II. Hz. Peygamber Nezdinde Ehl-i Beytinin Yeri ve Önemi

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
II. Hz. Peygamber Nezdinde Ehl-i Beytinin Yeri ve Önemi

<table style="WIDTH: 75%" align="center" border="0"><tbody><tr><td style="BORDER-RIGHT: medium none; BORDER-TOP: 1px solid; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-BOTTOM: 3px solid" width="100%"> Hz. Peygamber de Ehl-i Beytini sevmiştir. Onların üzerine titremiştir. "Ey iman edenler gerek kendinizi ve gerek ehlinizi/ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki onun yakacağı insanla taştır" âyeti mucibince O da ailesinin dünya ve ahiret mutluluğuna erişmesi için onları daima gözetmiş, muhafaza etmiştir.</td></tr></tbody> </table>

Hz. Peygamber kendisine vahyolunması sebebiyle diğer insanlardan farklı olsa da, beşer vasfına binaen herkes gibi yaşamıştır. O (sav) da bir eş, bir baba ve bir dede olarak ailesinin bir ferdi olmuştur. Tabii ki O'nun bir peygamber olması ve son dini tebliğ etmesi bütün bu gelişmelerin merkezinde olan ailesini de doğrudan etkilemiştir.

Hz. Peygamber için ailesi son derece önemli olmuştur.
Tevhide ilk olarak onlar şehadet getirmişler, O'nun peygamberliğine ilk andan itibaren gözlerini kırpmadan iman etmişler, İslamiyet'in tebliği safhasında da ilk günden itibaren Hz. Peygamber'i korkusuzca desteklemişler ve himaye etmişlerdir.

Emir ve yasakları, sorgulamadan uygulamışlardır.
Peygamber ailesi olmanın getirdiği sorumluluğu taşımışlar, örnek olmuşlardır.

Cebrail, onlar hakkında vahiy getirmiştir.
Peygamber nasıl yaşıyorsa ve onların nasıl yaşamalarını istiyorsa öyle yaşamaya azami ölçüde gayret etmişlerdir.

Peygamber uygulamalarını hıfzetmişler ve bu uygulamaları nakletmişlerdir.
Ve her şeyden önemlisi eşleri, babaları olan Peygamberlerini canlarından aziz bilmişler ve sevmişlerdir.

Hz. Peygamber de Ehl-i Beytini sevmiştir. Onların üzerine titremiştir. "Ey iman edenler gerek kendinizi ve gerek ehlinizi/ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki onun yakacağı insanla taştır." âyeti<sup>1</sup> mucibince o da ailesinin dünya ve ahiret mutluluğuna erişmesi için onları daima gözetmiş, muhafaza etmiştir.

Ehl-i Beyt fertlerinden her birinin Hz. Peygamber nezdinde hususi yerleri olduğunda şüphe yoktur. Ehl-i Beyt mensuplarının her biri de yüksek ahlaki meziyetlere sahip şahsiyetlerdi. Onların seçkin konumlarına işaret eden âyet ve Peygamber sözleri mevcuttur.

<table style="WIDTH: 75%" align="center" border="0"><tbody><tr><td style="BORDER-RIGHT: medium none; BORDER-TOP: 1px solid; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-BOTTOM: 3px solid" width="100%"> Son günleri yaklaşan Hz. Peygamber, gözünden sakındığı Ehl-i Beytini ashabına ve dolayısıyla da ümmetine emanet etmiştir. Sekaleyn hadisi olarak meşhur olan bu rivayete mesned olan günde Hz. Peygamber, kendisinden sonraya iki şey bıraktığını, bunlardan birinin Kur'ân-ı Kerim, diğerinin ıtresi, yani Ehl-i Beyti olduğunu bildirmiştir.</td></tr></tbody> </table>

Bilhassa Hz. Peygamber'in Ehl-i Beytinden olan hanımlarının konumu Kur'ân-ı Kerim tarafından belirlenmiştir. Onlar diğer hanımlar gibi değillerdir: "Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz!"<sup>2</sup> ve onlar müminlerin anneleridir: "Peygamber, müminlere kendi canlarından üstündür. Eşleri, onların analarıdır."<sup>3</sup> Müminlerin anneleri olmaları hasebiyle de, Hz. Peygamber'den sonra bir başkası onlarla evlenemez: "Sizin Allah'ın Rasûlü'nü üzmeniz ve kendisinden sonra O'nun hanımlarını nikahlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük günahtır.<sup>4</sup>" Müminler bu minval üzere hareket ederek Ezvâc-i Tâhirâtı baş tacı etmişler ve Hz. Peygamber'le birlikte anılarını yaşatmışlar, onlara sevgi ve saygı göstermede kusur etmemişlerdir.

Ehl-i Beytin diğer fertlerinden Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e gelince, Hz. Peygamber onlara karşı bir başka yakınlık duymuş ve çeşitli vesilelerle bu muhabbeti lisana getirmiştir. Hz. Fatıma ve Hz. Ali irtihaline kadar O'nun yuvasından hiç ayrılmaksızın Hz. Peygamber'le ömür sürmüş yegane kişiler olmuşlardır. Onlardan Hz. Peygamber'i üzecek hiçbir davranış sadır olmamıştır. Her biri hakkında Hz. Peygamber'in hususi iltifatları mevcuttur.

