Huneyn Muharebesi

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81

(Hicret'in 8. yılı 5 Şevval Cumartesi/Milâdî 27 Ocak 630)

Mekke'nin fethiyle Kureyş'in hemen hemen tamamı İslâmiyetle şereflenin işti. Fetih, aynı zamanda civar kabileler, bilhassa Kureyşlilere taraftar bulunan kabileler üzerinde müsbet tesirler bırakmış ve onların İslâm ve Müslümanlara karşı gönüllerinde sevgi dolu sıcak bir alâka duymasına sebep olmuştu. Bu ciddî alâka, onların bundan böyle Resûli Ekrem safında yer alacaklarının bir işareti sayılıyordu.

Bununla birlikte gönülleri hâlâ bu sıcak ilgiden mahrum bulunan ve mahrumiyetten sıyrılmak arzusu taşımayanlar da vardı: Sakif ve Havazin Kabileleri, bunların başında yer alıyordu. Bunlar, eskiden beri Peygamberimiz ve Müslümanlara karşı şiddetli düşmanlıklarıyla biliniyorlardı. Birçok Arap kabilesi gelip Resûli Ekrem'e sadâkat elini uzattığı hâlde, bunlar düşmanlıklarını bir türlü yenemiyorlardı. O civarın en güçlü kabileleri oluşu kendilerini aldatıyor ve yersiz bir gurura sevkediyordu.

Resûli Ekrem, Mekke'yi fethedip Kureyşlilerle birlikte birçok kabilenin de gönlünü kazanınca, bunların endişeleri daha da kabardı. Büyüyen endişeleri, onları, hazırlanıp Mekke üzerine yürüme kararını almaya kadar götürdü. Gayeleri, Peygamberimizin üzerlerine gelmesine fırsat tanımadan Mekke'ye ansızın baskında bulunmaktı.

Bu maksatlarını, her iki kabilenin ileri gelenleri, kendi aralarında yaptıkları konuşmalarla izhar ediyorlardı: "Muhammed'in bizimle savaşmaya gelmesine herhangi bir engel kalmamıştır. En uygun olan, o üzerimize yürümeden, bizim onun üzerine yürümemizdir!"848

Nitekim, kısa zamanda etraftaki bazı kabilelerin de katılmasıyla Havazinlilerin lideri Mâlik b. Avf in kumandasında 20 bin kişilik bir ordu teşkil ettiler. Kumandan Mâlik b. Avf, askerlerin cesaretle çarpışmaları, dönüp geri kaçmamaları için bütün kadın, çocuk ve davarların da orduya katılmasını temin etmişti.

Yirmi bin kişilik düşman ordusu, kadınları, çocukları ve hayvanlarıyla, gelip Evtas mevkiinde karargâhını kurdu.849

Peygamberimizin Durumu Haber Alması

Resûli Kibriya Efendimiz, Havazin ve Sakiflilerin İslâm topraklarına saldırmak için bir araya geldiklerini haber alınca, derhâl Abdullah b. Ebî Hadred'i bilgi almak üzere düşman topluluğun arasına gönderdi.

Tebdili kıyafetle düşman ordusu arasında birkaç gün dolaşan bu sahabî, gereken bilgileri topladı. Ordu kumandanı Mâlik b. Avf in diğer kumandanlara söylediği şu sözleri bizzat kulağıyla duydu:

"Bu, Muhammed'in son çarpışması olacaktır. Onun şimdiye kadar karşılaştığı kimseler, harb bilgisinden mahrum bulunan kimselerdi. Onun için onlara galebe çalıyordu.

"Seher vakti olunca, hayvanlarınızı, kadınlarınızı ve çocuklarınızı arkanızda sıralayacaksınız! Sonra askerleri sıralayacaksınız!

"Müslümanlarla karşılaşınca hücuma kalkacaksınız!

"Kılıçlarınızın kınlarını kırınız ve tek bir adam gibi hep birden saldırınız! Biliniz ki, zafer ilk saldırıya geçenindir!"

Bu bilgileri topladıktan sonra, görevli sahabî, Mekke'ye döndü ve Peygamberimize duyduklarını olduğu gibi haber verdi.

Peygamberimizin, Ordusunu Hazırlaması

Resûli Ekrem Efendimiz, kendi aleyhinde böyle büyük bir ordunun toplandığını haber alınca, onları yerinde bastırmak için sür'atle hazırlığa geçti.

