Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Hz. Muhammed (s.a.v)
Hadis-i Şerifler
Hadisleri yeniden anlamak
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Ekrem" data-source="post: 53050" data-attributes="member: 3"><p><strong>Arapcadaki edebi sanatları bilmek</strong></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><strong>C. Arapça’daki Edebî Sanatlari Bilmek</strong></p> <p style="margin-left: 20px">Lafizlar, konuldugu mânada kullanilip kullanilmamasi açisindan “hakikat”, “mecâz”, “sarih” ve “kinâye” olarak dört kisma ayrilmaktadir:</p> <p style="margin-left: 20px"><strong>Hakikat:</strong> Konuldugu mânada kullanilan lafiz demektir. Onda takdim ve tehir dahi yoktur. Bazan lügavî, bazan ser’î, bazan ise örfî olur. Örfî olan da umûmi ve husûsî kisimlarina ayrilir. Lügavî hakikat, dilde hangi mâna için vaz edilmis ise o mânada kullanilan lafizdir. Ser’î hakîkat, Sâri’in kastettigi mânada kullanilan lafizdir. Örfî hakikat ise, örfte kendisiyle hangi mâna kastediliyorsa o mânada kullanilan lafiz demektir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong>Mecâz:</strong> Hakikî anlaminin kastedilmedigini gösteren bir “alâka” ve “karîne”den ötürü konuldugu mânadan baska bir mânada kullanildigina hükmedilen lafizdir. Alâka, hakikî mâna ile mecazî mâna arasindaki münasebettir. Karîne ise, hakikî manânin anlasilmasina engel olan seydir. Mecâz olabilmesi için lafzin hakîki manasini engelleyen bir karînenin olmasi sarttir. Hakikî mânaya göre anlama imkâni bulundugu sürece mecâzî mânaya göre yorum yapilamaz. Kelâmda aslolan mânayi hakîkidir (Mecelle, madde: 12). </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Hakikî mânaya göre anlamayi engelleyen bir alâka ve karîne varsa, o zaman bu yönde yorum yapmak ve lafiza mecâzî mânanin hükmünü baglamak gerekir. Meselâ, Kuran-i Kerîm’de Isrâ Sûresi’nin 24. âyetinde kisinin ebeveynine iyi davranmasi ögütlenirken, “Onlara rahmet kanatlarini ger...” denilmektedir. Burada bir kisinin hakîkî mânâda kanat germesi düsünülemeyeceginden, zorunlu olarak mecâz oldugunu kabul etmek gerekir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong>Sarîh:</strong> Ister hakîkat ister mecâz anlaminda, çok kullanilmasindan ötürü kendisi ile kastedilen mâna açikça anlasilan lafizdir. Ne kastedildigini ayrica arastirmaya gerek kalmaz. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong>Kinâye:</strong> Kendisi ile kastedilen mâna hemen zihne gelivermeyen ve kapali kalan lafizdir. Kinâyede lafzin lügavî mânasi anlasilabilirse de, mütekellimin maksadi gizlidir hemen anlasilamaz. Niyet veya halin delaletinin bilinmesiyle anlasilabilir. Diger bir deyisle, bir gereklilikten dolayi lafzin açik anlami terk edilerek baska bir anlama hamledilmesidir. Ancak kinayede mânanin hakikate de ve mecâza da yönlendirilmesi mümkündür. </p> <p style="margin-left: 20px">Öte yandan Hz. Peygamber, sözün önem ve tesirini, harikalar meydana getirebilecegini “Süphesiz anlatimda bir sihir vardir” demek suretiyle yine veciz bir cümlesiyle vurgulamaktadir. Onun vasiflarindan biri de “cevâmiu’l-kelim” olusudur. O, az sözle çok mânalar ifade edecek tarzda konusurdu. Bunun yanisira onun, muhataplarini herhangi bir ibadete veya aksiyona tesvik etmek amaciyla ya da bir isin önemini vurgulamak için, sözlerini çesitli örneklerle ve tesbihlerle takviye ettigi bilinmektedir. </p> <p style="margin-left: 20px">Hiç süphesiz sözü en güzel söyleyenlerden ve anlatimi en güzel olanlardan biri Allah Resulüdür. Onun sözleri kisa olmasina ragmen son derece vurucu ifadeler tasimaktadir. Gâyet veciz oldugu kadar, vicdanlarda tesirli ve hafizalarda kalicidir. O sözlerini kimi zaman bir tesbihle süslemis, kimi zaman istiare yapmis, kimi yerde sözü açik söylemis, kimi yerde de kinâyeli ya da nükteli konusmustur. Onun sözlerini, hareketlerini anlayabilmek, degerlendirmek ve yorumlayabilmek için bu özelligini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Resûlullah’in sözlerini süphesiz yine en güzel edebiyatçilar takdir edecektir. Bu baglamda onun sözlerini vasfeden Câhiz (ö.255/868) söyle demektedir: “Onun sözlerinin sayisi az, anlamlari çok, sanat açisindan üstün, zahmetten uzaktir. O, açilmasi gereken yerde genis, kisa tutulmasi gereken yerde ise veciz bir üslup kullanmistir. Yabanci, garip kelimeleri terk etmis, çarsiya, pazara ait âmiyâne ifadelerden de yüz çevirmistir. O, ancak bir hikmet mirasindan konusmustur. O, Allah’in kendisine verdigi ismet sifatiyla süslenmis, ilahî destekle güçlenmis, ilâhi muvaffakiyetle kolaylastirilmis bir üslupla konusmaktaydi. Bu, Allah’in sevgisiyle besledigi, kabul ile bürüdügü bir sözdür. O, sertlik ile tatliligi ve güzelce anlatma ile söz sayisinin azligini bir arada toplamistir. Onu ne bir delil çürütebilmis, ne karsisina bir hasim çikabilmis ve ne de bir hatip onu susturabilmistir. Bilakis o, uzun hutbelerini, kisa sözleriyle akici hale getiriyordu. Hasmini ancak onun bildikleriyle susturmaya çalisiyor, ancak dogrularla delil getiriyor, zaferi ancak hak ile talep ediyordu. Aldatmaya basvurmaz, hile yolunu kullanmaz, arkadan konusmaz, ayiplamaz, ne gecikir, ne de acele eder, ne uzatir ve ne de kisa tutardi. Sonra insanlar, Nebi (a.s.)’in sözünden daha yararli, daha dogru, daha ölçülü, daha güzel, daha cömert, daha iyi, daha kolay, anlami daha çok, içerigi daha belirgin baska bir söz asla isitmemistir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Hz. Peygamberin bütün hadislerini tek tek bu yöntemle incelemek elbette mümkün degildir. Kaldi ki, onun her sözünde tesbih, kinâye vs. gibi sanatlarin oldugunu da iddia etmek, basta onun teblig vazifesini anlamamak olur. Süphesiz onun pek çok sözü, gâyet açik ve net bir sekilde zâhirî mânasiyla kavranabilecek sekildedir. Ancak insanlara akillari miktarinca konusan ve bu prensibi de daima öneren, üstelik zamanin edip ve sairlerini dize getiren Kur’ân’i, tebligle görevli bir elçinin tek düze bir üslupla konustugunu varsaymak ise elbette mümkün degildir. Kendisi de diger peygamberlerden alti seyle üstün kilindigini belirttigi hadisinde bunlardan birinin cevâmiu’l-kelim oldugunu haber vermektedir ki, bunun anlami meramini az lafizla çok mâna ifade eder bir tarzda ortaya koymaktir. Bu konuda su hadisleri örnek olarak vermek mümkündür:</p> <p style="margin-left: 20px">“Ameller ancak niyetlere göredir...” <strong><span style="font-size: 12px"></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">إنما الأعمال با لنيات . </span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">b) “Helal bellidir. Haram da bellidir...” </span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">الحلال بين والحرام بين . </span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">c) “Kisinin mâlâyâniyi terk etmesi Müslümanliginin güzelligindendir.” </span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">من حسن إسلام المرء تركه مالا يعنيه . </span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">d) “Sizden biri kendisi için sevdigini kardesi için de sevmedikçe kâmil mânada iman etmis olmaz.” </span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">لا يؤمن أحدكم حتى يحب لأخيه ما يحب لنفسه .