İrşad

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
İRŞAD..

Din alimleri, herkesi kitablarda yazılı olan emirleri yapmağa çağırıyor. Allahü teâlânın sevdiği kulları olan evliya da, önce dînin emirlerini yapmaya çağırıyor, sonra Allahü tealanın ismini zikretmeği gösteriyor.
Her zaman aralıksız olarak zikr-i ilahi ile (Allahü tealayı anmak hâli üzere) olmağı istiyorlar. Böylece vücudu zikr kaplayıp, kalbde Allahü tealadan başka birşey bulundurulmaz. Her şey öyle unutulur ki, insan kendini ne kadar zorlasa Allahü tealadan başka bir şey hatırlayamaz.
İşte irşad etmek bu iki dâveti yapmaktır. (İmâm-ı Rabbânî)

Kendisine ilk önce sofi denilen zat Ebû Haşim-i Sufî'dir. Kûfe şehrinden olup, Şam'da insanları irşad etmekle meşgul olurdu (rahimehullahü teala). "Dağları iğne ile oyarak toz etmek, kalblerden kibri çıkarmaktan kolaydır" sözü onundur. "Faidesiz ilimden Allah'a sığınırım" sözünü çok söylerdi. (Ebû Nuaym İsfehânî)

Mevlana Halid-i Bağdadai irşada başladığı günlerde, Bağdad valisi Said Paşa ziyârete geldi ve nasihat istedi.
Buyurdular ki: "Kıyamette herkes kendi nefsinden sual olunur. Sen ise kendinden ve emrin altında olanların hepsinden sual olunursun. Hak tealadan kork!.. Allahü tealanın azabı çok şiddetlidir." (Haydarizade İbrahim Fasih)

Ders verirken, yani ilim öğretirken, sabırlı olup, gazabını, kızgınlığını yenmeli, hemen kızmamalıdır.
Öğretirken, şaka ve lüzumsuz şeyler söylememeli, ciddiyetten ayrılmamalıdır.
İlim öğretme sırasında bu tür hareketler kalbin kararmasına ve Allahü tealayı unutmasına sebeb olur. Her zaman hilm (yumuşaklık), vakar (ağırbaşlılık), sabır, iyi huy ve güzel hareket etmeyi adet ve prensip hâline getirmelidir.
Bazı durumlarda sözü makbül olmasa yani kabül görmese bile, önem vermemeli, benim vazifem bildirmek, irşad etmektir, hidayet ve tevfik Allahü tealadandır, demelidir. (Taşköprüzade)
Kaynak: ihya.org
 

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
Irşad nedir? Mürşid kimdir?

Hakiki ve kamil bir mürşid, iman kurtarma noktasında adeta bir can simidi gibidir. Ancak “taklidinden sakınmak” şarttır. Aksi halde imanı kurtarmak bir yana, tehlikeye bile girebilir. Her meslek ve meşrepte olduğu kadar, bu meslekte de akidesi, niyeti bozuk, menfaatçi, sahte veya eğitimi yetersiz, kemale ermemiş olanlar mevcuttur. Fakat sahte olanları kolay ve çabuk fark edilirler. Yeter ki biraz basiret ve feraset olsun.

Sahte mürşidleri ele veren ipuçları genellikle şunlardır:
Dünya üzerinde öyle mübarek zâtlar var ki, Allah onları insanları karanlıktan aydınlığa çıkarsınlar diye hizmetine almıştır.
Onlar insanlığın irşadı için, kurtuluşu için görevlendirilmiş velilerdir. Allah'tan başkası önünde eğilmezler ve O'nun rızasından başka bir şey de talep etmezler.

Onların gayeleri sadece Alemlerin Rabbi Allah'tır. Sözleri O'nu zikirden ibarettir. Güneş gibidirler. İnsanlar için bir ışık, insanlık için bir aydınlık... Yol'dan, Yolumuz'dan haber verirler, rehberlikleri ile önümüzü aydınlatırlar. Hiç bir karşılık talep etmeden, beklemeden...

O aydınlıktan faydalanabilmek için onları bilmek, tanımak, yaptıkları irşadı anlamak gerek. İrşad nedir, mürşid kimdir bilmek gerek.

Dünya hayatının en şerefli ve en değerli işi, gönülleri Hakk'a uyarıp, duygu ve düşünceleri Allah ile buluşturmaktır. Çünkü şuur sahibi bütün varlıkların yaradılış gayesi Allah'ı tanımak ve O'na ibadet etmektir. (Zariyat, 56)

Bu gayeden uzaklaşıldığı an, hayat manasını yitirmiş, imtihan kaybedilmiş, dünya hayatıyla birlikte ebedi hayat da hüsrana uğramış olur.

Muhtelif ayet ve hadislerde işaret edildiği üzere, Allah'ın zikri bütünüyle yeryüzünden kalktığı zaman dünyanın da varlık sebebi ortadan kalkmış ve kıyamet vacip olmuş olur. Demek ki, dünyayı ayakta tutan şey Allah'ın zikridir. İşte insanın yüzünü Hakk'a çevirmekten ibaret olan irşadın değeri, bu yaradılış gayesinden kaynaklanmaktadır.

