Gavs-ı Sani Seyyid Abdulbaki (ks) Hz. (R.a.)

konyevi

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
16 Ekim 2014
Mesajlar
17
Tepkime puanı
0
Babaları Gavs-ı Kasrevi Şeyh Seyyid Abdulhakim El Hüseyni (kuddise sırruh) olup, Ehli Beytin günümüzde ki varisi, kutlu soyun temsilcisi ve zamanın Ehli Sünnet Vel Cemaat inancının yaşanmasına vesile olan, biz dahil milyonların güzel ahlak ile boyanmasına, günah çukurlarından kurtulup Kuran ve Sünnet yoluna girmesine vesile olan ve nasıl ki yaratılmışların en şereflisi ve mükemmeli Hz. Muhammed (sav) Efendimiz ise, torunu ve varisi Gavsı Sani Şeyh Seyyid Abdulbaki (ks) hazretleride şu an yaşayanların en mükemmelidir.

Bir büyüğümüz mürşidini kendi gözünde tarif ederken birazda latife katarak şöyle diyordu; "Hepsi güzel, ama benimkisi en güzeli demekte caizdir."

Bahçesinde Allahu Tealanın izni keremi lütfunda, Kuran ve Sünnet pınarı ile o kadar güzel güller yetiştirmesi ve gönüllere huzur veren heybeti ile hayran olmamak elde değil. Gavsların alametlerinden olan, Allah'ın izni ve keremi ile batakta olan insanları kurtarması ve müridlerinin çok olması gibi alametler baş gözü ile çok rahat görülebilmektedir...

Biz biliyoruz ki, kesinlikle Gavsı Sani Hazretlerini layıkıyla anlatamayız, sadece arayanlara küçük bir ışık olabilmesi niyetiyle bu yazıyı web sitemize ekledik.

Gönül ehli ne güzel söylemiş; "Aramakla bulunmaz, lakin bulanlar arayanlardır." Biz de bu mübarek ehli beyt Menzil kapısında gördük ki, bulanlar bulmuş, gayreti ve nasibi nisbetinde istifade etmenin derdindeydiler... Bu dert ile dertlenmek, Allah'a ulaşmanın faturasıdır, bu faturayı ödeyenler ise ulaşanlardır..

Ben acizane kendimden biliyorum, kendi başıma Allah'a ulaşmaya, rızasını kazanmaya çalışıyordum. Her defasında düşmanlıklarını ve tehlikesinin ne derece büyük olduğunu idrak edemediğim, insanı farkında olmadan gizli şirke düşürme, farkında olmadan bir kelime ile dahi iman dairesinden çıkarma gibi büyük tehlikelere yol açan nefis ve şeytan düşmanlarının ne kadar acımasız olduğunu bu kapıya girdikten sonra anlamaya başladım.


O yüzden Allah Resulu (sav) bir savaş dönüşünde, "Küçük cihaddan büyük cihada döndünüz.." buyurdu. Sahabe efendilerimiz "Nedir o büyük savaş Ya Resulallah?" diye sorduklarında, aldıkları cevap "Nefsinizle olan savaştır.." buyurdu Allah Resulu (sav)... O yüzden bu Tarik-i Aliyeye nefis terbiye okuluda denmektedir..

Gavsı Sani Hazretlerinin ağbeyi ve mürşidi olan Sultan Muhammed Raşid Erol (ks) hazretleri şöyle buyurmuşlar; "Nefis azgın ata benzer. Dizginleri zapdedilmeyen azgın at gibi sahibini yere çarpıp parçalar." Bu acı akıbete uğramamak için, nefsi terbiye ve ıslahı için Allahu teala paygamberler ve varisleri mürşidi kamilleri göndermiştir.

