Hudeybiye Anlaşmasına Kısa Bir Bakış.

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81

Kendilerini Kabe'yi ziyarete ve tavafa hazırlamış olan, hakikate ve doğruluğa müştak sahabîler, maddelerin dış görünüşüne bakıp, Hudeybiye Muahede ve Musalahasının aleyhlerinde olduğu kanaatine varmışlardı. Fakat, zamanla sulhun müsbet neticeleri görülmeye başlayınca, Resûli Ekrem Efendimizin kararında ne kadar haklı olduğunu ve endişelerine de mahal bulunmadığını anladılar!

Her şeyden evvel, İslâm'ın amansız düşmanı olan Kureyş müşrikleri, bu muahede ve musalaha ile İslâm Devletini resmen tanımış oluyorlardı

Ayrıca bu anlaşma, diğer fetihlere de bir başlangıç olmuş, fetih kapılarının açılması için bir anahtar teşkil etmiştir. Nitekim, bu sulhu, daha doğrusu bu manevî fethi kısa bir zaman sonra Hayber'in fethi ve ondan sonra da Mekke fethinin takib ettiğini görüyoruz.

Yine bu muahede ve musalaha sayesinde, Müslümanlar için manevî tebliğlerini harbten ve darptan uzak, emniyet ve huzur içinde yerine getirebilecek bir zemin ve imkân doğmuştur. Müslümanlarla müşrikler arasında birbirlerinin vücudunu ortadan kaldırmak için cereyan eden harbler sebebiyle kimse kimseyle temas edip görüşme imkânı bulamıyordu. Bu sulh devresiyle İslâm'ın ve Müslümanların işine yarayacak bu geniş imkân meydana geldi.

Her ne kadar maddî kılıç bir müddet kınına sokulu durduysa da, Kur'ânı Hakîm'in parlak manevî kılıcı ortaya çıktı, kalb ve akılları fethe başladı. Anlaşma sayesinde Müslümanlarla müşrikler birbirleriyle serbest görüşme imkânı buldular. Müslümanların yaşayışlarıyla gösterdikleri İslâm'ın güzellikleri, onları kendilerine cezbetti. Kur'ân'm sönmez nurları, kavim ve kabilelerinden inat ve taassublarını kırıp, manevî hükmünü icra etti. Meselâ, bir harb dahîsi olan Hâlid b. Velid ve bir siyaset dahîsi bulunan Amr b. As gibi, maddî kılıçla mağlûbiyeti kabul etmek istemeyen zâtlar, bu sulh sayesinde Kur'ân'ın manevî kılıcının cazibesinden kendilerini kurtaramayıp, Hz. Resûlullah'ın huzuruna çıkarak teslimiyetlerini arzetmiş, Müslüman olmuşlardır.

Aynı şekilde, muahede ve musalahanın tanıdığı imkân dolayısıyla Mekke'den Medine'ye, Medine'den de Mekke'ye ziyaretler, ticarî münâsebetler başladı. Kureyş müşrikleri, Müslümanları yakından tanıma fırsatını buldular: Onların doğruluklarına, dürüstlüklerine şâhid oldular; Müslümanların nasıl bir hürriyet havası içinde yaşadıklarını yakından takib ettiler. Bu arada, Müslümanların telkin ve tavsiyesiyle, birçok müşrik, îman dairesine girdi. Kimisi de îman ve İslâm'a karşı besledikleri düşmanlıklarını yumuşatarak, îmana karşı meyil gösterdi.

Hudeybiye Sulhünden.Mekke'nin fethine kadar geçen iki sene zarfında Müslüman olanların sayısı, Resûli Ekrem Efendimizin peygamber olarak gönderilişinden sulh gününe kadar geçen yaklaşık 20 seneye yakın zaman içinde Müslüman olanlardan çok daha fazla olmuştur. Umre maksadıyla yola çıkan sahabîlerin sayısı bin 400 iken, iki sene sonra Mekke'nin fethine gidildiğinde bu sayı 10 bini buluyordu! Bu da, Hudeybiye Sulhunun ne kadar yerinde yapılmış bir anlaşma olduğunu açıkça göstermektedir.

