Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Sahabe,Tabiin ve Evliyalar
Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.)
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Ekrem" data-source="post: 6898" data-attributes="member: 3"><p style="margin-left: 20px"></p><p style="text-align: center"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: Red"><strong>KEMAL VE CEMAL AYNASI</strong></span></span></span></strong></p> <p style="text-align: center"></p></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> Allah Rasûlü'nün yanından hiç ayrılmayan, O'na gönülden bağlı ve canını her zaman O'na fedaya hazır olan Ebû Bekir (r.a.) O'nun kemalinin ve cemalinin aynası oldu. Bir bakıma önce Allah Rasulü'nde, sonra da Allah'da fenaya erdi, vuslatı buldu, marifet-i İlahiyye kaynağına ulaştı. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.)'in vefatı sırasında bütün herkes şaşırmış, Hz. Ömer bile kılıcını çekerek: "Kim Muhammed öldü derse boynunu vururum." şeklinde bir tepki göstermişti. Ama Ebû Bekir (r.a.) fena fillah'a ermenin ve Allah île bakayı bulmanın şuur aydınlığı içinde önce Allah Rasûlü'nün yüzündeki örtüyü kaldırıp baktıktan sonra: "Ölümün de hayatın gibi güzel. Sen iki kere ölmeyeceksin, mukadder olan ölümü taddın." demiş ve dışarı çıkarak şu konuşmayı yapmıştı: "Ey insanlar! Muhammed'e tapanlar bilsin ki Muhammed ölmüştür. Allah'a tapanlar ise Allah'ın diri ve hiç ölmeyeceğini bilirler." Sonra şu ayeti okudu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. O'ndan önce nice peygamberler gelip geçti. O, ölür ve öldürülürse siz gerisin geri mi döneceksiniz?" (Âlü İmran, 3/144) Hz. Ebû Bekir, bu konuşmasıyla gönlü Hz. Peygamber sevgisiyle dopdolu olan Hz. Ömer gibi sahabîleri, uyardı. </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> Hakk'a vuslatın ve O'na ermenin adı olan "fena" kavramı, tasavvufi eğitimde fena fi'l-ihvan ile başlar, fenafi'ş-şeyh ve fena fi'r-Rasul ile devam eder, fena-fillah, ve baka billahta sona erer. İşin başında bulunan mübtedi bir salik, önce ihvana hizmette fani olur, sonra mürşidine muhabbet ve hizmetle fenaya erer. O'nun ardından Rasülullah'ın ahlakını ve hallerini benimseyerek o sıfatlarla muttasıl olmaya çalışır ve fenafi'r-Rasûlü bulur, bunu sağlayınca da ahlak-ı ilahiyyeye erer. Bu hâle eren kul, artık Allah ile görmeye, duymaya, düşünmeye, konuşmaya başlar ki, böylece bir kudsî hadiste anlatılan özellikler tahakkuk etmiş olur. (bk. Buharı, Rikak, 38) </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> Hz. Ebü Bekir'in "altın silsile"deki yeri sıddîklığı, hizmeti, ibadeti, vera ve takvası, ahlakî olgunluk ve mahfî-meşreb oluşuyla alakalıdır. </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p><p style="text-align: center"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: Red"><strong>SIDDÎKIYET SIFATI</strong></span> </span></span></strong></p> <p style="text-align: center"></p></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> Allah Rasulü'nü başından sonuna kadar destekleyen, yerine göre koruyup himaye eden Ebû Bekir (r.a.)'in "Siddık lakabı hem ilahî, hem de nebevi kaynaklıdır. Nitekim müşriklerin Allah Rasûlünü ve müslümanları iyice bunalttıkları bir sıra da O'nu teselli etmek için bir ikram-ı ilahi olan Mi'raç olayı gerçekleşti. Her doğruya sırt çevirmekte mahir olan Kureyş keferesi, hemen buna da karşı çıkıp inanmadılar. Bununla da kalmayıp inanan insanları bi bahane ile yoldan çevirmeye kalkıştılar. Hz. Ebû Bekir (r.a.)'e de gelerek: "Arkadaşın neler söylüyor, duydun mu? Buna da inanacak mısın?" dediklerinde Ebû Bekir'den suratlarına şamar gibi patlayan şu cevabı aldılar: "Bunu o mu söylüyor, öyleyse doğrudur." </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> İşte Ebû Bekir'in bu kesin tasdiki üzerine: "Doğruyu getiren (Muhammed) ve O'nu tasdik eden (Sıddîk) muttakilerdir."