Hayber'in Fethi.

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81

(Hicret 'in 7. senesi Muharrem ayı sonlan / Milâdî 628)

Hayber, volkanik bir arazi üzerine kurulmuş, kuvvetli ve sağlam yedi kaleye sahip bir şehirdi. Şam yolu üzerinde bulunan bu şehir, Medine'nin kuzeybatısına düşüyor ve ona uzaklığı ise 100 mili (169 km) buluyordu.

Resûli Ekrem Efendimizle olan anlaşmalarını bozmaları sebebiyle Medine'den sürgün edilen Yahudilerin çoğu buraya yerleşmiş, burayı âdeta Yahudiliğin bir nevi merkezi hâline getirmişlerdi.

Daha evvel bahsettiğimiz gibi, Mekke müşriklerini ayaklandırıp, bütün Arap kabilelerini toplayarak Medine üzerine yürütüp Hendek Harbinin patlak vermesine, buradaki Yahudiler sebep olmuşlardı. Hendek Savaşından sonra da rahat durmamışlar, Peygamberimiz ve İslâmiyet aleyhinde çeşitli iftira ve propagandalarına devam etmişlerdi.

Bunun yanında Mekkeli müşriklerle yeni bir anlaşma da yapmışlardı. Bu anlaşmaya göre, Peygamberimiz şayet Mekke üzerine yürürse Hayberliler de Medine'ye baskın yapacaklar, eğer Hayber üzerine yürürse Kureyş müşrikleri Medine'ye baskında bulunacaklardı. Ne var ki, bu plânları Hudeybiye Anlaşmasıyla neticesiz kalmıştı.

Yine, Resûli Ekrem Efendimiz, Mekkeli müşriklerle Hudeybiye Sulh Anlaşmasını imzalamak suretiyle, Medine'yi onlardan gelebilecek tehlikelere karşı emniyet altına almıştı. Ancak, kuzey tarafı—ki Hayber Yahudilerinin bulunduğu taraftı—henüz emniyetten mahrumdu. Hâlbuki, bu emniyetin temini,İslâmî gelişmenin sür'at kazanması bakımından gerekli görünüyordu.

Aynı şekilde, Arab'ın en büyük ticareti Şam'la idi. Yahudiler ise, bu yol üzerinde bulunuyorlar ve burada bir güç, bir kuvvet olma istidadını gösteriyorlardı. Bu ise, İslâmî gelişme için bir tehlikeden başka bir şey değildi!

İşte, bütün bu sebepler, Hayber meselesinin bir an evvel hallini gerektiriyordu.

Zaten, Cenâbı Hakk da, Hudeybiye Seferi dönüşü sırasında gönderdiği Fetih Sûresinde, Müslümanlara buranın fethini va'detmişti.

Medine 'den Hareket

Hayber Gazasına çıkmaya karar veren Resûli Kibriya Efendimiz, ashabına, hazırlanmalarını emretti.

Bu arada, korkularından dolayı Hudeybiye Seferine katılmaktan çekinmiş bulunan birçok kimsenin, Hicaz'ın bu en bereketli ve verimli şehri olan Hayber'de elde edilecek ganimeti düşünerek ve ona tamah ederek orduya iştirak etmek istedikleri görülüyordu; "Hayber'e biz de sizinle gidelim!" diyorlardı.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Allah yolunda, İ'lâyı Kelimetullah uğrunda bihakkın cihad edecek olanlar hazırlansın! Bunların dışında hiç kimse bizimle birlikte gidemeyecektir! Onlara ganîmetten de bir şey verilmeyecektir!" buyurdu.567 Bunu, Medine'nin içinde halka ilân etti.

Hz. Resûlullah'ın bu emri, bize, Allah yolunda cihadın sırf Hakk'in rızası gözetilerek, maddî hiçbir karşılık beklemeksizin, hattâ niyet dahi edilmeksizin yapılması gerektiğini gayet açık bir şekilde ders vermektedir.Zaten, İslâm'da harbin ulvî ve nurânî gayesi de, İ'lâyı Kelimetullah'tır.