</span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">e) “Islâmiyet’te birine zarar vermek olmadigi gibi, zarara karsilik zarar vermek de yoktur.” </span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">لا ضرر ولا ضرا ر في الإسلام . </span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">f) “Her nerede olursan ol, Allah’tan sakin; bir kötülük isledikten sonra iyilik isle ki onu silsin ve insanlara güzel ahlâkla muamele et.” </span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">إتق الله حيثما كنت وأتبع السيئة الحسنة تمحها و خالق الناس بخلق حسن .</span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">g) “Sana süpheli geleni birak, süpheli gelmeyene bak.” </span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">دع ما يريبك إلى ما لا يريبك .</span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">h) “Utanmazsan diledigini yap.” </span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">إذا لم تستح فاصنع ما شئت .</span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">i) “Kisi sevdigi ile beraberdir.” </span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">ألمرء مع من أحب . </span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">j) “Hayir atlarin alinlarindadir.” </span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-size: 12px">الخيل معقود في نواصيها الخير . </span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Bu örnekleri çogaltmak mümkündür. Ancak bu kadari konunun anlasilmasi bakimindan yeterlidir. Hemen belirtelim ki, edebiyatin zirvede oldugu bir dönemde, Hz. Peygamber’in bu üslûbunun daha bir önem kazandigini vurgulamak yerinde olacaktir. Zira onun bu tür sözleri erbabini hayrette birakiyor, dikkatleri üzerinde yogunlastiriyor ve düsünmeye sevk ediyordu. Yine bu üslûbun, kulaklara hos gelen, okundugunda veya duyuldugunda zihinlerde yer eden, nihâyet insani hemen ögrenme ve hafizaya alma konusunda gayrete sevkeden bir özelligi de vardir. </p> <p style="margin-left: 20px">Bunlarla birlikte asagidaki örneklerde de görülecegi gibi, Hz. Peygamber, bir seyin güzel, iyi ve degerli oldugunu bazen “cennet” veya “cennetlik”, ya da “melek” kavramlari ile anlatmis; bir seyin kötü, zararli ve degersiz oldugunu da “cehennem”, “cehennemlik” veya “seytan” kavramlariyla iliskilendirerek ifade etmistir. Dolayisiyla Hz. Peygamberin hadislerini anlayabilmek için onun söz söyledigi zamani, ortami, muhataplarini ve amacini iyi bilmek ve hadisleri bu argümanlar yardimiyla anlamaya ve yorumlamaya çalismak kaçinilmaz olmaktadir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Ancak ne var ki, Allah Resulünün bu yönünü kavrayamayan kimselerin onun sözlerindeki incelikleri ve esprileri çogu zaman anlamadigi da görülmektedir. Hadisleri izah ederken yapilan bu çesit yorumlar, dogrusu bugün insani hayrete düsürecek boyutlardadir. Ancak yine de bütün bu olumsuz yanlarina ragmen, bu tür izahlarin, o günün anlayisini, kültür ve bilgi birikimini de yansittigi bir gerçektir. Bu tür izahlari suçlayarak bir tarafa atmak yerine, o günün anlayisinin bir yansimasi olarak degerlendirmek daha dogru olmalidir. Ne var ki, günümüzde bu izahlara sartlanmadan ve de onlarla yetinmeyerek, yeni olaylar ve yeni gelismelerin isiginda yeni açiklamalar getirme zorunlulugu bulunmaktadir.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Özellikle Resûlullah’in çok sik kullandigi “cennet”, “cennetlik”, “cehennem”, “cehennemlik”, “seytan” ve “melek” gibi kavramlar, kimi zaman tesbih olarak algilandigi halde kimi zaman da hiç alakasi olmayacak bir biçimde zâhirî anlami öne çikarilmis, böylece hadiste anlatilmak istenen mâna tersyüz edilmistir. Öte yandan Allah Resûlünün hayati örnek alinmak istenirken, konuyla alâkali hususlarda sekil ve sekilcilik baskin çikmis, onun göstermek istedigi hedeften uzaklasilmistir. Asagida zikredilen örneklerde de bu durum çok açik bir sekilde görülmektedir.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">i. “Cennet” ve “Cehennem” kavramlari</p> <p style="margin-left: 20px">Allah Resûlü (a.s.)’nün birtakim nesneleri “cennettendir” ya da “cehennemdendir” sözleriyle nitelendirdigi bilinmektedir. </p> <p style="margin-left: 20px">Mesela;</p> <p style="margin-left: 20px">a. “Hacer-i esved tasi cennettendir. O, kardan daha beyaz idi, müsriklerin günahlari onu karartti.” </p> <p style="margin-left: 20px">b. “Acve hurmasi cennettendir.” </p> <p style="margin-left: 20px">“Dört nehir cennettendir. Bunlar, Nil, Firat, Seyhân ve Ceyhân nehirleridir.” </p> <p style="margin-left: 20px">“...Cebrâil (a.s.), Hz. Peygamber’e söyle dedi: Iste burasi Sidretü’l- Müntehâ’dir. Burada ikisi bâtin, ikisi de zâhir dört nehir vardir. Hz. Peygamber:</p> <p style="margin-left: 20px">Bunlar nelerdir Ey Cebrâil dedi. </p> <p style="margin-left: 20px">Cebrâil: Bâtin olan ikisi cennettedir. Diger ikisi de Nil ve Firat nehirleridir” dedi. </p> <p style="margin-left: 20px">“Evim ile minberim arasi cennet bahçesidir. Minberim havzimin üstündedir” </p> <p style="margin-left: 20px">“Cennetin anahtari la ilahe illallah sözüdür.” </p> <p style="margin-left: 20px">“Elbisenin topuklarin altina uzanan kismi cehennemdedir.” </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Yukarida zikredilenlerden son hadis hariç birtakim nesnelerin cennetten oldugu haber verilmektedir. Bu hadislerde Resûlullah’in anlatmak istedigi esas mâna nedir? Hacer-i esved tasi, Acve