(ez-Zümer, 3) ayeti nazil oldu. Siddîkiyet makamı peygamberlikler sonraki ilk manevi makam sayılmıştır. </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> <span style="color: Red"><strong>Fedakarlık ve İsarı:</strong></span></span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> O'nun Allah yolunda ve Hz. Peygamber uğrundaki fedakarlığı ile boy ölçüşebilecek bir başkasını tarih kitapları kaydetmiyor. Sahip olduğu 40.000 dirhemlik servetini işkence altında inim inim inleyen köleleri satın alıp azad etmeye harcamaktan başlayan maddi fedakarlığı, canını ortaya koyarak devam etmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.)'e malıyla en çok destek olan sahabî o olduğu gibi, O'na işkence yapmaya kalkışanlara tek başına karşı koyar ve cesaretle O'nu koruyan da odur. Hicrette tek başına O'na yoldaş ve arkadaş olmuş, muhafızlık etmişti. Bedir, Uhud ve diğer gazalarda Allah Rasûlüne gelebilecek ilk saldıralara o karşılık vermişti. Allah Rasûlü, "orduya yardım ediniz" buyurduğu zaman malının tamamını getirmiş, "çoluk çocuğuna neyi bıraktın?" sorusuna "Allah'ı ve Rasûlünü" cevabım vermişti. Bu onun feragat ve fedakarlıkta abideleşen yönüdür. Yine bu anlayışın bir uzantısı olarak: "Allah'ım ahirette vücûdumu o kadar büyüt ki cehennemi ben doldurayım de başkasına yer kalmasın; bütün kulların hesabına ben yanayım" diye dua etmişti. O'nun bu düşüncesinin bazı tasavvuf büyüklerine intikal ettiği ve bu silsilenin bir halkasını oluşturan Bayezîd'in de benzer sözler sarfettiği bilinmektedir. </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> <span style="color: Red"><strong>Hakk'a ve Halka Hizmeti: </strong></span></span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> Siyasi idarede iki yıl gibi kısa bir zamanda mühim işler başaran, mürtedleri tepeleyen, yalancı peygamber Müseylime'nin işini bitiren, Kur'an-ı cem'eden ve bir yıl süreyle hiç kimsenin haksızlık iddiasıyla başvurmaya gerek duymayacağı şekilde mahkemelerin ve hapishanelerin boş kalmasını sağlayan dünyada benzeri görülmemiş bir adelet dağıtıcısı olan Ebû Bekir (r.a.) Allah Rasûlü'nün sağlığında da halkın hizmetine koşan, genç-ihtiyar herkese yardım etmeye alışmış bir fazilet abidesiydi. Nitekim bir gün Peygamberimiz (s.a.) soruyor: "Bugün içinizde oruçlu olan var mı?" Bir tek Hz. Ebû Bekir'den "Evet" cevabı geliyor. Allah elçisinin peşpeşe sorduğu: "Bugün hiç cenaze teşyiine iştirak edeniniz oldu mu? Bugün bir yoksulu doyuranınız var mı? Bugün bir hasta ziyaretinde bulunanınız oldu mu?' şeklindeki sorularda da sadece O'ndan müsbet cevap gelince Efendimiz (s.a.) şöyle buyuruyor: "Bütün bu faziletleri kendisinde toplayan kimsenin gideceği yer cennettir" </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> Müslim'in rivayet ettiği bu hadisten Hz. Ebû Bekir'in hem şahsî, hem de topluma hizmet açısından en mühim faziletler şahsında topladığı görülmektedir. Bu fazîletler O'nun üsve-i hasenesi; yani en güzel örneği olan