Hey Hayat...
Bizim dünya hayatıyla ilişkimiz ana rahmine düştükten sonra zaman dediğimiz süreçle başlar.
Hayat aldığımız ve alabileceğimiz en güzel hediyedir.
Hayattaki en büyük emelimiz ise, onu en güzel şekilde yaşamak, ölümsüzleştirebilmektir.
İstesek de istemesek de geriye dönük bir hayat yaşarız hepimiz. Kimi zaman en sevdiğimiz arkadaşımızla, kimi zaman anne babamızla geçirdiğimiz
güzel bir gün, yaşadığımız hoş bir anı ya da kimi zaman kendi kendimizle baş başa kaldığımızda kurduğumuz güzel düşlerimiz sayesinde kopmayız geçmişten.
Bize geçmişteki hallerimizi hatırlatıp mutlu olmamızı sağlayan anlar ve hatıralar...
Bazen düşmek üzereyken biri, ellerinden tutup kaldırmamız ve bazen de her şeyden habersiz masum bakışımız, tatlı bir gülümseyişimizdir, fotoğraf karelerinde kalan...
Çocukluğumuzu ne kadar da ararız. Defalarca düşüp kalkmaktan bıkmayız çünkü... Konuşmaktan yorulmayız, kendimizden çok oyuncaklarımıza önem veririz.
Oyuncak bebeğimiz evde yalnız kalmasın diye okul çantasına koyup, okula götürürüz beraberimizde. Y
Ya da ıslanmasın diye yağmurda, üstümüzü çıkarır, giydiririz ona...
Zamanla yüzümüzdeki o tatlı gülümseyiş, o tatlı hallerimiz, yerini başka duygulara bırakır. Değiştiğimizi hissederiz.
Şu anki biz ile o anki bizin aynı olmadığını anlarız. Ve sevgi yüklü duygularımızın gittikçe yerini korkuya ve endişeye bıraktığını fark ederiz.
Biz değişmeye, yıllar peş peşe su gibi akmaya başladıkça hep bir an öncesini, bir gün öncesini arar dururuz. Ve elimizde olmadan bir ah çekeriz içten.
‘Keşke’ hayatımızdan hiç eksiltmediğimiz bir kelimedir.
Keşke böyle yapmasaydım, keşke her şey hep böyle kalsaydı, keşke onu hiç görmeseydim, keşke, keşke... Ne yazık ki hiçbir zaman olmayacak bir hayaldir bu;
ama yine de insanoğlu hayalleriyle yaşar ve ölür.
Ona umut veren de budur zaten. (Ya da gençler hayalleriyle yaşlılar anılarıyla mı yaşar deseydik?) Söylendiği gibi dört şey vardır asla geri gelmeyen:
‘Geçen zaman, ele geçen fırsat, iki dudak arasından çıkan söz ve atılan ok’.
Hayatımızla ilgili planlar yaparız hep. Sonra istediğimiz gibi yolunda gitmez işlerimiz ve düşlerini kurduğumuz bütün planlar hiç ummadığımız bir anda alt üst olur, yıkılır.
Ve ummadığımız anda mahvolup gidenin, aslında yapmayı en çok istediğimiz ve yapacağımızdan en emin olduğumuz şeyler olduğunu anlarız.
Çünkü biz her şeyin düşlediğimiz gibi olmasını istemişizdir hayatın her safhasında.
Hayaller içinde yüzerken bir anda kendimizi yaşadığımız olayların içinde buluruz ve yarattığımız kurmaca dünyanın sadece bir düşten ibaret olduğunu da
o düşlerden uyanınca anlarız ancak.
Hayat sevdiklerimizi elde etmeyi değil, elde ettiklerimizi sevmemiz gerektiğini öğretmeye çalışmıştır yaşadıklarımızla; ama biz gururumuz,
inadımız ve biraz da bencilliğimiz yüzünden, elde ettiklerimizi sevmeye değil, sevdiklerimizi elde etmeye çalışmışızdır çoğu kez.
Özlemlerimiz olmuştur hep, oturduğumuz yerde bizi geçmişe sürükleyen ve o anları bize tekrar yaşatan.
Geriye dönüp baktığımızda, yapıp da pişman olduğumuz bazı şeylerin, yapmayıp da sonunun ne olduğunu görmediğimiz şeylerin cezasını çekeriz şimdi…
Oysa bilmeyiz ki dünya üç günden oluşur; dün, bugün ve yarın. Dünümüz geçti, yarınımız henüz gelmedi ve biz şimdi bu günü yaşıyoruz.
O halde bugünü en güzel şekilde değerlendirmemiz, kendimize yapacağımız en büyük iyilik değil midir?
Yaptıklarımızın bedelinin ne olacağını, bu bedele aslında bir ömür verdiğimizi yalnız başımıza kaldığımızda anlarız. Ve yalnız kaldığımızda içimizin buz kesildiğini hissederiz.
Sonra yüzümüzde buruk bir gülümseyiş belirir ve kalbimiz titrek bir sesin uğultusuyla ağlar sanki… Ve bir an irkiliriz.
Çünkü biliriz ki bir dakika daha ve bir gün daha geçmiştir ömrümüzden anı geçmişe uğurlarken…