- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 101
- Tepkime puanı
- 6
İbrahim Ethem bir gün Basra çarşısında gezerken halktan bazıları şöyle sordu :
“Kuran’da Allah,Bana dua edin icabet edeyim buyuruyor .Biz Allah’a dua ediyoruz fakat neden kabul olunmuyor? ”
İbrahim Ethem dedi ki: Kalbiniz on şeyden ölmüştür:
Allah’ı tanırsınız, ama hakkını eda etmezsiniz.
Allah’ın kitabını okursunuz, ama onunla amel etmezsiniz.
İblis’in düşmanlığını iddia edersiniz, ama ona tabi olursunuz.
Resulullah’ın sevgisini iddia edersiniz, ama onun izini ve sünnetini terk edersiniz.
Cennetin sevgisini iddia edersiniz, ama onun için amel etmezsiniz.
Cehennem korkusunu iddia edersiniz, ama günahlardan çekinmezsiniz.
Ölümün hak olduğunu iddia edersiniz, ama onun için hazırlanmazsınız.
Başkalarını ayıpları ile meşgul olursunuz, ama kendi ayıplarınızı terk etmezsiniz.
Allah’ın verdiği rızkı yersiniz, ama Allah’a şükür etmezsiniz.
Ölülerinizi gömersiniz, ama onlardan ibret almazsınız...
Her birimiz bir kelebeğiz aslında... Ne kadar kaldınız sorusuna,
Bir kelebek kadar bile diyemiyeceğiz...
AŞK…
Eskiden dergâha ilk defa adım atan Kuran öğrencilerine;
“Âşık mısın?”diye sorarlardı..
Eğer değilse;
“Git, âşık ol, öyle gel” derlerdi.
Mecnun’un Leyla’ya aşkı, hakiki aşka basamak oldu.
Madem öyle, bizim de hakiki aşkı bulmamız için sevdalanmamız mı gerek?
Ya da âşık olduğumuz biri varsa, bu aşkı
aşkına nasıl dönüştürebiliriz?
Dergâh hayatı ya da tasavvufî hayat, gurbeti öne çıkararak,
vuslata hasreti hedefler.
Bunun sebebi gurbetin yaratılışla başlamış olmasıdır ki ,
nurundan Nur-u Muhammedi’yi yaratıp,
bu nurdan felekleri yaratmasıyla,
insanın ilk gurbeti başlamış olur.
Doğal olarak dünyada, ruhlar âlemindeki tadılan lezzete
vuslat iştiyakı olacaktır.
Aşkın kaynağı ’dır.
“Nur-u Muhammedi’nin yaratılmasıyla aşk hâsıl oldu,
aşk âlemlere vesile oldu” der Mevlana Hazretleri.
Teşbihte hata olmasın- bir aynanın karşısına geçip güzelliğini,
kemalini görmek isteyen kişinin aynadaki yansıması;
“sen güzelsin” deyip alkışlayacaktır.
Aynadaki yansıma O’ndandır.
Ne odur ne değildir. Yani aynadaki “Zat” değildir.
İnsan esmaya aynadır.
En güzel ayna Efendimizdir.
“V
i sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.”
, Nur-u Muhammedi ile âlemleri yaratırken
insanı da bu nurdan yarattı.
Yani bir yazarın mürekkebi gibi,
Efendimizin nuru âlem harflerinin mürekkebiydi.
Biz de
ın yarattığı âlemler içinde bir harfsek,
bizim bedenimizde, Nur-u Muhammedi var dersek yanılmış olmayız.
Hatta bedene anne karnında üflenen ruhun
'tan geldiğini
hesaba koyarak,
bir insan ruh ve cesetten oluşan varlık olarak,
Kelime-i Şahadeti insana derç etmiş,
Efendimizin ismini, Lafz-ı Celalinin yanından ayırmamıştır.
Gerçek aşk sultanı ’
ın tahtı, kalbdir.
“Ben yerlere ve göklere sığmadım,
ancak mü’min kulumun kalbine sığdım.”
aşkı dışında tüm aşklar mecazdır.
Göz penceresinden kâinatı seyreden ruh ile
sevdaya odak olmuş kalb,
dünya gurbetinde, devamlı anavatanını özler...
tahtın sahibini arar!
