Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
İlmihal/Fıkıh
Fıkıhın Gelişmesi
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Ekrem" data-source="post: 39707" data-attributes="member: 3"><p style="margin-left: 20px">Allahu Teâla, kalpleri İslâm'a ısındırılanları zekât verilecek kimseler arasında saymaktadır. Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem'in de kalpleri İslâm'a ısındırılmak istenen bazı kimselere sadaka verdiği sabittir. Resulün vefatından sonra Ömer'in onlara zekât vermediği ve onlara şöyle dediği rivayet edilir:</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">"Allah İslâm'ı güçlendirdi ve artık İslâm'ın size ihtiyacı kalmadı. Eğer İslâm üzere devam ederseniz ne ala. Eğer devam etmek istemezseniz sizin ile bizim aramızda kılıç vardır."</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Ömer kalplerin ısındırılmasının devletin güçsüz olması nedeniyle yapılan bir hareket olduğunu ve <strong><span style="font-size: 15px">وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ</span></strong> "kalplerin ısındırılması" kelimesinin de bu anlama geldiğini, söyledi. Zira Ömer’e göre; kalplerin ısındırılması ancak onlara ihtiyaç olduğu zaman geçerlidir. İslâm'ın güçlenmesi ile ise artık onlara ihtiyaç kalmadığını, ihtiyacın ortadan kalkması ile de, kalplerin ısındırılmasına neden olan illet de ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla bununla ilgili bu hüküm de kalkmıştır.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Sahabeler bilmedikleri nassları öğrenmek maksadıyla insanlara soruyorlar ve araştırıyorlardı. Sahabeler Radıyallahu Anhum Hicaz'da toplanarak Kitap ve Sünneti araştırıyorlardı. Kitap ve Sünnette bir mesele ile ilgili hükmü bulamadıkları zaman, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in böyle bir mesele hakkında bir hükümde bulunduğunu bilen bir kimsenin olup olmadığını araştırmak üzere Müslümanlara soruyorlardı. Bu nedenle birbirlerine müracaat ediyorlar ve sordukları mesele hakkında görüş belirtebilmek amacıyla bir araya gelip meseleyi soruşturuyorlardı.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Ebu Bekir ve Ömer hükümleri istinbat ederken halka müracaat ediyorlardı. el- Bağavi "Mesabihi's Sünne" isimli eserinde şöyle demektedir:</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">“Kendisine bir dava geldiği zaman Ebu Bekir, Allah Subhenehû ve Teala’nın Kitabına bakar. Eğer orada bir hüküm bulursa onunla hükmederdi. Kitapta bulamazsa, bu konu ile ilgili olarak Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Sünnetinden bildiği ile hükmederdi. Eğer bu ikisinde de bulamazsa çıkıp Müslümanlara sorar ve şöyle derdi: Bana şöyle şöyle bir dava geldi. Eğer bu konuda Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in verdiği bir hükmü biliyorsanız bana söyleyin. Bazen ashabdan bir cemaat yanına gelerek Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in o konudaki hükmünü bildirirlerdi de bunun üzerine Ebu Bekir şöyle derdi: "Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem'in uyguladığı hükümleri ezberleyen insanları aramızda bulunduran Allah Subhenehû ve Teala’ya hamd olsun." Eğer o meselenin hükmünü Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Sünnetinde de bulamazsa halkın ileri gelenlerini toplar ve onların seçkinleri ile istişare ederdi. Eğer onların görüşleri bir hüküm üzerinde birleşirse ona göre hükmederdi.”</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Ömer Radıyallahu Anhu'nun de bildiği halde sahabeler ile istişare ettiği rivayet edilir. Hatta kendisine bir olay getirildiği zaman; "Bana Ali'yi çağırın ve bana Zeyd'i çağırın" derdi. Onlarla istişare eder sonra da ittifak ettikleri ile karar verirdi.