Evliya Çelebi'nin Kaleminden 1671'de Antep

ceylannur

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
2 Eylül 2011
Mesajlar
3,872
Tepkime puanı
37
Evliya Çelebi'nin Kaleminden 1671'de Antep


Ayıntap kenti tümüyle 32 mahalledir. 8067 toprak ve kireç örtülü, bayındır, bakımlı, yüksek saray görünümlü evler vardır. Tümüyle yüz kırk mihraplı, kalabalık cemaate sahip Arasa meydanındaki cami ve çarşı içindeki Tahtalı Camisi sanatlı, ferah ve kocaman kubbeli ve görkemli yapılardır.

Ayıntab'ta 300'ü aşkın sarayın özel hamamı vardır. Tümüyle 3900 dükkanlı büyük bir çarşıya, açık arttırmayla satış yapan pazarlara sahiptir. İki bedesteni, çarşısı ve saraçhanesi, üstleri örtülü kargir, sağlam sıra düzeni içinde, süslü dükkânlardır. Tamamı, tamamına yetmiş çeşmesi var, fakat, onlara hiç de gereksinme duyulmaz, her eve hayat ırmağı denginde sular akmaktadır. Her ev, bağı, bahçesi, fıskiyeli havuzları, cennet ırmağı sularıyla çeşit çeşit selvi, çınar, söğüt, kavak, limon, turunç ve diğer meyve ağaçlarıyla donatılmış "İrem" bağını andırır. Bağları, bostanları, gülbahçeleri geniş-örgüden kafese alınmış, çok verimli olmakla Ayıntab ucuz ve şirin bir kenttir. 1648'de gördüğümüz kent, bu kez sekiz mahalle, nice han, camii ve dükkân kazanarak büyük bir gelişme göstermiş, Tanrı'ya şükürler olsun ki, bu gelişmesini sürdürmektedir. Kent, yüksek bir düzlükte ve yer yer bayırlar üzerinde kurulduğundan suyu ve havası da güzeldir. Birçok hanları var ama en görkemlileri ve en ünlüleri Mustafa Paşa Hanı, Pekmez Hanı, Tuz Hanı, İki Kapılı Han, Börekçi Hanı ve Arasat Han-ları'dır. İki tane de imareti -aşevi- var: Gelene, gidene aylar yıllar bol ve minnetsiz sofralar açarlar. Tümüyle 40 tekkesi olup hepsinin en görkemlisi ve en

çok donanmışı, Yiyeceği bol ve hoş yapılısı Mevlevi Tekkesi'dir. Türkmen Ağası Mustafa Ağa yapısı olup, 4. Murad'ın Silahdarı Mustafa Paşa'ya bağışlamıştır. Tekke 40-50 yoksul hücresiyle çevrelenmiş yüksek kubbeli, baştan başa ham ve işlenmiş mermerlerle döşeli haremi, haremin ortasında büyük bir havuzu, havuzun başında rengarenk üzüm salkımlarını andıran süslü avizelerle donalı çardağı olan büyük, sağlam görkemli bir yapıdır.

... Bakımlı, bezeli, temiz caddeleriyle kent gerçekten şirindir. Yer yer açık arttırmayla satış yerleri, Halep tarzı kargir binalardan oluşmuş çarşıları vardır. Ama bu övdüğümüz yerler, tümüyle kale içindedir. Her sokak başında kapıcıların açıp kapattıkları kale kapısı kadar sağlam kapıları vardır. Geceleri, tüm sokaklar kandillerle aydınlatıldığından bekçiler gruplar halinde rahatlıkla sokaklarda kol gezerek görevlerini yaparlar.


Kentin ortasındaki kocaman bir kaya üstüne yüksek, görkemli ve dairesel bir kale oturtulmuştur. Kale çok sağlamdır. Kaleyi çevreleyen hendek 1300 adımdır. Eni 40, derinliği 20 arşın kesme kayadan oyul-muştur. Bunların üstüne her biri ayrı sanat ve mimari üslupta belli aralıklarla sıralanmış, çok güzel kuleler oturtulmuştur. Bin bir bedeni olan kalenin temelindeki kayaların içinden yine çembersel bir biçimde kaleyi çevreleyen ve hendeğe bakan mazgal delikleri açılmıştır ki, hendek kenarına kuş bile konamaz.

Kalenin batı kapısı, yedi katlı demirden bir kapıdır. Kapı aralıklarında çeşitli savaş araç ve gereçleri, silahlar, demir açma kafesleri, saçma topları vardır. Kale silah ve askerlerle donatılmış, baca benzeri nefesliklerle havadar bir oturma yeridir.

