Güven Duygusundaki İç Huzur!

Deruni

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
6 Eylül 2012
Mesajlar
488
Tepkime puanı
1
guvenduygusu.jpg


Geçen gün, 3 yaşında kız çocuğu olan bir arkadaşım ile görüşmek için sözleşmiştik. Tüm gün yorucu ve çok stresli bir iş günü geçirmiştim... Gergin halim ile görüşüp görüşmemek konusunda tereddüt etsem de, söz vermiştim...

Görüşme gittiğimde arkadaşımın kızı kocaman dupduru bir gülümseme ile karşıladı beni. O gülümseyen pırıl pırıl gözleri görür görmez kaşları çatık olan benim de yüzümde aniden tebessüm oluverdi... Sonra o küçücük kolları ile boynuma bir sarılışı vardı ki... anlatılmaz, yaşanır dedirten bir andı... Bende ne stres kaldı, ne de gerginlik...

Her zaman olduğu gibi, arkadaşımı ile çok az sohbet edebildik, tüm görüşme boyunca oyunlar oynadık... Bir yandan da gözlemliyordum:
Ne kadar da masumdu, mutluydu ve huzur veriyordu... Ne kadar da koşulsuz bir güven duyuyordu karşısındakine...

Onun bu huzuru bana nüfuz etmişti... Ben bu huzuru bir tek ailemde, babamın şefkatli elleri ile saçlarımı okşamasında buluyordum. Bu huzura bir de hamd olsun Rabb’imin huzurunda, namazlarımda hissetmeye başlamıştım, sessiz yakarışlarımda ve gözyaşlarımda...

Aslında bu huzurun kaynağı güvendi... Güven, koşulsuz teslimiyeti beraberinde getiriyordu, çünkü; ancak sonsuz güven duygusu ile koşulsuz teslim olurdu insan... Masum bir çocuğun annesine teslimiyeti, gerçek bir müminin Rabb’ine teslimiyeti ile aynıydı... Demek ki özümüz güvene muhtaçtı...

Yaratılışı gereği aciz ve sosyal bir varlık olan insanın, karşısında ihtiyaç duyduğu güveni bulamaz ise mutsuz bir birey haline gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu durumda birey; ya güvensizliği içselleştirip kendisine mal ederek topluma uyum sağlamaya çalışacak; ya da kendini toplumdan soyutlayacak ve yanlızlaşacaktır...

Ne oldu da insanlar birbirine karşı bu kadar güvensiz BEN merkezli birer birey haline geldi ki? BIZ kavramı ne zaman BEN’e dondu?

Ruh güven ve iç huzuru ile özgürleşecekken, nefsimize hapsettik ruhumuzu... Bencil tutkuların esiri oldu insan da yozlaştırdı ruhunu; güvenmez ve güvenilmez insanlar haline geldi.. “Ba dünyada babana bile güvenmeyeceksin!” diye dayatan bir toplumda yetiştir oldu çocuklarımız...

Oysa, Rahmet Peygamberi Muhammed’ül Emin’nin ümmeti değil miydik...!!!

Temeli Allah sevgisine dayanmayan insan ilişkilerinin karşılıklı çıkar ilişkilerine dayanması kaçınılmaz olmaktadır. İnsan Allah’a yakın, gerçek mümin(e) olduğu zaman O’nun sıfatları üzerinde tecelli eder. Mümin kardeşinde Allah’ın tecellisi olan aklı ve güzel ahlakı gören, ruhu onunla tatmin bulan insan, her türlü zorluğa göğüs gerer, mutluluğu ve sonsuz bir iç huzuruna kavuşur. Bu iç huzuru ile güven duyan ve güvenilir olacaktır. Allah aşkının yansıması olarak gerçek dostluklar da böyle kurulacaktır; bu dostluğu samimi yaşayan insan, acıyı da, belayı da, her şeyi kabul eder. Rabb’imiz, iman edenlerin bu güçlü sevgi anlayışlarını, Kur’an ayetlerinde şöyle ifade eder:

“İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır.” [Feth, 4]

“İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.” [En’am, 82]

Tebatebai şöyle diyor:
Allah'ı unutan ve O'nu zikretmekten el çeken insanın fani dünyadan medet ummaktan ve bu dünyayı kendi ideali görmekten başka çaresi yoktur. Bu tür bir insan sonuçta maddi yaşama ve faydalarından yararlanmaya yönelir. Öte yandan yaşamın imkanları, ister az ister çok, insanın ruhi ihtiyaçlarını karşılamaya yetmez, zira fani dünyada elde ettikleri onu tatmin etmez ve sürekli daha fazla kazanmaya çalışır. Bu aşırı istekler asla son bulmaz.

Allah (c.c) cümlemizi Hidayet Peygamberimiz Muhammed’ül Emin (s.a.v)’e layık ümmet olabilmemizi nasip etsin inşaAllah...(amin)


Deruni...kgüll..,
 
Üst Alt