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Sahabelerin birbirlerine müracaat ettiği bu metotla, aralarında görüş ayrılıkları nadiren görülmekteydi. Çünkü onlardan her biri kendinde var olan görüşü diğerine açıklıyor ve görüşünü hangi delille delillendirdiğini gösteriyordu. Böylece onların tamamı hak ve doğru olana yöneliyorlar ve bir kısmı diğerinin görüşüne başvuruyordu. Onlar her ne kadar bazı hükümlerle ilgili görüşlerinde ihtilaf ediyorlarsa da onların ihtilafları nadiren görülmekteydi ve ihtilafları, anlama metodunda değil anlamada oluyordu.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Fetihlerin genişlemesiyle Sahabeler çeşitli şehirlere dağılınca hakkında nass bulunmayan bir olayla karşılaşıldığı zaman bu Sahabeleri bir araya toplamak kolay olmadı. Şehirlerin birbirinden uzak olması ve yaşadıkları şehirde karşılaştıkları olay hakkında hemen hüküm verme zaruretinden dolayı, görüşünü diğerlerine açmaya veya başkasının görüşüne başvurmaya imkân bulamadılar ve bulunduğu yerde her Sahabe gösterdiği görüşte yalnız kaldı. Müslümanların yaşadığı şehirlerin her birinde bir veya daha fazla Sahabe bulunuyordu. Onlar bulundukları yerlerde meseleler hakkında kendilerine Şer’î hükmün sorulduğu kimselerdi. Hakkında nass bulunmayan meselelerde hükümler istinbat ediyorlar, insanlara Kitap ve Sünneti öğretme görevini üstlendikleri gibi nassların açıklanması işini de üstlenmişlerdi.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">O dönem, Sünnet henüz bir araya getirilmemişti. Bu nedenle de tek olay hakkında Sahabelerin görüşleri de farklı oluyordu. Onlardan her birinin istinbat ettiği ve fetva verdiği görüşüne göre bir delili vardı. Bununla beraber bu görüşlerin tamamı, onların tamamı tarafından kabul görmüş Şer’î hükümlerdi. Çünkü onlar yalnızca nassı anlama konusunda ihtilaf etmişlerdi. İçtihat metotları ise, Kur'an ve Hadisle ilgili nassı esas alarak önce bunları araştırmaya dayanan tek bir metotları vardı. Onlara göre maslahatlar ancak Şeriatın delâlet ettiği maslahatlardır. Meseleleri ve maslahatları da Kıyaslıyorlardı. İçtihat metotlarının tek olması, anlayıştaki bu farklılık üzerinde herhangi bir etki meydana getirmiyordu. Tam tersine fıkhın gelişmesi ve büyümesine bir sebep teşkil ediyordu. Ortaya çıkan olaylar ve sorunlar kadar fetvalar vermişlerdir. Aralarındaki ihtilaflar önemli bir yer işgal etmediği gibi fûruu konuları da aşmamıştır.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Sahabeler arasında detay konulardaki ihtilaf iki sebebe dayanmaktadır:</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">1. Kur'an'ın ve Sünnetin nasslarının büyük bir bölümü kast edilene delâletleri açısından katiyyet değil zannilik ifade etmekteydi. Bir nass, şu manaya delâlet edeceği gibi lügat açısından iki veya daha fazla anlama gelebilen müşterek manaya da delâlet etmesi nedeniyle bir başka manaya da delâlet etmekte veya lafız tahsis ihtimali olan genel bir lafız olabilmektedir. Onlardan her müctehid kendinde var olan karinelere göre belli bir anlamı tercih ediyordu.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">2. Sünnet henüz bir araya toplanmamıştı. Bütün Hadisler bir kitapta toplanmadığı gibi bütün Müslümanların aynı seviyede istifade edebileceği şekilde Müslümanlar arasında yaygın da değildi. Sünnet henüz rivayet ve ezber yoluyla intikalini sürdürüyordu. Bazen Mısır'daki bir müctehidin bildiği bir Hadisi Şam'daki bir müçtehit bilemiyordu. Daha önceden bilmediği bir Sünneti başkasından öğrendiği zaman bazı müçtehitler çoğu kez verdikleri fetvadan dönüyorlardı. Bu da detay konularda ihtilaflara neden oluyordu. Ancak deliller ve usul değişmiyordu. Bu nedenle de ictihad metodunda farklılık olmuyordu.