hurmasi cennetten mi gelmistir? Sayilan bu nehirlerin kaynagi cennet midir? Onun mescidinin bir bölümü cennetin içinde midir? Bütün bunlar üzerinde durulmasi gereken hususlardir. Burada anlatilmak istenen mânalar arastirilmadan yüzeysel bir bakisla sayilan nesnelerin cennetten geldigi ya da cennetle irtibatli oldugu, ne yazik ki zaman zaman iddia edilmis, hatta karsi yorumlara hak dahi verilmemistir. Öyle ki, bu anlayisin tezahürlerini bazi önemli hadis eserlerinde bile görmek mümkündür. Nitekim Ibn Kuteybe (ö.376/986), Hacer-i esved’in kiyamet günü sefaatçi olacagini, onun cennetten gelmis olabilecegini savunmaktadir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Tevrat’ta da yaklasik ayni sekilde yer alan söz konusu nehirlerin cennetten olusuyla ilgili dördüncü rivâyetin açiklamasinda, Ibn Hacer (ö.852/1448), bir önceki rivâyeti de delil getirerek sunlari söylemektedir: “Hülâsa, bu iki nehrin kaynagi cennettir. Bunlar önce kaynagindan çikar, sonra yeryüzünde çikacagi yere kadar akarak gelir, daha sonra da görünen kaynagindan ortaya çikar”. Üstelik Ibn Hacer, bu hadiste anlatilmak istenen mânanin, bu nehirlerin sularinin tatli ve bereketli olmasindan ötürü bir tesbih oldugunu ileri sürenlerin görüsünün zayif oldugunu, kendisinin de katildigi ilk yorumun dogru oldugunu iddia etmektedir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Halbuki ayni mahiyette söylenmis olan örnegin, “Cennet analarin ayagi altindadir” ve “Cennet kiliçlarin gölgesi altindadir” hadislerinde Allah Resulünün maksadi ve anlatmak istegi esas mâna çok net bir sekilde açiga çikmaktadir. Söz konusu hadislerde mecâz oldugu âsikardir. Bu hadislere bakarak elbette hiçbir kimse çikip da cennet analarin ayagi altindaymis, annemin ayaginin altina bakayim da cenneti göreyim, ya da kilicin gölgesini arastirayim da cenneti bulayim diyecek kadar basit düsünemez. Aksine anneye iyilik etmenin ve ona bakmanin ve yine din, vatan, namus ugruna savasmanin da cenneti kazandiracak birer davranis oldugunu düsünecektir. Halbuki, ne oluyor da ayni mahiyette söylenmis diger sözler degerlendirilirken, hadislerde anlatilmak istenen mânalar gözardi edilerek sadece basit bir anlayis sergilenebiliyor! Hakikaten bu durumu izah etmek, söz konusu hadisleri anlamaktan daha çetin bir is olarak karsimiza çikmaktadir.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Ibn Hazm (ö.456/1063), nasslarin illet ve baglamlarina bakmaksizin onlari zâhirine göre degerlendiren “Zâhirîler”den bir âlim olmasina ragmen, yukaridaki hadiste zikredilen söz konusu nehirlerin ve Resûlullah’in evi ile minberi arasinin cennetten oldugunu sananlari tenkit etmektedir. </p> <p style="margin-left: 20px">Ibn Hazm bu konuda söyle söylemektedir:</p> <p style="margin-left: 20px">“Bu iki hadis, bazi cahillerin zannettikleri gibi Ravza/Resûlullah’in evi ile minberi arasinin cennetten bir parça oldugu ve bu nehirlerin de cennetten dogup, indikleri anlamina gelmez. Bu görüs batil ve yalandir.” Ibn Hazm, burasinin cennetten bir bahçe olusunun anlaminin, oranin faziletinden ve orada kilinan namazin cennete gitmeye vesile oldugundan bahseder. </p> <p style="margin-left: 20px">Bu nehirlerin cennetten çikmasina gelince, onlarin bereketinden dolayi cennete izafe edilmistir. Nitekim iyi bir gün hakkinda, “Bu cennet günlerinden bir gün” denilir. Yine koyun hakkinda, “O, cennet hayvanlarindandir” denilmistir ki, buralarda da faydasi ve bereketi anlatilmak istenmistir. Ibn Hazm, bu haberler hakkindaki görüslerini söyle noktalar: “Gerek Kur’ân, gerekse hissin zaruri olarak ortaya koydugu yargi, bunlarin zâhirleri üzere olmadiklaridir.”</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Görüldügü gibi, zahiriligi ve nasslara donukluk derecesinde harfi harfine bagliligiyla bilinen Ibn Hazm dahi, bu konumuna ragmen, bu nasslarin zâhirlerine hamledilmesini hazmedememis ve caiz görmemistir. Zira o da Arapça’nin, içerisinde hakikat ve mecâz olan bir dil oldugunu bilmektedir. Onun dedigi gibi bunu ancak cahiller hakikat zannederler. Yine bazi hadislerde de birtakim hususlarin cehennemlik oldugundan söz edilmektedir ki, asagida zikredilen örnek konunun anlasilmasi bakimindan yeterlidir.</p> <p style="margin-left: 20px"><em>“Elbisenin topuklarin altina uzanan kismi cehennemdedir” </em>hadisine gelince, kumasin az bulundugu ve kiymetli oldugu bir zamanda kibir maksadiyla uzun elbise giymenin çirkin bir davranis oldugu anlatilmaktadir. Böyle davrananlarin yaptiklarina karsilik olarak cehennemde cezaya çarptirilabileceklerini ifade etmek için, kisinin bedeninden kinâye olarak elbisesi kastedilmistir. Ayrica bugün uzun elbise giymek bir övünç vesilesi olmaktan çikmistir. Belki de bugün bunun tam tersini söylemek daha uygun olabilir.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">ii. “Seytan” Kavrami</p> <p style="margin-left: 20px">“<strong>...Bir çubukla da olsa yemek kabinizin üzerini örtün;</strong> Allah’in adini anin; zira Seytan kapali kaplari açamaz.” </p> <p style="margin-left: 20px"><strong>“Sizden biri esnedigi zaman eliyle agzini kapatsin;</strong> zira agzina seytan girer.” </p> <p style="margin-left: 20px"><strong>“Sol elinizle yemeyiniz ve sol elinizle içmeyiniz;</strong> zira seytan sol eliyle yer ve sol eliyle içer.” </p> <p style="margin-left: 20px"><em><strong>“Namaz kilarken saflarinizi sık ve düzgün tutunuz. Allah’a yemin olsun ki, Seytanin saflar arasina kara koyun gibi girdigini görüyorum.” </strong></em></p> <p style="margin-left: 20px"><em><span style="color: Red">“Tek basina yolculuk yapmak seytandandir.”</span></em> </p> <p style="margin-left: 20px"><span style="color: Blue"><em>“Günes seytanin iki boynuzu arasinda dogar,</em> binaenaleyh Günes dogarken namaz kilmayin.” </span></p> <p style="margin-left: 20px"><em><span style="color: Lime">Süphesiz Seytan Ademoglunun içinde kanin dolastigi gibi dolasir.” </span></em></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Belki de biz bugün su sözlerimizle ilk üç rivâyeti bir anlamda ifade etmis oluyoruz:</p> <p style="margin-left: 20px"><strong>Yiyecek ve içecekleri açikta birakmayiniz;</strong> zira açikta kalan yiyeceklere mikrop bulasir.