Allah Rasûlü'nden öğrendiği ve ümmete örnekler halinde sunduğu faziletlerdir. </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> <span style="color: Red"><strong>İbadet ve Ruhî Hayatı </strong></span></span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> Hz. Ebû Bekir (r.a.) huşu ve takva üzere ibadet ederdi. Namaza kalktığında havf ve haşyetinden dolayı kesilmiş bir ağaç gibi titrer, fakat kalbindeki huzur hali sebebiyle huşûunu korurdu. Gözü yaşlıydı. Yanık sesiyle Kur'an okurken ağlar, dinleyenleri de ağlatırdı. Allah aşkı ile ciğeri püryan olduğundan yanında duranlar onun ağzından yanık ciğer kokusuna benzer bir koku duyduklarını anlatırlardı. "biz keremi takvada, zenginliği yakin elde etmede, şerefi engin gönüllülükte bulduk." derdi. Takvada, şefkatde çok ileri, yufka yüreklilikte ve yumuşak başlılıkta en öndeydi. Daima yüreği yanık bir şekilde ah vah ettiği için kendisine "Evvah"derlerdi. Nitekim Hz. İbrahim'e de "Evvah"denildiğini Kur'an'dan öğreniyoruz. (bk. et-Tevbe, 9/214; Hûd, 11/75) O'nun coşkulu ibadeti, yanık ve ağlamaklı bir sesle Kur'an okuyuşu pekçok Mekkeli'nin dikkatini çekerek müslüman olmasını sağladığı için müşrikler O'nu açıktan namaz kılmaktan ve Kur'an okumaktan menetmeye çalışmışlardı. </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> Zeka ve sezgi yönünden son derece güçlüydü. Bu yüzden rüya tabirinde de mahirdi. Hz. Peygamber (s.a.)'in en yakîni olmasına rağmen sözlü rivayet ve nakillerinin azlığı sebebiyle müşahede erbabının ve hal ehlinin öncüsü sayılırdı. Çünkü hal, kal ile anlatılamaz, ancak yaşanarak anlaşılırdı. </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> <span style="color: Red"><strong>Zühd, Vera' ve Takvası: </strong></span></span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> Maldan ve dünyaya aid şeylerin sevgisinden geçmiş, tevhid gerçeğine ermek için mihnet, çile ve sıkıntı yolunu seçmiş, bu yüzden kendi iradesiyle fakrı ihtiyar etmişti. "ilahi, dünyayı bana genişlet ve beni ona karşı zahid yap" diye dua ederdi. Yani bana önce dünyamı ver, sonra onun afetlerinden korunmak için sevgisini gönlümden al ve ben ihtiyarî fakr içinde olayım, demek isterdi. </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> Varlığa sevinmez, yokluğa yerinmezdi. Zaman olurdu ki, altı gün üstüste hiç yatak açmadan sabahladığı olurdu, rahatını aramazdı. </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> Kızı Aişe validemizin, giydiği bir elbisesinden hoşlandığını hissedince onu: </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> "Bilmez misin ki, bir kimse dünya zineti sebebiyle kendini beğenirse onu çıkarıncaya kadar Rabbının gazabına uğrar" diye uyarmıştı. Çünkü o, katıksız marifet duygusundan bir tad almış, bu tadın onu tadanları Yüce Allah'ın zatından başka her şeyden alıkoyacağını anlamıştı. </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> Takva ve vera duygusunun bir gereği olarak zaman zaman parmağıyla dilini tutup: "Başıma ne geldiyse hep bunun yüzünden" derdi. Bazen da diline sahip olmak için ağzına çakıl taşları koyduğu rivayet edilirdi. </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 12px"> Ağza giren ve ondan çıkanın Allah ve Rasûlünün istediği istikamette olmasının vera olduğunu bildiği için haram ve şüphelilerden son derece sakınırdı. Nitekim bir kölesinin sihir karşılığı aldığı sütten bilmeden içmiş, durumu öğrenince parmağını boğazına