Resûli Kibriya Efendimizin emri üzerine Müslümanlar derhâl toplandılar. Sayıları, 200'ü atlı olmak üzere bin 600 kişiyi buldu.568 Bunlar sâdece o anda Peygamber Efendimizle birlikte Medine'den hareket edecek olanlardı. Daha sonra, Peygamber Efendimiz, Hayber'de bulunduğu sırada, içlerinde meşhur Ebû Hüreyre'nin de bulunduğu Devs Kabilesinden 400 Müslüman ile Habeşistan'dan gelen Muhacir Müslümanlar da orada İslâm Ordusuna katılacaklardır.

Ayrıca, Medine'den hareket eden İslâm Ordusunda, Resûli Ekrem'in zevcesi Hz. Ümmü Seleme ile birlikte 20 kadar Müslüman kadın da vardı. Harb esnasında yaralanan mücâhidleri tedavi etmek, onlara yemek pişirmek ve ihtiyaçlarını karşılamakla meşgul olacaklardı.569

Peygamber Efendimiz, Medine'de yerine Gıfarlı Siba b. Urfutat'ı vekil bırakarak, ordusuyla Muharrem ayı sonlarına doğru Hayber yönüne hareket etti.

Nübüvvetin manevî boyasıyla boyanmış olan mücâhidler, pür şevk ve coşkunluk içinde yollarına devam ediyorlardı. Şâir Amir b. Ekva, o andaki heyecan ve sadâkatini, "Allah'ım, Sen hidâyet etmeseydin biz doğru yolu bulamazdık, zekât veremezdik, namaz kılamazdık. Üzerimize yürüyen bir kavim olunca, bizi dinimizden döndürmek için fitne çıkarmaya çalışınca, Sen kalblerimize sekînet indir; çarpıştığımızda da ayaklarımıza sebat ver!"570 şiiriyle dile getiriyordu.Peygamber Efendimiz, şiiri okuyanın kim olduğunu sordu. Âmir b. Ekva olduğunu öğrenince de, "Allah ona rahmet etsin!" buyurdu.571

Mücâhidler bir an durakladılar; zîra, bu dua, Âmir'in şehâdet mertebesine erişeceğinin işaretini taşıyordu.

"O, ne sağırdır, negaib... "

Mücâhidler, tekbirle yol alıyorlardı. Yer gök sanki tekbir sadâlanyla titriyordu. Bir ara hep bir ağızdan çok yüksek bir sesle, "Allahü Ekber! Allahü Ekber! Lâ ilahe İllallahu Allahu Ekber!" diyerek tekbir getirdiler.

Sahabîlerin bu hareketi üzerine Resûli Kibriya Efendimiz, "Canınıza acıyınız, sesinizi yükseltmeyiniz! Zîra siz, ne sağırı çağırıyor, ne de gaibe bağırıyorsunuz! Her şeyi bilen ve işiten ve her şeye her şeyden daha yakın olan Allah'a dua ediyorsunuz!"572 diye buyurdu.

Evet, dua ettiğimiz Allah ne sağırdır, ne de gâib. Bize ilmiyle, iradesiyle, kudretiyle şah damarımızdan daha yakındır: "Andolsun ki, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona vesveseler verdiğini biliriz. Biz, ona şah damarından daha yakınız (Her hâlinden haberdarız ve her an kudretimiz altındadır.)"573

Kalbimizin en gizli hâtırasını bilen, yalnız O'dur; bildiği için de, arzu ve isteklerimize cevap veriyor, ihtiyaçlarımızı yerine getiriyor.

Resûli Ekrem Efendimiz, sefer esnasında her konakladığı yerde Yüce Rabbine şöyle yalvarıyordu:

"Allah'ım!.. İstikbâl endişesinden, geçmişin tasasından, güçsüzlükten, gevşeklikten, pintilikten, korkaklıktan, bel büken borçtan, zalim ve haksız kimselerin musallat olmasından Sana sığınırım!"574