</p> <p style="margin-left: 20px"><strong>Esnerken agzinizi kapayin;</strong> zira hava ile birlikte mikroplar da vücuda girer. </p> <p style="margin-left: 20px"><strong>Kirli ellerle yemek yemeyin;</strong> zira mikrop bulasir.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Dördüncü rivâyette anlatilan insanlarin arasina seytan girmesi, onlarin arasinda nefret duygularinin olusmasi, sevgi ve muhabbetin kalkmasi, birlik ve beraberligin bozulmasi seklinde anlamaya daha uygundur.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><em><span style="color: Red">Tek basina yolculuk yapmanin seytandan olusunu anlatan rivâyette ise, yalniz basina yolculuk yapmanin mahzurlari anlatilmaktadir. Kaldi ki, ulasim araçlarinin, haberlesmenin, yiyecek ve giyecek imkanlarinin, konaklamanin çok sinirli oldugu eski devirlerde tek basina yolculuk yapmak hemen hemen imkansiz gibidir. Bu hadisin mânasi herhalde mahrumiyet bölgelerinde çok daha iyi anlasilir.</span></em></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><em><span style="color: Blue">Hadiste anlatilan Günesin seytanin iki boynuzu arasindan dogmasina gelince, ilgili rivayetin ikinci kismina bakildiginda mânasi daha iyi anlasilmaktadir. O vakitte namaz kilinmasi yasaklanmaktadir. Zira o saatte günese tapanlar ibadet yaptiklarindan onlara benzemekten kaçinilmistir.</span></em></p> <p style="margin-left: 20px"><em><span style="color: Blue">Hz. Peygamber’in bazi hayvanlari seytan seklinde nitelendirmesi de mecâz olarak kabul edilmistir. Zira bunlarin hakikî mânada kullanilmasi imkansizdir. Bu nedenle ünlü dilbilimci Câhiz, sözkonusu ifadelerin mecâz oldugunu söylemistir. Câhiz’in bu konudaki yorumunu benimseyen Ibn Kuteybe de, hadiste köpek için kullanilan seytan nitelemesinin mecâz olmasini uygun bulmustur. </span></em></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><span style="color: Lime"><em>Yine Seytanin insanin kaninda dolastigini bildiren hadiste de, Seytanin gerçekten insanlarin kaninda dolasmasi, insanin içine girmesi kastedilmemistir. </em></span>Seytanin insanlara musallat olmasi ve vesvese vermesi, bu sekildeki bir temsil ile anlatilmak istenmistir. </p> <p style="margin-left: 20px">Söz konusu rivâyetleri genel olarak degerlendirecek olursak sunlari söyleyebiliriz: Bütün bu rivâyetlerde zararli olan varliklar, nesneler ve mefhumlar seytan kavramiyla anlatilmaktadir. Böyle olmasi da zorunludur. Herhalde Hz. Peygamber’in o günkü topluma mikroplardan bahsetmesi beklenemezdi. Bugün hayatimizda oldukça fazla yer isgal eden insanin bas düsmani mikroplardan, o günün insanlarina ancak kötülügün simgesi Seytana benzeterek bahsetmek uygun olabilirdi.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">iii. Tesbih, Mecâz ve Kinâyeler</p> <p style="margin-left: 20px">Hadisler mecâz, kinâye, isaret, remiz gibi zâhirî mânasi disinda bir mâna ifade edebilirler. Yahut mütesâbih olabilirler. Arap dilinin inceliklerini, Resûlullah’in (a.s.) üslûbunun özelliklerini, hadislerin söylendigi çevreyi derinlemesine bilmeden hadisi yorumlamak isabetli olmayabilir. Mesela, Buhârî’nin naklettigi su hadis, pek çoklari tarafindan akla aykiri görülerek uydurma oldugu iddia edilmistir: “Hz. Peygamber, Ebû Zer’e Günes batinca nereye gittigini sordu. O, Allah ve Resûlü daha iyi bilir, diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (a.s.) söyle buyurdu: “Arsin altina gidip secde eder, izin ister, izin verilir... Sonra geldigi yere gitmesi emredilir. Bunun üzerine yeniden dogar.” Bu, Allah’in su sözünün ifade ettigi husustur: “Günes kendisine ait yörüngesinde hareket eder.” </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Halbuki bu hadiste, Günesin yaratilis gayesine uygun hareket etmesinden kinâye olarak mecâz bir ifade kullanilmis ve secde ettigi belirtilmistir. Bu hadisi akla aykiri görerek reddedenlerin su âyeti akla aykiri bulup bulmadiklari sorulmalidir. “Görmüyor musun, göktekiler, yerdekiler, Günes, Ay, yildizlar, daglar, agaçlar, hayvanlar, insanlardan bir çogu Allah’a secde ediyor; bir çogunun üzerine de azap hak olmustur. Allah, kimi hor ve hakir kilarsa, artik onu degerli kilacak bir kimse yoktur. Süphesiz Allah diledigini yapar .” </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Çogu kisi tarafindan bilinen su kudsî hadisdeki Yüce Allah’in sözü de bunun gibidir: “Eger kulum bana bir karis yaklasirsa ben ona bir dirsek boyu yaklasirim. Eger o bana bir dirsek boyu yaklasirsa ben ona bir kulaç yaklasirim. Eger o bana yürüyerek gelirse ben ona kosarak gelirim.” </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Söz konusu yürüme, kosma gibi hususlarda Allah’in yaratiklara benzetildigi gerekçesiyle, elestirilmislerdir. Oysa Ibn Kuteybe, Tevîlü muhtelifi’l-hadis adli kitabinda bu hususta söyle demektedir: “Bu sadece temsil ve tesbihtir. Burada ancak su kastedilmistir: ‘Kim bana süratle, itaat ederek gelirse ben ona sevap vermekte ondan daha hizli davranirim.’ Yürüme ve kosmayi da bundan kinâye etmistir.” </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Mecâz ve tesbih bulunan hadislere örnek olarak su rivâyetler de ele alinabilir:</p> <p style="margin-left: 20px">“Hayir, atlarin alinlarindadir.” </p> <p style="margin-left: 20px">“Üstteki el, alttaki elden daha hayirlidir.” </p> <p style="margin-left: 20px">“Rüzgar, Allah’in ruhundandir.” </p> <p style="margin-left: 20px">“Dünya, müminin zindani, kâfirin ise cennetidir.” </p> <p style="margin-left: 20px">“Ars-i âla’nin gölgesinde gölgeleneceklerden biri de, sag elinin verdigini sol eli duymayacak sekilde gizli sadaka veren kimsedir.” </p> <p style="margin-left: 20px">“Siz benim kiblemi yalniz ön tarafim mi saniyorsunuz!? Allah’a yemin olsun ki, sizin husûnuz da rükûnuz da bana gizli kalmaz. Süphesiz ben sizi arka tarafimdan da görürüm.” </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Sözkonusu hadislerde mecâz, kinâye ve tesbihler bulunmaktadir. Yukarida zikredilen hadisleri hakîki mânada ele alarak, bugün için at beslemeye özenmek, ya da elimizin hep üstte kalmasini arzu etmek veya rüzgâri gerçekten Allah’in ruhunun bir parçasi gibi düsünmek çok yüzeysel kalmaktadir. Yine “Dünya, müminin zindani, kâfirin ise cennetidir” hadisinden hareketle, insanoglunun yeryüzünün halifesi oldugunu unutarak, dünyayi kâfirlerin yurdu görmek de söz konusu hadisleri dogru anlamamanin bir sonucu ortaya çikan sig anlayisin tezâhürlerinden baska bir sey olamaz. Zira bir hedefe ya da bir esyaya isaret eden parmaga degil, isaret edilen nesneye veya hedefe bakmak gerekir. Aklin geregi budur. Kaldi ki, sag elin verdigini sol elin duymamasini zaten hadis kendi içinde açiklamaktadir. Biz bunlar içerisinden sadece son zikredilen hadis üzerinde durmak istiyoruz.