Böylesine şerefli bir vazifeyi, Allah en seçkin kulları olan peygamberlerine ve onların varislerine vermiştir. Şayet irşaddan daha değerli ve şerefli bir iş olsaydı, Cenab-ı Hak peygamberlerine o vazifeyi verirdi.

İrşadın manası ve ehemmiyeti

Kelime olarak irşad: Hak ve hakikate, iyiye, doğruya tercüman olmak, Allah yolunu göstermek manalarına gelmektedir. Tasavvufi manasıyla irşad ise: Allah'ı kullarına, kullarını da Allah'a sevdirmektir. Belirli bir eğitimi ve metodu olan bu irşadı, şu şekillerde de tarif edebiliriz:

* Yaratıcısıyla tanışık olmayan ruhları onunla tanıştırmak, Rabbi'yle tanışık olan ruhları da onunla olan münasebetlerinde derinleştirip yükseltmek.

* Potansiyel olarak insanlık kabiliyetine sahip olan insanı, fiilen insan haline sokmak. Diğer bir tabirle “insan-ı kamil” yapmak.

* İnsanın şer kabiliyetini hayır kabiliyetine çevirmek suretiyle, şeytan ve onun temsil ettiği kötülükleri bertaraf etmek.

* İnsanı iyiliğe, ibadete, güzel ahlâka, salih amele, istikamete… hasılı Rabbi'nin rızasına yöneltmek suretiyle O'na ulaşmasını sağlamak.

Mürşidin mana ve keyfiyyeti

İrşad eden, doğru yolu gösteren rehber zata mürşid denir. Allah'ın, doksan dokuz güzel isminden biri de ''er-Reşid'' dir (Hud Suresi, 87).
Reşid, mürşid anlamına gelmektedir. Çünkü asıl olarak hak ve doğru yolu gösteren, sonsuz rahmet sahibi Allahu Teala'dır. Nebileri ve rabbani alimleri vasıtasıyla insan ve cinleri ilahi kitabının nurlu beyanlarına davet etmektedir. İnanan-inanmayan herkese merhamet buyurup, onları ebedi azaptan kurtaracak mürşidleri aralarından çıkarmaktadır.

Nitekim, her devirde bu vazifeyi hakkıyla yapabilecek mürşidleri yetiştirmek farz-ı kifayedir. Ayet-i kerimede: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir sınıf bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.” (Âl-i İmran, 104) buyurulmaktadır.

Tasavvufta kemale ermiş, olgunlaşmış, evliyalık mertebelerinin sonuna ulaşmış, kabiliyeti olanları bu yolda yetiştiren rehber zata mürşid-i kamil denir.

Umumi manada mürşid-i kamil, kalp ve kafa izdivacına muvaffak olmuş bir mana kahramanı, hakikat davetçisi ve gönüllere Hak esintilerini duyuran bir peygamber varisidir. Ulaşmak isteyenle ulaşılacak olan arasında bir köprü mesabesinde olan mürşidin en belirgin vasfı, Hakk'a yakınlıktır. Onun fiziki alem kadar metafizik alemlere de gönül gözü açıktır. O, Allah, insan ve kainat münasebetini kavrayan, varlığın esrarına aşina bir arif, dünya- ahiret bilgileriyle donanmış bir bilgedir. Hak yolcusunun kalbine kendi hususi mazhariyetlerini yansıtan bir velidir.
İşte böylelerinin elinde her zaman kömürler elmasa dönüşmüş, taş ve toprak da altın seviyesine yükselmiştir.

Bu vadide, gavs ve kutuplardan düz nasihatçılara kadar birçok irşad ehlinden bahsetmek mümkündür. Fakat ruhlara insan-ı kamil olma ufkunu açamayanlara mürşid denemez. Denemez; zira bunların kendileri irşada muhtaçtırlar ve mutlaka terbiye edilmelidirler.
Bir atasözümüzde, “Kendi muhtac-ı himmet bir dede, bilmez ki gayra nasıl himmet ede” denilir.

Vaiz-mürşid farkı

Vaaz ve nasihatle meşgul olanlar, ihlaslı olmak kaydıyla, irşad adına kısmen halka faydalı olabilirler. İlim öğretirler, faydalı ve doğru olanı kitaplardan okuyup anlatabilirler. Bazı konularda hayır ve iyiliğe de sevk ederler. Fakat kendisi kemale ermeyen nefs erbabı bir kimsenin, terbiye ile başkalarını kemale erdirmesi mümkün değildir. Muhataplarını nefs ve şeytanın hilelerinden kurtaramazlar. Hakiki Allah sevgisini veremezler. Terbiye etmeye kalktıklarında, kendilerini de muhataplarını da helâk ederler. Nefs ve şeytanın oyuncağı olurlar. Zaten terbiye ettikleri görülmüş bir şey de değildir. Böylelerinin hali, İmam-ı Gazalî Hazretleri'nin buyurduğu gibi, yakasında akrep olan bir kimsenin boynundaki akrebe aldırış etmeyip, eline aldığı bir yelpazeyle başkalarının burnundaki sineği kovalamasına benzemektedir.