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Özetle Sahabeler, Şeriatı biliyorlardı. Kur'an'ı öğrendiler ve Hadisi Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'den aldılar. Risalet sahibi Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'le olan beraberliklerinden dolayı kendilerini İslâm hükümlerini uygulamaya vakfettiler. İnsanların arasında hükmediyorlar, meseleleri belli bir hükme bağlıyorlar ve onlara dinlerini öğretiyorlardı. İkamet ettikleri belde insanları için bir nur ve Şeriat için güvenilir bekçi idiler. İslâm'a davette güven veren ve sadık kimselerdi. İnsanlara Kur'an'ı okuyorlar, Şeriatı ve hükümlerini öğretiyorlardı. İnsanlara İslâm'ın öğretilmesinde teorik yolu değil pratik bir yolu takip ediyorlardı. İnsanlara, İslâm'ı ve hükümlerini, bu hükümlere göre hayatın sorunlarının nasıl çözüleceğini ve onlardan yararlanma metodunu da öğretiyorlardı.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Onlar, yönetici kimselerdi. Aynı zamanda da öğretici kimselerdi. İnsanlar, kendilerinden İslâm kültürünü, İslâm'ı almak ve hükümleri anlamak için Sahabeye doğru koşuyorlardı. Şer’î hükümler hakkında açıkladıkları görüşler fetvalar olarak isimlendirildi. Kadın erkek Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in ashabından 130 civarında fetva ezberlenmiştir. Bunların içerisinde ilim ve görüş belirtmede yedi kişi ön plana çıkmaktadır. Ve bunlar “El-Müksirûn” diye isimlendirilmiştir. Bu yedi kişi şunlardır: Ömer, Ali, İbni Mesud, Aişe, Zeyd b. Sabit, İbni Abbas ve İbni Ömer.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Halifeler, valiler ve diğer yöneticiler Şer’î hükümler konusunda fakih, âlim kimselerdi. Fetva ile meşgul idiler. Onun için İslâm onlarda cisimleşmişti. Zira akılları İslâm kültürü ile dolu idi. Fikirleri bu kültürden kaynaklanmaktaydı. Doğruladıkları mefhumları bu fikirlerin anlamları idi. Bu emirleri, yasakları ve hükümleri onlar infaz ediyorlardı. Halife ve vali düşünüyor, düşündüğü ile amel ediyor, anlıyor ve anladığı ile de hükmediyordu. Bu nedenle amelleri isabetli, işleri dosdoğru, şahsiyetleri üstün, insanlara karşı konuşmalarında doğru sözlü ve verdikleri hükümler bütün incelikleri ile İslâm çizgisine tamamen bağlı kimselerdi.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Tabiinden bir grup Sahabelerden ayrılmayarak, onlardan Kur'an'ı aldılar, Sünneti onlardan rivayet ettiler, onların fetvalarını ezberlediler ve hükümleri istinbat metotlarını anladılar.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Sahabeler hayatta iken fetva veren Tabiinin ileri gelenlerinden, Medine'de Said b. el-Müseyyeb'i, Kufe'de de Said b. Cübeyr'i zikredebiliriz. Bu nedenle Sahabeler dünyadan göçtüklerinde fıkıhta ve istinbatta onların yerini Tabiinin doldurduğunu görmekteyiz. Tabiin de ictihadlarına göre hükümler istinbat ediyorlardı. Onlar bir mesele hakkında hüküm vermek istedikleri zaman cevabını önce Allah Subhenehû ve Teala’nın Kitabı'nda ve Resulünün Sünnetinde arıyorlardı. Bu ikisinde bulamazlarsa Sahabelerin fetvalarını inceliyorlardı. Onlar fıkhi açıdan Sahabelerin fetvaları arasında tercih yapıyorlar, onlardan bir kısmının görüşünü alıyorlar, bazen de Sahabelere muhalefet ediyorlardı.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Hüküm istinbatında Tabiin de Sahabelerin metodunu uyguluyordu. Bu nedenle verdikleri fetvalar, herhangi bir varsayıma göre değil ortaya çıkan olaylar ve sorunlar kadardı. Yani olaylar kadar fetvalar bulunmaktaydı. Yine onlar arasındaki ihtilaflar da pek fazla değildi. Aynı zamanda ihtilaf sebepleri, Sahabelerin ihtilaflarını da aşmıyordu. Bu ihtilaflar Şer’î deliller üzerinde değil, nassların anlaşılması konusunda idi. Bu nedenle onların ihtilafları Müslümanlar arasında hayatta herhangi bir etkisi olmamıştır.