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong>Örnek:</strong> Arkamdan Görürüm Hadisi</p> <p style="margin-left: 20px">“Siz benim kiblemi yalniz ön tarafim mi saniyorsunuz!? Allah’a yemin olsun ki, sizin husûnuz da rükûnuz da bana gizli kalmaz. Süphesiz ben sizi arka tarafimdan da görürüm” hadisiyle ilgili yapilan açiklamalarda, Allah Resûlünün arkasindan nasil gördügü tartisilmis ve serhlerde çok ilginç yorumlara yer verilmistir. Meselâ, Sahîh-i Buhârî’nin meshur sârihlerinden biri olan Aynî’nin (ö.855/1451) Umdetü’l-Kârî adli eserinde su görüslere de yer verilmistir: “Resûlullah’in sirtinda bir göz vardi ki, buradan daima arka tarafini görürdü. Onun omzunda igne deligine benzer iki delik vardi; elbise de giyse baska bir seyle de örtse yine o sirtindaki deliklerden rahatça görebilirdi.” </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Simdi bu hadisle bu yorum arasinda herhangi bir baglantinin oldugu iddia edilebilir mi? Hadiste “Sizin husûnuzu da görürüm” denilmesi zaten bu görme olayinin manevî bir boyut oldugunu, Hz. Peygamber’in gözüyle görmese dahi bazi seyleri hissettigini yani sezdigini ortaya koymaktadir. Kaldi ki, Bir insanin, gerisinde olup bitenleri sezmesi için sirtinda iki göz olmasina ne gerek vardir. Ayrica “Resûlullah’in sirtinda da iki göz vardi” demek ayni zamanda onun güzelim semâiline hakaret degil midir? Zira o, sîretiyle oldugu kadar, suretiyle de çok güzeldi. Onun sirtina iki göz koymak güzelligini elbette bozar. Esasen bu hadislerde anlatilmak istenen mâna gâyet açiktir. Ancak anlatilmak istenen maksat ve icra edilen belâgat göz ardi edilerek bu hadis, asil anlamindan koparilmistir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p><p style="text-align: center"><img src="https://www.islamiforumlar.net/resim/images/okisareti.gif" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p> </p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Ekrem, post: 53050, member: 3"] [b]Arapcadaki edebi sanatları bilmek[/b] [INDENT][B]C. Arapça’daki Edebî Sanatlari Bilmek[/B] Lafizlar, konuldugu mânada kullanilip kullanilmamasi açisindan “hakikat”, “mecâz”, “sarih” ve “kinâye” olarak dört kisma ayrilmaktadir: [B]Hakikat:[/B] Konuldugu mânada kullanilan lafiz demektir. Onda takdim ve tehir dahi yoktur. Bazan lügavî, bazan ser’î, bazan ise örfî olur. Örfî olan da umûmi ve husûsî kisimlarina ayrilir. Lügavî hakikat, dilde hangi mâna için vaz edilmis ise o mânada kullanilan lafizdir. Ser’î hakîkat, Sâri’in kastettigi mânada kullanilan lafizdir. Örfî hakikat ise, örfte kendisiyle hangi mâna kastediliyorsa o mânada kullanilan lafiz demektir. [B]Mecâz:[/B] Hakikî anlaminin kastedilmedigini gösteren bir “alâka” ve “karîne”den ötürü konuldugu mânadan baska bir mânada kullanildigina hükmedilen lafizdir. Alâka, hakikî mâna ile mecazî mâna arasindaki münasebettir. Karîne ise, hakikî manânin anlasilmasina engel olan seydir. Mecâz olabilmesi için lafzin hakîki manasini engelleyen bir karînenin olmasi sarttir. Hakikî mânaya göre anlama imkâni bulundugu sürece mecâzî mânaya göre yorum yapilamaz. Kelâmda aslolan mânayi hakîkidir (Mecelle, madde: 12). Hakikî mânaya göre anlamayi engelleyen bir alâka ve karîne varsa, o zaman bu yönde yorum yapmak ve lafiza mecâzî mânanin hükmünü baglamak gerekir. Meselâ, Kuran-i Kerîm’de Isrâ Sûresi’nin 24. âyetinde kisinin ebeveynine iyi davranmasi ögütlenirken, “Onlara rahmet kanatlarini ger...” denilmektedir. Burada bir kisinin hakîkî mânâda kanat germesi düsünülemeyeceginden, zorunlu olarak mecâz oldugunu kabul etmek gerekir. [B]Sarîh:[/B] Ister hakîkat ister mecâz anlaminda, çok kullanilmasindan ötürü kendisi ile kastedilen mâna açikça anlasilan lafizdir. Ne kastedildigini ayrica arastirmaya gerek kalmaz. [B]Kinâye:[/B] Kendisi ile kastedilen mâna hemen zihne gelivermeyen ve kapali kalan lafizdir. Kinâyede lafzin lügavî mânasi anlasilabilirse de, mütekellimin maksadi gizlidir hemen anlasilamaz. Niyet veya halin delaletinin bilinmesiyle anlasilabilir. Diger bir deyisle, bir gereklilikten dolayi lafzin açik anlami terk edilerek baska bir anlama hamledilmesidir. Ancak kinayede mânanin hakikate de ve mecâza da yönlendirilmesi mümkündür. Öte yandan Hz. Peygamber, sözün önem ve tesirini, harikalar meydana getirebilecegini “Süphesiz anlatimda bir sihir vardir” demek suretiyle yine veciz bir cümlesiyle vurgulamaktadir. Onun vasiflarindan biri de “cevâmiu’l-kelim” olusudur. O, az sözle çok mânalar ifade edecek tarzda konusurdu. Bunun yanisira onun, muhataplarini herhangi bir ibadete veya aksiyona tesvik etmek amaciyla ya da bir isin önemini vurgulamak için, sözlerini çesitli örneklerle ve tesbihlerle takviye ettigi bilinmektedir. Hiç süphesiz sözü en güzel söyleyenlerden ve anlatimi en güzel olanlardan biri Allah Resulüdür. Onun sözleri kisa olmasina ragmen son derece vurucu ifadeler tasimaktadir. Gâyet veciz oldugu kadar, vicdanlarda tesirli ve hafizalarda kalicidir. O sözlerini kimi zaman bir tesbihle süslemis, kimi zaman istiare yapmis, kimi yerde sözü açik söylemis, kimi yerde de kinâyeli ya da nükteli konusmustur. Onun sözlerini, hareketlerini anlayabilmek, degerlendirmek ve yorumlayabilmek için bu özelligini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Resûlullah’in sözlerini süphesiz yine en güzel edebiyatçilar takdir edecektir. Bu baglamda onun sözlerini vasfeden Câhiz (ö.255/868) söyle demektedir: “Onun sözlerinin sayisi az, anlamlari çok, sanat açisindan üstün, zahmetten uzaktir. O, açilmasi gereken yerde genis, kisa tutulmasi gereken yerde ise veciz bir üslup kullanmistir. Yabanci, garip kelimeleri terk etmis, çarsiya, pazara ait âmiyâne ifadelerden de yüz çevirmistir. O, ancak bir hikmet mirasindan konusmustur. O, Allah’in kendisine verdigi ismet sifatiyla süslenmis, ilahî destekle güçlenmis, ilâhi muvaffakiyetle kolaylastirilmis bir üslupla konusmaktaydi. Bu, Allah’in sevgisiyle besledigi, kabul ile bürüdügü bir