Bu arada, yanında zırhlar ve silâhlar bulunan, henüz Müslüman olmamış Safvan b. Ümeyye'ye, "Ey Ebû Ümeyye!.. Yarın gidip düşmanla karşılaşacağız! Şu silâhlarını bize emanet olarak ver!" dedi.

Safvan, "Yâ Muhammed!.. Zorla almak, geri vermemek üzere mi istiyorsun?" diye sordu.

Peygamber Efendimiz, "Hayır... Emanet olarak, kırılan ve yitirilenleri tazmin etmek üzere istiyorum!" buyurdu.

Bunun üzerine Safvan, 100 tane zırh ile onlara yetecek silâh verdi; hattâ, bunları harb yerine kadar taşımayı da Efendimizin teklifiyle üzerine aldı.850

Peygamber Efendimiz, Mekke'nin fethi günü Müslüman olan ve henüz 20 yaşında bir genç olan Attab b. Esid'i Mekke'ye vali tâyin etti. İslâm ve Kur'ân'ı öğretmek üzere de Muaz b. Cebel Hazretlerini şehirde vazifelendirdi.851

İslâm Ordusunun Mekke 'den Ayrılışı Tarih, Hicret'in 8. senesi Şevval ayının beşinci günü idi.

On iki bin kişilik İslâm Ordusu, Hz. Resûlullah'ın kumandasında Mekke'den, düşmanın toplandığı mevkie doğru hareket etti. Ordunun iki binini Mekkeliler teşkil ediyordu. Ayrıca, orduda 80 kadar da müşrik vardı. Kureyş'in birçok ileri geleni bu 80 kişinin arasında bulunuyordu. Maksatları, hangi tarafın galib geleceğini bizzat görmek ve elde edilen ganimetten istifade etmekti.

Peygamber Efendimiz, o âna kadar böylesine kalabalık bir ordunun başında yola çıkmış değildi. Fakat o, sâdece kalabalığın zafer getirmeyeceğini biliyordu. Zaferi ihsan edenin de, hezimete uğratanın da Cenâbı Hakk olduğunun, insanın sâdece zaferi netice verecek sebepleri mükemmel bir şekilde hazırlamakla vazifeli bulunduğunun derin idraki içindeydi. Bu sebepledir ki, bu kadar kalabalık, azametli ve ihtişamlı bir ordunun başında bulunmasına rağmen, tavrında en küçük bir büyüklenme sezilmiyordu.

Ancak, bu muhteşem kalabalığa güvenen bazı mücâhidler şöyle dediler:

"Artık, bugün azlık yüzünden mağlûb olmayız!"852

Hâlbuki onlar, Allah'ın yardımıyla, birçok kere az bir kuvvetle kendilerinden hem sayıca hem silâhça kat kat üstün bulunan birçok kalabalığı mağlûb etmişlerdi. Bedir Zaferi, bunun apaçık bir misâliydi; Hendek ve Müte, bunun gözle görünür örnekleriydi. Buna rağmen, sanki zaferleri getiren tek unsurun kalabalık insan yığınları olduğu havasında konuşmuşlardı!

Haliyle, Resûli Ekrem Efendimiz, bu sözden hoşlanmadı ve bunu tavrıyla ihsas etti.

Huneyn 'e Varış Şevval ayının 1 l'i salı günü idi.

Resûli Ekrem, ordusuyla inişli çıkışlı, birçok dar geçidi ve gizli yolu bulunan Huneyn Vadisine vardı.

Seher vakti, ordusunu saf düzenine koydu. Bayraktar ve sancaktarlara bayrak ve sancaklarını teslim etti.

Muhacir Müslümanların sancağı Hz. Ali'nin, bayrakları ise Sa'd b. Ebî Vakkas ile Hz. Ömer'in elinde bulunuyordu. Ensâr Müslümanların iki sancağından birini Hübab b. Münzir, diğerini ise Üseyyid b. Hudayr taşıyordu.

Hâlid b. Velid'in (r.a.) kumandasındaki Süleym Oğullan, İslâm Ordusunun öncü kuvvetlerini teşkil ediyorlardı.