Sıradan bir irşad eriyle Hakk'a yakınlık kazanmış veli bir mürşid arasında, en az yerden Arş'a kadar manevi mesafe vardır. Velilik mertebesine yeni adım atmış mübarek bir zatla, gavs ve kutup gibi zirvelere tırmanmış Allah dostları arasında da belki bir o kadar mesafe daha vardır.

Onun için gavs ve kutup gibi zatlar hem malumdurlar, yani zahirde beşeriyet mertebesindedirler, hem de meçhuldürler ki, sırları gaybü'l-gaybdedir. Hak'dan başka onlara kimse muttali olamamıştır. Kendi evladından ve müridlerinden çok sayıda velî yetiştiren Aziz Mahmud Hüdayî Hazretleri'nin şeyhi Üftade Hazretleri şöyle demiştir: “Beni, ehil, evlad ve etbadan hiç kimse bilememiştir”

İşte bu gibi kutbiyyetini gavsiyyetle derinleştirmiş bir kamil, mana atmosferine giren herkese ufkunun boyasını çalar, onları Kur'an ve Sünnet malzemesiyle adeta yeniden inşa eder.

Mürşidlerin makamları

Kâmil bir mürşidin velîlik makamına ulaşması mutlaka gereklidir. Aksi halde veli olmayan bir zatın taliplerine manevi u***** açması bir tarafa, onlara zarar bile verebilir. Velayet ise, fenafillâh (Allah'da fani olma) makamıyla başlar. Bu, bir nevi yeryüzünden mesela Süreyya yıldızına kadar olan basamakları çıkmak gibidir. Veli bu mesafeyi bazen adımlarıyla, bazen de manevi bir vasıtayla çekilerek çıkar.
Sonunda her türlü yön, mesafe ve mekandan münezzeh olan Allah'a vasıl olur.

Vuslata eren bir velînin tevhidi ve dolayısıyla da imanı kemale erer. Nefsani ahlakından soyunur. Rahmani ahlak ile ahlaklanır. Cenab-ı Hakk'ın tecellilerine mahzar olur. Lakin bu makamda olan bir kimsenin alemi, şu gördüğümüz fiziki alem değildir. Her ne kadar cismi bu alemde olsa da, ruhu Arş-ı A'la ve onun üzerindeki manevi alemlerle alakadardır. Bulunduğu alemin kayıtlarıyla sınırlıdır. O yüzden vecd ve istiğrak halleri galiptir. Çoğu zaman Allahu Teala'nın dışındaki her şeye (masivaya) şuurları kapalıdır. Avamdan olan halkla onların dünyası apayrıdır. İşte bunun için fenafillah makamından bekabillaha dönmeyen bir veliye irşad görevi verilmez.

Bekabillah, vuslat ile kemale erdikten sonra, bir bakıma çıktığı merdivenlerden geri dönüp, fizikî alemdeki insanların seviyesine inmektir. İrşad vazifesini yerine getirebilmek için bu iniş zaruridir. Zira, velî ile talibin arasında -makam bakımından olmasa da- mertebe açısından bir uçurum olmamalıdır.

Bir veli, Allah'a vuslat yolunda çıkarken ne kadar çok yükselirse, halkın seviyesine inişi de o kadar fazla olur. Aynı şekilde, fiziki aleme doğru ne kadar çok inerse makamı o kadar yüksek, irşadı o denli kuvvetli olur. Çünkü inişi fazla olduğundan mahluklara yakınlığı artar. Böylece kendisinden çokça istifade edilir. Nübüvvetten başka velayet makamının da sultanı olan Hz. Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz, çıkışta herkesten yukarı, inişte ise herkesten aşağı indi. Bu yüzden onun irşadı bütün peygamberlerden kuvvetli oldu ve bütün insanların peygamberi oldu.

Şu halde fenafillah ve bekabillah makamlarına ulaşan bütün mürşidler, prensipte kamil bir velî olmakla birlikte, aralarında yerle gök kadar mesafe bulunabilmektedir. Aradaki bu fark hiç şüphesiz irşada da yansımaktadır. Ayrıca kutbiyyet ve gavsiyyet makamlarının sultanları ile bu makamda olmayanların ahiretteki şefaatleri her halde bir olmayacaktır. Hatta ehl-i keşfin beyanına göre, Gavs, duasıyla sufi olmayanların da imdadına yetişir, onların son nefeste imanla kabre girmelerine vesile olur.