sözdür. O, sertlik ile tatliligi ve güzelce anlatma ile söz sayisinin azligini bir arada toplamistir. Onu ne bir delil çürütebilmis, ne karsisina bir hasim çikabilmis ve ne de bir hatip onu susturabilmistir. Bilakis o, uzun hutbelerini, kisa sözleriyle akici hale getiriyordu. Hasmini ancak onun bildikleriyle susturmaya çalisiyor, ancak dogrularla delil getiriyor, zaferi ancak hak ile talep ediyordu. Aldatmaya basvurmaz, hile yolunu kullanmaz, arkadan konusmaz, ayiplamaz, ne gecikir, ne de acele eder, ne uzatir ve ne de kisa tutardi. Sonra insanlar, Nebi (a.s.)’in sözünden daha yararli, daha dogru, daha ölçülü, daha güzel, daha cömert, daha iyi, daha kolay, anlami daha çok, içerigi daha belirgin baska bir söz asla isitmemistir. Hz. Peygamberin bütün hadislerini tek tek bu yöntemle incelemek elbette mümkün degildir. Kaldi ki, onun her sözünde tesbih, kinâye vs. gibi sanatlarin oldugunu da iddia etmek, basta onun teblig vazifesini anlamamak olur. Süphesiz onun pek çok sözü, gâyet açik ve net bir sekilde zâhirî mânasiyla kavranabilecek sekildedir. Ancak insanlara akillari miktarinca konusan ve bu prensibi de daima öneren, üstelik zamanin edip ve sairlerini dize getiren Kur’ân’i, tebligle görevli bir elçinin tek düze bir üslupla konustugunu varsaymak ise elbette mümkün degildir. Kendisi de diger peygamberlerden alti seyle üstün kilindigini belirttigi hadisinde bunlardan birinin cevâmiu’l-kelim oldugunu haber vermektedir ki, bunun anlami meramini az lafizla çok mâna ifade eder bir tarzda ortaya koymaktir. Bu konuda su hadisleri örnek olarak vermek mümkündür: “Ameller ancak niyetlere göredir...” [B][SIZE=3] إنما الأعمال با لنيات . b) “Helal bellidir. Haram da bellidir...” الحلال بين والحرام بين . c) “Kisinin mâlâyâniyi terk etmesi Müslümanliginin güzelligindendir.” من حسن إسلام المرء تركه مالا يعنيه . d) “Sizden biri kendisi için sevdigini kardesi için de sevmedikçe kâmil mânada iman etmis olmaz.” لا يؤمن أحدكم حتى يحب لأخيه ما يحب لنفسه . e) “Islâmiyet’te birine zarar vermek olmadigi gibi, zarara karsilik zarar vermek de yoktur.” لا ضرر ولا ضرا ر في الإسلام . f) “Her nerede olursan ol, Allah’tan sakin; bir kötülük isledikten sonra iyilik isle ki onu silsin ve insanlara güzel ahlâkla muamele et.” إتق الله حيثما كنت وأتبع السيئة الحسنة تمحها و خالق الناس بخلق حسن . g) “Sana süpheli geleni birak, süpheli gelmeyene bak.” دع ما يريبك إلى ما لا يريبك . h) “Utanmazsan diledigini yap.” إذا لم تستح فاصنع ما شئت . i) “Kisi sevdigi ile beraberdir.” ألمرء مع من أحب . j) “Hayir atlarin alinlarindadir.” الخيل معقود في نواصيها الخير . [/SIZE][/B] Bu örnekleri çogaltmak mümkündür. Ancak bu kadari konunun anlasilmasi bakimindan yeterlidir. Hemen belirtelim ki, edebiyatin zirvede oldugu bir dönemde, Hz. Peygamber’in bu üslûbunun daha bir önem kazandigini vurgulamak yerinde olacaktir. Zira onun bu tür sözleri erbabini hayrette birakiyor, dikkatleri üzerinde yogunlastiriyor ve düsünmeye sevk ediyordu. Yine bu üslûbun, kulaklara hos gelen, okundugunda veya duyuldugunda zihinlerde yer eden, nihâyet insani hemen ögrenme ve hafizaya alma konusunda gayrete sevkeden bir özelligi de vardir. Bunlarla birlikte asagidaki örneklerde de görülecegi gibi, Hz. Peygamber, bir seyin güzel, iyi ve degerli oldugunu bazen “cennet” veya “cennetlik”, ya da “melek” kavramlari ile anlatmis; bir seyin kötü, zararli ve degersiz oldugunu da “cehennem”, “cehennemlik” veya “seytan” kavramlariyla iliskilendirerek ifade etmistir. Dolayisiyla Hz. Peygamberin hadislerini anlayabilmek için onun söz söyledigi zamani, ortami, muhataplarini ve amacini iyi bilmek ve hadisleri bu argümanlar yardimiyla anlamaya ve yorumlamaya çalismak kaçinilmaz olmaktadir. Ancak ne var ki, Allah Resulünün bu yönünü kavrayamayan kimselerin onun sözlerindeki incelikleri ve esprileri çogu zaman anlamadigi da görülmektedir. Hadisleri izah ederken yapilan bu çesit yorumlar, dogrusu bugün insani hayrete düsürecek boyutlardadir. Ancak yine de bütün bu olumsuz yanlarina ragmen, bu tür izahlarin, o günün anlayisini, kültür ve bilgi birikimini de yansittigi bir gerçektir. Bu tür izahlari suçlayarak bir tarafa atmak yerine, o günün anlayisinin bir yansimasi olarak degerlendirmek daha dogru olmalidir. Ne var ki, günümüzde bu izahlara sartlanmadan ve de onlarla yetinmeyerek, yeni olaylar ve yeni gelismelerin isiginda yeni açiklamalar getirme zorunlulugu bulunmaktadir. Özellikle Resûlullah’in çok sik kullandigi “cennet”, “cennetlik”, “cehennem”, “cehennemlik”, “seytan” ve “melek” gibi kavramlar, kimi zaman tesbih olarak algilandigi halde kimi zaman da hiç alakasi olmayacak bir biçimde zâhirî anlami öne çikarilmis, böylece hadiste anlatilmak istenen mâna tersyüz edilmistir. Öte yandan Allah Resûlünün hayati örnek alinmak istenirken, konuyla alâkali hususlarda sekil ve sekilcilik baskin çikmis, onun göstermek istedigi hedeften uzaklasilmistir. Asagida zikredilen örneklerde de bu durum çok açik bir sekilde görülmektedir. i. “Cennet” ve “Cehennem” kavramlari Allah Resûlü (a.s.)’nün birtakim nesneleri “cennettendir” ya da “cehennemdendir” sözleriyle nitelendirdigi bilinmektedir. Mesela; a. “Hacer-i esved tasi cennettendir. O, kardan daha beyaz idi, müsriklerin günahlari onu karartti.” b. “Acve hurmasi cennettendir.” “Dört nehir cennettendir. Bunlar, Nil, Firat, Seyhân ve Ceyhân nehirleridir.” “...Cebrâil (a.s.), Hz. Peygamber’e söyle dedi: Iste burasi Sidretü’l- Müntehâ’dir. Burada ikisi bâtin, ikisi de zâhir dört nehir vardir. Hz. Peygamber: Bunlar nelerdir Ey Cebrâil dedi. Cebrâil: Bâtin olan ikisi cennettedir. Diger ikisi de Nil ve Firat nehirleridir” dedi. “Evim ile minberim arasi cennet bahçesidir. Minberim havzimin üstündedir” “Cennetin anahtari la ilahe illallah sözüdür.” “Elbisenin topuklarin altina uzanan kismi cehennemdedir.” Yukarida zikredilenlerden son hadis hariç birtakim nesnelerin cennetten oldugu haber verilmektedir. Bu hadislerde Resûlullah’in anlatmak istedigi esas mâna nedir? Hacer-i esved tasi, Acve hurmasi cennetten mi gelmistir? Sayilan bu nehirlerin kaynagi cennet midir? Onun mescidinin bir bölümü cennetin içinde midir? Bütün bunlar üzerinde durulmasi gereken hususlardir. Burada anlatilmak istenen mânalar arastirilmadan yüzeysel bir bakisla sayilan nesnelerin cennetten geldigi ya da cennetle irtibatli