Bir kardeşimizden bizzat dinlemiştik; Orta Karadenizde bir ilçenin köyünde yaşayan yaşlı anneleri, ömründe hiç gitmediği, adını yeni duyduğu Adıyaman Kahta ilçesinde ki Menzil köyüne gidip zamanın Gavsı bir Evliyayı, Peygamber varisi, Peygamber Efendimizin (sav) o kutlu ehli beyt soyundan Gavsı Sani Şeyh Seyyid Abdulbaki hazretlerini görmek istemektedir, lakin bu kardeşlerimiz annelerini yaşlı ve yol uzun olduğu için götürmemektedirler... Anneleri bu duruma üzülür, ağlarmış... Bir gün anneleri bir rüya görür ve Gavsı Sani hazretleri rüyada annelerine, "Ağlama kızım yakında geleceksin.." diyerek teselli etmiştir.. Bu rüyadan sonra annelerini Menzil'e götürmüşlerdir..

Bunlar düşünen insanoğluna ibrettir, bunlar gibi yaşanmış bir çok anı vardır, hepside hikmeti ilahi birşeyler anlatmaktadır..

Büyükler, "Seven dahi fayda görür.." buyurmuşlardır... Alemlerin Efendisi (sav) buyurmuşlar; "Kişi sevdiğiyle beraberdir.."



Sonraları başımdan geçen olaylar paralelinde manen bitâp bir hale düştüğüm zamanlar, alemleri ve bizi yoktan var eden, bizi Habibine (sav) ümmet olma şerefine ulaştıran, kendisinden başka ilah olmayan Allah Azze ve Celleye iltica ettim, yapacak başka bir şeyim yoktu, "Ya Rabbi beni bu dünyada sana en yakın veli kulun, dostun kimse ona gönder, artık gücüm kalmadı, ben sana ulaşmak, senin rızanı kazanmak istiyorum.." şeklinde niyazlarda bulundum, artık beni irşad edip, Allah ve Resulune (sav) hazırlayacak, ulaştıracak, asırlar boyunca insanlığa hizmet eden evliyayı kirama ve zamanın kutbuna ulaşmak istiyor, can atıyor ve arayışlarım günden güne kor haline geliyordu, sonrasında ise aldığım işaretler ve rüyalar üzerine zamanın Gavsına ulaşmıştım..

Hatta bir rüyamı paylaşmak istiyorum: "Rüyamda Gavsı Sani Hazretlerinin hemen dibinde yakınındayım, yüzü ay gibi parlıyordu, ben başımdan geçen bazı olayları anlatıyorum, mübarek "biliyoruz anlatmana gerek yok" der gibi hafifçe tebessüm ederek kafasını sallıyordu." Zaten bu olaylardan sonra sevdası gönlümüze düşünce, derdim bir an önce zahirende o nurlu elinden tutup, müridi olmaktı. Nihayetinde artık biricik mürşidim, dayanağım, ahir zaman daki susamış gönlüme berrak bir pınar olan Gavsı Sani Şeyh Seyyid Abdulbaki hazretleriydi, Elhamdülillah; şimdi gayret ve amel zamanı idi... Hamd ederim Rabbime ki, beni şuan yaşadığımız asırda ki yaşayan beşeriyetin en güzeli ve mükemmeline gönderdi..

Büyükler söyler ki; "Mürşidden sevgi olmazsa müride, müridin sevgisi ulaştırmaz mürşide.."

Buhari'de geçen bir hadisi şerifte şöyledir. "Benden sonra Nebi gelmeyecek. Alimler gelecek, halifeler gelecek. Onlara tabi olan bana tabi olur, onlara asi olan bana asi olur."

İşte bu ve diğer bir çok ayet ve hadis mucibinde de alimler buyuruyor ki; "Kim bu zamanda bir mürşidi kamil, peygamber varisine sevgi ve hürmet gösteriyorsa. Peygamber Efendimiz sav zamanında yaşasaydı Peygamberimize de o kadar sevgi ve hürmet gösterirdi. Bu bir ölçüdür."

Beni etkileyen bir olayda şöyledir;

Bir sohbette dinlemiştim. Cebrail (as) birgün Alemlerin Efendisine (sav) geliyor.

"Ya Resulallah ümmetinin cehenneme giren günahkarları, yedi kat cehennemin en üst katında yanacaklar.." diyordu.