sokarak bu sütü midesinden çıkarmıştı. </span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Ekrem, post: 6898, member: 3"] [INDENT] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B][CENTER][B][FONT=Georgia][SIZE=3][COLOR=Red][B]KEMAL VE CEMAL AYNASI[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [/CENTER] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] Allah Rasûlü'nün yanından hiç ayrılmayan, O'na gönülden bağlı ve canını her zaman O'na fedaya hazır olan Ebû Bekir (r.a.) O'nun kemalinin ve cemalinin aynası oldu. Bir bakıma önce Allah Rasulü'nde, sonra da Allah'da fenaya erdi, vuslatı buldu, marifet-i İlahiyye kaynağına ulaştı. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.)'in vefatı sırasında bütün herkes şaşırmış, Hz. Ömer bile kılıcını çekerek: "Kim Muhammed öldü derse boynunu vururum." şeklinde bir tepki göstermişti. Ama Ebû Bekir (r.a.) fena fillah'a ermenin ve Allah île bakayı bulmanın şuur aydınlığı içinde önce Allah Rasûlü'nün yüzündeki örtüyü kaldırıp baktıktan sonra: "Ölümün de hayatın gibi güzel. Sen iki kere ölmeyeceksin, mukadder olan ölümü taddın." demiş ve dışarı çıkarak şu konuşmayı yapmıştı: "Ey insanlar! Muhammed'e tapanlar bilsin ki Muhammed ölmüştür. Allah'a tapanlar ise Allah'ın diri ve hiç ölmeyeceğini bilirler." Sonra şu ayeti okudu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. O'ndan önce nice peygamberler gelip geçti. O, ölür ve öldürülürse siz gerisin geri mi döneceksiniz?" (Âlü İmran, 3/144) Hz. Ebû Bekir, bu konuşmasıyla gönlü Hz. Peygamber sevgisiyle dopdolu olan Hz. Ömer gibi sahabîleri, uyardı. [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] Hakk'a vuslatın ve O'na ermenin adı olan "fena" kavramı, tasavvufi eğitimde fena fi'l-ihvan ile başlar, fenafi'ş-şeyh ve fena fi'r-Rasul ile devam eder, fena-fillah, ve baka billahta sona erer. İşin başında bulunan mübtedi bir salik, önce ihvana hizmette fani olur, sonra mürşidine muhabbet ve hizmetle fenaya erer. O'nun ardından Rasülullah'ın ahlakını ve hallerini benimseyerek o sıfatlarla muttasıl olmaya çalışır ve fenafi'r-Rasûlü bulur, bunu sağlayınca da ahlak-ı ilahiyyeye erer. Bu hâle eren kul, artık Allah ile görmeye, duymaya, düşünmeye, konuşmaya başlar ki, böylece bir kudsî hadiste anlatılan özellikler tahakkuk etmiş olur. (bk. Buharı, Rikak, 38) [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] Hz. Ebü Bekir'in "altın silsile"deki yeri sıddîklığı, hizmeti, ibadeti, vera ve takvası, ahlakî olgunluk ve mahfî-meşreb oluşuyla alakalıdır. [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [CENTER][B][FONT=Georgia][SIZE=3][COLOR=Red][B]SIDDÎKIYET SIFATI[/B][/COLOR] [/SIZE][/FONT][/B] [/CENTER] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] Allah Rasulü'nü başından sonuna kadar destekleyen, yerine göre koruyup himaye eden Ebû Bekir (r.a.)'in "Siddık lakabı hem ilahî, hem de nebevi kaynaklıdır. Nitekim müşriklerin Allah Rasûlünü ve müslümanları iyice bunalttıkları bir sıra da O'nu teselli etmek için bir ikram-ı ilahi olan Mi'raç olayı gerçekleşti. Her doğruya sırt çevirmekte mahir olan Kureyş keferesi, hemen buna da karşı çıkıp inanmadılar. Bununla da kalmayıp inanan insanları bi bahane ile yoldan çevirmeye kalkıştılar. Hz. Ebû Bekir (r.a.)'e de gelerek: "Arkadaşın neler söylüyor, duydun mu? Buna da inanacak mısın?" dediklerinde Ebû Bekir'den suratlarına şamar gibi patlayan şu cevabı aldılar: "Bunu o mu söylüyor, öyleyse doğrudur." [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] İşte Ebû Bekir'in bu kesin tasdiki üzerine: "Doğruyu getiren (Muhammed) ve O'nu tasdik eden (Sıddîk) muttakilerdir."