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">[1] Maide: 67</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">[2] Nahl: 44</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">[3] Ebu Davud, Akdiyyeh, 3111</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">[4] Ebu Davud</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">[5] Buhari, Müslim</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">[6] Tevbe-60</p> <p style="margin-left: 20px">İslam Şahsiyeti-1</p> <p style="margin-left: 20px"></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Ekrem, post: 39707, member: 3"] [INDENT]Allahu Teâla, kalpleri İslâm'a ısındırılanları zekât verilecek kimseler arasında saymaktadır. Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem'in de kalpleri İslâm'a ısındırılmak istenen bazı kimselere sadaka verdiği sabittir. Resulün vefatından sonra Ömer'in onlara zekât vermediği ve onlara şöyle dediği rivayet edilir: "Allah İslâm'ı güçlendirdi ve artık İslâm'ın size ihtiyacı kalmadı. Eğer İslâm üzere devam ederseniz ne ala. Eğer devam etmek istemezseniz sizin ile bizim aramızda kılıç vardır." Ömer kalplerin ısındırılmasının devletin güçsüz olması nedeniyle yapılan bir hareket olduğunu ve [B][SIZE=4]وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ[/SIZE][/B] "kalplerin ısındırılması" kelimesinin de bu anlama geldiğini, söyledi. Zira Ömer’e göre; kalplerin ısındırılması ancak onlara ihtiyaç olduğu zaman geçerlidir. İslâm'ın güçlenmesi ile ise artık onlara ihtiyaç kalmadığını, ihtiyacın ortadan kalkması ile de, kalplerin ısındırılmasına neden olan illet de ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla bununla ilgili bu hüküm de kalkmıştır. Sahabeler bilmedikleri nassları öğrenmek maksadıyla insanlara soruyorlar ve araştırıyorlardı. Sahabeler Radıyallahu Anhum Hicaz'da toplanarak Kitap ve Sünneti araştırıyorlardı. Kitap ve Sünnette bir mesele ile ilgili hükmü bulamadıkları zaman, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in böyle bir mesele hakkında bir hükümde bulunduğunu bilen bir kimsenin olup olmadığını araştırmak üzere Müslümanlara soruyorlardı. Bu nedenle birbirlerine müracaat ediyorlar ve sordukları mesele hakkında görüş belirtebilmek amacıyla bir araya gelip meseleyi soruşturuyorlardı. Ebu Bekir ve Ömer hükümleri istinbat ederken halka müracaat ediyorlardı. el- Bağavi "Mesabihi's Sünne" isimli eserinde şöyle demektedir: “Kendisine bir dava geldiği zaman Ebu Bekir, Allah Subhenehû ve Teala’nın Kitabına bakar. Eğer orada bir hüküm bulursa onunla hükmederdi. Kitapta bulamazsa, bu konu ile ilgili olarak Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Sünnetinden bildiği ile hükmederdi. Eğer bu ikisinde de bulamazsa çıkıp Müslümanlara sorar ve şöyle derdi: Bana şöyle şöyle bir dava geldi. Eğer bu konuda Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in verdiği bir hükmü biliyorsanız bana söyleyin. Bazen ashabdan bir cemaat yanına gelerek Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in o konudaki hükmünü bildirirlerdi de bunun üzerine Ebu Bekir şöyle derdi: "Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem'in uyguladığı hükümleri ezberleyen insanları aramızda bulunduran Allah Subhenehû ve Teala’ya hamd olsun." Eğer o meselenin hükmünü Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Sünnetinde de bulamazsa halkın ileri gelenlerini toplar ve onların seçkinleri ile istişare ederdi. Eğer onların görüşleri bir hüküm üzerinde birleşirse ona göre hükmederdi.” Ömer Radıyallahu Anhu'nun de bildiği halde