İslâm Ordusu Reci 'de

Peygamber Efendimiz, ordusuyla Reci denilen yere vardı ve orada konakladılar. Burası, Hayber'le Gatafanların yurdu aracında bir yerdi. Buraya gelip konmalarının bir sebebi vardı: şöyle ki: Hayber Yahudileri, Gatafanlardan yardım istemişler; onlar da bunu kabul edip, gerektiğinde gelip kalelerinde İslâm Ordusuna karşı müştereken savaşabileceklerini bildirmişlerdi. Resûli Ekrem, bu durumu haber almıştı. Bu yardıma mâni olmak için de, Gatafanlara, "Şayet Yahudilere yardım etmezlerse, fethedilecek Hayber'in bir yıllık hurma mahsûlünün kendilerine verileceği" teklifinde bulunmuştu. Ancak, onlar kabul etmemişlerdi.

İşte, Resûli Ekrem Efendimiz, ordusuyla buraya gelip konmakla, Gatafanlardan Yahudilere gelebilecek herhangi bir yardımın önünü kesmiş oluyordu. Nitekim, bu durum karşısında Gatafanlar, Hayber Yahudîlerine hiçbir yardımda bulunamayıp yurtlarında oturmak zorunda kaldılar.

İSLÂM ORDUSU, HAYBER ÖNLERİNDE

Peygamber Efendimiz, daha sonra ordusuyla Reci'den Hayber'e doğru ilerledi. Bir gece vakti Hayber önlerine vardı. Gece baskında bulunmak âdeti olmadığından sabahı bekledi.

Peygamberimizin Duası

Resûli Ekrem Efendimiz, Hayber önlerine varınca, "Ey göklerin ve gölgelediklerinin Rabbi olan Allah!.. Ey yerlerin ve üstündekilerin Rabbi olan Allah!.. Ey şeytanların ve saptırdıklarının Rabbi olan Allah!.. Ey rüzgârların ve savurduklarınn Rabbi olan Allah!.. Biz, Senden şu şehrin hayrını ve iyiliğini, halkın hayrını ve iyiliğini, bu şehirde bulunan her şeyin hayrını ve iyiliğini dileriz. Onun şerrinden, halkının şerrinden, içinde bulunan her şeyin şerrinden Sana sığınırız!"575 diye dua etti.

Herhangi bir şehre girdiğinde, Efendimiz, hep böyle dua ederdi.

Sabah olunca, Hayberliler, ellerinde ziraat aletleriyle tarlalarına gitmek üzere kalelerinden çıkınca, karşılarında İslâm Ordusunu buldular. Birden şaşırıp kaldılar ve, "İşte, Muhammed ve ordusu!.." diye bağrıştılar; sonra da, telâş ve heyecan içinde gerisin geri kaçıp kalelerine sığındılar.576

Beklenmedik bir durumla karşı karşıya kalmışlardı. Peygamberimizin tâ Medine'den kalkıp gelerek kendileriyle harbe tutuşacağına birçoğu ihtimal bile vermemişti. Çünkü, kaleleri kuvvetliydi, adamları da çoktu, harb âletleri de oldukça fazlaydı; öyle ise, Hz. Resûlullah, bütün bunları göze alarak, güya, gelemezdi! Kanaatleri buydu. Ne var ki, gerçek, düşündükleri gibi çıkmamış ve bu sebeple de şaşırıp kalmışlardı.

Onların bu şaşkınlığını ve gerisin geri pür telâş kaçıp kalelerine sığındığını gören Resûli Ekrem Efendimiz, bu durumu hayra yorarak, "Allahu Ekber, Allahü Ekber! Haribet Hayber [Hayber harab oldu]! Biz düşman bir kavmin yurduna baskın yapıp girdik mi, korkutulmuş olan o kavmin hâli ne kötü olur!"577 diye buyurdu. Hayber'in fethine işaret eden bu sözlerini üç kere tekrarladı.578

Düşman Cephesi

Hayber Yahudileri, aralarında görüştüler, konuştular ve sonunda kalelerinde kalıp müdafaa harbi yapmaya karar verdiler.

Savaşacak olan Yahudilerin hepsi, en kuvvetli kale olan Natat Kalesinde toplandılar. Eşyalarını, aile ve çocuklarını da başka kalelere yerleştirdiler.