(ez-Zümer, 3) ayeti nazil oldu. Siddîkiyet makamı peygamberlikler sonraki ilk manevi makam sayılmıştır. [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [COLOR=Red][B]Fedakarlık ve İsarı:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] O'nun Allah yolunda ve Hz. Peygamber uğrundaki fedakarlığı ile boy ölçüşebilecek bir başkasını tarih kitapları kaydetmiyor. Sahip olduğu 40.000 dirhemlik servetini işkence altında inim inim inleyen köleleri satın alıp azad etmeye harcamaktan başlayan maddi fedakarlığı, canını ortaya koyarak devam etmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.)'e malıyla en çok destek olan sahabî o olduğu gibi, O'na işkence yapmaya kalkışanlara tek başına karşı koyar ve cesaretle O'nu koruyan da odur. Hicrette tek başına O'na yoldaş ve arkadaş olmuş, muhafızlık etmişti. Bedir, Uhud ve diğer gazalarda Allah Rasûlüne gelebilecek ilk saldıralara o karşılık vermişti. Allah Rasûlü, "orduya yardım ediniz" buyurduğu zaman malının tamamını getirmiş, "çoluk çocuğuna neyi bıraktın?" sorusuna "Allah'ı ve Rasûlünü" cevabım vermişti. Bu onun feragat ve fedakarlıkta abideleşen yönüdür. Yine bu anlayışın bir uzantısı olarak: "Allah'ım ahirette vücûdumu o kadar büyüt ki cehennemi ben doldurayım de başkasına yer kalmasın; bütün kulların hesabına ben yanayım" diye dua etmişti. O'nun bu düşüncesinin bazı tasavvuf büyüklerine intikal ettiği ve bu silsilenin bir halkasını oluşturan Bayezîd'in de benzer sözler sarfettiği bilinmektedir. [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [COLOR=Red][B]Hakk'a ve Halka Hizmeti: [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] Siyasi idarede iki yıl gibi kısa bir zamanda mühim işler başaran, mürtedleri tepeleyen, yalancı peygamber Müseylime'nin işini bitiren, Kur'an-ı cem'eden ve bir yıl süreyle hiç kimsenin haksızlık iddiasıyla başvurmaya gerek duymayacağı şekilde mahkemelerin ve hapishanelerin boş kalmasını sağlayan dünyada benzeri görülmemiş bir adelet dağıtıcısı olan Ebû Bekir (r.a.) Allah Rasûlü'nün sağlığında da halkın hizmetine koşan, genç-ihtiyar herkese yardım etmeye alışmış bir fazilet abidesiydi. Nitekim bir gün Peygamberimiz (s.a.) soruyor: "Bugün içinizde oruçlu olan var mı?" Bir tek Hz. Ebû Bekir'den "Evet" cevabı geliyor. Allah elçisinin peşpeşe sorduğu: "Bugün hiç cenaze teşyiine iştirak edeniniz oldu mu? Bugün bir yoksulu doyuranınız var mı? Bugün bir hasta ziyaretinde bulunanınız oldu mu?' şeklindeki sorularda da sadece O'ndan müsbet cevap gelince Efendimiz (s.a.) şöyle buyuruyor: "Bütün bu faziletleri kendisinde toplayan kimsenin gideceği yer cennettir" [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] Müslim'in rivayet ettiği bu hadisten Hz. Ebû Bekir'in hem şahsî, hem de topluma hizmet açısından en mühim faziletler şahsında topladığı görülmektedir. Bu fazîletler O'nun üsve-i hasenesi; yani en güzel örneği olan Allah Rasûlü'nden öğrendiği ve ümmete örnekler halinde sunduğu faziletlerdir. [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [COLOR=Red][B]İbadet ve Ruhî Hayatı [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] Hz. Ebû Bekir (r.a.) huşu ve takva üzere ibadet ederdi. Namaza kalktığında havf ve haşyetinden dolayı kesilmiş bir ağaç