Resûli Ekrem, tedbirde asla kusur etmiyordu. Düldül'ün üzerinde bulunuyordu. Sırtına iki zırh gömlek, başına takye giymiş ve takyenin üzerine ise miğfer geçirmişti.853

Herkesten ziyade Yüce Yaratıcısından korkan, herkesten fazla ibâdet ve taate düşkün bulunan Fahri Âlem Efendimiz, Cenâbı Hakk'ın "Adetullah" tâbir edilen hayattaki maddî kanunlarına da herkesten ziyade riâyet ediyor, onlara uymada gayet titiz davranıyordu. Düşman karşısındaki bu vaziyetiyle de bu durumunu açıkça ortaya koyuyordu. Allah'ın hıfz ve inayeti altında bulunmasına rağmen, herkes bir zırh giymişken o iki zırh giyiyor ve başındaki takyesinin üzerine de miğfer geçiriyordu.

İLK ÇARPIŞMA

Sabahın alaca karanlığı henüz çevreye hâkimdi.

Peygamberimiz, düşmanı gafil avlamak maksadıyla, ordusuna Huneyn Vadisine inmek emrini verdi. Vadiye, önce düşmanın tertibat ve harekâtından habersiz olan Hz. Hâlid, emrindeki öncü kuvvetlerle daldı. Bu dalışla birlikte, vadinin iki hâkim yerinde pusu kurmuş düşmanın oklarına hedef oldular. Askeri manevraya elverişli olmayan dar vadide, ok yağmuru mücâhidleri şaşkına çevirdi. Etrafın henüz karanlık olması ise işi

bütün bütün güçleştiriyordu. Neye uğradıklarını anlamayan mücâhidler, geri çekilmek zorunda kaldılar. Öncü kuvvetlerin geri çekilişini, orduya gönüllü olarak katılan Mekkeli yeni Müslümanların geri çekilişi takib etti. Geri çekilme, artık bir nevi bozguna dönme istidadı gösterir gibi oldu.

Durum oldukça nâzik, manzara oldukça acıklı ve ibretli idi.

Hz. Resûlullah'ın etrafında sâdece 100 kadar mücâhidin bulunduğu görülüyordu. Düşman ise 20 bin kişilik kuvvetiyle o tarafa doğru ilerliyordu. Efendimiz, iki tarafından kaçışan mücâhidlere, "Ey insanlar!.. Nereye gidiyorsunuz? Bana doğru geliniz! Ben, Allah'ın Resulüyüm! Ben, Muharnmed b. Abdullah'ım!" diye sesleniyordu.

Harb meydanı bir ana baba gününe dönmüştü. Develer birbirine giriyor, at kişnemeleri toza dumana karışarak etrafa korku saçıyordu.

Resûli Ekrem Efendimiz, herkesin kendisini bırakıp gerisin geri kaçtığı, düşman kuvvetlerin ise sel gibi üzerine akıp geldiği bu sırada Düldül'ün üzerinde bir cesaret âbidesi gibi duruyordu. Tek adım geri çekilmediği gibi, zerre kadar korku eseri de göstermiyor, cesaretini, ümit ve metanetini kaybetmiyordu. Bu kan ve ateş deryasında böylesine sebat ederek durmak, düşmanın 20 bin kişilik kuvvetine karşı mukavemet göstermek, ancak o kahramanlar kahramanının sânı idi.

Kalblerdeki Kin ve Düşmanlığın Açığa Vurulması

İslâm Ordusunun böylesine beklenmedik bir bozgunla karşı karşıya kalması ânında Kureyşlilerden bazı kimseler ileri geri konuşmaya başladılar.

Ebû Süfyan b. Harb, "Bu bozgunun, denize kadar arkası alınmaz!" dedi.

Safvan b. Ümeyye, o sırada henüz Müslüman olmamıştı. Buna rağmen Ebû Süfyan'ın bu sözlerinden hoşlanmadı. "Ağzına taş toprak dolsun senin!.." diye karşılık verdi.

Yine, o sırada Safvan b. Ümeyye'nin kardeşi gelip ona, "Müjdeler olsun! Bugün sihir bozuldu, tesirini kaybetti!" deyince, Safvan b. Ümeyye'den şu cevabı aldı:

"Sus! Allah senin ağzını yırtsın! Bana Havazinlilerden birinin hâkim olmasından, Kureyşli birinin hâkim olması daha hoş gelir."