Şevkat ve merhamet abidesi Peygamber Efendimiz (sav) bunu duyunca, rengi sararıyor, ağlayarak odasına kapanıyor.. Bunu gören Aişe (rha) validemiz yanına giriyor, O (sav) birşey demiyor, sonra can yoldaşı Ebu Bekir (ra) efendimiz geliyor, onada birşey demiyor, ağlıyor ağlıyor, ümmetine olan sevgi ve merhameti o kadar büyükki sadece ağlıyor, birşey konuşamıyor...

Bu meyanda olan sohbet beni etkilemiş, Alemlerin Efendisi'nin (sav) ümmetine olan sevgi ve merhametine o kadar kıssa içinde bu kısa hadise dahi aslında birçok hikmeti anlatmakta, nasibi olanların dimağlarına su misali serpilmekteydi..

Aradan biraz zaman geçmiş, Menzil'de yetişmiş bir hocaefendinin sohbetinde şu ibretlik olayı dinlemiştim.

Gavs-ı Sani Hazretlerinin evladı Seyyid Muhammed Saki hazretleri birgün görevlilere; "Artık geceleri babamın ümmeti Muhammed için ağlamalarına içim dayanmıyor.." diyerek babasının odası ile yanyana olan odasının taşınmasını söylüyor..

Evet, Gavs-ı Sani Hazretlerinin beş erkek evladı var ve hepsinin isminde Muhammed ismi geçmekte, bir sözünde ise "Peygamberimizin ismi o kadar tatlı ki, her söyledikçe ağzım tatlanıyor.." diyerek ceddi olan Allah Resuluna (sav) olan sevgisinin yansımalarını ifade ediyordu..

Bunları dinledikçe ve gerek sofiler içinde, gerek se Menzil'de bazı durumları müşahade ettikten sonra anlamaya başladım ki, kendini Ümmeti Muhammede feda etmiş bir Gavs'ın varlığı beni her geçen dakika saniye yaktıkça yakıyordu..

Biraz önce okuduğunuz Cebrail (as) kıssası ve sonrasında ki Gavsı Sani Hazretlerinin yaşatından bir iki örneği aktardığımızda aslında o kadar netki portre, görmemek için baş gözünün değil, gönül gözünün kapalı olması gerek.. O kadar görmeyen yani âma sofi var ki, Gavs hazretlerine o kadar muhabbet besliyorlar ki, bizzat tanıdığım da var, demek ki gerçek görmek baş gözü ile görmek değilmiş, gönül gözü ile görmekmiş...


Gavsı Sani hazretlerinin manevi terbiyesi altına girmeden önce amcam yıllar öncesinden bir rüya görmüş ve Gavsı Sani hazretlerinin elini tuttuktan sonra bu rüyasını anlatmıştı. Bizi büyük bir gemide yol alırken gördüğünü söylemişti. Aklıma şu hadisi şerif gelmişti o an:

Hadis-i Şerifte buyuruluyor; "Ehl-i Beyt, Nuh'un gemisi gibidir. Ona binen kurtulur, ondan geri kalan boğulur." [Ahmed B. Habel, El-Müsned,3/157; Hakim, El-Müstedrek, 3/151]

İmam Nablusi'de (Rh. a.) rüyada gemi görmenin tabirlerini anlatırken şöyle yazmış; "Yine rüyada gemi görmek, Peygamberler Peygamberinin ehl-i beytine sevgi ve muhabbete alâmettir. Çünkü Nebiyy-i Zîşân'ın ehl-i beyti ümmet için kurtuluş gemisidir. Onlara uyanlar selâmet bulur.."

Bizede artık "Bindik Elhamdülillah" demekten ve gayretten başka birşey düşmüyordu.. Adıyaman Kahta ilçesi Durak (Menzil) köyünde ikamet buyuran Gavsı Sani Seyyid Abdulbaki hazretlerini bir katre dahi olmasa bile biraz tanıyalım...

Ey arayan; Gavs-ı Sani hazretleri güneş gibi parlıyor hergün orda, ey aşık ne bekliyorsun, maşuka kavuşmak için; zahirden bekleme birşey, okudukların bir işarettir, bir nimet bil; yoksa elinden kaçarsa farkına varınca geç olabilir ve pişman olabilirsin, aşk muhabbetin hanesi kalbtir... Ey kapıyı bulmuş olan, sen ise sadık olmayı dile Allah'tan, sıddıkiyet kapısıdır bu kapı, sadakat olduktan sonra, gerisi kolay tamamlanır inşaAllah...