Ararken mecaz aşklara tutulur fakat kalb ve ruhun aradığı sonsuzdur,
baki olandır.
Bakar ki, bağlandıkları fani, geçici, verdiği haz da geçici...
Dolayısıyla kalb, mecaz olduğu için itecektir.
“Bu değil” diyecektir.
Zira sadece insana değil, güzel bir ezgiye, güzel bir muhabbete, denize, yaylaya...
Yani göze ve kalbe huzur veren her şeye kalb iştiyak duyar ve
o ilk ruhlar âlemindeki tadı hissetmeye, yaşamaya çalışır. ..
Mecnun gibi O’nu arar...
Burada bir misalle nefes alalım.
Güzel bir bayan öldükten sonra maddi güzelliği kaybolur.
Yani ruh cesedi terkedince, en fazla bir gün sonra kokmaya başlar...
Artık o güzel bir bayan değildir.
Demek ki bize güzel görünen, ruhtan dolayı...
Ruh ’
tan geldiğine göre seyrettiğimiz O’ndandır.
Aslında göz penceremizden bakan ve aynı sıladan gelen ruhların seyretmesidir.
Yurtdışında bir müddet kalsanız ve anavatandan sıradan birine rastlasanız,
ona sıradan biri gibi davranmaz,
memleket toprağı kokluyor gibi hem fazla alaka gösterir hem
de onunla fazla zaman geçirmek istersiniz.
Mecnun’un Leyla’ya duyduğu aşkın
aşkına basamak olması da,
belli süreçler sonrasıdır.
Hızır (a.s)’ın; “Leyla’yı arayacaksan, gir çilehaneye orada ara” demesiyle,
Mecnun çilehanede Leyla diye diye, Leyla’yı karşısında bulur.
Yüzüne bile bakmadan Hızır (a.s)’ı bulur.
“Madem isteyince oluyor, bana istemeyi öğret” der.
Hızır (a.s);
“Öyle iste ki kavuşmak mecbur kalsın” der.
Mecnun hüve (O) sırrını anlamıştır...
Kendi başta olmak üzere,
dışında tüm fanileri sıfırlamış hatta
“Leyla öldü” diyenlere, “Hayır, Leyla benim” demiştir.
Yani
Baki’dir, Hayy’dır, Kayyum’dur.
Hepimiz O’nun nurundan yaratıldık.
O’ndan başka yok nazarıyla cismi aşmıştır.
Bir ara Leyla gelir. Mecnun onu tanıyınca ölmediğini anlar ve
“Sen varsan kalbim buna dayanmaz”
diyerek, kendini yok farzetmiştir.
Yani kalb Bir’e aşıktır...
birdir. Aşk birdir.
Rivayetlerin son kısmında Leyla gerçekten ölür...
Mecnun mezarı başında toprağına sarılır ve
“Aşka cism-i can gerekmez” der.
Elbette illa
aşkı için mecaz aşka tutulmaya gerek yok...
Mecaz aşklar mal, evlat da olabilir.
Asıl olan bunların faniliğidir.
İnsan vicdanında duyduğu ebediyet arzusunu sahip olduklarının
hiçbirisiyle tatmin edemediğini anlaması,
âşık olduklarına kavuştuğu zaman başka aşklara talip olması ve
nihayetsiz istekleri olması bizi,
ayetinde buyurduğu gibi;
“Kalbler ancak ve ancak
’ı anmakla mutmain olur”
hakikatine ulaştırır.
Yalnız insanın marifet ile muhabbete ulaşması için gurbetin,
gurbete ait hangi özellik olursa olsun yaşanması gerektiği vurgulanmıştır...
Belki insan kendi vatanında bile gurbet yaşarken,
belki kendi bedeninde gurbet yaşama hali de bunlardan sayılır...
Bir tas deniz suyunuz varsa,
koca bir derya vardır.
Güzelden kopan parçaların güzelliği de,
bütünden dolayı güzeldir...
Parçaların ittifakı ile bütün görülür.
güzeldir,
O Cemal-i Hakiki’dir.
Unutulmaması gereken, cüz ile bütün arasındaki illiyet,
benzerlik bağı iken sonsuzun cüz ile illiyeti işaret etme,
yol gösterme bağı gibidir....