Süheyl b. Amr ise, "Muhammed ve ashabı, bir daha toparlanamazlar, savaşamazlar." diye konuştu.

Henüz yeni Müslüman olmuş Ebû Cehil'in oğlu İkrime, "Böyle söylemen doğru değil!" dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:

"İşler, ancak Allah'ın elindedir; Muhammed'in elinde bir şey yoktur. Bugün savaş onun aleyhinde ise, yarın muhakkak onun lehinde olacaktır!"

Süheyl, İkrime'nin bu sözlerini hayretle karşıladı: "Sen, daha önce, bu sözlerin tersini söyler, dururdun!"

İkrime şu cevabı verdi:

"Vallahi, biz, uygun olmayan şeyler üzerinde ısrar ediyormuşuz. Aklımızı çalıştırmamış, ne zarar ve ne de fayda veren birtakım taşlara tapmış durmuşuz!"854

CENÂBI HAKK'IN, PEYGAMBERİMİZİ BİR SUİKASTTEN KORUMASI

Bu bozgun sırasında Kureyşlilerin henüz Müslüman olmayanlarından, Peygamber Efendimizin hayatını ortadan kaldırmayı düşünenler bile oldu. Şeybe b. Osman, bunlardan biri idi.

Uhud Harbinde babası öldürülmüş, içi intikam ve kinle doluydu. Kılıcını sıyırdı. Sağ tarafından Peygamber Efendimize doğru varmak istedi. Bu sırada sağında amcası Hz. Abbas'ın, elinde pırıl pırıl parlayan kılıcıyla durduğunu gördü. "Amcası oradayken ben yanına varamam." diyerek Peygamber Efendimizin sol tarafına geçti. Oradan hücum etmek istiyordu. Fakat, o tarafında da amcasının oğlu Ebû Süfyan b. Haris'in durduğunu gördü. "Amcasının oğlu da onu yardımsız bırakmaz." diyerek bu sefer Efendimizin arkasından yanına varmak istedi. Efendimize oldukça yaklaşmıştı. Kılıcını kaldırmak istedi. Efendimize oldukça yaklaşmıştı. Kılıcını kaldırıp vurması için de hiçbir engel kalmamıştı. Tam o esnada aralarında birdenbire bir ateş yalımı peyda oldu. Şeybe birden ürperdi, korktu. Ateş yalımının kendisini yakıp kavuracağını sandı. Korkusundan gözlerini elleriyle kapayıp geri çekildi. Ancak o zaman, Peygamberimizin Allah tarafından korunduğunu anlamıştı!

Geri çekildiği sırada, Resûli Kibriya Efendimiz, ona doğru mübarek başını çevirip gülümsedi ve, "Ey Şeybe!.. Yanıma gel!" buyurdu.

Kâinatın Efendisinin hayatına kastetme cesaretini kendisinde az evvel bulan Şeybe, o anda tir tir titriyordu; kalbi korkuyla ürperiyordu. Efendimizin yanma geldi. Peygamberimiz, mübarek ellerini göğsüne koydu ve, "Allah'ım, bundan Şeytan'ın vesvese ve desiselerini gider!" diye dua etti.

Bir anda Şeybe'nin kalbindeki intikam ve kin duygusu yok oluvermiş, yerini îmana ve Peygamberimize karşı sevgiye terk etmişti. O ânı Şeybe, "Vallahi, elini göğsümden kaldırmamıştı ki, Allah'ın yaratıklarından ondan daha sevgili olan bir kimse kalmamıştı." diyerek ifade eder.

Daha sonra Peygamber Efendimiz, "Ey Şeybe!.. Haydi, artık kâfirlerle savaş!" diye buyurdu.

Şeybe der ki:"Resûlullah'ın önünde kılıç vurup savaştım. Vallahi, canımla ve her şeyimle onu korumak istiyordum. O anda sağ olsaydı da babamla karşılaşsaydım; hiç çekinmeden onu da kılıçla vurup öldürürdüm!"855

Böylece, "Gerek Arap gerekse Arap olmayanlardan Muhammed'e tâbi olmadık hiç kimse kalmasa bile, ben yine ona tâbi olmam!" diyen biri daha, Hz. Resûlullah'ın getirdiği nurun cazibesinden kendisini kurtaramayıp İslâm'ın saadetli sinesine kavuşmuş oluyordu.