ÇARPIŞMANIN BAŞLAMASI

Çarpışma, Yahudilerin toplandıkları Natat Kalesinden mücâhidlerin üzerine ok atılmasıyla başladı. İslâm Ordusu da Natat önünde karargâhını kurmuştu.

İlk gün böyle geçti. Bu arada kalelerden atılan oklarla 50 kadar mücâhid yaralandı.

İkinci gün, Resûli Ekrem Efendimizin emriyle, İslâm Ordusu, karargâhını Reci mevkiine nakletti. Böylece, yakınlarındaki evlerden gelebilecek tehlikelerden mücâhidler korunduğu gibi, konmuş oldukları ilk yerdeki bataklıktan da uzak kalmış oluyorlardı.

Peygamber Efendimiz ve mücâhidler, her sabah silâhlanarak Natat Kalesinin üst taraflarına geliyor, akşama kadar Yahudilerle çarpışıyor, akşamleyin ise tekrar Reci'e dönüyorlardı.

Peygamberimizin Hastalanması

Bu arada, Peygamber Efendimiz, bir baş ağrısına yakalandı; iki gün mücâhidlerin yanına çıkamadı. Ordunun başına önce Hz. Ebû Bekir'i görevlendirip Yahudilerle çarpışmaya gönderdi. Şiddetli çarpışmalar olmasına rağmen fetih gerçekleşmedi. İkinci sefere ak sancağını Hz. Ömer'e verdi ve mücâhidlerle birlikte çarpışmaya gönderdi. Yine şiddetli çarpışmalar cereyan etti, ama fetih ona da nasîb olmadı.579

Yedi gün böylece devam etti.

Bu sırada, İslâm Ordusu bir şehid verdi: Mahmud b. Mesleme... Sıcaklıktan ve şiddetli çarpışmadan gelen yorgunlukla bitkin bir hâlde Natat Kalesi dibinde gölgelenirken, yukarıdan Yahudiler tarafından atılan bir taşla başından ağır yara aldı ve üç gün sonra da şehâdet mertebesine erdi.580

Amir b. Ekva 'nın Şehid Olması

Yine, bu esnada, Amir b. Ekva ile Hayberlilerin meşhur kahramanlarından olan Merhab, karşı karşıya geldiler. Birbirlerine kılıç sallamaya başladılar. Amir, Merhab'ın bacağına şiddetli bir darbe indirdiği zaman, kılıcının ağzı, kendisine yönelip bacağının orta damarını kesiverdi. Yaralı hâlde İslâm Ordugâhına getirildi. Orada, yaranın tesiriyle şehid olarak vefat etti.581 Zâten, Efendimiz de, henüz Hayber'e varmadan önce, onun şehâdet mertebesine ereceğine işaret buyurmuşlardı.582

DEVSLİLERİN GELİP İSLÂM ORDUSUNA KATILMASI

Devs Kabilesi Reisi Şâir Tufeyl b. Amr, Hicret'ten önce, Mekke'de Peygamber Efendimizle görüşüp Müslüman olmuştu. O zamandan beri de kabilesini İslâmiyete davet edip durmuştu.

Tufeyl b. Amr, bu sefer kabilesinden 400 kadar Müslümanla Hicret'in 7. senesinde Medine'ye geldi. Peygamber Efendimizin Hayber'e gittiğini haber alınca da, Hayber'e gelip İslâm Ordusuna katıldılar, Yahudilere karşı savaş açtılar.583

Gelen 400 kişinin arasında, sonradan meşhur olacak Ebû Hüreyre de (r.a.) bulunuyordu.584 Orada Hz. Resûlullah'la buluşup görüşen Hz. Ebû Hüreyre, Ehli Suffa'ya dâhil oldu ve ondan sonra Efendimizin yanından ayrılmadı. Cenâbı Hakk, kendisine kuvvetli bir hafıza da ihsan ettiğinden, birçok hadîsi şerif rivayet etmiştir. "Benden fazla hadîs bilen, Abdullah İbni Ömer'dir. O, işittiğini yazardı; ben yazmazdım." demiştir.

SANCAK HZ. ALİ'DE

Muhasara devam ediyordu.