Kur'ân'ın Hudeybiye Sulhunu "Fethi Mübîn," "apaçık bir fetih" olarak tavsif etmesi de dikkat çekicidir. Hâlbuki, Müslümanlar, daha evvel de küçümsenmeyecek zaferler elde etmişlerdi. Fakat, Kur'ân'ın, bunları değil de, Hudeybiye Sulhunu "Fethi Mübîn" olarak nitelendirmesi, İslâmiyet için asıl hakikî zaferin manevî sahada olduğu gerçeğine işaret içindi. Nitekim, İmamı Zührî, buna işaretle, "İslâm'da, Hudeybiye Musalahasından önce, ondan daha büyük bir fetih olmamıştır."483 demiştir.

İbni Mes'ud'un rivayeti de aynı mealdedir: "Siz fetih olarak Mekke'nin fethini kabul ediyorsunuz; hâlbuki, biz, asıl fetih olarak Hudeybiye Sulhunu sayıyoruz!"484

Hudeybiye Muahede ve Musalahası, aynı zamanda, büyük bir siyasî zaferdi. Çünkü, Hayber Yahudîlerini, kuvvetli dostları olan Kureyş müşriklerinden tecrid ediyordu. Hayber Yahudîleri için artık Kureyş müşrikleri yok demekti. Dolayısıyla, buranın fethi de, bu sayede daha da kolaylaşıyordu. Nitekim, Resûli Ekrem, Medine'ye döndükten birkaç hafta sonra Hayber'in fethine muvaffak olmuştur.

Bütün bu neticeler görüldükten sonra, Hudeybiye Sulhu için Kur'ân'in, "(Ey Resulüm!..) Biz, sana, gerçekten açık bir zafer verdik!" haber ve hükmünün ne kadar mûcizâne ve veciz olduğu açıkça anlaşılıyordu!

Kur'ânı Kerîm'in şu âyetini de hatırlatalım:

"Olur ki, bir şey hoşunuza gitmezken, sizin için o hayırlı olur ve bir şeyi istediğiniz hâlde, o hakkınızda şer olur. Allah bilir, siz bilemezsiniz!"485

EBÛ BASİR'İN, KUREYŞLİLERİN TİCARET YOLLARINI KESMESİ

Peygamber Efendimizin Hudeybiye'den Medine'ye dönüşü üzerinden pek fazla bir zaman geçmemişti.

Bu sırada İslâmiyetle müşerref olan Sakif Kabilesinden Ebû Basir adındaki zât, bir fırsatını bulup Mekke'den Medine'ye geldi.

Üç gün sonra, onu istemek üzere, Kureyşliler, iki kişi gönderdiler. Bunlar, Peygamber Efendimize, "Bize karşı imza ettiğin anlaşmayı hatırlatırız!" diyerek Ebû Basir'i geri istediler.

Resûli Ekrem Efendimiz, anlaşma gereğince Ebû Basir'i geri vermek zorundaydı. Ona, "Ey Ebû Basir!.. Biliyorsun ki, biz şu Kureyşlilerle bir anlaşma yapmış ve onlara söz vermiş bulunuyoruz. Dinimize göre, verdiğimiz sözde durmamak bize yaraşmaz! Muhakkak, Allah, sana ve senin gibi müşrikler içinde kalan Müslümanlara bir genişlik, bir çıkar yol halkedecektir!" deyip teselli verdi; sonra da onu, gelen adamlara iade etti.

Ebû Basir, "Yâ Resûlallah!.. Bana işkence yapsınlar, beni dinimden döndürsünler diye mi müşriklere geri veriyorsun?" diye feryad etti.

Resûli Ekrem, tekrar ona teselli verdi: "Sen git! Muhakkak, Allah, sana ve senin gibilere bir çıkar yol halkedecektir!"486

Kureyş'in gönderdiği iki adam, Ebû Basir'i alarak Medine'den yola çıktılar. Zülhuleyfe'ye ulaştıklarında orada oturup beraber yemek yediler.

Ebû Basir, her an onlardan nasıl kurtulabileceğini düşünüyordu. Önce onlarla yakınlık peyda etmek istedi. Bunun için kendileriyle sohbete başladı. Huneys adındakinin ismini, babasının kim olduğunu sorup öğrendikten sonra, "Öyle zannediyorum ki, senin şu kılıcın oldukça keskindir!" dedi.