Hz. Peygamber kızı Fatıma'nın kendisinden bir parça olduğunu, onu üzen şeyin kendisini de üzeceğini söylemiştir: "....Kızım Fatıma ancak benden bir parçadır. Ona şüphe veren şey beni de şüphelendirir, onu üzen şey beni de üzer".<sup>5</sup> Onu cennette ve dünyada mümin kadınların seyyidesi olarak tavsif etmiştir.<sup>6</sup> İrtihalinden sonra kendisine ilk kavuşacak olan kişinin o olduğunu söylemesi ise kızını ziyadesiyle sevindirmiştir.<sup>7</sup>

Aynı şekilde Hz. Peygamber, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e olan muhabbetini alenen ve defaatle ifade etmiştir. Hasan ve Hüseyin'i cennet gençlerinin efendileri olarak tanımlamıştır.<sup>8</sup> Onları sevdiğini beyan ederek, Allah'tan da onları sevmesini ve onları sevenleri sevmesini niyaz etmiştir.<sup>9</sup> Cenâb-ı Peygamber'in "Onlar benim dünyadan (öpüp kokladığım) iki reyhanımdır" hadisi de, torunlarına duyduğu sevginin bir ifadesidir.

Hz. Ali'nin Hz. Peygamber yanındaki makbuliyeti ve rüçhaniyeti ise gıpta edilecek bir mertebede olmuştur. Hz. Ali, Hz. Peygamber'in amcasının oğlu, kardeşleştirme esnasında kendisine seçtiği kardeşi ve aynı zamanda damadı idi. Tebük savaşında Medine'de bırakılışına üzülen Hz. Ali, Hz. Peygamber tarafından "Senin benim yanımdaki konumun, Harun'un Musa'nın yanındaki durumu gibidir, ancak benden sonra peygamber yoktur." sözleriyle teselli edilmiştir.

Son günleri yaklaşan Hz. Peygamber, gözünden sakındığı Ehl-i Beytini ashabına ve dolayısıyla da ümmetine emanet etmiştir. Sekaleyn hadisi olarak meşhur olan bu rivayete mesned olan günde Hz. Peygamber, kendisinden sonraya iki şey bıraktığını, bunlardan birinin Kur'ân-ı Kerim, diğerinin ıtresi, yani Ehl-i Beyti olduğunu bildirmiştir. Bu ikisinin havuz başında kendisine ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmayacağını, ümmetinin bu ikisine yapışıp, sıkıca sarılmaları halinde ebedî olarak sapmayıp dalalete düşmeyeceklerini ifade buyurmuştur. Burada Ehl-i Beytini Kur'ân'dan ayrılmayan bir çizgi olarak tavsif etmiştir. Ve "Ehl-i Beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum.", ifadesiyle de bu emanetine sadakat gösterilmesini vasiyet etmiştir.<sup>10</sup>

<table style="WIDTH: 75%" align="center" border="0"><tbody><tr><td style="BORDER-RIGHT: medium none; BORDER-TOP: 1px solid; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-BOTTOM: 3px solid" width="100%"> Müslümanların kabulüne göre Ehl-i Beyt sevgisi Peygamber sevgisinin bir parçasıdır. Nitekim Peygamber Efendimizin, ashabından kendisini sevmelerine binaen Ehl-i Beytini sevmelerini istemesi bu anlayışın bir senedidir: "Size nimetlerinden bahşettiği için Allah'ı seviniz; Allah sevgisiyle Beni seviniz ve Benim sevgimle Ehl-i Beytimi seviniz". </td></tr></tbody> </table>

Biz bu emanetten, Hz. Peygamber'in aziz hatırasına saygı olarak onun Ehl-i Beytini muhabbetle benimsemeyi, onların Kur'ân ahlakını aksettiren şahsiyetlerini örnek almayı ve toplum içinde hukuklarını muhafaza etmeyi anlıyoruz. Zira Ehl-i Beyt mensupları da tıpkı ashab-ı kiram gibi sünnet-i Nebeviyye'nin uygulayıcıları ve aktarıcılarıdır.

Bilindiği üzere Peygamber Efendimiz'in ümmetine bir emaneti de salavat-ı şerife ile kendisine dua edilmesi, böylece şanının yüceltilmesidir. Nitekim Allah ve melekleri O'na salat ve selam etmektedirler. Allah müminlere seslenerek, onların da Nebîsine salat ve selam getirmelerini istemiştir: "Allah ve melekleri Nebî (Muhammed)'e çok salat ederler; ey inananlar, siz de ona salat edin. Ona tam bir teslimiyetle selam verin".<sup>11</sup>

Ahzab sûresinin bu âyeti nazil olduğunda ashab O'na nasıl salat edebileceklerini Hz. Peygamber'e sual etmişlerdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz onlara, bizlerin salli-barik duaları olarak bildiğimiz salavat-ı şerifeleri öğretmiştir. Bu salavatlarda, tıpkı İbrahim (as)'ın âline olduğuna gibi Peygamber Efendimiz'in de âline dua edilmektedir.<sup>12</sup> Ve bu salavatlar asırlardır müminlerin günde beş vakit ibadetlerinde zikirleri olmuş ve onların Peygamber ve ailesine bağlılıklarını canlı tutmuştur.

Müslümanların kabulüne göre Ehl-i Beyt sevgisi Peygamber sevgisinin bir parçasıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz'in, ashabından kendisini sevmelerine binaen Ehl-i Beytini sevmelerini istemesi bu anlayışın bir senedidir: "Size nimetlerinden bahşettiği için Allah'ı seviniz; Allah sevgisiyle Beni seviniz ve Benim sevgimle Ehl-i Beytimi seviniz".<sup>13</sup>

Buharî şarihi Aynî, Âl-i Rasûl muhabbetini, ashab sevgisiyle birlikte, imanın şubeleri arasında sayarak Ehl-i Beyt sevgisinin derecesini ve ehemmiyetini tartışmasız bir şekilde ortaya koymuş ve bu sevginin aynı zamanda imanımızın kemalini tevlid eden bir unsur olduğunu bildirmiştir.<sup>14</sup>
 
Üst Alt