sahabeler ile istişare ettiği rivayet edilir. Hatta kendisine bir olay getirildiği zaman; "Bana Ali'yi çağırın ve bana Zeyd'i çağırın" derdi. Onlarla istişare eder sonra da ittifak ettikleri ile karar verirdi. Sahabelerin birbirlerine müracaat ettiği bu metotla, aralarında görüş ayrılıkları nadiren görülmekteydi. Çünkü onlardan her biri kendinde var olan görüşü diğerine açıklıyor ve görüşünü hangi delille delillendirdiğini gösteriyordu. Böylece onların tamamı hak ve doğru olana yöneliyorlar ve bir kısmı diğerinin görüşüne başvuruyordu. Onlar her ne kadar bazı hükümlerle ilgili görüşlerinde ihtilaf ediyorlarsa da onların ihtilafları nadiren görülmekteydi ve ihtilafları, anlama metodunda değil anlamada oluyordu. Fetihlerin genişlemesiyle Sahabeler çeşitli şehirlere dağılınca hakkında nass bulunmayan bir olayla karşılaşıldığı zaman bu Sahabeleri bir araya toplamak kolay olmadı. Şehirlerin birbirinden uzak olması ve yaşadıkları şehirde karşılaştıkları olay hakkında hemen hüküm verme zaruretinden dolayı, görüşünü diğerlerine açmaya veya başkasının görüşüne başvurmaya imkân bulamadılar ve bulunduğu yerde her Sahabe gösterdiği görüşte yalnız kaldı. Müslümanların yaşadığı şehirlerin her birinde bir veya daha fazla Sahabe bulunuyordu. Onlar bulundukları yerlerde meseleler hakkında kendilerine Şer’î hükmün sorulduğu kimselerdi. Hakkında nass bulunmayan meselelerde hükümler istinbat ediyorlar, insanlara Kitap ve Sünneti öğretme görevini üstlendikleri gibi nassların açıklanması işini de üstlenmişlerdi. O dönem, Sünnet henüz bir araya getirilmemişti. Bu nedenle de tek olay hakkında Sahabelerin görüşleri de farklı oluyordu. Onlardan her birinin istinbat ettiği ve fetva verdiği görüşüne göre bir delili vardı. Bununla beraber bu görüşlerin tamamı, onların tamamı tarafından kabul görmüş Şer’î hükümlerdi. Çünkü onlar yalnızca nassı anlama konusunda ihtilaf etmişlerdi. İçtihat metotları ise, Kur'an ve Hadisle ilgili nassı esas alarak önce bunları araştırmaya dayanan tek bir metotları vardı. Onlara göre maslahatlar ancak Şeriatın delâlet ettiği maslahatlardır. Meseleleri ve maslahatları da Kıyaslıyorlardı. İçtihat metotlarının tek olması, anlayıştaki bu farklılık üzerinde herhangi bir etki meydana getirmiyordu. Tam tersine fıkhın gelişmesi ve büyümesine bir sebep teşkil ediyordu. Ortaya çıkan olaylar ve sorunlar kadar fetvalar vermişlerdir. Aralarındaki ihtilaflar önemli bir yer işgal etmediği gibi fûruu konuları da aşmamıştır. Sahabeler arasında detay konulardaki ihtilaf iki sebebe dayanmaktadır: 1. Kur'an'ın ve Sünnetin nasslarının büyük bir bölümü kast edilene delâletleri açısından katiyyet değil zannilik ifade etmekteydi. Bir nass, şu manaya delâlet edeceği gibi lügat açısından iki veya daha fazla anlama gelebilen müşterek manaya da delâlet etmesi nedeniyle bir başka manaya da delâlet etmekte veya lafız tahsis ihtimali olan genel bir lafız olabilmektedir. Onlardan her müctehid kendinde var olan karinelere göre belli bir anlamı tercih ediyordu. 2. Sünnet henüz bir araya toplanmamıştı. Bütün Hadisler bir kitapta toplanmadığı gibi bütün Müslümanların aynı seviyede istifade edebileceği şekilde Müslümanlar arasında yaygın da değildi. Sünnet henüz rivayet ve ezber yoluyla intikalini sürdürüyordu. Bazen Mısır'daki bir müctehidin bildiği bir Hadisi Şam'daki bir müçtehit bilemiyordu. Daha önceden bilmediği bir Sünneti başkasından öğrendiği zaman bazı müçtehitler çoğu kez verdikleri fetvadan dönüyorlardı. Bu da detay konularda ihtilaflara neden oluyordu. Ancak deliller ve usul değişmiyordu. Bu nedenle de ictihad metodunda farklılık olmuyordu. Özetle Sahabeler, Şeriatı biliyorlardı. Kur'an'ı öğrendiler ve