oldugu, ne yazik ki zaman zaman iddia edilmis, hatta karsi yorumlara hak dahi verilmemistir. Öyle ki, bu anlayisin tezahürlerini bazi önemli hadis eserlerinde bile görmek mümkündür. Nitekim Ibn Kuteybe (ö.376/986), Hacer-i esved’in kiyamet günü sefaatçi olacagini, onun cennetten gelmis olabilecegini savunmaktadir. Tevrat’ta da yaklasik ayni sekilde yer alan söz konusu nehirlerin cennetten olusuyla ilgili dördüncü rivâyetin açiklamasinda, Ibn Hacer (ö.852/1448), bir önceki rivâyeti de delil getirerek sunlari söylemektedir: “Hülâsa, bu iki nehrin kaynagi cennettir. Bunlar önce kaynagindan çikar, sonra yeryüzünde çikacagi yere kadar akarak gelir, daha sonra da görünen kaynagindan ortaya çikar”. Üstelik Ibn Hacer, bu hadiste anlatilmak istenen mânanin, bu nehirlerin sularinin tatli ve bereketli olmasindan ötürü bir tesbih oldugunu ileri sürenlerin görüsünün zayif oldugunu, kendisinin de katildigi ilk yorumun dogru oldugunu iddia etmektedir. Halbuki ayni mahiyette söylenmis olan örnegin, “Cennet analarin ayagi altindadir” ve “Cennet kiliçlarin gölgesi altindadir” hadislerinde Allah Resulünün maksadi ve anlatmak istegi esas mâna çok net bir sekilde açiga çikmaktadir. Söz konusu hadislerde mecâz oldugu âsikardir. Bu hadislere bakarak elbette hiçbir kimse çikip da cennet analarin ayagi altindaymis, annemin ayaginin altina bakayim da cenneti göreyim, ya da kilicin gölgesini arastirayim da cenneti bulayim diyecek kadar basit düsünemez. Aksine anneye iyilik etmenin ve ona bakmanin ve yine din, vatan, namus ugruna savasmanin da cenneti kazandiracak birer davranis oldugunu düsünecektir. Halbuki, ne oluyor da ayni mahiyette söylenmis diger sözler degerlendirilirken, hadislerde anlatilmak istenen mânalar gözardi edilerek sadece basit bir anlayis sergilenebiliyor! Hakikaten bu durumu izah etmek, söz konusu hadisleri anlamaktan daha çetin bir is olarak karsimiza çikmaktadir. Ibn Hazm (ö.456/1063), nasslarin illet ve baglamlarina bakmaksizin onlari zâhirine göre degerlendiren “Zâhirîler”den bir âlim olmasina ragmen, yukaridaki hadiste zikredilen söz konusu nehirlerin ve Resûlullah’in evi ile minberi arasinin cennetten oldugunu sananlari tenkit etmektedir. Ibn Hazm bu konuda söyle söylemektedir: “Bu iki hadis, bazi cahillerin zannettikleri gibi Ravza/Resûlullah’in evi ile minberi arasinin cennetten bir parça oldugu ve bu nehirlerin de cennetten dogup, indikleri anlamina gelmez. Bu görüs batil ve yalandir.” Ibn Hazm, burasinin cennetten bir bahçe olusunun anlaminin, oranin faziletinden ve orada kilinan namazin cennete gitmeye vesile oldugundan bahseder. Bu nehirlerin cennetten çikmasina gelince, onlarin bereketinden dolayi cennete izafe edilmistir. Nitekim iyi bir gün hakkinda, “Bu cennet günlerinden bir gün” denilir. Yine koyun hakkinda, “O, cennet hayvanlarindandir” denilmistir ki, buralarda da faydasi ve bereketi anlatilmak istenmistir. Ibn Hazm, bu haberler hakkindaki görüslerini söyle noktalar: “Gerek Kur’ân, gerekse hissin zaruri olarak ortaya koydugu yargi, bunlarin zâhirleri üzere olmadiklaridir.” Görüldügü gibi, zahiriligi ve nasslara donukluk derecesinde harfi harfine bagliligiyla bilinen Ibn Hazm dahi, bu konumuna ragmen, bu nasslarin zâhirlerine hamledilmesini hazmedememis ve caiz görmemistir. Zira o da Arapça’nin, içerisinde hakikat ve mecâz olan bir dil oldugunu bilmektedir. Onun dedigi gibi bunu ancak cahiller hakikat zannederler. Yine bazi hadislerde de birtakim hususlarin cehennemlik oldugundan söz edilmektedir ki, asagida zikredilen örnek konunun anlasilmasi bakimindan yeterlidir. [I]“Elbisenin topuklarin altina uzanan kismi cehennemdedir” [/I]hadisine gelince, kumasin az bulundugu ve kiymetli oldugu bir zamanda kibir maksadiyla uzun elbise giymenin çirkin bir davranis oldugu anlatilmaktadir. Böyle davrananlarin yaptiklarina karsilik olarak cehennemde cezaya çarptirilabileceklerini ifade etmek için, kisinin bedeninden kinâye olarak elbisesi kastedilmistir. Ayrica bugün uzun elbise giymek bir övünç vesilesi olmaktan çikmistir. Belki de bugün bunun tam tersini söylemek daha uygun olabilir. ii. “Seytan” Kavrami “[B]...Bir çubukla da olsa yemek kabinizin üzerini örtün;[/B] Allah’in adini anin; zira Seytan kapali kaplari açamaz.” [B]“Sizden biri esnedigi zaman eliyle agzini kapatsin;[/B] zira agzina seytan girer.” [B]“Sol elinizle yemeyiniz ve sol elinizle içmeyiniz;[/B] zira seytan sol eliyle yer ve sol eliyle içer.” [I][B]“Namaz kilarken saflarinizi sık ve düzgün tutunuz. Allah’a yemin olsun ki, Seytanin saflar arasina kara koyun gibi girdigini görüyorum.” [/B][/I] [I][COLOR=Red]“Tek basina yolculuk yapmak seytandandir.”[/COLOR][/I] [COLOR=Blue][I]“Günes seytanin iki boynuzu arasinda dogar,[/I] binaenaleyh Günes dogarken namaz kilmayin.” [/COLOR] [I][COLOR=Lime]Süphesiz Seytan Ademoglunun içinde kanin dolastigi gibi dolasir.” [/COLOR][/I] Belki de biz bugün su sözlerimizle ilk üç rivâyeti bir anlamda ifade etmis oluyoruz: [B]Yiyecek ve içecekleri açikta birakmayiniz;[/B] zira açikta kalan yiyeceklere mikrop bulasir. [B]Esnerken agzinizi kapayin;[/B] zira hava ile birlikte mikroplar da vücuda girer. [B]Kirli ellerle yemek yemeyin;[/B] zira mikrop bulasir. Dördüncü rivâyette anlatilan insanlarin arasina seytan girmesi, onlarin arasinda nefret duygularinin olusmasi, sevgi ve muhabbetin kalkmasi, birlik ve beraberligin bozulmasi seklinde anlamaya daha uygundur. [I][COLOR=Red]Tek basina yolculuk yapmanin seytandan olusunu anlatan rivâyette ise, yalniz basina yolculuk yapmanin mahzurlari anlatilmaktadir. Kaldi ki, ulasim araçlarinin, haberlesmenin, yiyecek ve giyecek imkanlarinin, konaklamanin çok sinirli oldugu eski devirlerde tek basina yolculuk yapmak hemen hemen imkansiz gibidir. Bu hadisin mânasi herhalde mahrumiyet bölgelerinde çok daha iyi anlasilir.