Ayet; “Şüphesiz bunda düşünüp görebilen kimseler için ibretler vardır”
derken akıl ve göz ile yol bulmaya işaret edilmiştir...
Örneğin; yemyeşil bir seyrangâh, elvan türlü çiçek kokuları var
ama bir köşede gübre yığını da var.
Bütün olarak bakınca çok güzel.
Sadece gübreye bakınca, “Ne işi var burada?” diyebiliriz.
Çiçek ve ağaçların daha güzel olması, daha çok meyve vermesi,
toprağın verimi hesaba katılınca anlarız ki gübre zahirde çirkin ama
batında çok güzelliklere sebeptir....
Yokluğunda gül, kemal derecede güzelliğini gösteremeyecekti...
cc Uhud’da Halid bin Velid (r.a) ile Müslümanları hizalamıştır.
Dikkat edilirse güzel ve çirkin, iyi ve kötü ayırımını da
yapmamıza nedendir gübre
ve benzeri çirkinlikler..
Hangisi galip gelirse gelsin,
kalb hakiki güzelin ve iyinin peşindedir..
Kalp gerçek Aşkın peşindedir...
Ali Rüştü Gürsoy
Şükrün mikyası; kanaattır ve iktisaddır ve rızadır ve memnuniyettir.
Şükürsüzlüğün mizanı; hırstır ve israftır, hürmetsizliktir,
haram helâl demeyip rastgeleni yemektir.
ŞÜKÜR RİSALESİNDEN..
de ve sus!..
Başka hiçbir şey söylemeye değmez... Vecd hali budur ve aşk onun sürükleyicisi...
Kendini bilmek, kendini unutmakta...
Unuttuğunu bile
bilmemekte...
Bir noktaya geliyor ki, insanda İlâhî tecelli, kendi varlığından başlayarak
her varlığa o varlık için bakmak küfür oluyor. İman ise, '
ta yok olmak,
herşeyi unutmak, hiçbir şeyin farkında olmamak ve kendinden geçmek...
İnsan ruhunda şimal ve cenup kutuplarına kadar
keşfedilmedik nokta bırakmayan büyük velîler silsilesinin düsturunu şimdi anlıyorum:
Kendinden geçmek iman,
Kendinden olmak küfür...
Aşk atom bombası... Atom bombasıyla çukur açmak dururken iğneyle kuyu kazılır mı?
Bomba aşk ve akıl iğne...
Bu dünya bir "zıll-ı zail - kaybolucu gölge"dir. Bütün cümbüş, bunca kavga ve
bu kadar yanlış istikamet, iş-te bu "zıll-ı zail" üzerinde...
Olan yalnız
... Ölçü yalnız O'nun getirdikleri...
Evet "yok" da '
ın mahlûku... Bunu bilselerdi, bugün "var"ların onunla
var olduğunu ve Yaradan'dan başka "var" olmadığını anlarlardı.
Gece bile güneş olmayınca olan bir şey değil; ayrıca yaratılmış olması
gereken bir oluş... Yalnız O var ve bu iş bu kadar...
Aklı kopuncaya kadar geremedikçe, bunu yapamadıkça,
ya taklitçi mümin, yahut sersem kâfir olmaya mecbursun!
Aşk, aşk... Aşk selâhiyettir, aşk mülkiyettir, aşk hâkimiyettir. Onun içindir
ki, gerçek âşık ne cehennem korkusuyla titrer, ne cennet iştiyakıyla yırtınır.
Oyalnız 'ın likasına (yüzüne) ve rızasına bakar.
Necip Fazıl KISAKÜREK
Dünya aşkın celladı diyorlar.. hakiki aşık; aşkı yakıp yıksada onu,
yüreğinin yangını olsada sevdası;
güle sarılır gibi dikenlerine aldırmadan,
sarılırmış aşkınıda teslim etmezmiş dünyanın eline... kıyamazmış...
Aşksız sevdasız olmaz dermiş ne dünyaya ait olan ne de ukbaya...
ve hakiki vuslatın yaşanacağı o güne hazırlarmış
yürek yangınını gelinlik kızlar gibi... süslermiş,püslermiş...
çünkü ona haber gelmiş 14 asır evvelden;'
KİŞİ SEVDİĞİYLE BERABERMİŞ...