Serveri Kâinat Efendimiz, bir gün, "Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah ve Resulü onu sever, o da Allah ve Resulünü sever. Allah, onun eliyle fethi gerçekleştirecektir."585 buyurdu.

Mücâhidleri bir merak sardı: Acaba, bu büyük şerefe nail olacak zât kimdi? Her mücâhidin gönlünde uyanan samimî arzu ve duygu, Hz. Fahri Alem'in elinden mübarek ve şerefli sancağı alabilmekti! Geceyi bu ümit ve arzu ile geçirdiler. Sabah olunca, merak ve heyecanları daha da arttı. Bu heyecan ve samimî arzusunu sâdece Hz. Ömer sonradan, "Kumandanlığı o günkü kadar arzu ettiğim, hiçbir zaman olmamıştır!"586 diyerek dile getirmiştir.

Her bir mücâhid, aynı arzu, aynı heyecan, aynı ulvî duygular içinde merakla bekleşirken, sabah namazından sonra Nebîyyi Ekrem Efendimiz sancağın getirilmesini emretti. Sancak derhâl getirildi. Artık bütün dikkatli bakışlar Efendimizin mübarek elinde bulunan sancağın üzerinde, kulaklar ise mübarek ağızlarından çıkacak ve fâtihi belirleyecek söze pür dikkat kesilmişti. Bu merak ve heyecan dolu manzara arasından Hz. Resûlullah, "Ali nerede?" diye sordu.

Artık, Fâtih belli olmuştu.

Garibtir ki o sırada Hz. Ali gözlerinden rahatsızdı.

"Yâ Resûlullah, onun gözleri ağrıyor." dediler.

Resûli Ekrem buna rağmen, "Olsun! Çağırın, gelsin!" buyurdu.

Haberi alan Hz. Ali, derhâl huzura çıkıp geldi. Ağrıyan gözleri Fahri Kâinat'm mübarek duasıyla şifa buldu.587

Efendimiz, ayrıca, onun için, "Allah'ım!.. Sıcağın soğuğun sıkıntısını bundan gider!" diyerek de dua etti.

Hz. Ali derki:

"O günden sonra ne sıcaktan ne de soğuktan asla rahatsız olmadım!"588

Gerçekten de, Hz. Ali, yazın en sıcak günlerinde kalın aba giydiği hâlde bundan rahatsızlık duymazdı; kışın ise en soğuk günlerde en ince elbiseyi giyer ve asla üşümezdi.589

Hz. Resûlullah'ın ak sancağı artık Hz. Ali'nin elindeydi. Merak dolu bakışlar, birden imrenmeye kaybolmuştu. Demek, Allah ve Resulünün sevdiği ve onun da onları sevdiği zât buydu! Demek, Hayber, bu şerefli zâtın eliyle fetholunacaktı! Her bir sahabî, aynı duygular içinde İslâm'ın bu bahadırına gıpta ile bakıyordu.

Sancağını Hz. Ali'ye teslim eden Resûli Ekrem, bir de kendisine zırhlı bir gömlek giydirdi ve Zûlfikâr'ı da beline kendi eliyle bağladı; sonra da, "Allah, sana fetih nasîb edinceye kadar çarpış, sakın arkana dönme!"590 diye emretti.

Kahraman Hz. Ali, mübarek sancak elde, heyecanla ilerliyordu. Bir müddet gittikten sonra, "Yâ Resûlallah, ben onlarla neyi gerçekleştirmek için çarpışacağım?" diye sordu.

Kâinatın Efendisinden şu cevap geldi:

"Allah'tan başka ilâh ve ibâdet edilecek bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehâdette bulununcaya kadar onlarla çarpış. Onlar, bunu yaptıkları takdirde, can ve mallarını kurtarmış olurlar. Kalblerindekinin hesabı ise Yüce Allah'a aittir."591

Bu cevabı alan Hz. Ali, kararlılık ve sevinç dolu bir sesle, "Yâ Resûlallah, Müslüman oluncaya kadar onlarla savaşacağım!" dedi.

