İslamcılar nerede ve ne durumda

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
Düzene karşı olduklarını; düzeni yıkmak, Allahın düzenini kurmak istediklerini söyleyen adamlar gerçekten samimi mi?
Eğer gerçekten böyle düşünüyorlarsa onların yeri ya hapishane veya tımarhanedir.
Bu toplumda yaşamak isteyen toplumla bir şekilde uzlaşmak zorundadır. Başka yolu yok.
Bence düzene muhalif olduklarını, düzenin hiçbir şeyine itibar etmediklerini söyleyenler ancak babanın cebine koyduğu harçlıkla okul okuyan-
üniversiteli gençler ve onları buna kışkırtan son derece kurnaz, tuzu kuru pişkin adamlardır.
O tuzu kurulara top değse bir şey olmaz. Düzene muhalif gibi görünüp esasında düzenin bütün nimetlerinden yararlanıyorlar.

Düzenin diplomasıyla, İslam mücahidi diye alkışlıyanlar kendileri hangi kosede acaba saklaniyorlar..
sözüm meclisten dışarı..samimi mumin kardeslerim alinmasin.. bunlari yazdi isem muhakak ki ardinda bir hikmetti ve gercek vardir..
 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
İslamcılık, kimine göre: İslam’ın hayat bulması, hükümlerinin uygulanması, dünyanın her tarihsel ve toplumsal durumunda yeniden kurulması ideali.

Kimine göre: Belli bir yoruma indirgenmiş, siyaset ve siyasallaştırma biçimi.

Kimine göre: Liberalizm, Sosyalizm ve Milliyetçilik gibi bir ideoloji.

Kimine göre: Hiçbir zaman yitip gitmeyen bir ütopya.

Kimine göre: Bir cümleyle dinin siyasette istismarı.

Daha ılıman, daha nesnel bir tanımlamaya göre İslamcılık: 19. yüzyıl ortalarında ortaya çıkan dini ve siyasi bir düşünce akımı. Bir tecdid (yenileme), ıslah (düzeltme), ihya (canlandırma) hareketi.

Siyasi hedef açısından; İslam birliği (İttihad-ı İslam, Panislamizm) İslam’ı algılayış ve yorumlayışları açısından “modern İslam” veya “reformist İslam” olarak değerlendirilebilir.

Bazı temsilcileri: Mısır’da, Afgani, Abduh, Reşit Rıza ve Seyyid Kutup. Hindistan’da, Seyyid Ahmet Han, Seyyid Emir Ali ve Muhammed İkbal. Türkiye’de, Mehmet Akif, Said Halim Paşa, Filibeli Ahmet Hilmi, Said Nursi, Necip Fazıl, Nurettin Topçu. İran’da Ali Şeriati.

Amaçları kabaca şöyle özetlenebilir: İslam’ın ilk dönemindeki heybet ve şevketi 20. Yüzyıl başlarına taşıyarak İslam toplumunu içinde bulunduğu bunalımdan kurtarmak.

Daha anlaşılır bir tabirle; Müslüman toplumların makus talihini küresel ölçekli siyasal bir inkılabın zafer tacı ile değiştirmek.

Eğer amaç buysa itiraf etmekten niye çekinelim: “İslamcılık, siyasal bir ideoloji olarak çoktan çöktü. Omuzlarındaki ağır iktidar yükü onu çökertti.”

“Doğulu-batılı tüm sistemlerin ört pas edilemez iflası, laikliğin ortaçağ sakat din anlayışına dayanan temellerinin İslam karşısında gümbür gümbür yıkılışı, insanlığın kurtarıcıyı çağıran imdat sesleri… Ve tartışılmaz gerçeğin ifadesi: İstikbal İslam’ındır.”

Her kelimesi buram buram manifesto kokan bu satırlar, İslamcı akımın belki de en sevimli ve en samimi siması olan merhum Seyyid Kutub’a ait. Aradan bunca yıl geçmesine rağmen, bu temennilerden hangisi gerçekleşti?

Batılı hangi sitem iflas etti?

Laikliğin hangi temeli İslam karşısında gümbür gümbür yıkıldı?

Hangi istikbal İslam’ın oldu? (çok yerde istikbal Müslümanların oldu ama İslam’ın hiçbir zaman olmadı)

Aslında dürüst olarak konuşmak gerekirse bu temennilerin tam tersi gerçekleşti.

İslamcıların hiçbir rüyası veya hülyası reel hayat tarafından doğrulanmadı daha doğrusu onaylanmadı. Onlar, çevrelerinde olup biten can yakıcı hiçbir sorunla direkt olarak yüzleşmediler, yüzleşemediler.

Mesela Türkiye’deki İslamcılar en sahici bir gerçek olan Kürt sorunu ile hala dolayımsız bir yüzleşmeyi göze alamıyorlar. Ya erteliyorlar ya atlıyorlar. Bütün ideolojilerin manevrasıdır bu.

Yakıcı gerçekler karşısında ya geçmişe sıçrarlar, ya da geleceğe atlarlar. Her iki durumda da rahatlar çünkü vakıadan yani şimdi’den kaçmıştır. Reelden, hayattan, yalınkat gerçeklikten hep kaçtılar. Gözlerini kapadılar. Sonuçta realite baskın çıktı.

Altan Tan: “İslamcı düşünürlerin bilinçaltlarında ümmetçilikten çok milliyetçilik var” diyor, haklı olarak.

Afgani, milliyetçi reflekslerle verilen direniş hareketlerini açıkça destekler. Türkiyeli İslamcı aydınlar, anadilde eğitim ve eşit yurttaşlık konusunda amasız, fakatsız, lakinsiz bir cümle kurabilmiş değiller hala. Anlayacağınız İslamcılık ile milliyetçilik arasında öteden beri süregelen görünür bir dirsek teması var.

Söyleme bakarsan katışıksız bir ümmetçi fakat eyleme bakıyorsun halis bir milliyetçi. Dünün alnı ak İslamcıları bugünün iflah olmaz milliyetçileri. Ahmet Hakan daha güzel söylüyor: “Dünün mücahitleri günümüzün müteahhitleri oldu.”

İslamcıların Kuran ile kurdukları ilişki ise özsel-deruni değil, yüzeysel. Amaç, fert değil toplum, uhrevi-müteal olmaktan çok dünyevi yani seküler.

İslam’ı bir kimlik olarak benimsemek ve öylece deklare etmek, Abdulkerim Suruş’unda bir yerde belirttiği gibi, mazinin tanımadığı, modern zamanlara özgü bir hilkat garibesi. İnancını, bir nevi madalya gibi taşımak veya gösterişli bir rozet gibi yakasına takmak.

Hulasa: “İslamcılık bugün devletin meşruiyetine bütün varlığını adayarak, bambaşka bir kalıba, bir iktidar gücüne dönüştü.”

Daha açık konuşalım: İslamcılık öldü.

Yazarı : ŞAHİN DOĞAN
 
Üst Alt