Hakiki aşk diyarında asıl maşukların sofrasında birlikteolabilmek duasıyla…
KARDELEN
“Kuran’da Allah,Bana dua edin icabet edeyim buyuruyor .Biz Allah’a dua ediyoruz fakat neden kabul olunmuyor? ”
İbrahim Ethem dedi ki: Kalbiniz on şeyden ölmüştür:
Allah’ı tanırsınız, ama hakkını eda etmezsiniz.
Allah’ın kitabını okursunuz, ama onunla amel etmezsiniz.
İblis’in düşmanlığını iddia edersiniz, ama ona tabi olursunuz.
Resulullah’ın sevgisini iddia edersiniz, ama onun izini ve sünnetini terk edersiniz.
Cennetin sevgisini iddia edersiniz, ama onun için amel etmezsiniz.
Cehennem korkusunu iddia edersiniz, ama günahlardan çekinmezsiniz.
Ölümün hak olduğunu iddia edersiniz, ama onun için hazırlanmazsınız.
Başkalarını ayıpları ile meşgul olursunuz, ama kendi ayıplarınızı terk etmezsiniz.
Allah’ın verdiği rızkı yersiniz, ama Allah’a şükür etmezsiniz.
Ölülerinizi gömersiniz, ama onlardan ibret almazsınız...
Her birimiz bir kelebeğiz aslında... Ne kadar kaldınız sorusuna,
Bir kelebek kadar bile diyemiyeceğiz...
AŞK…
Eskiden dergâha ilk defa adım atan Kuran öğrencilerine;
“Âşık mısın?”diye sorarlardı..
Eğer değilse;
“Git, âşık ol, öyle gel” derlerdi.
Mecnun’un Leyla’ya aşkı, hakiki aşka basamak oldu.
Madem öyle, bizim de hakiki aşkı bulmamız için sevdalanmamız mı gerek?
Ya da âşık olduğumuz biri varsa, bu aşkı
aşkına nasıl dönüştürebiliriz?
Dergâh hayatı ya da tasavvufî hayat, gurbeti öne çıkararak,
vuslata hasreti hedefler.
Bunun sebebi gurbetin yaratılışla başlamış olmasıdır ki ,
nurundan Nur-u Muhammedi’yi yaratıp,
bu nurdan felekleri yaratmasıyla,
insanın ilk gurbeti başlamış olur.
Doğal olarak dünyada, ruhlar âlemindeki tadılan lezzete
vuslat iştiyakı olacaktır.
Aşkın kaynağı ’dır.
“Nur-u Muhammedi’nin yaratılmasıyla aşk hâsıl oldu,
aşk âlemlere vesile oldu” der Mevlana Hazretleri.
Teşbihte hata olmasın- bir aynanın karşısına geçip güzelliğini,
kemalini görmek isteyen kişinin aynadaki yansıması;
“sen güzelsin” deyip alkışlayacaktır.
Aynadaki yansıma O’ndandır.
Ne odur ne değildir. Yani aynadaki “Zat” değildir.
İnsan esmaya aynadır.
En güzel ayna Efendimizdir.
“V
i sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.”
, Nur-u Muhammedi ile âlemleri yaratırken
insanı da bu nurdan yarattı.
Yani bir yazarın mürekkebi gibi,
Efendimizin nuru âlem harflerinin mürekkebiydi.
Biz de
ın yarattığı âlemler içinde bir harfsek,
bizim bedenimizde, Nur-u Muhammedi var dersek yanılmış olmayız.
Hatta bedene anne karnında üflenen ruhun
'tan geldiğini
hesaba koyarak,
bir insan ruh ve cesetten oluşan varlık olarak,
Kelime-i Şahadeti insana derç etmiş,
Efendimizin ismini, Lafz-ı Celalinin yanından ayırmamıştır.
Gerçek aşk sultanı ’
ın tahtı, kalbdir.
“Ben yerlere ve göklere sığmadım,
ancak mü’min kulumun kalbine sığdım.”
aşkı dışında tüm aşklar mecazdır.
Göz penceresinden kâinatı seyreden ruh ile
sevdaya odak olmuş kalb,
dünya gurbetinde, devamlı anavatanını özler...
tahtın sahibini arar!
Ararken mecaz aşklara tutulur fakat kalb ve ruhun aradığı sonsuzdur,
baki olandır.