Hadisi Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'den aldılar. Risalet sahibi Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'le olan beraberliklerinden dolayı kendilerini İslâm hükümlerini uygulamaya vakfettiler. İnsanların arasında hükmediyorlar, meseleleri belli bir hükme bağlıyorlar ve onlara dinlerini öğretiyorlardı. İkamet ettikleri belde insanları için bir nur ve Şeriat için güvenilir bekçi idiler. İslâm'a davette güven veren ve sadık kimselerdi. İnsanlara Kur'an'ı okuyorlar, Şeriatı ve hükümlerini öğretiyorlardı. İnsanlara İslâm'ın öğretilmesinde teorik yolu değil pratik bir yolu takip ediyorlardı. İnsanlara, İslâm'ı ve hükümlerini, bu hükümlere göre hayatın sorunlarının nasıl çözüleceğini ve onlardan yararlanma metodunu da öğretiyorlardı. Onlar, yönetici kimselerdi. Aynı zamanda da öğretici kimselerdi. İnsanlar, kendilerinden İslâm kültürünü, İslâm'ı almak ve hükümleri anlamak için Sahabeye doğru koşuyorlardı. Şer’î hükümler hakkında açıkladıkları görüşler fetvalar olarak isimlendirildi. Kadın erkek Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in ashabından 130 civarında fetva ezberlenmiştir. Bunların içerisinde ilim ve görüş belirtmede yedi kişi ön plana çıkmaktadır. Ve bunlar “El-Müksirûn” diye isimlendirilmiştir. Bu yedi kişi şunlardır: Ömer, Ali, İbni Mesud, Aişe, Zeyd b. Sabit, İbni Abbas ve İbni Ömer. Halifeler, valiler ve diğer yöneticiler Şer’î hükümler konusunda fakih, âlim kimselerdi. Fetva ile meşgul idiler. Onun için İslâm onlarda cisimleşmişti. Zira akılları İslâm kültürü ile dolu idi. Fikirleri bu kültürden kaynaklanmaktaydı. Doğruladıkları mefhumları bu fikirlerin anlamları idi. Bu emirleri, yasakları ve hükümleri onlar infaz ediyorlardı. Halife ve vali düşünüyor, düşündüğü ile amel ediyor, anlıyor ve anladığı ile de hükmediyordu. Bu nedenle amelleri isabetli, işleri dosdoğru, şahsiyetleri üstün, insanlara karşı konuşmalarında doğru sözlü ve verdikleri hükümler bütün incelikleri ile İslâm çizgisine tamamen bağlı kimselerdi. Tabiinden bir grup Sahabelerden ayrılmayarak, onlardan Kur'an'ı aldılar, Sünneti onlardan rivayet ettiler, onların fetvalarını ezberlediler ve hükümleri istinbat metotlarını anladılar. Sahabeler hayatta iken fetva veren Tabiinin ileri gelenlerinden, Medine'de Said b. el-Müseyyeb'i, Kufe'de de Said b. Cübeyr'i zikredebiliriz. Bu nedenle Sahabeler dünyadan göçtüklerinde fıkıhta ve istinbatta onların yerini Tabiinin doldurduğunu görmekteyiz. Tabiin de ictihadlarına göre hükümler istinbat ediyorlardı. Onlar bir mesele hakkında hüküm vermek istedikleri zaman cevabını önce Allah Subhenehû ve Teala’nın Kitabı'nda ve Resulünün Sünnetinde arıyorlardı. Bu ikisinde bulamazlarsa Sahabelerin fetvalarını inceliyorlardı. Onlar fıkhi açıdan Sahabelerin fetvaları arasında tercih yapıyorlar, onlardan bir kısmının görüşünü alıyorlar, bazen de Sahabelere muhalefet ediyorlardı. Hüküm istinbatında Tabiin de Sahabelerin metodunu uyguluyordu. Bu nedenle verdikleri fetvalar, herhangi bir varsayıma göre değil ortaya çıkan olaylar ve sorunlar kadardı. Yani olaylar kadar fetvalar bulunmaktaydı. Yine onlar arasındaki ihtilaflar da pek fazla değildi. Aynı zamanda ihtilaf sebepleri, Sahabelerin ihtilaflarını da aşmıyordu. Bu ihtilaflar Şer’î deliller üzerinde değil, nassların anlaşılması konusunda idi. Bu nedenle onların ihtilafları Müslümanlar arasında hayatta herhangi bir etkisi olmamıştır. [1] Maide: 67 [2] Nahl: 44 [3] Ebu Davud, Akdiyyeh, 3111 [4] Ebu Davud [5] Buhari, Müslim [6] Tevbe-60 İslam Şahsiyeti-1 [/INDENT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün ilk namazı hangi namazdır
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
İlmihal/Fıkıh
Fıkıhın Gelişmesi
Üst
Alt