Bunun üzerine Resûli Ekrem Efendimiz, "Onların kalelerinin yanına varıncaya kadar vekar içinde ilerle, sonra onları İslâm'a davet et; müslüman oldukları takdirde mükellefiyetlerini bildir. Vallahi, senin vasıtanla Allah'ın onlardan tek bir kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için birçok kızıl deveye sahip olup onları Allah yolunda sadaka vermenden daha da hayırlıdır."592 buyurarak, aynı zamanda İslâmî fetihlerden maksadın ne olduğunu da ortaya koydu.

Hz. Ali, Merhab 'la Karşı Karşıya

Hz. Ali, elinde Hz. Resûlullah'm beyaz sancağıyla mücâhidlerin önünde ilerleyip sancağı Natat Kalesinin dibine dikti. Onları, İslâm'ın umdelerini anlatıp Müslüman olmaya davet etti. Fakat Yahudiler, Müslüman olmayı kabul etmediler. Çarpışmak için kalelerinden çıktılar. Yapılan çarpışmada birçok yiğidi, mücâhidler tarafından yere serildi.

Bu arada, Hayber Yahudilerinin en cesuru kabul edilen Merhab, kardeşinin de öldürülenler arasında olduğunu duyunca, askerleriyle birlikte kaleden çıktı. Üzerinde iki kat zırh gömlek vardı. İki kılıç kuşanmış, başına da iki sarık sarmıştı. Bu heybetli görünüşüyle, "Ben, kükreyip geldikleri zaman çoğu kere arslanları bile kılıçla, mızrakla yere seren adamımdır!" diye haykırıp övünüyordu.

Cesaret kahramanı Hz. Ali, duyduklarına aldırış etmeden, "Ben de, annemin bana Haydar [Arslan] adını taktığı adamım. Cesarette, ormanlardaki en heybetli arslanlar gibiyimdir. Sizi yaşatmayacak, yere sereceğim!"593 diye cevap verdi.

Yapılan teke tek vuruşmada, Yahudilerin en kuvvetli adamı Merhab, "Esedullah" unvanının sahibi Hz. Ali karşısında dayanamayıp, kafası Zûlfîkâr'la ikiye bölünerek yere düştü.594

Manzarayı gören Hz. Resûlullah, mücâhidleri müjdeledi: "Sevininiz! Hayber'in fethi artık kolaylaştı."595

Bundan sonra mücâhidler, cesaretle düşmanın üzerine yürüdüler, bu arada birçoğunu yere serdiler. Sâdece Hz. Ali, o gün sekiz Yahudîyi öldürdü. Hattâ, bir ara kalkanı elinden düştü. Hemen yanındaki kalenin kapısını yerinden sökerek kendisine kalkan yaptı. Fetih gerçekleşinceye kadar da kale kapısını elinden düşürmedi. Fetih müyesser olduktan sonra Hz. Ali kapıyı yere bıraktı. Sekiz kişi hep beraber sarıldıkları hâlde onu kaldırmaya muvaffak olamadılar!596

Adamlarının teker teker yere serildğini gören diğer Yahudiler, gerisin geri kaçışmaya başladılar. Artık, düşman bozulmuştu. Ve Resûli Kibriya Efendimizin beyan buyurdukları gibi, Allah, fethi Hz. Ali eliyle Müslümanlara ihsan etmişti. Kaçışan düşman askerleri arkasından Hz. Ali ile birlikte mücâhidler Natat Kalesine daldılar. Fakat orada çocuklardan başka kimse göremediler. Onlara dokunmadılar. Akıbetin kötü olacağını gören Yahudiler, Natat'ı terk etmek mecburiyetinde kalmışlardı!

Mücâhidler, Naim Kalesine doğru yöneldiler. Burada da düşmanla şiddetli çarpışmalar cereyan etti. Düşman birçok adamını da bu kale önünde yapılan çarpışmada kaybetti ve kale teslim alındı.

Naim Kalesinin düşüşünü, Sa'b b. Muaz Kalesinin teslimi takib etti.

MÜSLÜMAN OLUP ŞEHÂDET MERTEBESİNE EREN ÇOBAN!

Peygamber Efendimiz, Hayber kalelerinden birkaçını muhasara altına almıştı.