İnternetten bulabildiğimiz yazıyı sunuyoruz;
Bilvanis, Siyanüs, Taruni, Havil, Dilibey, Nurşin, Kasrik ve Gadir köylerinden soluklayarak Menzil'i mekan edinen Gavs Hz.leri ve oğulları (Seyda Hz.leri ve Seyyid Abdülbaki Hz.leri) kıyamete dek sürecek irşad faaliyeti sergilemektedirler. Peygamber soyundan gelen bu aile, Şah-ı Nakşibendi (k.s.)'ın Kasr-ı Arifan'da başlattığı irşadın ikincisini her türlü çileye rağmen, devam ettirmektedirler. Bu yüzden Menzil'e Seyda Hz.leri (k.s.) ikinci Buhara demiştir. Gerek Gavs Hz.leri, gerek Seyda Hz.leri ve gerekse Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin bu yerlerde Allah'ın rızasını kazanmaktan başka gayeleri olmamıştır. Rıza-ı Bari hayatlarının parçası olmuş ve bu uğurda diyar diyar gezmişler ve bu uzun yürüyüşten sonra , Menzil en son durakları olmuş. Böylece göç ve hicret hayatını yaşayarak Resulüllah'a mutabaat yaptılar.

Bu yürüyüşü önce Gavs Hz.leriyle köy köy gezerek başlamış Seyda Hz.leri döneminde kalabalıklara dönüşmüş ve şimdi Seyyid Abdülbaki Hz.lerin de ise zirveye ulaşmıştır. Bu irşad halkasının içinde Şeyh Abdurrahman-ı Tahi, Şeyh Fethullah, Şeyh Muhammed Diyauddin, Şeyh Ahmed-el Haznevi gibi sadatlar sıralanmış, mekan değiştirenlerin yerine Gavs Hz.leri, Seyda Hz.leri ve Seyyid Abdülbaki Hz.leri aynı heyecanla bu yolu bugüne dek taşıyarak onların yollarını takib etmişlerdir.

Nöbeti devraldığı zat, hem kardeşi, hem yol arkadaşı, hem mürşidi Seyda Hz.leridir. hayattayken arkasında iki büklüm bir vaziyette büyük bir adabla peşisıra yürümesiyle dikkati çeken Seyyid Abdulbaki Hz.leri ilerisini haber verircesine nöbeti Seyda Hz.lerinden devralmıştır. Babaları Gavs Hz.leri olan bu ikili, ailenin gözbebekleridir adeta.

Seyyid Abdulbaki Hz.leri tâ çocukluk yaşlarda hastalığa yakalanmış, zayıf ve bitap düşmüştür. Malum bizim gibi zayıf insanlar için hastalık günahlara kefaret olan ilaçtır ama, büyük zatlar için makam almalarına veya bir basamak ilerisine sıçramak için verilen ilaçtır. Verem hastalığına yakalanmış, ama hasta haliyle Siirt'te, oradan da Van'a okumaya gitmeyi ihmal etmedi. O zamanları medrese talebeliğinin yanısıra , tevbe de veriyordu. Bir yandan hastalık, bir yandan talebelik ve bir yandan da Gavs Hz.lerinin emri doğrultusunda irşada yardımcı olmasıyla alametlerini tâ o günlerde belli etmesi büyüklüğüne işarettir.