[/COLOR][/I] [I][COLOR=Blue]Hadiste anlatilan Günesin seytanin iki boynuzu arasindan dogmasina gelince, ilgili rivayetin ikinci kismina bakildiginda mânasi daha iyi anlasilmaktadir. O vakitte namaz kilinmasi yasaklanmaktadir. Zira o saatte günese tapanlar ibadet yaptiklarindan onlara benzemekten kaçinilmistir. Hz. Peygamber’in bazi hayvanlari seytan seklinde nitelendirmesi de mecâz olarak kabul edilmistir. Zira bunlarin hakikî mânada kullanilmasi imkansizdir. Bu nedenle ünlü dilbilimci Câhiz, sözkonusu ifadelerin mecâz oldugunu söylemistir. Câhiz’in bu konudaki yorumunu benimseyen Ibn Kuteybe de, hadiste köpek için kullanilan seytan nitelemesinin mecâz olmasini uygun bulmustur. [/COLOR][/I] [COLOR=Lime][I]Yine Seytanin insanin kaninda dolastigini bildiren hadiste de, Seytanin gerçekten insanlarin kaninda dolasmasi, insanin içine girmesi kastedilmemistir. [/I][/COLOR]Seytanin insanlara musallat olmasi ve vesvese vermesi, bu sekildeki bir temsil ile anlatilmak istenmistir. Söz konusu rivâyetleri genel olarak degerlendirecek olursak sunlari söyleyebiliriz: Bütün bu rivâyetlerde zararli olan varliklar, nesneler ve mefhumlar seytan kavramiyla anlatilmaktadir. Böyle olmasi da zorunludur. Herhalde Hz. Peygamber’in o günkü topluma mikroplardan bahsetmesi beklenemezdi. Bugün hayatimizda oldukça fazla yer isgal eden insanin bas düsmani mikroplardan, o günün insanlarina ancak kötülügün simgesi Seytana benzeterek bahsetmek uygun olabilirdi. iii. Tesbih, Mecâz ve Kinâyeler Hadisler mecâz, kinâye, isaret, remiz gibi zâhirî mânasi disinda bir mâna ifade edebilirler. Yahut mütesâbih olabilirler. Arap dilinin inceliklerini, Resûlullah’in (a.s.) üslûbunun özelliklerini, hadislerin söylendigi çevreyi derinlemesine bilmeden hadisi yorumlamak isabetli olmayabilir. Mesela, Buhârî’nin naklettigi su hadis, pek çoklari tarafindan akla aykiri görülerek uydurma oldugu iddia edilmistir: “Hz. Peygamber, Ebû Zer’e Günes batinca nereye gittigini sordu. O, Allah ve Resûlü daha iyi bilir, diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (a.s.) söyle buyurdu: “Arsin altina gidip secde eder, izin ister, izin verilir... Sonra geldigi yere gitmesi emredilir. Bunun üzerine yeniden dogar.” Bu, Allah’in su sözünün ifade ettigi husustur: “Günes kendisine ait yörüngesinde hareket eder.” Halbuki bu hadiste, Günesin yaratilis gayesine uygun hareket etmesinden kinâye olarak mecâz bir ifade kullanilmis ve secde ettigi belirtilmistir. Bu hadisi akla aykiri görerek reddedenlerin su âyeti akla aykiri bulup bulmadiklari sorulmalidir. “Görmüyor musun, göktekiler, yerdekiler, Günes, Ay, yildizlar, daglar, agaçlar, hayvanlar, insanlardan bir çogu Allah’a secde ediyor; bir çogunun üzerine de azap hak olmustur. Allah, kimi hor ve hakir kilarsa, artik onu degerli kilacak bir kimse yoktur. Süphesiz Allah diledigini yapar .” Çogu kisi tarafindan bilinen su kudsî hadisdeki Yüce Allah’in sözü de bunun gibidir: “Eger kulum bana bir karis yaklasirsa ben ona bir dirsek boyu yaklasirim. Eger o bana bir dirsek boyu yaklasirsa ben ona bir kulaç yaklasirim. Eger o bana yürüyerek gelirse ben ona kosarak gelirim.” Söz konusu yürüme, kosma gibi hususlarda Allah’in yaratiklara benzetildigi gerekçesiyle, elestirilmislerdir. Oysa Ibn Kuteybe, Tevîlü muhtelifi’l-hadis adli kitabinda bu hususta söyle demektedir: “Bu sadece temsil ve tesbihtir. Burada ancak su kastedilmistir: ‘Kim bana süratle, itaat ederek gelirse ben ona sevap vermekte ondan daha hizli davranirim.’ Yürüme ve kosmayi da bundan kinâye etmistir.” Mecâz ve tesbih bulunan hadislere örnek olarak su rivâyetler de ele alinabilir: “Hayir, atlarin alinlarindadir.” “Üstteki el, alttaki elden daha hayirlidir.” “Rüzgar, Allah’in ruhundandir.” “Dünya, müminin zindani, kâfirin ise cennetidir.” “Ars-i âla’nin gölgesinde gölgeleneceklerden biri de, sag elinin verdigini sol eli duymayacak sekilde gizli sadaka veren kimsedir.” “Siz benim kiblemi yalniz ön tarafim mi saniyorsunuz!? Allah’a yemin olsun ki, sizin husûnuz da rükûnuz da bana gizli kalmaz. Süphesiz ben sizi arka tarafimdan da görürüm.” Sözkonusu hadislerde mecâz, kinâye ve tesbihler bulunmaktadir. Yukarida zikredilen hadisleri hakîki mânada ele alarak, bugün için at beslemeye özenmek, ya da elimizin hep üstte kalmasini arzu etmek veya rüzgâri gerçekten Allah’in ruhunun bir parçasi gibi düsünmek çok yüzeysel kalmaktadir. Yine “Dünya, müminin zindani, kâfirin ise cennetidir” hadisinden hareketle, insanoglunun yeryüzünün halifesi oldugunu unutarak, dünyayi kâfirlerin yurdu görmek de söz konusu hadisleri dogru anlamamanin bir sonucu ortaya çikan sig anlayisin tezâhürlerinden baska bir sey olamaz. Zira bir hedefe ya da bir esyaya isaret eden parmaga degil, isaret edilen nesneye veya hedefe bakmak gerekir. Aklin geregi budur. Kaldi ki, sag elin verdigini sol elin duymamasini zaten hadis kendi içinde açiklamaktadir. Biz bunlar içerisinden sadece son zikredilen hadis üzerinde durmak istiyoruz. [B]Örnek:[/B] Arkamdan Görürüm Hadisi “Siz benim kiblemi yalniz ön tarafim mi saniyorsunuz!? Allah’a yemin olsun ki, sizin husûnuz da rükûnuz da bana gizli kalmaz. Süphesiz ben sizi arka tarafimdan da görürüm” hadisiyle ilgili yapilan açiklamalarda, Allah Resûlünün arkasindan nasil gördügü tartisilmis ve serhlerde çok ilginç yorumlara yer verilmistir. Meselâ, Sahîh-i Buhârî’nin meshur sârihlerinden biri olan Aynî’nin (ö.855/1451) Umdetü’l-Kârî adli eserinde su görüslere de yer verilmistir: “Resûlullah’in sirtinda bir göz vardi ki, buradan daima arka tarafini görürdü. Onun omzunda igne deligine benzer iki delik vardi; elbise de giyse baska bir seyle de örtse yine o sirtindaki deliklerden rahatça görebilirdi.” Simdi bu hadisle bu yorum arasinda herhangi bir baglantinin oldugu iddia edilebilir mi? Hadiste “Sizin husûnuzu da görürüm” denilmesi zaten bu görme olayinin manevî bir boyut oldugunu, Hz. Peygamber’in gözüyle görmese dahi bazi seyleri hissettigini yani sezdigini ortaya koymaktadir. Kaldi ki, Bir insanin, gerisinde olup bitenleri sezmesi için sirtinda iki göz olmasina ne gerek vardir. Ayrica “Resûlullah’in sirtinda da iki göz vardi” demek ayni zamanda onun güzelim semâiline hakaret degil midir? Zira o, sîretiyle oldugu kadar, suretiyle de çok güzeldi. Onun sirtina iki göz koymak güzelligini elbette bozar. Esasen bu hadislerde anlatilmak istenen mâna gâyet açiktir. Ancak anlatilmak istenen maksat ve icra edilen belâgat göz ardi edilerek bu hadis, asil anlamindan koparilmistir. [CENTER][IMG]https://www.islamiforumlar.net/resim/images/okisareti.gif[/IMG][/CENTER] [/INDENT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün ilk namazı hangi namazdır
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Hz. Muhammed (s.a.v)
Hadis-i Şerifler
Hadisleri yeniden anlamak
Üst
Alt