- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 9,107
- Tepkime puanı
- 81

İslâm, diğer şahsiyetlerden tamamen farklı ve seçkin bir şahsiyet oluşturmakla insanı eksiksiz bir şekilde tedavi etmiştir. İslâm, İslâm akidesi ile insanın fikirlerini tedavi etmiştir. Zira İslam akidesini insan için üzerine fikirlerini oturtacağı ve bu esasa göre de mefhumlarını oluşturacağı fikri kaide haline getirmiştir. Böylece İslâm akidesiyle ölçmek suretiyle doğru fikir ile yanlış fikri birbirinden ayırt edebilir. Fikri kaide olmasından dolayı fikri, İslâm akidesi üzerine bina eder. Böylece insanın akliyeti bu akide üzerine oluşur. İnsan, bu fikri kaide ile seçkin bir akliyete sahip olur. Kendinde fikirler için doğru ölçüler bulunur. Böylece fikir sapmasından emin olur. Bozuk fikirleri reddeder. Doğru fikir ve sağlam bir kavrayış üzerinde kalır.
Aynı zamanda İslâm , insanın içgüdü ve organik ihtiyaçlarından kaynaklanan davranışlarını, bu aynı akideden çıkan Şer’i hükümlere göre dosdoğru bir şekilde tedavi eder. İçgüdüleri en güzel bir şekilde düzenleyip onları ne baskı altında tutar ne de tamamen salıverir. İnsan için, huzur ve istikrar sağlamaya yönelik olarak ihtiyaçlarını birbiriyle uyumlu bir şekilde doyurabileceği bir ortam hazırlar.
İslâm , İslâm akidesini akli bir akide olarak düzenledi. Böylece İslâm akidesi, fikirleri ölçmek için fikri kaide olmaya elverişli hale geldi. Aynı zamanda bu akideyi, insan, hayat, kâinat hakkında külli bir fikir haline getirdi. Bu külli fikir ile kâinatta yaşayan canlı bir varlık olan insanın içindeki ve dışındaki sorunlarını çözüme kavuşturdu ve İslâm akidesini genel bir mefhum olmaya elverişli hale getirdi. Yani İslâm akidesini yönlendiriciler ile mefhumlar arasında sentez yapma işlemi esnasında doğal olarak kullanacağı, eğilimleri için bir esas olarak alabileceği ölçü haline getirdi. Böylece İslâm, insanda, mefhumları ve eğilimleri için birlikte yani, aynı anda akliyeti ve nefsiyeti için kesin bir ölçü olarak kullanabileceği kesin bir kaide meydana getirdi. Bu şekilde de diğer şahsiyetlerden tamamen farklı seçkin belirli bir şahsiyet oluşturdu.
Buna göre İslâm’ın , İslâm akidesi ile İslâm şahsiyetini oluşturduğunu, zira aynı akide ile insanın akliyetini ve nefsiyetini meydana getirdiğini görüyoruz. Bundan dolayı İslâmî akliyet, yalnızca İslâm esasına göre düşünen zihniyettir. Yani İslâmî akliyet, sadece düşünen ve bilen zihniyet değil, hayat hakkındaki düşünceleri için genel ölçü olarak sadece İslâm’ı ölçü kabul eden zihniyettir. Uygulama amaçlı ve gerçeklikle ilgili olarak düşüncelerinin tamamı için İslâm’ı ölçü olarak ele almadıkça insanda İslâmî akliyet meydana gelmez.
İslâmî nefsiyet ise; bütün eğilimlerini İslâm esası üzerine kuran nefsiyettir. Yani sadece şiddetli ve tutucu bir şekilde kendisini ibadete vermek değil , doyurulmak istenen ihtiyaçlarının tamamı için yalnızca İslâm’ı genel ölçü haline getiren nefsiyettir. Ancak uygulama amaçlı ve gerçeklikle ilgili olarak ihtiyaçlarının tamamını İslâmî ölçülere göre doyuran kimsede İslâmî nefsiyet meydana gelir.
Âlim veya cahil oluşuna bakılmaksızın farzları ve mendupları yerine getiren , haramları ve mekruhları terk eden veya bunlarla beraber müstehab olan itaatleri yapan ve şüphelerden kaçınan kimsede, bu akliyet ve nefsiyet ile İslâm şahsiyeti oluşur. Bu tür niteliklere sahip olan herkeste “İslâm şahsiyeti”nin varlığından bahsedebiliriz. Çünkü İslâm esasına göre düşünen ve arzularını İslâm’a tabi kılan herkes İslâm şahsiyetine sahiptir.
Evet , İslâm, bu akliyetin gelişmesi, her fikri ölçmede yeterli güce sahip olabilmesi için kişinin İslâm kültüründen daha fazla beslenmesini emretmektedir.
Yine İslâm , İslâm’a ters düşen her eğilimi reddedebilme gücüne sahip olabilmesi ve bu nefsiyeti kuvvetlendirebilmesi için farzlardan öte şeyleri, mendupları ve mustehapları yapmayı emretmekte ve haramlardan öte şeyleri, mekruhları da terk etmeyi istemektedir.
Ancak bütün bunlar bu şahsiyeti yükseltmek ve en üst seviyeye ulaşma yolunda yürümesini sağlamak için vardır. Fakat bu ifade , bu niteliklere sahip olmayanlarda İslâm şahsiyetinin olmadığı anlamına gelmez. Davranışlarını İslâm’a bağlı kılan avamdan kimseler de ve sadece farzları yerine getirmek, haramları da terk etmekle yetinen eğitim görmüş kimselerde İslâm şahsiyetine sahiptirler. Her ne kadar kuvvet bakımından aralarında fark olsa da bunların tamamı İslâmî şahsiyettirler.
Bir insanın İslâmî şahsiyete sahip olmasına hüküm verirken önemli olan , kişinin düşüncelerine ve eğilimlerine İslâm’ı esas kılmasıdır. İslâmî şahsiyetler, İslâmî akliyetler ve İslâmî nefsiyetler arasındaki farklılıklar da buradan kaynaklanmaktadır.
İslâmî şahsiyeti melek olarak tasavvur eden birçok kimse de bu nedenle yanılmaktadır. Kesinlikle insanlar arasında melek bulunmadığı halde melekler arayanların topluma vermiş oldukları zarar gerçekten de pek büyüktür. Hatta kendilerinde bile böyle bir özelliği bulamadıkları için ümitsizliğe düşmekteler ve ellerini Müslümanlardan çekmektedirler. Bu hayalciler İslâm’ın ancak hayal olduğunu , İslâm’ın yüksek ideallerden ibaret olduğunu dolayısıyla insanın İslâm’ı hayatta uygulamasının ve bu uygulamalara sabretmesinin mümkün olmadığını ispatlamaya çalışırlar. Böylece insanlar İslâm’dan yüz çevirmekte birçoklarını İslâm’ı yaşamaktan uzaklaştırarak onları amelde felce uğratmaktadırlar.
**********
**********