Gavs Hz.leri Van'a gönderdi. Van'da ne oldu? Kısa zamanda irşad halkası genişledi ve çoğaldı. Kötü hallerini bırakan halkaya dahil oluyordu. Tabii bu arada rahatsız olanlar muhalefet etmeye başladılar. İstemeyenler ve çekemeyenler oldu. Münkirler boş durmadılar, hemen şikayet ettiler. İki-üç gün tevkif edildikten sonra Seyyid Abdulbaki Hz.lerini genç yaşta 30 gün süreyle tutukladılar. Molla Ahmed bu durumu Gavs Hz.lerine açıklamaya çekinir, rahatsızlık duyacağını hesap ederek önce tereddüt etti ve nihayet Seyyid Sıtkı'ya söyler. Zaten Seyyid Abdülbaki Hz.leri hastaydı. Bir de hapishane hayatı eklenince, bütün bunları Gavs Hz.leri işitirse ne yapar düşüncesiyle Molla Ahmed'in anlattıklarını dayıları açıklar.Dayıları Seyyid Sıtkı diyor ki:

"Ben Gavs Hz.lerine söyleyince, Gavs Hz.leri öyle oldu ki, öyle ferahlandı ki, inanın çiçek gibi açıldı. Öyle tebessümle bana dedi ki:

-Ondan büyük nimet ne var? Allah'a şükredelim. İmam-ı Rabbani, Şah-ı Nakşibendi, Abdulkadir Geylani, Şah-ı Hazne hepsi içerde mapus kaldı. Onlara mutabaatı oldu. Bazıları hata yapıyor, suç işliyor, tevkif ediliyor ve ceza altına giriyor. Bu Allah'ın yolunda tevkif edilmiş ve nezaret altına alınmış ne kadar büyük nimettir. Ne kadar şükretsek azdır."

O yörenin insanları kötü işleri bırakıp, yola gelmesinden rahatsızlık duyanlar Yüzbaşı'ya şikayet ediyorlar, o da huduttaki yüzbaşıya bildiriyor, derken yirmibeş muhtardan imza toplayarak gözaltına alıyorlar.

30 günden sonra serbest bırakıyorlar. Gerçi şikayet edenlerin ekserisi hakikati görünce pişmanlık duymuşlar ve yola girmişler. Baktılar ki ne kadar çile çekiyorsa bu zat, o kadar Allah (C.C.) daha fazla veriyor. Bu durumu idrak edenler hemen diz çöküp halkaya dahil oluyorlardı. 30 günden sonra Menzil'e geliyorlar, daha sonraları tekrar okumak için gidip geliyorlardı. Allah'ın dostları hepsi çekmiş, eziyet onlar için lezzet ve taddır.Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin terbiyesinde başta Gavs Hz.lerinin ve Molla Derviş gibi Hocaların katkısı büyüktür. Seyda Hz.leri nasıl ki Gavs Hz.lerinin emrinde nasıldı, Seyyid Abdülbaki belki iki-üç misli daha fazla Seyda (k.s.)'ın emrindeydi. Seyda Hz.leri ağabey-kardeş ilişkisinin ötesinde can yoldaş idiler. Seyyid Abdulbaki Hz.leri Gavs (k.s.)'ın döneminde bile Seyda Hz.lerinin karşısında sanki ölü ve cansız gibiydi, yani teslimiyet çoktu. Zaten Seyyid Abdülbaki Hz.lerinin bu halleri , onun ileride Seyda Hz.lerinden sonra büyük bir zat olacağını haber veriyordu. Adabı ve halleri "Seyda Hz.lerine layık olmaya çalışacağım" mesajını ortaya koyuyordu.

Nitekim de Seyda Hz.leri bu dünyadan göç ettikten sonra irşad daha da kat kat arttı.Seyyid Abdulbaki Hz.leri hastalık çektiği için genç yaşlarda çok zayıfmış, ince yapılıymış. Gavs Hz.lerini Ankara'ya yolladı, o hastalık geçti, dönüşte kilo almaya başladı. Böylece o zayıflık da üzerinden alınmış yerine heybet hakim olmuş. Hem de öyle bir heybet ki, sima olarak artık babası Gavs
Hz.lerine benziyordu. Seyda Hz.lerinin sofilerinden Gavs'ı tanımayanlara, Seyyid Abdulbaki'yi görmeniz kâfi deniliyor. Gerçekten de, Gavs'ı görenler yüzcek benzediğini söylüyorlar. Hastalık, hapis, eziyetler derken sabır yürüyüşünü Seyda Hz.lerinin arkasında adapla yapıyordu. Seyda Hz.lerinin halifelik öncesi ve sonrası emrinden çıkmayan birisi varsa o da Seyyid Abdulbaki Hz.leri idi. Hayatında iki şey mukaddes biliyordu: birisi Gavs Hz.leri ve Seyda Hz.leri, diğeri ise Kur'an ve hadis...