Kamil mürşidlerin sözleri ölmüş kalpleri diriltmek için devadır. Onlar ashab-ı makal gibi çuvallarla laf etmezler. Pek az ve inci gibi tane tane konuşurlar. Halleri her şeyi anlatmaya kafidir. Bakışları manevi kalp hastalıklarının şifasıdır. Taş kesilmiş kalpler, onun sevgisine kavuşmakla yumuşak olur.
Hadis-i şerifte buyrulduğu üzere: “Görüldükleri zaman Allah hatırlanır.” Cismani yüzleriyle Allah'ın kullarıyla meşgul olurken, manevi yüzleriyle Allahu Teala'ya bağlıdırlar. Dışları halk, içleri Hak iledir. Hadis-i kutside Cenab-ı Mevla, “onların gören gözü, tutan eli, işiten kulağı” olduğunu beyan etmektedir. Kim bilir, belki de Hak Teala Hazretleri günde kaç kere kalplerinde tecelli edip, “Kalbin nasıl dostum?” diye sormaktadır.

Dolayısıyla böyle bir kalbe girebilmek kadar büyük bir saadet yoktur. Çünkü o kalbe girmek Hz. Rasulullah'ın kalbine girmek ve Allah'ın rızasına nail olmak manasına gelmektedir. Paha biçilmez değerde bir kristale benzeyen o kalbi kırmak ise, şekavetlerin en büyüğüdür. Çünkü bunun manası da yine hadis-i kutside belirtildiği üzere, Allah ile savaşmaktır.

Sahte mürşidleri ele veren ipuçları genellikle şunlardır:

* Allah'ın emirlerine ve Hz. Rasulullah'ın sünnetine doğru dürüst uymamak. Dini, şer'i konularda zaaflar göstermek.

* Kur'an ve hadis-i şeriflere ulemanın verdiği manaların dışında yanlış manalar vermek, olmayacak biçimde yorumlamak.

* Kadınlarla karışık bir vaziyette oturup sohbet etmek, onlara el öptürmek veya mahremsiz teke tek görüşmek.

* Sohbet ve toplantılarında rüyaya geniş yer vermek.

* Haksız yere milletin malını yemek, girdiği menfaat ilişkilerinde muhatabına zarar vermek veya aldatmak.

* Sun'i zorlamalarla bir kısım keramet gösterilerinde bulunmak. (Bu tipler bazen istidraç yoluyla insanın kalbinden geçenleri de söyleyebilirler.)

* Kendisinden başka önüne gelen herkese, hatta dindarlık ve salahiyetiyle tanınan şahıslara bile, kafir, münafık damgasını vurmak.

* Şeytanın vehim ve vesvesesiyle bir takım hezeyanlarda bulunmak, kendisine vahiy geldiğini vs... söylemek.

* İnsanın gönlüne huzur verecek, Allah'ı hatırlatacak nuranî bir simadan mahrum bulunmak.

Yolu bitirmemiş nakıs mürşide teslim olmak da İmam-ı Rabbani Hazretleri'nin ifadesiyle öldürücü bir zehirdir. Bir hasta, mütehassıs olmayan, diploması bulunmayan bir hekimin ilacını içerse iyi olmak şöyle dursun, hastalığı artar. İyileşme kabiliyeti de bozulur. O ilaç önce ağrıları durdurabilir. Sinirleri bozduğu, zarar verdiği için ağrı duyulmaz. Fakat bu hal iyilik değil, kötülüktür. Bu hasta hakiki bir hekime giderse, hekim önce o ilacın zararlarını gidermeğe uğraşır. Ondan sonra hastalığı tedaviye başlar.

Her mürşide el verme ki yolunu sarpa uğratır
Mürşidi kâmil olanın gayet yolu âsân imiş...


(Kaynak: menzil.net )
 

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
İRŞAD NEDİR ? ŞART MIDIR ?

İrşad; Allah’a ulaşmayı dileyerek Allah’ın “İRŞAD’A MEMUR VE MEZUN KILDIĞI BİR MÜRŞİD’İ” Allah’tan hacet namazı ile sorarak o’na tabi olmakla,Şeytanın sultasından ve nefs’in afetlerinden kurtulup Allah’ın ilmiyle ilimlenmektir.

18 / KEHF – 65-66 : Böylece katımızdan, kendisine rahmet verdiğimiz ve ledun (gizli) ilmimizden öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul buldular. Musa (A.S) ona şöyle dedi: “Rüşde ulaşmak üzere, sana öğretilen (ilmi ledun) den bana öğretmen için, sana tâbî olabilir miyim?”

49 / HUCURAT – 7-8 : Ve aranızda Allah'ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır. (Bu) Allah'tan bir fazl ve ni'mettir. Ve Allah; Alîm'dir, Hakîm'dir.

İrşad farzmıdır ?

Evet,farzdır. Allah her şeyi zııdı ile kaim kılmıştır (Zariyat/49)

Allah katında, iki sınıf insan vardır.

Hidayette olanlar - Dalalette olanlar

Mü’min olanlar - Kafir olanlar

İrşad yolundakiler - Gay yolundakiler (Şeytanın yolundakiler)

Cennetlikler - Cehennemlikler

Başlangıçta bütün insanlar,peygamaberler de dahil dalalettedirler. İşte dalalette olanlar aynı zamanda “gavindir”(gay yolundadır,azgınlardır,cehennemliklerdir.)