İSLAM ORDUSU TOPARLANIYOR

Etrafında bir avuç mücâhidle kalan Resûli Ekrem, düşmanın bir sel gibi üzerine akıp gelmekte olduğunu görünce onlarla çarpışmak için boz DüldüPü mahmuzlamak istiyor, ancak amcası Hz. Abbas, DüldüFün dizginini, Ebû Süfyan b. Haris ise üzengisini tutup buna mâni olmaya çalışıyordu.

Bu dehşetli hengâmede, Resûli Kibriya, DüldüPün dizginini tutan amcası Hz. Abbas'a, '"Ey Ensâr cemaati!.. Ey Semure Ağacının altında bîat etmiş bulunan sahabîler topluluğu!.. Neredesiniz?' diye seslen!" emrini verdi. Hz. Abbas, gür sesiyle nida etti.856

Gür sadâ, dalga dalga vadiyi çınlattı. Kaçan mücâhidler, durdular. Etraf alaca karanlıktan sıyrılıp aydınlığa kavuştuğu gibi, mücâhidler de yüreklerini kaplayan ürkeklikten sıyrılıp kendilerine geldiler. Zihinlerinde artık şimşekler çakıyordu: "Nereye gidiyoruz? Resûlullah'ı kime terk edip gidiyoruz?"

Sanki daldıkları derin bir uykudan uyanır gibi olmuşlardı. Resûli Ekrem'e verdikleri vaadleri bir anda hatırlıyorlar ve toparlanmaya başlıyorlardı. Kaçan ayaklar, şimdi kan ve ölüm deryasında cesaret âbidesini andıran Peygamberimizin etrafına koşuşuyordu! Uhud'da da aynı durum vuku bulmuştu. O zaman da Resûli Kibriya'nın cesareti, metaneti, düşman karşısındaki sebatı, İslâm Ordusunu çok daha feci bir duruma düşmekten kurtarmıştı!

Bir anda Efendimizin etrafını saran mücâhidler, kılıçlarını sıyırıp cesaret ve var güçleriyle düşmanın üzerine saldırdılar. Kılıç şakırtılarına, mücâhidlerin tekbir sadâları karıştı. Düşman bir anda dehşet ve korku içinde kaldı.

Hz. Osman, Hz. Ali, Ebû Dücane gibi kahraman sahabîler, o dehşetli hengâmede Resûli Kibriya'nın önünde düşmana göğüslerini siper ederek çarpışıyorlardı. Hz. Ali, çevikliği ve cesaretiyle düşman askerlerinin cesaretini kırıyordu.

Harbin bu en şiddetli ânında Fahri Alem, üzerinde bulunduğu Düldül'ün üzengisine basarak, dikildi ve, "İşte, şimdi fırın tutuştu, harb kızıştı!"857 diye buyurdu; sonra da dehşetli manzarayı seyrederek, "Ben, Allah'ın Resulüyüm. Yalan yok!"858 diye seslendi.

Bu sözleriyle o, peygamberlikle yalanın bir araya gelemeyeceğini ifade ediyordu ve bütün kalbiyle Allah'ın va'dettiği yardımına inandığını haykırıyordu. Bu sesleniş, sabrın ve sebatın mükâfatı olan zaferin müjdesiydi!

Bu arada, Hz. Ali ile Etoû Dücane (r.a.), düşman bayraktarlarından birini yere serdiler. Bayraktarlarının yere serildiğini gören Havazinliler, korkmaya başladılar.

Peygamberimizin Duası

Mücâhidleri çarpışma şevkinin sardığı, düşmanın da ürkmeye başladığı bir anda, Resûli Ekrem DüldüPünden indi ve Yüce Rabbine şöyle yalvardı:

"Allah'ım, bize, yardımını indir! Muhakkak Sen, onların bize galib gelmesini istemezsin!"859

Cenâbı Hakk'a böylesine gönülden yalvarıp zafer niyaz eden Efendimiz, sonra da eline bir avuç kum aldı, "Yüzleri kara olsun!" diyerek düşman askerlerine doğru attı.860

O anda, Resûli Zîşan Efendimizin bir mucizesi olarak, düşman askerlerinden gözlerine bu bir avuç kumdan dolmadık hiç kimse kalmadı! Artık, düşman ordusunda bozgun başlamıştı!