Öyle ki , Seyda Hz.leri şu işi yap, hemen yapıyordu. Ağabey-kardeş ilişkisi teslimiyet çerçevesinde geçti. Zaten Mürşid-i Kâmil'in alameti âdâbıdır. Gavs Hz.leri vefat edince bütün işleri Seyda Hz.leri yapıyordu. O yıllar en büyük yardımcısı Seyyid Abdulbaki (k.s.)idi. Hayatını âdâb ve teslimiyet üzerine tanzim etmişti. Gavs Hz.lerine de öyle candan ve aşktan bağlıydı ki,
onun dar-ı bekâya irtihali Seyyid Abdulbaki (k.s.)'ın iç dünyasında fırtına estirmiş, adeta şok hali yaşamasına sebep oldu. Öyle bir şok ki beraber yaşadıkları Seyda Hz.lerini bile bir an unuttururcasına, 21 gün biat etmemiş Gavs Hz.lerinin merkadına günlerce yüz sürmüş ve onu kaybetmenin hüznünü yaşıyordu. Tabii bu şoktan çıkmama hali Seyda Hz.lerine beyatını
geciktirmesine sebep olmuş. Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin bu haline itiraz edenler olmuş ama , o bütün bunlara aldırış etmeden Gavs (k.s.)'ın merkadına yapışmıştı. Yine birgün Seyyid Abdulbaki Gavs'ın merkadında, Seyda Hz.leri de merkadda o arada Kur'an okuyor. İşte o sıra ne olduysa orda oluyor, Seyda Hz.leri:

"Abdulbaki otur..." diyor ve beyatı o anda gerçekleşiyor. Hatta, maneviyatta Gavs'ın (k.s.) Seyda Hz.lerine üç sefer:

"- Raşid, S. Abdulbaki'ye dikkat et. Onu sana teslim ettim" dediği rivayet ediliyor. Böylece, Seyda Hz.leri bu ikaz karşısında Seyyid Abdulbaki (k.s.)'ına "otur" diyerek emaneti veriyor. Kelimenin tam anlamıyla bu emanet Seyyid Abdulbaki'ye (k.s.) verilen en büyük hediyeydi. Artık o şok hali üzerinden kalkıyor, yeni bir hayata başlamanın sevinci üzerini kaplıyordu. Gavs (k.s.) zamanındaki beraberlik eskisinden daha da çok koyulaşarak Mürşid-Halife ilişkisine dönüşüyor. Seyda Hz.leri halifeliği Molla Abdulbaki ile beraber ikisinin icazetini bir perşembe akşamı veriyor. Seyda Hz.lerinin sofileri Menzil'e ziyarete gittiğinde hep onu Seyda Hz.lerinin arkasında iki büklüm gördü ve hafızalarımızda hep o hali kaldı. Ayrıca Seyyid Abdulbaki sırt ağrılarından dolayı Seyda Hz.lerinin emriyle ameliyat da olurlar.Seyda Hz.leri de dar-ı bekâya irtihal edince bütün yük Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin omuzlarına binmiştir. Nasıl ki, Gavs-ı Kasrevi zamanında en büyük destekçi Seyda Hz.leri idi, Seydamızın döneminde de en büyük yardımcı Seyyid Abdulbaki Hz.leri idi. Şimdi Menzil'in işleri daha da yoğunlaşmıştır. Bir yandan camii inşaatı, diğer yandan merkad inşaatı ve diğerleri bunun en büyük göstergesidir. Menzil artık gelen misafirleri maddeten kaldıramadığı için, Seyyid Abdulbaki Hz.leri büyük çapta inşaat ve imar faaliyetlerini başlatarak, Gavs-ı Kasrevi (k.s.) ve Seyda (k.s.)'ın bıraktığı temelleri daha da genişletmişlerdir.