26 / ŞUARA – 94-95-96-97 : Onlar (putperestler) ve azgınlar(gavinler), oraya (cehenneme) yüzüstü (burunları yere sürtünerek) atılırlar. Ve iblisin ordularının hepsi. Onlar (taptıkları şeyler ve onlara tapanlar) orada hasım olarak (düşmanca çekişerek) dediler ki…Allah'a yemin olsun ki, biz mutlaka apaçık bir dalâlet içindeydik.

Gavin,azgın demektir. Haddi aşanlar demektir. Tuğyan da azgın demektir.

7 / A'RAF - 186 : Men yudlilillâhu fe lâ hâdiye leh(lehu), ve yezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi (hidayete erdiren) yoktur. Ve onları azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın (bir halde) terkeder (bırakır).

10 / YUNUS - 11 : Ve lev yuaccilullâhu lin nâsiş şerresti’câlehum bil hayri le kudiye ileyhim eceluhum, fe nezerullezîne lâ yercûne likâenâ fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Ve eğer Allah onların hayrı acele istemeleri gibi insanlara şerr için acele etseydi, elbette onların ecelleri yerine getirilirdi (kaza edilirdi). Fakat (hayatta iken) Bize ulaşmayı dilemeyen kimseleri, isyanları içinde şaşkın bırakırız.

Gavin olanlar; Şeytanın dostlarıdır,Dalalettedir,mü’min değillerdir ve aynı zamanda CEHENNEMLİKTİR.Dünyadaki durumlarına göre cehennemin yedi kapısına taksim olacaklardır

15 / HİCR – 39-40-41-42-43-44 : (İblis şöyle) dedi: “Rabbim, beni azdırmandan dolayı, onlara mutlaka yeryüzünde (azgınlığı) süsleyeceğim ve mutlaka onların hepsini azdıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna
Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”
Azgın olanlardan (iğvaya düşürdüklerinden) sana tâbî olan kimseler hariç, muhakkak ki; benim kullarım üzerinde senin bir sultanlığın (gücün) yoktur.
Ve onların hepsine vaadedilen yer, elbette, mutlaka cehennemdir.
Onun (cehennemin) 7 kapısı vardır. Her kapı için onlardan taksim edilmiş (bölünmüş) bir grup vardır.

38 / SAD – 55-56 : (Cennettekilerin durumu) bu. (cehennemliklerin durumu da)Ve muhakkak ki azgınlar için elbette şerrli (kötü) bir meab (sığınak) vardır. Cehennem, ona girerler. İşte o ne kötü bir döşektir.

78 / NEBE – 21-22-23 : Muhakkak ki cehennem mirsad olmuştur. Azgınlar için meab (sığınılacak yer) olarak.(Onlar)orada bütün zamanlar boyunca kalacak olanlardır.

Hal böyleyse ve herkes te başlangıcta gavin ise(ki dalalette ise otomatik olarak gavindir) bu durumdan kurtulmak için ne yapacaktır? - Tabiî ki onun alternatifi(zıddı) olan İRŞAD YOLUNU sececektir.(bakara/256)

Kimler İRŞAD YOLUNU seçmez ?
Tabiki KİBİRLİLER. Allah onları Ayetlerini anlamaktan alıkoyar.

7 / A'RAF - 146 : Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.

2 / BAKARA - 256 : Dînde zorlama yoktur. İrşad yolu (hidayet yolu; Allah'a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolu; şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah'a îmân ederse (mü'min olur, Allah'a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah'tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem'î'dir, Alîm'dir.

2 / BAKARA - 186 : Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).

Allah’ın daveti nedir?

10 / YUNUS - 25 : Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.

42 / ŞURA - 47 : Rabbinize icabet edin (Allah'a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz)

89 / FECR - 28 : Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!

39 / ZUMER - 54 : Ve Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.

Gay yolundan kurtulmanın çaresi irşad yoluna tabi olmaksa ve bunun recetesi de TAGUTU devreden çıkarıp mü’min olmak ve bakara/186 ya görede Allah’ın davetine icabet edip mü’min olmaksa O zaman Allah’ın davetine (Allah’a ulaşma davetine)icabet edip tagutu devreden çıkartmamız gerekecektir. Yani Allah’a ulaşmayı (o’na enap olmayı)dileyeceğiz.

39 / ZUMER - 17 : Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

Öyleyse,Allah’a ulaşmayı dilediğimizde (enab-münib olduğumuzda) Allah’ta bizi kendine hidayet etmeyi murad ediyor(rad/27,şura/13)ve göğsümüzü islama açıyor(enam/125) rabbimizden bir nur üzere oluyoruz(zümer/22) o nur, la huşu sahibi olarak İRŞAD MAKAMINI yani MÜRŞİD i Allah’tan hacet namazıyla(maide/35,bakara/45,46) sorarak (ki mürşidi Allah tayin eder)o’na tabi olmasıyla Allah’tan gelen FAZIL SALAVAT ve RAHMET SALAVAT nurlarının ikişer ikişer gelip(zümer/23) bizim kalbimizin nurlanmasıyla İRŞAD oluruz.