Meleklerin mücâhidlerin imdadına gelmesi ise, düşman askerin geri kalan çarpışma güçlerini de alıp götürdü ve gerisin geri kaçmalarını sağladı.

Hz. Abbas, o ânı sonradan şöyle tasvir edecektir:

"Vallahi, Resûlullah'ın, çakıl taşlarını (kumu) onlara doğru savurmasından sonradır ki, güçlerini yitirdiklerini, işlerinin tersine döndüğünü gördüm! Sonunda, Allah, onları bozguna uğrattı. Allah Resulünün, DüldüPü tepip onları takibe koyulduğunu, hâlâ gözlerimle görür gibiyim!"861

Cenâbı Hakk, mücâhidlerin gönlünde meydana gelen bir anlık bozgun burukluğundan sonra ihsan ettiği parlak zaferi, Kur'ânı Kerîm'inde şöyle beyan buyurur:

GVtrj.jpg


"Şüphe yok ki, Allah, size birçok savaş yerinde zafer verdi ve Huneyn gününde size yardım etti. O vakit, Huneyn'de çokluğunuz size güven vermişti de, bir fayda olmamıştı. Yeryüzü o genişliğiyle başınıza dar gelmişti. Sonra da bozularak arkanıza dönmüştünüz.

"Sonra Allah, Resulünün ve mü'minlerin üzerine rahmetini indirdi, görmediğiniz (meleklerden) ordular indirdi de, küfredenleri azablandırdı. İşte bu da, kâfirlerin cezasıdır."862

Bozguna uğrayan düşman ordusu, birkaç kısma ayrılarak savaş meydanını üzgün üzgün terk etti. Bir kısmı Taife gitti, bir kısmı Evtas'ta toplandı; diğer bir kısmı ise, Nahle taraflarına doğru yol aldı.

Şehid ve Ölü Sayısı

Çarpışma sonunda, Müslümanların dört şehid, düşmanın ise 70 ölü verdiği görüldü.

Düşman, harb meydanına çoluk çocuğuyla geldiği için, geride esir olarak birçok kadın ve çocuk da bıraktı. Bu savaşta, mücâhidlere, o âna kadar elde edemedikleri bol miktarda ganîmet kalmıştı.

BİR KADİRŞİNASLIK ÖRNEĞİ

Alınan esirler arasında, Resûli Ekrem Efendimizin süt kardeşi, Sa'd Oğullarından Şeyma da vardı. Kendisine karşı yapılan bazı sert hareketler üzerine, "Bilin ki, ben Efendinizin süt kardeşiyim!" diyerek bu sert davranışlarından vazgeçmelerini söyledi. Ancak mücâhidler, sözünde doğru olup olmadığını öğrenmek için onu alıp Huzuru Risâlete getirdiler.

Şeyma, "Yâ Muhammedi.. Ben, senin süt kardeşinim!" deyince, Efendimiz, "Bunu neyle ispatlarsın?" diye sordu.

Şeyma, "Omuzumda bulunan diş iziyle; ki, onu sen ısırmıştın!" dedi.863

İzi gören Kâinatın Efendisi, süt kardeşi Şeyma'yı tanıdı. Kendisiyle Sa'd Oğulları yurdunda koşuştukları, oynadıkları, gezdikleri Şeyma idi bu!.. İnsan kadrini çok iyi bilen, kendisine yapılan en ufak bir yardım ve iyiliği seneler sonra da olsa unutmayan Kâinatın Serveri, süt kardeşi olan bu çocukluk arkadaşına ridâsını serip üzerinde oturttu. Bir anda, o çocukluk günleri hafızasında canlandı. Gözleri dolu dolu oldu. Sonra da süt anne ve babasını sordu. Şeyma, onların ikisinin de çoktan ölüp gittiklerini söyledi.

Daha sonra Şeyma'ya, "İstersen, sevgi ve saygı görerek yanımda otur; istersen, faydalanacağın bazı mallar verip, seni kavmin ve kabilenin yanına döndüreyim."