gibi titrer, fakat kalbindeki huzur hali sebebiyle huşûunu korurdu. Gözü yaşlıydı. Yanık sesiyle Kur'an okurken ağlar, dinleyenleri de ağlatırdı. Allah aşkı ile ciğeri püryan olduğundan yanında duranlar onun ağzından yanık ciğer kokusuna benzer bir koku duyduklarını anlatırlardı. "biz keremi takvada, zenginliği yakin elde etmede, şerefi engin gönüllülükte bulduk." derdi. Takvada, şefkatde çok ileri, yufka yüreklilikte ve yumuşak başlılıkta en öndeydi. Daima yüreği yanık bir şekilde ah vah ettiği için kendisine "Evvah"derlerdi. Nitekim Hz. İbrahim'e de "Evvah"denildiğini Kur'an'dan öğreniyoruz. (bk. et-Tevbe, 9/214; Hûd, 11/75) O'nun coşkulu ibadeti, yanık ve ağlamaklı bir sesle Kur'an okuyuşu pekçok Mekkeli'nin dikkatini çekerek müslüman olmasını sağladığı için müşrikler O'nu açıktan namaz kılmaktan ve Kur'an okumaktan menetmeye çalışmışlardı. [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] Zeka ve sezgi yönünden son derece güçlüydü. Bu yüzden rüya tabirinde de mahirdi. Hz. Peygamber (s.a.)'in en yakîni olmasına rağmen sözlü rivayet ve nakillerinin azlığı sebebiyle müşahede erbabının ve hal ehlinin öncüsü sayılırdı. Çünkü hal, kal ile anlatılamaz, ancak yaşanarak anlaşılırdı. [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [COLOR=Red][B]Zühd, Vera' ve Takvası: [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] Maldan ve dünyaya aid şeylerin sevgisinden geçmiş, tevhid gerçeğine ermek için mihnet, çile ve sıkıntı yolunu seçmiş, bu yüzden kendi iradesiyle fakrı ihtiyar etmişti. "ilahi, dünyayı bana genişlet ve beni ona karşı zahid yap" diye dua ederdi. Yani bana önce dünyamı ver, sonra onun afetlerinden korunmak için sevgisini gönlümden al ve ben ihtiyarî fakr içinde olayım, demek isterdi. [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] Varlığa sevinmez, yokluğa yerinmezdi. Zaman olurdu ki, altı gün üstüste hiç yatak açmadan sabahladığı olurdu, rahatını aramazdı. [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] Kızı Aişe validemizin, giydiği bir elbisesinden hoşlandığını hissedince onu: [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] "Bilmez misin ki, bir kimse dünya zineti sebebiyle kendini beğenirse onu çıkarıncaya kadar Rabbının gazabına uğrar" diye uyarmıştı. Çünkü o, katıksız marifet duygusundan bir tad almış, bu tadın onu tadanları Yüce Allah'ın zatından başka her şeyden alıkoyacağını anlamıştı. [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] Takva ve vera duygusunun bir gereği olarak zaman zaman parmağıyla dilini tutup: "Başıma ne geldiyse hep bunun yüzünden" derdi. Bazen da diline sahip olmak için ağzına çakıl taşları koyduğu rivayet edilirdi. [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] Ağza giren ve ondan çıkanın Allah ve Rasûlünün istediği istikamette olmasının vera olduğunu bildiği için haram ve şüphelilerden son derece sakınırdı. Nitekim bir kölesinin sihir karşılığı aldığı sütten bilmeden içmiş, durumu öğrenince parmağını boğazına sokarak bu sütü midesinden çıkarmıştı. [/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/B] [/INDENT][B][FONT=Georgia][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][FONT=Georgia][SIZE=3][/SIZE][/FONT][/B] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün ilk namazı hangi namazdır
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Sahabe,Tabiin ve Evliyalar
Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.)
Üst
Alt