebû Dâvud, Büyu: 88; İbn Mâce, Sadakât, 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 8, 13) buyurulur.

İslâm hukukunda âriyet, eşya sahibinin rızasıyla, yararlanmayı bedelsiz olarak mübah kılmaktadır. Bedel tesbit edilirse bu, kira akdine dönüşür. Huneyn Gazvesi için âriyet olarak zırh ve silâh alımına gelince; bunun normal zamanlarda alman âriyetten bazı farkları olmalıdır. Şöyle ki;

a. Bu menkuller, sahibinden olağanüstü ve savaş şartları içinde alınmıştır.

b. Âriyeti veren henüz İslâm'a girmemiş bir müşriktir.

c. Safvan, bu savaş teçhizatını vermediği takdirde, zorla alınacağım düşünmekte ve bu yüzden de "gasb yoluyla mı istiyorsunuz?" sorusunu sormaktadır.

d. Savaşta kullanılacak olan bu malzemenin hasara uğraması veya telef olması önceden tahmin edilebilmektedir.

Bu özellikler dikkate alındığında Safvan b. Ümeyye hadisindeki bu âriyete, "mal sahibinin zararı tazminata cebrî âriyet" adı verilebilir. Bu duruma göre; olağanüstü ve savaş hallerinde İslâm Devleti'nin, ordunun ihtiyacı olan bazı menkul veya gayri menkullere kullanım amacıyla geçici olarak el koyması mümkün ve caizdir. Ancak böyle bir durumda, malına el konan kişinin iradesi zorlandığı için, kasıt, kusur veya ihmal bulunsun veya bulunmasın, emânet alman eşyanın telef olması hâlinde, âriyet verenin uğrayacağı zararlar tazmin edilecektir. İşte bu el koyma, beşerî hukuktaki "istimvâl (rekizasyon)" den başka bir şey değildir. (bk. "istimlâk ve Âriyet" mad.).

Hamdi DÖNDÜREN
 
Üst Alt