13 / RAD - 27 :.. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”

42 / ŞURA - 13 : …Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

6 / EN'AM – 125:Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah'a) teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.

39 / ZUMER - 22 : Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah'a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.

5 / MAİDE - 35 : Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takvâ sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.

2 / BAKARA – 45-46 : (Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir. O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.

(istiane : Yalnız Allah'tan(cc) istenen yardım )

İrşad,aynı zamanda İHLAS a ulaşmaktır.Beyyine/5 te ayrıca farz olduğu acıktır.

98 / BEYYİNE - 5 : Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.

Bu seviyeler çok üst seviyelerdir diyorsanız(yüzde yüz nurlanma),bunun altseviyesi kalbin yüzde ellibir fazıl nuruyla nurlanmasıdır ve herkes buna ulaşabilir.Sadece “Allah’a ulaşmayı dilemekle”çünkü gerisini Allah gercekleştirecektir.

İşte mürşidimize tabi olduğumuzda bize verilen ibadetler;namaz,oruc,zekat,zikir ve durumu uygunsa hac tır.Ama bu ibadetlerden ALLAH’IN İSMİNİN ZİKREDİLMESİ bugünkü din uygulamasında farz olmaktan çıkarılmıştır.
Halbuki ZİKİR,enbüyük ibadet ve Allah’ın dininin olmazsa olmaz şartıdır.(ankebut/45) Ayrıca zikir olmazsa Allah’ın katından fazıl ve rahmet nurları gelmez(zümer/23). Bu zikir le nefs imizin her kademesinin aklanmasıyla;emare de %7,levvame de/7,mülhime de%7,mutmainnede%7,raziye de%7,marziye de%7 ve tezkiye de%7 olmak üzere %49 fazıl nuru ile daha önce(mürşide tabi olmadan evvel gögsümüz şerh olduğunda gelen) %2 rahmet nurunun toplamı %51 kalbin nurlanmasıyla RUH her aklanma kademesine parelel gökkatlarındaki yolculuğunu tamamlayarak Allah’ın zatına ulaşarak HİDAYETE ermiş olur(fatır/18). Buraya kadar Allah’ın garantisindedir(Allah’a ulaşmayı dilediğimiz için rad/27,şura/13). Bundan sonra zikrimizi artırarak günün dörtte üçünü zikirle gecirdiğimizde FİZİK VÜCUDUMUZU Allah’a teslim ederek MUHSİNLERDEN oluruz(nisa/125).daimi zikre ulaştığımızda NEFS imizi Allah’a teslim ederek ULULELBAB oluruz(aliimran/190,191) daha sonra kalbimizin müzeyyenliği arttıkca İRŞADA ulaşırız(hucurat/7,)daha sonra Allah’ın bizi NASUH TÖVBESİNE davet ederek müzeyyenliğin tamamlanmasıyla İRADEMİZİ teslim ederek Allah bizi İRŞADA MEMUR VE MEZUN kılar. MÜRŞİD kılar(aliimran/102,110,tövbe/100).İşte mürşidi kamil bu kişidir. Yoksa kişinin kendi kendini mürşid tayin etmesi veya bir cemaatın o kişiyi mürşid tayin etmesi veya babadan oğula gecmesi ile değil.

Aynı zamanda bütün peygamberler de MÜRŞİD dir ve onlar da bize birer örnektir.İşte İbrahim as mın “mürşid olarak” tayininin de Allah tarafından yapıldığını görüyoruz.

21 / ENBİYA - 51 : Ve andolsun ki daha önce İbrâhîm (A.S)'a rüşdünü (irşad yetkisini) verdik. Biz, onu (irşada ehil olduğunu) bilenlerdik.

Ve Ayrıca şunu da belirtmek gerekir irşad da farzdır,mürşid de farzdır ama MÜRŞİD amaç değildir o bir ARACTIR Allah’a ulaşmayı dilemeden, mürşidin hiçbir faydası ve yardımı olamaz.Mürşidin farziyetiyle ilgili ayetikerimeler;

Allah’a ulaşmayı dileyenlere Allah,ezelde tayin ettiği irşad makamını (ruhumuzun Allah’a ulaşmasına vasıta-vesile olan) Allah tan istememizi emrediyor.

5 / MAİDE - 35 : Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takvâ sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.

Mürşid,HİDAYET’e vesile olandır.O olmadan (o nu kabul etmeden) kişi DALALETTE kalır.

28 / KASAS - 50 : Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah'tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.

Mürşid,aynı zamanda (önderdir) İMAM’dır.Bu dünyada (Allah’a ulaşmayı dileyerek) imamını bulmayan “kördür”diyor Allah o kıyamettede kör olduğu için imamını bulamayacaktır.