Adam, "Evet," dedi, "oldukça keskindir!"

Ebû Basir, gayet sakin ve emniyet verici bir tavırla, "Ona bir bakabilir miyim?" diye sordu.

Huneys, "İstiyorsan, al, bak!" dedi.

Ebû Basir, bulunmaz fırsatı yakalamıştı. Kılıcı kaptığı gibi Huneys'in üzerine yürüyüp işini bitirdi.487

Bunu gören diğer arkadaşı, son sür'at kaçarak Medine'ye geldi. Peygamber Efendimizin huzuruna çıkıp, "Adamınız, arkadaşımı öldürdü; ben ise elinden zor kurtuldum!" diyerek Ebû Basir'den şikâyet etti.

Bu sırada Ebû Basir de geldi. "Yâ Resûlallah!.. Sen, beni onlara teslim ile ahdini îfa etmiş oldun. Şimdi, Allah beni onlardan kurtardı!" diyerek bir daha müşriklere iade edilmeyip Medine'de kalmayı istedi.

Ebû Basir'in cesaretine ve atılganlığına hayret eden Efendimiz, sahabîlere hitaben, "Bu adam, harb kışkırtıcısı, kızıştırıcısıdır! Hele yanında, birtakım adamlar da bulunsa, artık elinden gelmeyecek şey yoktur!" diye buyurdu.488

Bu sözler üzerine Ebû Basir, tekrar Kureyşlilere iade edileceği zannına kapıldı. İçinde yine feryadlar koptu.Fakat, Resûli Ekrem Efendimiz, onu Kureyşlilere tekrar geri vermediği gibi Medine'de kalmasına da müsaade etmedi. "Haydi çık, istediğin yere git!" diyerek onu istediği yere gitmekte serbest bıraktı.489

Bunun üzerine Ebû Basir de, Medine'den çıktı. Deniz sahilinden, Mekke'den Şam'a giden yol üzerinde İs Vadisine gidip yerleşti.

Mekke 'deki Müslümanların Ebû Basir 'in Yanında Toplanmaları

Mekke'de hapsedilmiş bulunan Müslümanlar ile îmanlarını gizleyenler, bunu duyunca, birer ikişer kaçarak Ebû Basir'in yanında toplandılar. Kısa zamanda sayıları 70'i buldu; hattâ, etraftaki kabilelerden de katılanlarla birlikte bu sayı 300'e çıktı.

Böylece, Ebû Basir, etrafında büyük bir kuvvet toplamış oluyordu. Kureyş'in Şam'a gönderdiği bütün ticaret mallarına da el koyuyorlardı.490

Kendilerini tehdit eden bu durum karşısında Kureyşliler, Peygamber Efendimize derhâl bir elçi gönderdiler. Elçinin Peygamberimize getirdiği mektupta şunlar yazılı idi:

"Allah ve akrabalık aşkına!.. Sen, Ebû Basir'le arkadaşlarına haber salsan ki, bundan böyle her kim Medine'ye, senin yanına gelirse, o emniyet ve selâmettedir, o geri çevrilmeyecektir."491

Kureyş'in bu rica ve müracaatları üzerine, Peygamber Efendimiz de, Ebû Basir ve yanında bulunan Müslümanları davet için Ebû Basir'e bir mektup yazdı.

Ebû Basir, o esnada ağır hasta idi. Resûli Ekrem Efendimizin mektubu kendisine ulaştığında son nefeslerini alıp veriyordu. Bu vaziyette mektubu eline aldı, yüzüne gözüne sürdü. Henüz tam okumadan da ruhunu teslim etti.

Ebû Cendel ve diğer Müslümanlar, onun cenaze namazını kılıp defnettiler.492

Daha sonra Ebû Cendel, diğer Müslümanları da yanına alarak Medine'ye, Peygamberimizin yanına geldi.495

ÜMMÜ KÜLSÜM'ÜN, PEYGAMBERİMİZE İLTİCA EDİŞİ VE GERİ VERİLMEYİŞİ

Hudeybiye Anlaşmasının üzerinden fazla bir zaman geçmemişti ki, Peygamberimizin Mekke'deki azılı düşmanlarından Ukbe b. Ebî Muayt'ın Müslüman olan kızı Ümmü Külsüm, bir yolunu bulup Medine'ye geldi; Resûli Ekrem Efendimize iltica edip, "Yâ Resûlallah!.. Ben, dinim için onların yanından kaçıp yanına geldim! Beni koru, müşriklere geri çevirme! Beni kâfirlere geri çevirecek olursan, bana işkence yaparlar, dinimden döndürmeye uğraşırlar!"494 dedi.