Bakar ki, bağlandıkları fani, geçici, verdiği haz da geçici...
Dolayısıyla kalb, mecaz olduğu için itecektir.
“Bu değil” diyecektir.
Zira sadece insana değil, güzel bir ezgiye, güzel bir muhabbete, denize, yaylaya...
Yani göze ve kalbe huzur veren her şeye kalb iştiyak duyar ve
o ilk ruhlar âlemindeki tadı hissetmeye, yaşamaya çalışır. ..
Mecnun gibi O’nu arar...
Burada bir misalle nefes alalım.
Güzel bir bayan öldükten sonra maddi güzelliği kaybolur.
Yani ruh cesedi terkedince, en fazla bir gün sonra kokmaya başlar...
Artık o güzel bir bayan değildir.
Demek ki bize güzel görünen, ruhtan dolayı...
Ruh ’
tan geldiğine göre seyrettiğimiz O’ndandır.
Aslında göz penceremizden bakan ve aynı sıladan gelen ruhların seyretmesidir.
Yurtdışında bir müddet kalsanız ve anavatandan sıradan birine rastlasanız,
ona sıradan biri gibi davranmaz,
memleket toprağı kokluyor gibi hem fazla alaka gösterir hem
de onunla fazla zaman geçirmek istersiniz.
Mecnun’un Leyla’ya duyduğu aşkın
aşkına basamak olması da,
belli süreçler sonrasıdır.
Hızır (a.s)’ın; “Leyla’yı arayacaksan, gir çilehaneye orada ara” demesiyle,
Mecnun çilehanede Leyla diye diye, Leyla’yı karşısında bulur.
Yüzüne bile bakmadan Hızır (a.s)’ı bulur.
“Madem isteyince oluyor, bana istemeyi öğret” der.
Hızır (a.s);
“Öyle iste ki kavuşmak mecbur kalsın” der.
Mecnun hüve (O) sırrını anlamıştır...
Kendi başta olmak üzere,
dışında tüm fanileri sıfırlamış hatta
“Leyla öldü” diyenlere, “Hayır, Leyla benim” demiştir.
Yani
Baki’dir, Hayy’dır, Kayyum’dur.
Hepimiz O’nun nurundan yaratıldık.
O’ndan başka yok nazarıyla cismi aşmıştır.
Bir ara Leyla gelir. Mecnun onu tanıyınca ölmediğini anlar ve
“Sen varsan kalbim buna dayanmaz”
diyerek, kendini yok farzetmiştir.
Yani kalb Bir’e aşıktır...
birdir. Aşk birdir.
Rivayetlerin son kısmında Leyla gerçekten ölür...
Mecnun mezarı başında toprağına sarılır ve
“Aşka cism-i can gerekmez” der.
Elbette illa
aşkı için mecaz aşka tutulmaya gerek yok...
Mecaz aşklar mal, evlat da olabilir.
Asıl olan bunların faniliğidir.
İnsan vicdanında duyduğu ebediyet arzusunu sahip olduklarının
hiçbirisiyle tatmin edemediğini anlaması,
âşık olduklarına kavuştuğu zaman başka aşklara talip olması ve
nihayetsiz istekleri olması bizi,
ayetinde buyurduğu gibi;
“Kalbler ancak ve ancak
’ı anmakla mutmain olur”
hakikatine ulaştırır.
Yalnız insanın marifet ile muhabbete ulaşması için gurbetin,
gurbete ait hangi özellik olursa olsun yaşanması gerektiği vurgulanmıştır...
Belki insan kendi vatanında bile gurbet yaşarken,
belki kendi bedeninde gurbet yaşama hali de bunlardan sayılır...
Bir tas deniz suyunuz varsa,
koca bir derya vardır.
Güzelden kopan parçaların güzelliği de,
bütünden dolayı güzeldir...
Parçaların ittifakı ile bütün görülür.
güzeldir,
O Cemal-i Hakiki’dir.
Unutulmaması gereken, cüz ile bütün arasındaki illiyet,
benzerlik bağı iken sonsuzun cüz ile illiyeti işaret etme,
yol gösterme bağı gibidir....
Ayet; “Şüphesiz bunda düşünüp görebilen kimseler için ibretler vardır”
derken akıl ve göz ile yol bulmaya işaret edilmiştir...