... Çoğunlukla halkı Havranı kürkü, çuha ferace, elvan boğası, kavukla küllah üstüne beyaz sarık sararlar. Yörede kafir hiç yoktur. Güzel kadınları pek çoktur. Hepsi de sarı çizme giyer, başlarına sivri gümüş taç takınır, beyaz çarşafa bürünürler. Nazik, arlı, edepli, çarşıya çıkmaları ayıp sayılan hatunları vardır. Üzüm şerbeti içen, tatlı dilli, garip, dost, bilgili, anlayışlı, ha-lim-selim insanları vardır.

Kahvelerinde hoş söyleşileriyle insanları kendilerine çekerler, hatta özendirirler. Bu söyleşilerini bağ ve bahçelerdeki yeme ve içmelerle daha da renklendirirler.
Kentin defterlerde öşür veren 70 000 bağı vardır. 9 346 000 kökten oluşmakta pek ünlüdür. Kenti çevreleyen dağlar tümüyle bağdır. Halkı da çok sağlıklıdır, kentlerinin yeme-içme dışındaki yönlerini de överler.

Buranın alemi bezeyen kırk çeşit üzümü, binlerce tulum pekmezi, bademli ve şamfıstıklı tatlı-Köftürü- sucuğu, pestili vardır ki, Arab'a, Acem'e ve Hindistan'a kadar gönderilir. "r" sesiyle "k" sesini doğru çıkaramazlar. Yöre limon, turunç, nar, incir, dut, şeftali, zer-ddi, kayısı, beyaz ekmek, yoğurduyla dünyaca ün kazanmıştır. Yine elvan boğası, Ayıntab eğeri, yay ve gedesiyle ünlü bir kenttir. Cennet bağlarına örnek öyle bahçeleri vardır ki, yalancı ve ölümlü dünyaya özgü "iremler" sayılırlar. Bunların içinde, en bakımlısı, en zengin ve donanmışı Musulluoğlu bahçesidir. Kısacası bi kenti anlatmaya, ne dil ne de kalem yeter. Dünya yüzünden geniş bir ili, gözalıcı büyük yapıları her yerden aranan eşyası, birçok mezarları, bolluk ve verimlilği, bitimsiz yiyecek ve içecek pınarları ve ırmaklarıyla burası "Şehr-i Ayıntab-ı Cihan" "Dünyanın Gözbebeği Kent"dir.

Evliya Çelebi GAZİANTEP 1936

Etraftan geniş bir daire çizerek tatlı bir ahenkle dizili mor dağların çemberi ortasındaki üç tepe üstüne kurulmuş gösterişli Antep, hepsi beyaz taştan yapılma iki üç katlı evlerin kırmızı kiremitlerine vuran ikindi güneşi altında fağfur bir belde gibi parlıyor.
Yüzünü şimale vererek doğudan batıya uzanmış şehrin dört tarafını çevreleyen dağlar ne şehri kapsayacak kadar yakın, ne şehri bodurlaştıracak kadar yüksek; hepsi şehre saygı göstererek açıkta ve hepsi şehirden ayrılamıyor gibi uzakta değil.

Şehrin üzerine kurulduğu üç tepeden batıdaki Te-pebaşı, mektep ve hastahane gibi iri iri Amerikan binalarıyla dolu; ortadaki Kayacıktepe, şehrin asıl yapılarının ve kalabalığını yüklenmiş; eskiden Kürttepe denilen en şarktaki Türktepe, şehrin fakirce tarafıdır ve böğründe Antep kalesi yükseliyor: Üç tepeden baştaki şehrin yenisi, ortadaki şehrin kendisi, doğudaki şehrin eskisi!

Üçer dörder yüz metrelik eşit aralıklarla dizilmiş, kalp hastalarını bile yormayacak kadar tatlı meyilli, üstlerine bol bol bina yapılacak kadar sırtları yatkın bu üç tepeye şehir ayrı ayrı kurulmuş değil de; büyük bir mağaza vitrininde yer yer kabartılarak daha göze görünecek şekilde teşhir edilen kumaşlar gibi; sanki dahi düzdeyken yeraltından itilerek üç yerinden kabartılmışçasına bu ayrı ayrı tepelere rağmen hepsinin üzerine örtülmüş tek bir belde halinde görünüyor.