Şeyma'nın cevabı şu oldu:

"Sen bana mal verip, beni kavmimin yanına döndür!"864

O sırada Müslüman olan865 Şeyma'ya, Peygamberimiz, bir erkek bir de kadın köle verdi; sonra da Cirane mevkiine gidip beklemesini söyledi. Taif dönüşünde ise, ona ve aile halkından hayatta bulunanlara deve ve davarlar verdi.

DÜŞMANIN TAKİB EDİLMESİ

Resûli Kibriya Efendimiz, bozguna uğrayan Havazinlilerin takib edilmesini mücâhidlere emretti. Ordunun öncü kuvvetlerini yine Süleym Oğulları teşkil ediyordu ve Hâlid b. Velid'in kumandası altında bulunuyorlardı.

Takib esnasında Resûli Ekrem Efendimiz bir kadın cesedine rastladı. Kadının Hâlid b. Velid tarafından öldürüldüğü söylenince, bir mücâhidle derhâl ona haber gönderdi: "Hâlid'e yetiş ve ona, 'Allah Resulü, seni çocuk, kadın ve hizmetçi öldürmekten menediyor.' de."866

Bu arada, çocukların da öldürüldüğü haberi üzerine de, Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"Dikkat ediniz! Çocuk öldürülmeyecektir!" Sahabînin biri, "Yâ Resûlallah!.. Onlar müşriklerin çocukları değiller mi?" diye sorunca, Fahri Kâinat'tan şu cevabı aldı:

"Sizler de müşriklerin çocukları değiller miydiniz? Her çocuk, İslâm yaratılışı üzere doğar; dili dönünceye kadar öyle devam eder. Sonra anne babalan, onu ya Yahudîleştirir ya da Hıristiyanlaştırır."867

EVTAS'TA ÇARPIŞMA

Huneyn Vadisinde mücâhidler tarafından bozguna uğratılan Havazinlilerden bir kısmının Evtas Vadisinde toplandıkları görülüyordu. Resûli Ekrem, Ebû Âmir elEş'arî Hazretlerine bir sancak vererek, bazı mücâhidlerle toplanan düşman üzerine yolladı. Evtas'ta mevzilenen düşman, kendisini savunmaya geçti.

Teke tek yapılan dövüş ve vuruşmada, kumandan Ebû Âmir (r.a.), Havazinlilerden birçoğunu yere serdi. Sonra da mızraklarla vuruşma başladı. Bu sırada, kumandan Ebû Âmir (r.a.), atılan bir okla ağır yara aldı ve sancağı yeğeni Ebû Musa elEş'arî'ye vererek onu kumandan tâyin etti. Bir müddet sonra da aldığı ağır yaranın tesiriyle şehid olarak hayata gözlerini yumdu.868

Kumandanlığa geçen Ebû Musa, savaşa girişti ve düşman kuvvetlerini dağıtmaya muvaffak oldu. Düşman, oradan doğruca Taife gidip sığındı. Daha önce de kumandanları Mâlik b. Avf gidip oraya sığınmıştı.

Esir ve Ganimetlerin Cirane 'ye Gönderilişi

Peygamber Efendimiz, çarpışmadan kesin netice almak istiyordu. Huneyn'deki çarpışmayla bu kat'î netice henüz elde edilmiş değildi. Düşman, Taife sığınmıştı. Bu sebeple Taif üzerine yürümek gerekiyordu.

Buna binâen, Huneyn Savaşında elde edilen ganimetler ve alınan esirleri Cirane mevkiine gönderdi ve orada muhafaza edilmesini, vazifelendirdiği sahabîlere emretti.869

BİR KAN DÂVASININ HÜKME BAĞLANIŞI

Resûli Ekrem, henüz Huneyn mevkiinden ayrılmış değildi.

Öğle namazını kılmış ve istirahat etmek üzere bir ağacın gölgesinde oturuyordu.

Bu sırada iki kişinin huzuruna gittiği fark edildi. Bunlar, Gatafanların Reisi Uyeyne b. Hısn ile Akra b. Habis idi. Uyeyne, Peygamberimizden, haksız yere öldürülen Âmir b. Azbat'ın kanını dâva ediyor ve katil Muhallim b. Cessame'nin kendilerine teslimini istiyordu.