17 / İSRA – 71-72 : O gün bütün insanları, (Allah'ın tayin ettiği) imamları ile çağırırız. O zaman kitabı sağdan verilen kimseler, böylece kitaplarını okurlar. Ve (onlara) zerre kadar zulmedilmez (haksızlığa uğratılmaz). Ve burada (bu dünyada), kim kör ise artık o ahirette de kördür. Ve yoldan daha çok sapmıştır.

Allah’tan bir ip; Ona tutunarak kendisine ruhen ulaşabilmemiz için Allah’ın sarkıttığı bir ip –sıratımustakim dir.İnsanlardan bir ip te;Allah’ın tayin ettiği kendisine ulaşabilmemize vesile olan İRŞAD makamıdır.

3 / AL-İ İMRAN - 112 : Onların üzerlerine, nerede olurlarsa olsunlar zillet (alçaklık) damgası vuruldu. Ancak Allah'ın ipine (Sıratı Mustakîm'e) ve insanlardan bir ipe (Allah'a ulaştıracak olan mürşide) tutunanlar (ulaşanlar) hariç. (Onlar) Allah'dan bir gazabına uğradılar ve üzerlerine miskinlik damgası vuruldu. Bu, onların Allah'ın ayetlerini inkar etmiş olmaları ve peygamberleri haksız yere öldürmüş olmaları sebebiyledir. İşte bu, onların (Allah'a) isyan etmelerinden ve haddi aşmış olmalarındandır.

Allah,kendisine ulaşmayı dileyeni kendisine hidayet eder (rad/27,şura/13) dilemeyenle de hiç ilgilenmez o kişiyi bulunduğu yerde bırakır.Evliyadan biri olan mürşidler kendiliklerinden istedikleri kişilerin HİDAYETİNE vesile olamazlar.Zira o kişilerin kalblerinden geceni sadece Allah bilir.

18 / KEHF – 17... Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.

Allah’ın dini,İSLAM dır yani teslim olmaktır.Teslim olmanın ilki “ruhu”teslim etmektir.Bu teslimi gercekleştirebilecek kişi de kalben teslim olmayı (Allah’a ulaşmayı)dileyerek hacet namazı ile İRŞAD MAKAMINI (mürşidini) arayacaktır.

72 / CİN – 14-15-16 Ve gerçekten bizden, (Allah'a) teslim olanlar da var ve bizden kasitun (kalpleri kasiyet bağlamış) olanlar da var. Artık kim (Allah'a) teslim olmuşsa (ruhunu teslim etmişse) işte onlar, irşad olmayı (nefsin ve iradenin teslimini) arayanlardır (dileyenlerdir). Ve lâkin, kasitun olanlar (kalpleri zikirsizlikten kasiyet bağlayanlar), işte onlar cehenneme odun oldular. Ve eğer onlar, tarikat üzere olarak (Allah'a) yönelselerdi, onları mutlaka bol su (rahmet) ile sulardık (bol bol rahmet ulaştırırdık) ki.

Kişinin dünya ve ahret saadeti,”korku ve mahzunluktan uzak kalmasıdır”bunun için içimizden tayin edilmiş olan “RESUL’E ”tabi olup nefs’mizin ıslahını ve takva sahibi olmayı gercekleştirmemiz gerekir

7 / A'RAF - 35 : Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan (kıssa eden) resûller geldiği zaman, bundan sonra kim takva sahibi olur ve nefsini ıslâh ederse (nefs tasfiyesi yaparsa), artık onlara korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmazlar.

Olaya bir başka açıdan baktığımızda yine kurtuluşun (necat bulmanın) irşad ile oluştuğunu görüyoruz. Peygamber (sav)efendimiz buyuruyorki ; “Benim ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır onlardan sadece bir fırka kurtulacaktır.” Sahabe soruyor. Ya resulullah o fırka hangisidir? Peygamber (sav) efendimiz buyuruyorki;”fırkayı naciyedir.NECAT FIRKASI.

Kur’ana baktığımızda bu “necat fırkasını” mü’min suresinin 38.39.40.41.42.43.ayetikerimlerinde görüyoruz. Orada o kişi bir mürşid kavmini “Aziz ve Gaffar olan olan Allah’a ulaşmaya davet ederek (Allah’a ulaşmayı diledikleri takdirde) kendisine tabi olunduğu zaman İRŞAD olunaacaklarını ve NECATA (kurtuluşa) ulaşacaklarını Peygamber (sav) efendiizn buyurduğu “NECAT FIRKASINDAN-fırkayı naciye- olacaklarından aksi takdirde ATEŞ EHLİ olacaklarını söylüyor.

