- Katılım
- 25 Temmuz 2011
- Mesajlar
- 7,319
- Tepkime puanı
- 118
<center></center><center></center>Yarın Okuyamazsınız!
“En güzel yastığın nedir?” diye sorsalardı bana, hiç tereddütsüz “yarın” derdim. Yastık… Başımı usulca bırakıp kendimi unuttuğum yer. Yastık… Gözlerimi kapatıp gövdemi sessizce, dertsizce yarına taşıdığım dem. Yarın… Bugünün telaşlarını savurup attığım loş uçurum. Yarın… Bugünün ellerinden ellerimi çekip hayatla bağlarımı koparmama bahane eylediğim boşluk.
“Nasılsa yarın var!” deyip de an’ın üzerimizdeki keskin hükmünü törpülüyor değil miyiz? “Yarın yaparım!” deyip de günün içinden duygularımızı, aklımızı, yeteneklerimizi, hâsılı varlığımızı çekiyor değil miyiz? Kapatmıyor muyuz gözlerimizi bugünün güneşine, nasılsa yarın güneş yeniden doğacak diye?
Kapatmıyor muyuz gönlümüzü bugünün aşkına, önümde çok uzun yıllar var diye? Sevdiklerimizi küstürüyoruz, sevenlerimizi kırıyoruz, umarsız bir maske takıyoruz bugün, nasılsa yarın telafi ederim diye. Çekmiyor muyuz ellerimizi en ciddi işlerin eteğinden, henüz zamanı gelmedi diye? Alıp gölgemizi her akşamın hüsranına katmıyor muyuz? Sanki hiç yokmuşuz gibi, hiç var olmamışız gibi geçmiyor muyuz günün içinden? Hasretlerimizi, hayallerimizi, ümitlerimizi, beklentilerimizi, özlemlerimizi zamanın kanına katmadan, elimizde meyvesiz kuru tohumlarla kala kalmıyor muyuz?
Yastığımız yarın. Alıp başımızı gittiğimiz boşluğumuz. Başımızı alıp götüren uykumuz. Bugünden kaçışın bahanesi. Gözümüzü bağlayıp bize habire sayılar saydıran saklambaç arkadaşımız.
Bizi kör ebesi eyler yarın. Bizi topal bırakır yarın. Bizi sığlaştırır yarın. Bizi yok sayar yarın.
Yo, yo, suç yarının değil. Yarının ayağımıza gelir gelmez adını “bugün” diye değiştirdiğini unutan bizlerin suç. Yarınlara güvenip de bugünü eğretileştirirken, yarınların birinde kendisine geniş zamanlar düşeceğini hayallerken, “dün”lerde “yarın” diye idealleştirdiği bir “yarın”ı daha elinin tersiyle ittiğini fark etmeyende suç…
Şairin dediği gibi “yarın artık bugündür.” Yarın diye beleyip beslediğimiz, hayallerimizle emzirdiğimiz o gelecek günler, o bitmez zamanlar, o geniş zamanlar gelir gelmez, kendimizi içinde sıradanlaştırdığımız bir “bugün” oluveriyor. Yarına ideal yükleyenler, gelen yarının adı “bugün” olduğunda, bütün idealleriyle o günün sabahında var kılmaları gerekir kendilerini.
Hayallerini yarınlara güvenerek erteleyenler, yarınlar sıra sıra gelip “bugün” olarak ellerine ayaklarına vardığında, her şeyi bir kenara bırakıp el üstünde tutmaları gerekir bugünü. Sanki son günleriymiş gibi, sanki hiç yarın gelmeyecekmiş gibi, ruhlarını damıtıp bugünün her anında kristalleşmeleri beklenir.
Sahi, bugüne kadar kim “yarın” gerçekleştirmiş başarısını? “Yarın” ödev yapan öğrenci oldu mu acaba? Yazısını “yarın” yazmayı başaran bir yazar olmuş mudur?
Hayır, hayır, içimizden hiç kimse “yarın”ı yaşamadı, yaşamıyor, yaşamayacak. Yarınların hepsi bugün oldu, oluyor, olacak… Bugün’e kendini yakıştıramayan, yarınların hiçbirinde gününü gün edemeyecek.
İmrendiğimiz o başarı öykülerinin hepsi kahramanlarının “bugün”ünde gerçek oldu. Bir ömre rengini, istikametini veren kritik kırılmaların hepsi sıradan bildiğimiz bir saatin içinde olup bitti. “Yarın”a, “az sonra”ya, “hele dur, zamanı değil!”lere yaslananlar, bugünlerin içinde siliniverdi, şimdinin kalbine can olamadı… Sanki hiç dokunmadan geçtiler zamanın içinden. Hiç yaşamamış gibi sürüklendiler bir yarından öbür yarına.
İspat etmemi ister misiniz? Ben de bu kısa yazıyı sürekli “yarın”lara erteledim. Ama sonunda oturdum ve yazdım. Ellerimi bilgisayarımın tuşlarına bağladım, koltuğumda hapsettim gövdemi, kalbimi bu satırların karasına mahkûm ettim. Yazıyı, “bugün” yazdım, “şimdi” bitirdim. Siz de “yarın” okuyamayacaksınız bu yazıyı. Eminim “bugün” okuyorsunuzdur…
Bugünü uyanık geçirmek isterseniz, “yarın” yastığını başınızın altından çekin!