Önce Türk-i Cumhuriyet'lere yönelik bir seyahatı başlatırlar. Daha sonra bu yolculuktan sonra umre hazırlığına koyulur. Türk-i iller ve Umre yolculuğu derken, Menzil'e döner dönmez merkad ve camii inşaatını gerçekleştirir. Sene içinde de Afyon'u ve Pursaklar'ı ziyaret ederek hem irşad hem de mutabaat yapıyorlar. Seyda Hz.lerinden devraldığı yük, beş-on misli daha da artarak bu dönemde şeritle (iple) tevbe verme metodunun görülmesi bu dönemin en belirgin özelliğini ortaya koyması bakımından mühimdir. O kadar yük artmış ki, Allah'ın rahmeti ve kudreti olmasa hiç bir insanın bu yükü taşıması mümkün değildir. Bütün bu eziyetleri Allah için çekiyorlar. Her türlü insanın nefes kokusuna normal bir insan, değil bir gün, bir saat bile dayanamaz. Öyle oluyor ki, camii tıklım tıklım, üstüste secde ediliyor, nefessizlikten dayanılmaz hale geliyor. Böyle olduğu halde, hem camii inşaatı, hem Menzil'in işleri, hem sırt ağrıları, hem de irşad faaliyetlerini bıkmadan usanmadan, aralıksız bir şekilde yürütüyorlar. Fakat, Allah-ü Teala ona göre kuvvet vermiş. Allah'ın muhabbeti olmazsa ve sadatların muhabbeti olmazsa bütün bu işlerin yapılması imkânsızdır.

Bel ağrılarına rağmen yine de irşaddan geri kalmıyor, devamlı sofilerin hizmetinde. Rahatsızlığını bile hiçbir zaman dile vurmaktan haya edinen bir mizacı var. Hastalığını soranlara, sıkılgan bir vaziyette anlatmaktan imtina ediyor, ancak ve ancak sırtını çeviremediğini görerek anlaşılıyor. Dikkatle bakıldığında kendini ve sırtını çeviremediği gözlerden kaçmıyor. Bunlara rağmen irşad faaliyetlerine yılmadan usanmadan ve sorumluluk duygusuyla devam ediyorlar. Bu vazifeyi madem yapacaksan, tam yapacaksın şuuruyla hareket ediyor. Allah (C.C.) ecirlerini artırıyor.

Seyyid Abdulbaki Hz.leri denilince ilk evvela âdâb akla geliyor. Gavs (k.s.)'ın Şah-ı Hazne'ye bağlılığı ve Seyda Hz.lerinin Gavs'a teslimiyeti, Seyyid Abdulbaki (k.s.)'ında zirveye çıkarak âdâba dönüşmüştür. Diğer halifelerde de var ama, Seyyid Abdulbaki'de tarif edilmez bir şekilde
bambaşka...

Seyda Hz.lerinin ardından merkadı ve camiiyi yapması, evlere ve çeşmelere el atması gibi faaliyetlerine de akıl sır ermiyor. Yani tasarrufatına akıl ermiyor ve çok hızlı başladı. Tabii hep Allah'tan geliyor. Bu dönemde çorba daha da fazla kaynıyor, ekmek daha çok çıkıyor, tabiri caizse on misli oldu.

İşte bu yoğun faaliyetinde Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin dilinden sohbet bile işitemez olduk. Zaten fırsat yok. Sohbet ederse, tevbe veremezsin ve irşadın aksamasına yol açar. O bakımdan hiç boş durmuyor, o yüzden sohbete sıra gelmiyor. Seyda Hz.leri Gavs'tan sonra yaklaşık iki sene çok sohbet etti, sonradan birdenbire bıraktı. Vefatına yakın veda niteliğinde sohbetleri oldu o kadar. Fakat, Seyyid Abdulbaki Hz.leri irşadı devraldıktan sonra sohbet etmemesi, yukarıda işaret ettiğimiz hususlardan kaynaklanmaktadır. Bu dönemde amel, zikir ve akıl ön planda. Muhabbetten ziyade çalışmak, bu dönemin en belirgin özelliği.
 
Üst Alt