40 / MU'MİN - 38 : Ve âmenû olan adam şöyle dedi: "Bana tâbî olun ki sizi irşad yoluna ulaştırayım."
Ey kavmim! Bu dünya hayatı, sadece (geçici) bir metadır (faydalanmadır). Ve muhakkak ki ahiret karar kılınacak (devamlı kalınacak) yerdir. Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü'minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır. Ve ey kavmim! Benim için nasıl bir hal ki, ben sizi kurtuluşa çağırıyorum ve siz, beni ateşe çağırıyorsunuz.Siz beni, Allah'ı inkâra ve hakkında ilmim olmayan bir şeyi, O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ve ben, sizi Azîz ve Gaffar Olan'a (Allah'a) çağırıyorum.Beni kendisine çağırdığınız şeyin bir hükmü yoktur. Onun (o putun), dünyada ve ahirette bir daveti (yetkisi) de yoktur. Muhakkak ki bizim dönüşümüz Allah'adır. Ve muhakkak ki müsrifler (haddi aşanlar), onlar, ateş ehlidir. Allah’ın gercekleri bunlarsa o zaman İRŞAD şarttır. İşte o “irşad edecek olanlar” da EMR-İ BİLMA’RUF VE NEHY-İ ANİL MÜNKERİ gercekleştirenlerdir.

Allah hepinizden razı olsun.FERHAT BAŞTUĞ
(Ferhat BAŞTUĞ - Makaleleri)
 

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
Tebliğ, irşat, emri bilmaruf arasındaki fark nedir?

- Tebliğ: sözlük anlamı itibariyle ulaştırmak manasına gelir. Devlet yönetiminde “Tebliğ-tebellüğ” bilinen kavramlardır. Örneğin, bir mahkeme, bir adama -mahkemeye gelmesi için- çıkardığı bir celpnameyi ona ulaştırdığında, bunu “tebliğ” etmiş olur. Kişi de bunu aldığında tebellüğ etmiş olur.

İslam literatüründe bir terim olarak Tebliğ sözcüğü, Kur’an ve Sünnetin mesajlarını birilerine ulaştırmak anlamına gelir. Tebliğin ilk safhası Hz. Peygamberin Kur’an metnini insanlara ulaştırması ile gerçekleşmiştir. İkinci safhası, insanların bilmediği hususları, bilmediği Kur’an ayetlerinin manasını onlara ulaştırmak, bildirmek, beyan etmektir. Kur’an’da bu safha “tebyin=beyan etmek, açıklamak” olarak ifade edilmiştir.

- İrşad kavramı; Kur’an’da rüşd, reşad, râşid, reşîd ve mürşid şeklindeki türevleriyle geçmektedir. İrşat: İnsanlara hak yolu göstermek, dünya ve âhiretle ilgili zarar ve yararları anlatmaktır. Fert ve cemiyet olarak insanlığın yararına olan faydalı ve hayırlı yola “rüşd”, bu doğru yolu kendi şahsında benimseyip gösterenlere “reşîd”, “râşid”; onu başkasına gösterip benimsetmeye çalışan kimseye de “mürşit” adı verilir.

İrşat kelimesi, maddi mânâda da "yol gösterme" anlamında kullanılması mümkün olmakla beraber, asıl kullanılışı, aklî-manevî yolu göstermek içindir. Dolayısıyla irşat, din terminolojisinde hidâyet kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Ancak "hidâyet" kavramı genellikle Allah’a nispet edildiği halde, "irşat" kavramı insana da nispet edilmektedir.

- Emri bil-maruf ise, güzel şeylerin yapılmasına gayret etmektir. Maruf, sözlük anlamı itibariyle, marul olan, tanınan-bilinen şey demektir. Terim olarak iyilik anlamına gelir. Çünkü iyi olan şeyler genelde herkes tarafından bilinir, tanınır.

Ancak, emri bil-maruf kavramı, Allah’ın emrettiği güzelliklerdir. Alimlerin büyük çoğunluğuna göre, Allah neyi emretmişse o iyidir, güzeldir, neyi yasaklamışsa, o çirkindir, kötüdür.

Buna göre emri bil-maruf kavramı, Allah’ın emirlerini başkalarına iletmektir.

Bu açıdan bakıldığında; tebliğ, irşad, emri bilmaruf arasında sıkı bir ilişki vardır: Emri bilmarufu yapan kimse, aynı zamanda Allah’ın emrini ona tebliğ etmiş ve onu hak yola irşat etmiş olur.

Ancak, bu üç kavram arasında ufak bir nüans vardır:

Tebliğ, genel anlamıyla Allah’ın bir emrini veya yasağını bir kimseye ulaştırmaktır. İrşad ise, Allah’ın emrini sadece tebliğ etmekle yetinmeyip, onu o emre itaat etmesi için gereken yönlendirmeyi yapmaktır. Emri bil maruf ise, yasaklar kısmını içine almayan daha hususî bir tebliğdir.

Özetle, emri bil-maruf-nehyi anil-münker; Allah’ın bütün emir ve yasaklarını birilerine tebliğ edip ulaştırmayı; irşat ise, bunları ulaştırmakla beraber, muhatapları yönlendirmeyi da ifade etmektedir.

Kaynak: Sorularla İslamiyet
 
Üst Alt