Bu sırada, önüne davarlarını katmış birinin İslâm Ordusuna doğru geldiği görüldü. Bu adam, Hayber Yahudîlerinden Amir'in, Yesar adını taşıyan Habeşli bir kölesi idi. Davarlarını güder, dururdu. Hayber kalelerinin kuşatıldığı sırada, Yahudilerin silâhlarına sarıldıklarını görünce, "Ne yapmak istiyorsunuz?" diye sormuştu.

Yahudiler, "Şu, kendini 'resul' diye ilân eden adamı öldürmek istiyoruz!" cevabını vermişlerdi. "Resul" kelimesini duyan Habeşli Yesar, bir an duraklamış, bu kelimenin âdeta şefkatli bir el gibi kalbini kapladığını hisseder olmuştu.

Yesar sâdece Yahudilerin beyanlarıyla iktifa etmek istemiyor, meseleyi kaynağından öğrenmek istiyordu.

İşte, bunun için davarlarını önüne katarak, Hz. Resûlullah'ın huzuruna çıkageldi!

"Sen neler söylüyor ve nelere davet ediyorsun?" diye sordu.

Resûli Ekrem, "İslâmiyete davet ediyorum. Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve benim de O'nun Resulü olduğuma şehâdete, Allah'tan başkasına ibâdet etmemeye çağırıyorum." buyurdu.

Yesar, bu sefer, "Peki, ben, dediğin gibi îman eder ve şehâdete bulunursam bana ne var?"

Resûli Ekrem, "Eğer bu îman ve bu şehâdet üzere ölürsen Cennet var!" dedi.597

Bunun üzerine Yesar, hemen orada Müslüman oldu.

Resûli Ekrem, ona bu îman ve şehâdet üzere ölürse Cennet'e gireceğini söylemişti. Amma Yesar müteredditti. Yaşadığı muhitte insanlar makam ve mevkilerine, zenginlik ve fakirliklerine, güzellik ve çirkinliklerine göre muamele görüyorlardı. Güzel olmayana, hele köleye kimse itibar etmezdi.

Bu sebeple, "Yâ Resûlallah!.." dedi, "Ben Habeşî (siyah tenli), çirkin yüzlü ve fakir bir adamım, bir köleyim! Bu hâlimle Yahudilerle çarpışır ve ölürsem yine Cennet'e girer miyim?"

Resûli Ekrem'den, Yesar'ı sevince garkeden cevap geldi: "Evet, Cennet'e girersin!"598

Yesar bu sefer, "Yâ Resûlallah!.." dedi, "Şu davarlar bana emanettir. Şimdi ben onları ne yapayım?" diye sordu.

Resûli Ekrem Efendimiz, "Onları karargâhtan çıkar. Onlara doğru ufak taşlar at ve bağır! Onlar, sahiplerinin yanına dönecektir." diyerek Yesar'a yol gösterdi.

Yesar hemen kalktı. Yerden bir avuç kum alıp davarlara doğru savurdu:

"Haydi, artık sahibinize dönünüz."

Davarlar, sanki biri tarafından güdülüyormuş gibi, topluca gidip sahiplerinin yanına vardılar.599

Yesar 'in Şehid Olması

Islâmiyetle şereflenen Yesar, artık o andan itibaren Allah yolunda çarpışan bir mücâhid olmuştu. Mücâhidler safında, düşman arasına cesurca dalıyordu. Çok geçmeden, kalelerden atılan taşlarla şehid oldu. Böylece, "bir vakit namaz kılma fırsatını bile bulamadan Cennet'e uçan Müslüman" unvanını aldı.600

Şehid Yesar'ın cenazesi karargâha getirildi. Üzeri örtülü idi. Yerde uzatılmıştı. Cenazeye bakan Hz. Resûlullah'ın bir ara yüzünü çevirdiğini farkeden sahabîler, merakla, "Yâ Resûlallah!.. Ondan yüzünüzü niçin çevirdiniz?" diye sordular.