Bunun üzerine inen âyet, Peygamber Efendimizin nasıl hareket etmesi gerektiğini tâyin etti: "Ey îman edenler!.. (Kendi ifadelerince) mü'min kadınlar, muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah, onların îmanlarını çok iyi bilendir. Fakat, siz de mü'min kadınlar olduklarını öğrenip kanaat getirirseniz, onları kâfirlere döndürmeyin. Bunlar, onlara (kâfir kocalarına) helâl değildir; onlar da bunlara helâl olmazlar. Kâfir kocalarının bu kadınlara verdikleri mehri onlara (kâfirlere) verin. Sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günah yoktur. Artık, kâfir olan kadınlarınızı da nikâhınız altında tutmayın. Verdiğiniz mehri isteyin. Kâfirler de, size hicret eden mü'min kadınlara harcadıkları mehri istesinler. Bu, Allah'ın hükmüdür; aranızda O hükmeder. Allah, hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir."495

Bu âyeti kerîme, Hudeybiye Sulhündeki Medine'ye hicret ve iltica edecek Müslümanların iadesiyle ilgili maddenin, erkeklere mahsus olduğunu, dolayısıyla kadınlara şâmil bulunmadığını ortaya koyuyordu.

Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz, müşriklerin arasından Medine'ye çıkıp gelen erkekleri iade ettiği hâlde Müslüman kadınları geri çevirmedi. Nitekim, Ümmü Külsüm'ü de, kardeşleri Velid b. Ukbe ile Umare b. Ukbe, Medine'ye gelerek istedikleri zaman, Resûli Ekrem, "Muahededeki o şartın hükmünü, Allah, kadınlar hakkında bozdu, ortadan kaldırdı!" buyurarak, Ümmü Külsüm'ü onlara teslim etmedi.

Bu âyetin nazil olmasından sonra Mekke'den Medine'ye hicret eden kadınlar, bir nevi imtihana tâbi tutuluyorlardı. Onlar, "Vallahi, biz, sâdece Allah'a ve Resulüne ve İslâmiyete olan muhabbet ve bağlılığımızdan dolayı çıkıp geldik; yoksa ne koca, ne mal, ne başkasına olan kin ve buğzumuz sebebiyle gelmedik!" diye yemin ediyorlardı. Bunun üzerine, Medine'de kalmalarına müsaade edilip geri çevrilmiyorlardı. Böyle yeminde bulunanların mehirleri de kocalarına iade ediliyordu.496

Hz. Ömer 'in, İki Hanımını Boşaması

İnen âyeti kerîmede ayrıca mü'minlere, "Kâfir olan kadınlarınızı artık nikâhınız altında tutmayın." diye emrediliyordu.

Bunun üzerine Hz. Ömer, o zamana kadar nikâhı altında bulunup Mekke'de oturan müşrik iki karısını boşadı.497


--------------------------------------------------------------------------------

480 Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 715.
481 Halebî, A.g.e., c. 2, s. 715.
482 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 337; ibni Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 258.

483 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 336; Taberî, Tarih, c. 3, s. 81.
484 Ibni Kesir, Tefsir, c. 4, s. 182.
485 Bakara, 216.

486 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 337.
487 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 337.
488 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 338.

489 Vakidî, Megazi, c. 2, s. 627.
490 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 338
491 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 338; İbni Abdi'lBerr, elistiab, c. 4, s. 1613.
492 ibni Sa'd, Tabakat, c. 4, s. 134.
493 Ibni Sa'd, c. 4, s. 134.
494 ibni Sa'd, Tabakat, c. 8, s>. 231.

495 Mümtehine, 10.
496 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 230; Ibni Seyyid, Uyûnû'lEser, c. 2, s. 127.
497 İbni Sîre, c. 3, s. 341.



 
Üst Alt