Örneğin; yemyeşil bir seyrangâh, elvan türlü çiçek kokuları var
ama bir köşede gübre yığını da var.
Bütün olarak bakınca çok güzel.
Sadece gübreye bakınca, “Ne işi var burada?” diyebiliriz.
Çiçek ve ağaçların daha güzel olması, daha çok meyve vermesi,
toprağın verimi hesaba katılınca anlarız ki gübre zahirde çirkin ama
batında çok güzelliklere sebeptir....
Yokluğunda gül, kemal derecede güzelliğini gösteremeyecekti...
cc Uhud’da Halid bin Velid (r.a) ile Müslümanları hizalamıştır.
Dikkat edilirse güzel ve çirkin, iyi ve kötü ayırımını da
yapmamıza nedendir gübre
ve benzeri çirkinlikler..
Hangisi galip gelirse gelsin,
kalb hakiki güzelin ve iyinin peşindedir..
Kalp gerçek Aşkın peşindedir...
Ali Rüştü Gürsoy
Şükrün mikyası; kanaattır ve iktisaddır ve rızadır ve memnuniyettir.
Şükürsüzlüğün mizanı; hırstır ve israftır, hürmetsizliktir,
haram helâl demeyip rastgeleni yemektir.
ŞÜKÜR RİSALESİNDEN..
de ve sus!..
Başka hiçbir şey söylemeye değmez... Vecd hali budur ve aşk onun sürükleyicisi...
Kendini bilmek, kendini unutmakta...
Unuttuğunu bile
bilmemekte...
Bir noktaya geliyor ki, insanda İlâhî tecelli, kendi varlığından başlayarak
her varlığa o varlık için bakmak küfür oluyor. İman ise, '
ta yok olmak,
herşeyi unutmak, hiçbir şeyin farkında olmamak ve kendinden geçmek...
İnsan ruhunda şimal ve cenup kutuplarına kadar
keşfedilmedik nokta bırakmayan büyük velîler silsilesinin düsturunu şimdi anlıyorum:
Kendinden geçmek iman,
Kendinden olmak küfür...
Aşk atom bombası... Atom bombasıyla çukur açmak dururken iğneyle kuyu kazılır mı?
Bomba aşk ve akıl iğne...
Bu dünya bir "zıll-ı zail - kaybolucu gölge"dir. Bütün cümbüş, bunca kavga ve
bu kadar yanlış istikamet, iş-te bu "zıll-ı zail" üzerinde...
Olan yalnız
... Ölçü yalnız O'nun getirdikleri...
Evet "yok" da '
ın mahlûku... Bunu bilselerdi, bugün "var"ların onunla
var olduğunu ve Yaradan'dan başka "var" olmadığını anlarlardı.
Gece bile güneş olmayınca olan bir şey değil; ayrıca yaratılmış olması
gereken bir oluş... Yalnız O var ve bu iş bu kadar...
Aklı kopuncaya kadar geremedikçe, bunu yapamadıkça,
ya taklitçi mümin, yahut sersem kâfir olmaya mecbursun!
Aşk, aşk... Aşk selâhiyettir, aşk mülkiyettir, aşk hâkimiyettir. Onun içindir
ki, gerçek âşık ne cehennem korkusuyla titrer, ne cennet iştiyakıyla yırtınır.
Oyalnız 'ın likasına (yüzüne) ve rızasına bakar.
Necip Fazıl KISAKÜREK
Dünya aşkın celladı diyorlar.. hakiki aşık; aşkı yakıp yıksada onu,
yüreğinin yangını olsada sevdası;
güle sarılır gibi dikenlerine aldırmadan,
sarılırmış aşkınıda teslim etmezmiş dünyanın eline... kıyamazmış...
Aşksız sevdasız olmaz dermiş ne dünyaya ait olan ne de ukbaya...
ve hakiki vuslatın yaşanacağı o güne hazırlarmış
yürek yangınını gelinlik kızlar gibi... süslermiş,püslermiş...
çünkü ona haber gelmiş 14 asır evvelden;'
KİŞİ SEVDİĞİYLE BERABERMİŞ...
Hakiki aşk diyarında asıl maşukların sofrasında birlikteolabilmek duasıyla…
KARDELEN