Uyeyne b. Hısn, "Vallahi, yâ Resûlallah!.. O benim kabilemin kadınlarına ölüm acısını tattırıp canlarını yaktığı gibi, ben de onun kadınlarına ölürn acısını tattırıp canlarını yakmadıkça yakasını bırakmam!" diyerek Muhallim b. Cessame'nin kısas için kendisine teslimini isterken, Aka b. Habis ise Muhallim'i müdafaa ediyordu.

Resûli Ekrem'in "Onun diyetini [kan bedelini] alsan olmaz mı?" diye yaptığı teklife, Uyeyne b. Hısn yanaşmadı. Bu sırada sesler yükseldi, gürültüler çoğaldı.

Bunun üzerine Resûli Ekrem, "Hayır, bu seferimiz sırasında 50 deve, dönüşümüzde de 50 deve diyet alacaksın." diye teklifte bulundu. Ancak, Uyeyne aynı şekilde bu teklifi de kabule yanaşmadı.

Uzun uzun konuşulduktan sonra, Uyeyne b. Hısn, teklif edildiği şekilde diyet almayı kabul etti.871

Böylece, Resûli Ekrem, halk arasında az da olsa gerginliğe sebep olan bir kan dâvasını halletti.

Fakat işin, ibret alınması gereken tarafı bundan sonra cereyan etti: Müslümanlar, Muhallim b. Cessame'ye, "Resûlullah'ın huzuruna çık, yaptığın bu hareketinden dolayı senin için Allah'tan mağrifet dilesin!" deyince, uzun boylu, üzerine yeni bir elbise giymiş ve kısasa kendisini hazırlamış bulunan Muhallim, Huzuru Risâlete vardı. Efendimizin önüne diz çöktü. Mahzundu, üzgündü, gözlerinden yaşlar akıyordu. Yaptığı şeyden pişmanlık duyduğunu ve Allah'a tevbe ettiğini söyleyerek, Resûlullah'tan, Allah'tan mağrifet dilemesini istiyordu: "Yâ Resûlallah!.. Pişmanım, Allah'a tevbe ediyorum! Benim için Allah'tan mağrifet dile!"

ı izam tarafına göndermişti. Mücâhidler, yolda Âmir b. Azbat'a rastlamışlardı. Âmir, mücâhidleri İslâm selâmıyla selâmladığı hâlde, şahsî bir düşmanlık ve kinden dolayı, Muhallim b. Cessame tarafından öldürülmüştü. İşte, Uyeyne b. Hısn'ın istediği, bu kan dâvası idi.

Resûli Ekrem, "Kimsin sen?.." diye sordu. "Muhallim b. Cessame!.." diye cevap verdi.

Resûli Ekrem, "Demek, sen, ona (Amir'e) Allah'ın emanıyla eman verdin (selâmına karşılık selâm verdin), sonra da onu vurup öldürdün, öyle mi?" diye buyurunca, Muhallim b. Cessame başını önüne eğdi ve sustu.

Efendimiz, sonra ellerini kaldırarak, yüksek sesle, "Allah'ım, Muhallim b. Cessame'yi affetme!" diye beddua etti.

Bedduayı duyan Muhallim'in tüyleri diken diken oldu; uğrayacağı akıbetin dehşetini düşünerek tir tir titremeye başladı. Tekrar yalvardı: "Yâ Resûlallah!.. Pişmanım! Allah'a tevbe ediyorum! Ne olur, benim için Allah'tan af dile!"

Ne var ki, Muhallim'in bu yakarışı da pek fayda etmiyor ve aynı şekilde Hz. Resûlullah'ın bedduasına uğruyordu. Sonra da huzurdan kovuluyordu.

Yapılan bedduanın üzüntüsü ve uğrayacağı akıbetin dehşeti Muallim'i ancak bir hafta kadar ayakta tutabildi. Ölünce, onu gömdüler. Ne var ki, yer, ölüsünü kabul etmiyordu; defalarca gömdükleri hâlde, yer, yine cesedini dışarı attı.872 Sonunda kavmi, üzerine taş yığarak onu iki dağ arasında bıraktı.873

Durumu Efendimize ilettiklerinde, şöyle buyurdular:

"Vallahi, yer, ondan çok daha kötülerin üzerini örtmüştür. Fakat, Allah, aranızdaki (haksız yere adam öldürme) yasağı hakkında, size, gösterdiği bu hâdiseyle öğüt ve ibret vermek istemiştir."



 
Üst Alt