İyi uykusuzluklar!
Senâi Demirci
<!-- / message -->
“En güzel yastığın nedir?” diye sorsalardı bana, hiç tereddütsüz “yarın” derdim. Yastık… Başımı usulca bırakıp kendimi unuttuğum yer. Yastık… Gözlerimi kapatıp gövdemi sessizce, dertsizce yarına taşıdığım dem. Yarın… Bugünün telaşlarını savurup attığım loş uçurum. Yarın… Bugünün ellerinden ellerimi çekip hayatla bağlarımı koparmama bahane eylediğim boşluk.
“Nasılsa yarın var!” deyip de an’ın üzerimizdeki keskin hükmünü törpülüyor değil miyiz? “Yarın yaparım!” deyip de günün içinden duygularımızı, aklımızı, yeteneklerimizi, hâsılı varlığımızı çekiyor değil miyiz? Kapatmıyor muyuz gözlerimizi bugünün güneşine, nasılsa yarın güneş yeniden doğacak diye?
Kapatmıyor muyuz gönlümüzü bugünün aşkına, önümde çok uzun yıllar var diye? Sevdiklerimizi küstürüyoruz, sevenlerimizi kırıyoruz, umarsız bir maske takıyoruz bugün, nasılsa yarın telafi ederim diye. Çekmiyor muyuz ellerimizi en ciddi işlerin eteğinden, henüz zamanı gelmedi diye? Alıp gölgemizi her akşamın hüsranına katmıyor muyuz? Sanki hiç yokmuşuz gibi, hiç var olmamışız gibi geçmiyor muyuz günün içinden? Hasretlerimizi, hayallerimizi, ümitlerimizi, beklentilerimizi, özlemlerimizi zamanın kanına katmadan, elimizde meyvesiz kuru tohumlarla kala kalmıyor muyuz?
Yastığımız yarın. Alıp başımızı gittiğimiz boşluğumuz. Başımızı alıp götüren uykumuz. Bugünden kaçışın bahanesi. Gözümüzü bağlayıp bize habire sayılar saydıran saklambaç arkadaşımız.
Bizi kör ebesi eyler yarın. Bizi topal bırakır yarın. Bizi sığlaştırır yarın. Bizi yok sayar yarın.
Yo, yo, suç yarının değil. Yarının ayağımıza gelir gelmez adını “bugün” diye değiştirdiğini unutan bizlerin suç. Yarınlara güvenip de bugünü eğretileştirirken, yarınların birinde kendisine geniş zamanlar düşeceğini hayallerken, “dün”lerde “yarın” diye idealleştirdiği bir “yarın”ı daha elinin tersiyle ittiğini fark etmeyende suç…
Şairin dediği gibi “yarın artık bugündür.” Yarın diye beleyip beslediğimiz, hayallerimizle emzirdiğimiz o gelecek günler, o bitmez zamanlar, o geniş zamanlar gelir gelmez, kendimizi içinde sıradanlaştırdığımız bir “bugün” oluveriyor. Yarına ideal yükleyenler, gelen yarının adı “bugün” olduğunda, bütün idealleriyle o günün sabahında var kılmaları gerekir kendilerini.
Hayallerini yarınlara güvenerek erteleyenler, yarınlar sıra sıra gelip “bugün” olarak ellerine ayaklarına vardığında, her şeyi bir kenara bırakıp el üstünde tutmaları gerekir bugünü. Sanki son günleriymiş gibi, sanki hiç yarın gelmeyecekmiş gibi, ruhlarını damıtıp bugünün her anında kristalleşmeleri beklenir.
Sahi, bugüne kadar kim “yarın” gerçekleştirmiş başarısını? “Yarın” ödev yapan öğrenci oldu mu acaba? Yazısını “yarın” yazmayı başaran bir yazar olmuş mudur?
Hayır, hayır, içimizden hiç kimse “yarın”ı yaşamadı, yaşamıyor, yaşamayacak. Yarınların hepsi bugün oldu, oluyor, olacak… Bugün’e kendini yakıştıramayan, yarınların hiçbirinde gününü gün edemeyecek.
İmrendiğimiz o başarı öykülerinin hepsi kahramanlarının “bugün”ünde gerçek oldu. Bir ömre rengini, istikametini veren kritik kırılmaların hepsi sıradan bildiğimiz bir saatin içinde olup bitti. “Yarın”a, “az sonra”ya, “hele dur, zamanı değil!”lere yaslananlar, bugünlerin içinde siliniverdi, şimdinin kalbine can olamadı… Sanki hiç dokunmadan geçtiler zamanın içinden. Hiç yaşamamış gibi sürüklendiler bir yarından öbür yarına.
İspat etmemi ister misiniz? Ben de bu kısa yazıyı sürekli “yarın”lara erteledim. Ama sonunda oturdum ve yazdım. Ellerimi bilgisayarımın tuşlarına bağladım, koltuğumda hapsettim gövdemi, kalbimi bu satırların karasına mahkûm ettim. Yazıyı, “bugün” yazdım, “şimdi” bitirdim. Siz de “yarın” okuyamayacaksınız bu yazıyı. Eminim “bugün” okuyorsunuzdur…
Bugünü uyanık geçirmek isterseniz, “yarın” yastığını başınızın altından çekin!
İyi uykusuzluklar!
Senâi Demirci
<!-- / message -->