Resûli Ekrem Efendimiz sebebini izah etti: "Şehid, vurulup yere düştüğü zaman Cennet hurilerinden iki zevcesi gelip yüzünden tozları siler ve, 'Allah, seni toza toprağa bulayanın da yüzünü toza toprağa bulasın, seni öldüreni öldürsün!' derler. Allah, bu kuluna ikram edip, onu hayra şevketti. Allah'a hiç secde etmediği hâlde, Cennet hurilerinden ikisini, onun başucunda gördüm!"601

İşte, az ihlâslı amel ve işte, ebedî saadet, sonsuz mükâfat ve ecir!

Bu hâdise, bize, hâl, hareket ve sözlerimizde en mühim unsurun ihlâs ve samimiyet olduğu dersini veriyor.

Ayrıca bu hâdisede görüyoruz ki, Peygamber Efendimiz, îman ve İslâm'a davette insanlar arasında asla—içtimaî mevkii ne olursa olsun—fark gözetmiyordu. Evet, Yesar kara kuru ve çirkin yüzlü bir köle idi; üstelik, içtimaî seviyenin o zaman insanları nazarında en düşük tabakası sayılabilecek bir mevki

de idi. Bütün bunlara rağmen Efendimiz, onu hakir görmüyor, küçümsemiyor, Müslüman olup olmamasında—hâşâ—herhangi bir küçümseme eseri göstermiyordu; aksine, gayet ciddî bir şekilde ona İslâmiyeti anlatıyor, böylece de ebedî saadeti elde etmesine vesile oluyordu.

İslâm ve îmana hizmette bulunanların da aynı ölçü ve düşünceyle hareket etmeleri gerekir!


--------------------------------------------------------------------------------

567 ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 106.
568 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 364.
569 Ahmed Ibni Hanbel, Müsned, c. 5, s. 271.
570 ibni Kesir, Sîre, c. 3, s. 344345; Değişik ifadelerle bkz.: Buharî, Sahih, c.3, s. 48; Müslim, Sahih, c. 3, s. 14271429.
571 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 343; Müslim, A.g.e., c. 3, s. 1428.
572 Buharî, A.g.e., c. 3, s. 50.
573Kaf,16.
574 Nesaî, Sünen, c. 8, s. 265.
575 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 343; Ibni Kayyim, Zâdû'lMaad, c. 2, s. 148
576 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 343; Ahmed Ibni Hanbel, Müsned, c. 3, s. 111.
577 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 344; Ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 109; Ahmed Ibni Hanbel, A.g.e., c. 3, s. 111.
578 Ahmed Ibni Hanbel, A.g.e., c. 3, s. 111.
579 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 349; Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 5, s. 353.
580 ibni Sa'd, A.g.e., c. 4, s. 303.
581 ibni Sa'd, A.g.e., c 4, s. 303.
582 Müslim, Sahih, c. 3, s. 1428.
583 İbni Sa'd, A.g.e., c. 4, s. 327.
584 ibni Sa'd, A.g.e., c. 4, s. 328.
585 ibni Hişam, A.g.e., c. 2, s. 111; Buharî, Sahih, c. 3, s. 51; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, c. 3, s. 353.
586 Müslim, Sahih, c. 4, s. 1872.
587Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 340; Buharî, A.g.e., c. 3, s. 51.
588 Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 1, s. 99.
589 Süheylî, Ravdû'lÜnf, c. 6, s. 560.
590 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 349; İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 110; ibni Kesir,Sîre, c. 3, s. 352.
591 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 110; ibni Kesir, A.g.e., c. 3, s. 352.
592 Buharı, Sahih, c. 3, s. 51; İbni Kayyım, Zâdû'lMaad, c. 2, s. 149; İbniKesir, A.g.e,, c. 3, s. 351
593 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 347; Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2. s. 112; Taberî,Tarih, c. 3, s. 94; İbni Kesir, A.g.e., c. 3, s. 357.
594 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 112; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52.
595 Vakidî, Megazi, c. 2, s. 657.
596 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 349350; ibni Kesir, A.g.e., c. 3, s. 359.
597 ibni Kesir, A.g.e., c. 3, s. 361.
598 ibni Kesir, A.g.e., c. 3, s. 362.

599 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 359.
600 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 359.
601 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 359.



 
Üst Alt