Şehrin en başında, Amerikan erkek koleji; beş altı katlı bu çalımlı yapıyı kırmızı marsilya kiremidi kaplanmış keskin menşurlu çatı daha fazla yüksek göstermektedir. Binanın üst cephesinde büyük bir delik görülüyor? Muhasara zamanlarında dışarıdaki kuvvetlerimizin eline ağır bir top geçmiş. Gülle az, mesafe çok. Bu kolej binası Fransız karargahı. Bizde top olmadığını bildikleri için hiç pervaları yok. Aman nişancı dikkat: Güüümbüüüüür... Bir attık ama pir attık. Gülle en can alıcı yere düşmüş.

Tepenin üstü kız koleji, hastahane ve bunların ilaveleriyle bir Amerikan kolonisine dönüşmüş. Tepenin öte tarafı Ermeni mahallesi. En başta kilise. Belli çok emek vermişler. Cephe mermerden, duvar köşeleri ve pencere pervazları siyahlı beyazlı taştan. Evlerin her biri sağlam bir hisar gibi.

Şehir panoramasını en iyi gören ortadaki Kayacık-tepe'deyim. Daha etrafa bakmadan gözüme tepenin eteğindeki tuhaf kıyafetli minare ilişti. Ortası işlemeli yuvarlak şerefesi üstüne siperlik yapsın diye geçirilen başlık eskilikten simsiyah bir renk almış bir Panama şapkası gibi durmaktadır. Bu Eyüboğlu Camisi'nin minaresine cenk esnasında atıcı bir Ermeni fedaisi çıkıyor. Çarşı içine gelip geçen Müslümanlardan 17 kadarının kanına girmiş.
Kayacıkla Türktepe'ye kadarki düzlük üstünde şehrin ticaret ve hareket kısmı serili.: Her birinde yüzlerce oda bulunan büyük büyük hanlar orada; belediye, banka, otel gibi şehrin gösterişli yapıları hep orada.

Şehir, sivri yeri kesilerek toparlak ve iri bir havuç gibi duran Türktepe'nin bütün cephesini kapladıktan sonra onun cenubunda ve karşısındaki Sarımsaktepe'ye kadar olan düzlüğü de doldurmakla kanaat etmemiş; şehir bu son tepeyi dahi dolanıp şarka doğru kıvrık bir kuyruk gibi ayrı bir mahalle vücuda getiriyor. Buraya "Şehre Küstü" diye tam yerinde bir ad takmışlar. Bu Antep de kendine küsmekte haklı semtler yaratacak kadar fazla serpilip açılmış doğrusu.

Türktepe'nin beri böğründe eski bir kalenin küçük çevre yapan duvarları görünüyor. Bu kale olmasa An-tep'i insan yepyeni ve mazisiz bir şehir sanıverecek. Halbuki o yer yer yıkık dökük duvarlar asırların binbir maceralarıyla tunçlaşmış bereli göğüslerini göstererek buranın Hititlere kadar giden eski bir tarihi olduğunu haykırmaktadır.

Antep panoramasının asıl süsü şehri dört tarafından çevreleyen ve uzaklardaki tepelere kadar genişleyip serpilen şu yeşilliklerdir. Yeşilliğiyle ünlü bazı şehirler o tatlı renkle süslenmedi, o rengin içine gömüldü. Antep'teki yeşillik ise şehri dört tarafından bir hamail gibi kuşatıyor. Antep yeşilin elbisesine bürünmüş değil yeşil çevresine kaliçelenmiş.

Evler kaleler gibi sağlam ve kale duvarları gibi yüksek. Pencereler insana kale mazgalları gibi bakıyor. Sokaklar hep taş döşeli, hep temiz; fakat hepsi daracık ve büklüm büklüm. Belli bu sokaklar gelip geçmek için değil icabında kimseyi geçirtmemek için yapılmıştır!

Dut ve akasya ağaçlarıyla gölgeli bulvara bir rıhtım hissi verdiren onun sol böğründeki Alleben dereciğidir. Bunu bir kere baharda gördüm, gürbüz bir değirmen arkıydı, bir de yazın gördüm, bir musluk suyu kadar azalmıştı. Fakat şehir önünü baştanbaşa yeşile boğan işte bu sudur. O bu yeşillik tufanını yaratmak için kendini toprağa vere vere bu hale geldi.
Alleben şehrin beş on dakika yukarısındaki Kavaklık mesiresinden çıkıyor. Adına rağmen orada bir tane kavak yok. Hep söğüt dolu. Buradan çıkan pınar Sacır'un yeraltından gelme bir sızıntısıymış. Sacır ırmağı vücutta kan neyse, Antep için bu ırmak da odur.

 
Üst Alt